Hepinizin mutlaka başından geçmiştir. Bir oto tamir atölyesine
gidersiniz konu şöyle geçer. “Biliyor musunuz, bu usta var ya,
on mühendisi cebinden çıkarır”. Aynı şeyi diğer akademik
branşlar içinde söylendiğine tanık olmuşsunuzdur.
İşte buna; ‘hırsızı salıp, ev sahibini dövmek’ denir. Kişi
doktor olmuştur, eczacı olmuştur ve mesleğinde yetersizdir.
İğneyi yanlış yere vurup, insanları sakat bırakır.
Tamam da; onu okutup mezun edenlere ne demeli?
Yine çoğunuz biliyorsunuzdur. Koca bir üniversite anfisinde,
300-400 kişi ders dinler. Daha doğrusu, hocanın anlattıklarını
yazmaya çalışır. Sonra bu tuttuğu notlardan sorumlu tutularak
sınavlara girer, başarırsa mezun olur.
Elbette, tamirci ustası on mühendisi cebinden çıkarır. O
tamirci, bir ustanın tek çırağı ya da kalfası olarak bu konuma
geldi. Ustanın eline de verin bakalım 400 çırak, bakalım aynı
sonuç çıkacak mı?
Meslekleri küçültmenin kime yararı var? Asıl sorgulanması
gereken 400 genç beyni bir anfiye tıkan sistem değil midir?
Dünya üzerinde yapılan her araştırma tek sonuca ulaşıyor. Zeka
ve eğitim kapasitesi ırksal değil. Üst düzey zekada Ugandalı
da olabiliyor, Amerikalı da. Tam aksini de düşünebilirsiniz.
Zeka düzeyi düşük Ugandalı da olabiliyor Amerikalı da. Yani
insan olarak aynı kapasiteye sahipler.
Peki fark nerede?
Fark, dünyaya bakış açısında.
Fark, kültürel derinliğin sığlaşmamasında.
Adam oturur kafa patlatır ve bir araç geliştirir. Sığ kafalar,
bununla dalga geçer. Adamın adı çıkar dokuza inmez sekize.
Kısaca “kafayı sıyırmış” der, geçerler.
Sonra da başka ülkelerde buluşlar yapan kendi insanlarını
gazetelerin manşetlerine alıp, bunu övünç aracı yaparlar. Oysa
kafalarını kaldırsalar çevrelerinde binlerce genç zaten
böyledir.
Şiir yazana “sen de mi şair oldun?”, aktörlük hevesi olana
“artiz mi olcan?”, araştırma yapana “ara, ara bulursun!” diyen
bir anlayış; alay ettiği insanları kahraman yapar.
Bunların tümü zeka ile ilgili değildir. Kültürel davranış
biçimleridir. Sırtına 60 kiloluk un çuvalını alıp götüren
zeka, aslında 4 küçük tekerin üzerine bir tahta parçasıyla çok
daha kolay yapabileceğini bilir. Ancak kültürü buna izin
vermez.
Sağda solda bir çok inşaat görürsünüz. İçinde çalışan
işçilere bakınız. Birinin kafasında kask göremezsiniz. Neden?
Çünkü kask takan işçi hemen alaya alınır. “Artiz mi oldun?” Bu
bir kültürdür. Kafasına bir kalasa çakılı çivi saplandığında
yaşamının kararacağını düşünemez. Evine artık ekmek
götüremeyip, ele güne muhtaç olacağını anlamasına “artiz mi
oldun” kültürü engel olur.
Nitelikli insanların çok olduğu toplumlar her zaman sorunların
üstesinden gelebilmiştir. Diğerleri ise “vatan, bayrak, şehit”
üçgeni içinde dönüp durur. Farkına varmaz ki, daha da bağımlı
olmuş, daha da fakirleşmiş; işin kötüsü daha da niteliksiz
hale gelmiş…
Kuzey Kafkasya’da yüzyıllarca nasıl ayakta kalındı
sanıyorsunuz. Çünkü nitelikli insan sayımız çok fazlaydı.
Kültürümüz bunu gerektiriyordu. Diğer toplumlar hayvan
derilerini ya da kumaşları ayaklarına sarıp, ayakkabı niyeti
ile kullanırken, bizim insanlarımız, diz kapaklarının üstünü
kapatacak meşin çizmeler yapıyordu.
Başkaları elleriyle yemek yerken, bizim insanımız gümüş ve son
derece özenle yapılmış çatal kaşıklar kullanıyordu. Herkes
toprak çanaklar kullanırken, onlar metal tabaklar da yemek
yiyorlardı. Neden? Çünkü, kimse “artiz mi oldun” demiyordu.
Çevrenizde birileri eğer gelişmek için çaba gösteriyorsa, iki
eliniz kanda olsa destek olun. Yüreklendirin. Gücünüz
yetiyorsa ekonomik destek sağlayın. Çünkü ne kadar çok
insanımız nitelikli olursa, eski günlerimizi o kadar az
anarız.
Son Söz
Çerkes, “bu gün insanlık için ne yaptım” diye
|