|
|
................... |
|
................... |
SANAL ORTAM DEPRESYONU |
15.10.2005 |
|
Kuban Paul Seauhmann |
................... |
................... |
Biz bu sütunlarda sık sık ‘’sanal ortam’’ kavramının
yanlış kullanıldığını dile getiriyoruz.
İnternetle kurulan geniş iletişim ilişkilerinde sık
sık sorunların yaşanması son derece doğal. Çünkü
karşınızdakiyle aranızda beyaz cam var. Onun yüzünü
görmeden konuşuyorsunuz, derdinizi anlatmaya
çalışıyorsunuz.
İnsanların anlaşmalarında ve sağlıklı iletişim
kurmalarında -hele bizim gibi Çerkes kültürüyle
yetişmişlerde- vücut dili ve mimikler çok önemli bir
yer kaplar.
Örneğin karşınızdaki insanla yüz yüze iletişimde size
söylenen bir sözcük, araya beyaz cam girince çileden
çıkarabiliyor. Hele hele karşınızdakini yaşamınızda
hiç görmemişseniz depresyona giriyorsunuz.
Örnek verelim. Biriyle iletişim halindesiniz. Onu
göremediğiniz için; kısa boylu, sıska, saçı sakalına
özen göstermeyen biri olarak hayal ediyorsunuz. Yani
kafanızda sizin oluşturduğunuz bir tip oluşuyor. Size
söylediklerini gerçek yaşamdaki kişi değil, sizin
kafanızdaki bu tipleme söylüyor algılıyorsunuz. Bu son
derece doğal. Yaşı biraz ileri olanlar anımsarlar.
Radyolarda ‘’Radyo Tiyatrosu’’ ya da ‘’Arkası Yarın’’
türünde drama programları olurdu. Sadece sesini
duyduğunuz için kafanızda konuşanları tiplerdiniz.
Aynı şey roman okurken roman kahramanları içinde
geçerli.
Sonradan bu tiyatro sanatçılarını televizyonlarda
görmeye başladığımızda çoğu insanda hayal kırıklığı
oluşturdu. Davudi sesli sanatçıyı, hayal eden
dinleyici şöyle tipliyordu: 1.90 boyunda, sarışın,
mavi gözlü, atletik yapılı, son derece yakışıklı.
Televizyonda sesin sahibiyle karşılaşınca işin rengi
değişti. O davudi ses; 1.60 boylarında, saçları
dökülmüş, oldukça şişman bir insana ait.
İnternetteki iletişimde bu daha da derinleşiyor.
Özellikle karşı görüş sahipleri -ortam gereği-
karşısındakini tiplerken inanılmaz itici bir insan
olarak hayal ediyor. Karşılaşsa; asla söylemeyeceği
sözleri, kafasında oluşturduğu kişiye sayıp,
dökebiliyor.
İşin birde sosyal yönü var. Bu da ciddi bir sorun.
İletişim kurduğu kişiyi görmediği ve tanımadığı için,
onun hangi ruh haliyle yazı yazdığını algılayamıyor.
Her yazı yazanın kendi gibi sorunsuz bir yaşam
sürdüğünü varsayıyor ya da tam aksi.
Karşısındakinin, ailevi bir sorunu olabileceği ya da
ekonomik bir sorunu olacağı hiç akla gelmiyor.
Özellikle gençlerimiz yazılarında bunu dikkate
almalılar.
Bir de işin ikinci boyutu var. Dünya üzerinde tek
doğru yok. Her yorum, her yazı, her makale doğruyu
söylüyor anlamına gelmez. En azından kasıtlı
olmaksızın yanlış değerlendirmeler içeriyor olabilir.
Yazarı kim olursa olsun yanlış bulduğunuz bir yorumu,
makaleyi ya da yazıyı çekinmeden eleştirmelisiniz.
Burada dikkat edilmesi gereken yazarını değil
düşüncesini irdelemektir. Olumlu ya da olumsuz.
Aradaki ince çizgi budur.
Eğer kişiyi eleştirirseniz gerilimi arttırırsınız.
Çünkü doğal refleks olarak kişi kendini savunmaya
geçecektir.
Eğer düşünceyi ele alırsanız; bu, hem yazarı
geliştirir hem eleştireni.
Genel anlamda tartışmaların kişiselleştirilmesi, bilgi
azlığının ürünüdür. Kulaktan duyma bilgilerle
gelinecek son nokta yanılgı olur.
Bu
açılardan değerlendirirseniz, yorumlarımızda hata
olabilir, sizin yazdıklarınızda hata olabilir. Forumda
ya da makalelerde hata olabilir. Bu durumda en
sağlıklı yol; yazan kim olursa olsun doğru bildiğinizi
yazmaktır.
Çerkes insanı, toplumsallaşmaya 10-11 yaşlarında
başlıyor. 18-20 yaşlarında üst noktaya gelebiliyor.
Her Çerkes insanı her türlü düşüncesini, xabze
kurallarına uyarak her ortamda konuşabilecek
düzeydedir.
Pekiyi...
Araya beyaz cam girince neden değişsin ki?
SonSöz
Çerkes, anavatanda yaşayanların acılarını algılayıp,
sükut edebilendir. (Kuban) |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|