Gelişmiş toplumlar, politik
gelişmeleri günlük değerlendirmezler. Bunu güçlü oldukları
için yapmazlar. İnsan yaşamında 1 gün, 1 ay, 1 yıl, 10 yıl
önemli olabilir. Ancak ülkeler için bu süreler dünyada
varolmak için yeterli değildir.
Biz Çerkeslerin durumuna bakalım.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Türkiye’ye geldi. Daha
sonra yazılı ve görsel basını izleyiniz. Rusya ve Türkiye
ilişkileri konusunda bolca haber ve yorumları okuyacaksınız.
Bizlerden ise küçük haberler geçecek.
Çok ama çok yanlış bir yoldayız. Keskin sloganlar, protestolar
asla bizi dünya gözünde haklı çıkarmayacak. Diasporadaki
Çerkesler kimsenin umurunda değil. Çünkü bu zemini kendimiz
oluşturduk. Şöyle bir düşünün. Dünyaya sesimizi bugüne kadar
neden duyuramadık? Çok basit. Niteliksiz ve kimliksiz bir
toplum olduk. Enerjimizi her zaman savaş kışkırtıcıları
tarafına harcadık. Dünyaca tanınan ne bir tek insanımız var,
ne bir tek buluşumuz. Savaşçılığımızla övünmekten başka ne
yaptık? Bu yüzyılda savaşçı olmak ne işe yarıyorsa, biz de o
kadar başarılı olduk.
Gençlerimize en kolay yolu gösterdik: Düşman var, git protesto
et.
Bunda ne var ki? Eline pankart al. Toplan büyükelçilik önünde,
siyah çelenk bırak.
Sonra?
Gazetelerin beşinci sayfalarında 1-2 satır haber ol.
Zor yolu ne büyüklerimiz öneriyor, ne gençlerimiz zahmet
buyurup gidiyorlar. Gerek Kuzey Kafkasya’da gerek diasporada;
dünyaca ünlü bir aktörümüz, best seller bir romancımız, tıpta
insanlığın kaderini etkileyecek bilim adamlarımız mı var?
Yok, yok, yok...
Ne var? ‘’Aman Putin Türkiye’ye geliyormuş, hadi protestoya!’’
Kendin söyle kendin işit.
Oysa, nitelikli bir toplum olsaydık. Dünyada kabul görmüş; çok
değil 3-5 insan yetiştirmiş olsaydık, sesimizi değil Putin,
tüm dünya duyacaktı. Tembel tembel oturup, baraj yapmak yerine
dereye elektrik santrali kurduğumuz için, ancak kendimizi
aydınlatabiliyoruz. Sonra da ‘’İşte bakın biz de
aydınlanıyoruz’’ diye kasım kasım kasılıyoruz.
Fazla değil 2-3 hafta sonra herkes her şeyi unutacak. Ellerine
pankart alıp yollara düşenlerde günlük doyuma ulaşacak. El
elde, baş başta yerimize oturacağız.
Eğer dünyaya sesimizi duyurmak istiyorsak; yol belli. Üreten,
geliştiren, nitelikli bir topluma doğru gideceğiz. Bunun
dışında yapacak hiçbir şey yok. İstediğiniz kadar bağırın,
istediğiniz kadar protesto edin.
Dün haberlerde, AB karşıtı biri, konuşmacının sözünü bölerek
protesto ettiğini yazıyordu. Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep
Borrell kürsüde konuşurken sözle sataşmada bulunan Türkiye
Sivil Toplum Kuruluşları Birliği yöneticisi olduğunu söyleyen
Ramazan Bakkal, ‘’İspanya'da Bask Bölgesi'ne gitmiyorsunuz da
Diyarbakır’a gidiyorsunuz’’ türünden protestoda bulundu.
Ne oldu?
Ne olacak? Hiçbir şey. Çünkü AB’ye mahkum. Öyle borcu var ki,
elleri kolları bağlı. Ürettiğinden 1000 misli tüketirsen
protestona kim bakar. Çevrenizi düşünün. Yan gelip yatmışsın,
konu komşudan borç almış, kahvehane köşelerinde pineklemişsin.
Yemişsin, içmişsin. Bakkalın, manavın, kasabın önünden
geçemeyecek hale gelmişsin. Sonra eline pankart alıp, ailene
kötülük yapanı protesto ediyorsun. Bekle ki, borçlu olduğun
komşun, bakkalın, kasabın seni dinlesin senin yanında olsun.
Yan gelip yatmayacaktın.
Dünya kamuoyuna ulaşmanın yolu belli. Nitelikli olmak.
Her alanda (nüfusun ne olursa olsun) başarıyı
yakalayacaksın. Ürettiğin kadarını tüketmeyi öğreneceksin.
Enerjini; yazarının, sanatçının, bilim adamının çoğalması
için harcayacaksın. Yoksa, eline pankart alıp bağırıp
çağırır, ancak kendini rahatlatırsın.
SonSöz
Çerkes, ''armut piş, ağzıma düş'' demeyendir. (Kuban)
|