İnsan, en zor anları aynı sıklette olmadığı
kişilerle karşılaştığında yaşar.
Örneğin; siz yalan söylemezsiniz, karşınızdaki söyler.
Örneğin; siz efendisinizdir, karşınızdaki tam bir serseridir.
Örneğin; sizin içiniz dışınız birdir, karşınızdakinin değildir.
İşte bu durumlarda, bu insanlarla mücadele etmek inanılmaz yıpratıcı ve zordur.
Ancak nitelikleriniz, zaman içinde sizi haklı çıkarır ve baş üstünde
gezdirilirsiniz. Karşınızdakini anımsayan bile olmaz.
İşte yaşam böyle bir katalizördür.
Bunun sağlamasını yapacak enfes bir fıkrayı aktaralım size.
Üç arkadaş bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar.
Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni. Ermeni olan aynı zamanda rahip.
Hava sıcak ve bir süre sonra yolda susuyorlar.
Etrafta su yok.
Bağların olgun zamanı.
“İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın” diye bir bağa giriyorlar. Bağın
sahibi bir Türk ama onu görememişler.
“Kaç paraysa veririz” diyerek yemeye başlamışlar.
Bu sırada bağın sahibi gelmiş.
Bakmış üç kişi üzümünü yiyor. Fena bozulmuş ama üç kişiyle de başa
çıkamayacağını düşünmüş.
Birine bakmış, kıyafetinden Ermeni ve rahip olduğu belli.
Diğerine bakmış, konuşmasından Kürt olduğunu anlamış. Üçüncüsü de Türk.
Dönmüş Ermeni’ye, “Bak bu adam Türk, yesin malımı. Benim kanımdandır. Helali hoş
olsun. Bu da Kürt’tür ama din kardeşimdir. Ona da sözüm yok ama sen niye
yiyorsun benim üzümü mü” demiş.
Bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen Türk ve Kürt’ün hoşuna gitmiş.
Adam, Ermeni rahibi bir güzel dövmüş. Kıpırdayacak hal bırakmamış, rahip iki
seksen uzanmış. Baygın.
Bağcı ardından Kürt’e dönmüş.
“Tamam Müslüman’sın da niye sahipsiz bağa giriyorsun. Bu adam benim kanımdan,
yediyse afiyet olsun, o Türk’tür” dedikten sonra bu sefer de Kürt’ü bayıltana
kadar bir güzel dövmüş.
Bu durum Türk’ün hoşuna gitmiş ama bağın sahibi en sonunda Türk’e dönmüş. “Ulan
ahlaksız, anladık Türk’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sen bir Kürt ve bir
Ermeni’yle vatandaşının bağına girip hırsızlık yapacak kadar şerefsizmişsin”
diyerek Türk’e girişmiş. Ağız burun bırakmamış.
Sonunda üçü de bağın kenarında kafa göz yarılmış yatarken, Türk, Kürt’e dönmüş,
“Baba” demiş, “Biz hatayı, rahibi döverken ses çıkarmayarak yaptık”.
Kutsal Kitap'ın Yeni Antlaşma bölümünden bir pasaj aktarmak istiyorum sizlere...
En Üstün Yol: Sevgi
İnsanların ve meleklerin dilleriyle konuşsam ama sevgim olmasa, ses veren bir
pirinç çalgı ya da gürültü oluşturan bir zil durumuna düşerim.
Peygamberlik etme yeteneğim olsa, tüm gizleri ve bilgileri bilsem, üstelik
dağları yerinden oynatabilecek iman bütünlüğüne sahip olsam, ama sevgim olmasa
bir hiçim.
Sahip olduğum her şeyi yardım niteliğinde sunsam, bedenimi de yakılan sunu
kılsam ama sevgim olmasa bana hiçbir yararı olmaz.
Sevgi katlanır, iyilikle davranır, kıskançlık bilmez. Sevgi büyüklenmez,
böbürlenmez, utandırıcı bir şey yapmaz, kendi çıkarını kovalamaz, içerlemez,
kötülüğün hesabını tutmaz.
Haksızlık karşısında sevinmez, gerçek karşısında sevinir.
Sevgi her güçlüğe dayanır, her şeye inanır, her şeyden umutlanır, her duruma
sabreder.
Sevgi yozlaşmaz. Peygamberliklere gelince geçip gidecekler. Diller susacak,
bilgi de yok olacak. Çünkü bilgimiz de, peygamberliğimiz de tam değil,
sınırlıdır. Ancak Yetkin Olan geldiğinde, sınırlı olan ortadan kalkacak.
Çocukken çocuk gibi konuşur, çocuk gibi düşünür, çocuk gibi kafa yorardım.
Olgunluk döneminde çocukluğa özgü davranışları geride bıraktım. Çünkü şimdi
aynada bir bilmeceye bakarcasına görüyoruz ama o zaman yüz yüze göreceğiz. Şimdi
kısıtlı kapsamda biliyorum ama Tanrı’nın beni tam olarak bildiği gibi o zaman
ben de tam olarak bileceğim.
Şimdi kalıcı olan iman, umut ve sevgidir; bunların üçü.
İçlerinden en üstünüyse sevgidir.
Kralım Pşımaf diyor ki: Öğretmenimiz dünya hızla
kirleniyor dedi. Sorumlusu da insanlarmış. Neden bindiğimiz dalı kesiyoruz
anlamadım...
SonSöz: Çerkes, göğe çıkayım derken dostunun
sırtına basmayandır. (Kuban)
|