Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde Barbar sözcüğü şöyle tanımlanıyor:
Uygarlaşmamış kavim ya da topluluk; kaba saba, ilkel.
Şimdi buradan yola çıkarak kendimize bir bakalım. Biz aslında
barbar bir toplum muyduk? Yoksa önce uygardık da sonradan mı
barbarlaştık?
Uygarlığın ölçüsünü koyalım isterseniz. En basit anlatımıyla
çevresiyle iyi ilişkiler kurabilen, barışçı, gelişmeye açık;
her alanda üretim yapabilen, kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmayan toplum ya
da kişi davranışı.
İşin iki boyutu var; birinci kendi aramızdaki ilişkiler,
ikincisi; başka toplumlarla ilişkiler.
Şundan emin olabilirsiniz. Her Çerkes başka toplumlarla ilişkide
10 üzerinden 10 puan alacak uygarlıktadır. Peki aynı şeyi kendi
aramızdaki ilişkiler için söyleyebilir misiniz? Görünüşte evet.
Bunun en güzel örneklerini yakın çevrenizde görebilirsiniz.
Yaşadığı ülkeyi göklere çıkaran bir kardeşimiz kendi ülkesini
yerin dibine sokmakta hiçbir sakınca görmez. Olaylara hep
yaşadığı ülkenin politikasıyla bakar. Yani oturup; “ben bir
bireyim ve benim bağlı olduğum kültür bu, sorunlara bu açıdan
bakmalıyım” demez. İşte en güzel örneği Çeçenya’daki savaş ve
onun maduru Çeçen göçmenlere yaklaşım biçimi.
Çeçenya üzerine yapılan yorumların lütfen özüne bir inin. O
zaman göreceksiniz hangi pencereden bakıldığını. Emin olunuz bu
insanların Çeçenya’daki halk ve Türkiye’ye gelmiş Çeçenler
umurunda değil. Bakmayın siz bağıra bağıra konuşmalarına. Gece
mezarlığın yanından geçerken ıslık çalan adam psikolojisiyle
yapıyorlar bunu.
Dikkatinizi çekmiştir. Bu insanlar hiçbir zaman kısa ve net
olarak Kuzey Kafkasya’daki olayları değerlendirmezler. Bu
topraklarda nasıl bir sistem önerdikleri tam olarak bilinmez. Politikaları
hiçbir zaman
net olmamıştır. Binlerce satır yazı yazarlar ama tümünden bir ana
düşünce çıkaramazsınız. Politikada buna demagoji deniliyor.
Vatan için yapılan tüm çalışmalar bu insanları
saldırganlaştırıyor. Çünkü, yaşadığı topluma gösterdiği saygıyı
kendi toplumuna gösteremeyecek kadar barbarlaşmış oluyor. Yani
işi çığırından çıkarıyor.
Bu perspektiften baktığınızda önünüze iki seçenek çıkıyor.
Birincisi; her koşulda savaş, ikincisi; her koşulda barış.
Birinci seçenek artık günümüzde çok kolay seçilebilecek bir yol
değil. Buna ne insan olarak gücümüz yetebilir ne de ekonomimiz.
Herhangi bir ülkeyle savaşabilmenizin en önemli iki unsuru. Hele
bizim gibi stratejik konumu riskli bir ülke için (bütün Kuzey
Kafkasya) çok daha zor.
İkinci seçenek daha akılcı görünüyor. Yani; cumhuriyetlerimizde
ilk olarak eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve çağımız iletişim
ağının hızla kurulması gerekiyor. Bu iki unsuru yerine
getirebilmenin yolu da uygar insan olmaktan geçiyor. Tüm Kuzey
Kafkasya cumhuriyetlerinin hızla bu kulvara girmesi ve yoluna
öyle devam etmesi gerekir.
Pekiyi, Türkiye ve diğer ülkelerde yaşayan büyük çoğunluğun
durumu ne olacak? Zor bir soru. Ancak değerlendirmelerimizi
kendi içimizde yaparsak zorluk aşılabilir. Kabul etmemiz gerek
ki, hala Türkiye’de savaş çığlıkları atan insanlarımız var.
Özellikle gençlerimizin akıl yerine duygularına yönelerek
hamaset yaparak Kuzey Kafkasya’da gelişen olayları belli bir
politik çizginin üstüne oturtmaya çalışıyorlar. Burada da
Rusya’ya yüklenmek çok kolay bir yol olarak kullanılıyor. Oysa
durum bu denli basit değil. Eğer güçlü olup ayaklarınızın
üzerinde duramıyorsanız her yönden gelen rüzgar sizi bir tarafa
atacaktır. Öyle; şehit, kahraman, bayrak, vatan gibi kavramlar
sizi ayakta tutamaz. Nitekim tutamıyor da.
Ayakta durmanın koşulu belli. Önce kendimize sahip çıkacaksınız.
Yalnız kendimize.
Anavatan için her yapılan çalışmaya “ya Allah”
deyip saldırmayacaksınız. Biri bir tuğla koymuşsa siz üç tuğla
koyacaksınız. Gençleri hamasetten uzak tutacaksınız. Vurmayla
kırmayla, şehit olmayla hiçbir yere varılamayacağını onlara
öğreteceksiniz.
Sözün kısası daha çok çalışacaksınız. Bu işin başka hiçbir yolu
yok. İşte o zaman barbarlıkla çağdaşlık arasındaki farkı
yakalayabilirsiniz.
Vurup kırarak bir şey sahibi olan kişi ya da toplumlar
barbardır. Çalışarak taş üstüne taş koyarak; üreten, kendini
geliştiren kişi ya da toplumlar uygardır.
Bu nedenle dünya üzerinde barbar olarak anılan ülkelerin
geçmişine bakınız; altından istilacı, göçebe toplulukları çıkar.
Ne yapar bu barbarlar? Kurarlar çadırlarını, yerler içerler.
Üretime yönelik hiçbir çalışma yapmazlar. Sonra? Sonrası, orada
yiyecek içecek bittiğinde, yiyecek içecek üretmiş bir toplumun
başına musallat olurlar. Onları yok edip, ürettiklerine el
koyarak yaşamlarına devam ederler ve bu yaşam biçimleri böyle sürüp
gider. Ne zamana kadar?
2000’li yıllarda artık barbar yaşamanın hiçbir zemini yok. Eğer
uygar olmazsanız, çağa ayak uydurmazsanız barbarlığınız size
hiçbir yarar getirmez. Yalnız 'kullanılan' insan olursunuz.
Ölürsünüz size şehit derler ama özüne baktığınızda vatan
toprakları için akıtmanız gerekenin kan değil akıl olduğunu
görürsünüz. Ancak toprağın altında olduğunuz için artık
fırsat geçmiştir.
Çevrenizde savaş çığlıkları atan varsa uzak durunuz. Çünkü kendi
kullanıldığı gibi sizin de
kullanılmanızı istiyordur.
Çevrenizde sizin eğitiminiz için bağıranlar varsa koşun hemen
onun yanında yer alın. Çünkü vatana ancak böyle hizmet
edebilirsiniz.
SonSöz
Çerkes, yolculuk yaparken çöpü yola atmayıp arabasında tutandır.
(Kuban)
|