...................
...................
TAYYİB EFENDİ

03.07.2004

Kuban Paul Seauhmann
...................
...................

Geçen hafta; sayın Başbakan Tayyib Erdoğan görüşlerini beğenmediği bir gazeteciye “Yalçın efendi” dedi. Elbette bu “efendi” sözcüğüne -kendine göre- aşağılama anlamını yükledi. Türkçe’de “efendi”nin üç ayrı tanımı var. Birincisi; davranışlarında ölçülü, ne dediğini bilen, toplumda saygınlığı olan kişi. İkincisi hacı-hoca konumundakilerin adların arkasına ek (örneğin, Niyazettin hocaefendi). Üçüncüsü de sayın Tayyib Erdoğan’ın anlam yüklediği; zavallı, biçare.

Bizim kültürümüzde böyle bir sözcük de, bu tür anlamlar yüklenmiş sıfatlar da yok. Çocukluğumuzda, dışarı ile ev arasında yaşadığımız en büyük çelişki bu tür kavramlardı. Hala da yaşıyoruz.

Sokakta kavga ettiğimizde, ailemizden azar işitirdik, üstüne üstlük haklı bile olsak gidip o çocuktan ve ailesinden özür diletilirdi. İki arada bir derede kalırdık. Evde ailemiz, dışarıda arkadaşlarımız.

Büyüklerimizin bize şöyle derdi: "Arkadaşlarının saygınlığını onu bunu döverek geçici olarak kazanırsın. Bir gün, biri de senin canına okuduğunda saygınlığın yerle bir olur. Onun için; terbiyeli, dürüst, çalışkan, yardımsever olacaksın ve asla kavga etmeyeceksin"

Elbette, bu biçimde büyümüş insanlarımız, günümüzde de benzer sıkıntıları yaşıyorlar. Hele hele internet sistemi içinde.

Karşınızdaki size saldırır, aşağılar, tehdit eder. Ancak siz farklı kültür aldığınız için yanıt veremezsiniz. Çünkü anne ve babanızın sözleri hemen kulağınızda çınlamaya başlar. Oysa, saldıran bunu anlamaz. Karşısındakini "mat" ettiğini sanır. Çünkü öyle yetiştirilmiştir.

“Sana vurdu mu oğlum? Sen de bir tane ona yapıştır” diyen anne babanın büyüttüğü adam ne yapacak? Ne yapsın? Kendi çapına göre adalet arayacak. Karşısındakini yakalarsa ve gücü yeterse dövecek. Gücü yetmezse aşağılayacak. Sonra da, büyük bir zafer edasıyla etrafınızda dönüp duracak. Oysa farkında değildir ki; karşısındaki onu, yetiştiği kültür nedeniyle muhatap almıyor.  

İlkel kafalı, yobaz insanları artık eskiden olduğu gibi kılık kıyafetinden anlayamazsınız. Artık son derece şık giyiniyorlar. Modaya uyuyorlar. Kimi avukat, kimi doktor, kimi ‘sanatçı’ olarak karşınıza çıkıyor.

Hiç endişeniz olmasın. Yine de bunları; demeçlerinden, yazılarından şıp diye tanırsınız.

Örnek mi?

Biri, Tayyib Erdoğan’ın ülkeyi yönetme biçimini beğenmeyip ona “Tayyib efendi” diye başlayan yazılar yazıyorsa; bilin ki, o ilkel ve yobaz biridir. Siz hiç üstüne giydiği kostüme bakmayın, hele hele kartvizitini hiç görmeyin.

Neden?

Çünkü, ilk başta ilkelliğini gözler önüne sermiştir. Yazının tümü bu biçimde devam edecektir. İsterseniz, deneyin. Böyle aşağılama amacıyla sıfat konulmuş bir metni alın ve tümünü bu gözle okuyun. Her satırında cahilliğin ve lümpenliğin cirit attığını göreceksiniz.

Bu tür insanlar ne yazık ki, bizim aramızda da var. Güçlü birinin yanında el pençe dururken, güçsüze saldırmak temel karakteristiklerini oluşturur.

Irak savaşının ilk günlerini anımsayın. Saddam'a gücü yetmeyenler; Amerikan Ordusu'nu alkışlarla, çiçeklerle karşıladılar. Hatta daha ileri gidip, yıkılan Saddam Hüseyin heykelini terlikleriyle bile dövdüler. Çünkü gelen daha güçlüydü. Sonra? Sonrası daha da garip. Alkışlarla davet ettikleri orduyu ülkelerinden çıkarmak için, orada çalışan kamyon şoförlerinin kafalarını kesiyorlar. Kamyon şoförlerinin ne günahı varsa?

Sözün kısası; ilkel kafalarla, yobazlarla uğraşmak zordur.

Çoğu insanımızda bu nedenle,  “ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü” deyip kabuğuna çekiliyor. Sesini çıkarmıyor. İte dalaşacağına, köşeyi dolaş misali, “evet, evet haklısın” deyip geçiyor.



Son Söz
Çerkes, takiyeci dostum olacağına, dürüst düşmanım olsun diyendir. (Kuban)