Türkiye Çerkes Anonim Şirketi
Örgüt; belirli bir amaç ya da amaç grubuna yönelik, birbiriyle
bağlantılı eylemlerin gerçekleştirilmesi için bireylerin önceden
belirlenmiş davranış kalıpları, görevler ve sorumluluklar
çerçevesinde bir araya gelmesiyle oluşan, tamamlayıcı ve
süreklilik gösteren toplumsal yapılanmadır diyor sözlükler. Dernek
ise; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve
ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya
tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek
suretiyle oluşturdukları tüzel bir kişiliğe sahip kişi
topluluklarındandır. Ek olarak da Türkiye’de dernekler kanununun
olduğu vurgulanıyor.
Benim üzerinde durmak istediğim örgütler kurulurken özellikle
belirli bir amaç grubuna yönelik tanımlamasıdır. Bunu
derneklerimize indirgediğimizde faaliyet alanlarını sınırlandırmış
olduğumuz gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Türkiye’de yaşayan genelde Kuzey Kafkas Halkları özelinde de
Çerkesleri ele aldığımızda şu soruyu sormak gerektiği
kanısındayım. Belirli bir topluluğa hizmet amaçlı bir yapılanmaya
giderken örgüt kurucuları neleri göze alarak örgütsel yapılarını
ve eylemliliklerini şekillendirirler? Hitap ettiği toplumun
ekonomik-kültürel ve siyasi yapılarını mi dikkate almalılar? Yoksa
kendi doğrularına uygun bir topluluk yaratmak amacıyla mı
kurulurlar?
Türkiye 12 Eylül solunun örgütlenmeleri bellidir. On sosyalist bir
araya gelir ve sistem değişimini hedef koyup, devrime giden yolda
gerekli stratejisini oluşturur. İlkeler nettir. Halkın bu ilkelere
uymasına çalışılır. Uyan örgüte katılır, uymayanlar sınıflara
ayrılır. Bilinçsiz halk, işbirlikçi kesim, lümpen kesim, karşı
devrimci kesim, burjuva kesim vs. Örgüt şablonları genelde
hazırcılık mantığı ile devrimi gerçekleştiren başka ülkelerden
kopya edildiği için halkın bu şablona sokulmasına çalışılırdı. Çin
şablonu, Arnavut şablonu, Küba şablonu, Sovyet şablonu gibi. Ne
Türkiye’nin coğrafi yapısı ne de yaşayan halkların yapısı çok
fazla önemli değildi. Elbet bu şablona sokulacaktı millet ama
olmadı.
Çerkeslerde örgütlenmeler neden dernekçilik bazında sınırlı kaldı?
Neden bir şabloncu da çıkmadı bizlerden ya da çıkan şabloncular
neden tutunamadı? Türkiye genelinde yaşayan Çerkeslerin yapısını
iyi algıladığımızda sorunun cevabi aslında çok da basitti. Her
halk kendine uygun yöneticiler tarafından yönetilir lafını
kullanıp ‘’Her halk kendine uygun örgütlenmelere katılır”a
uyarlarsak sanırım ne demek istediğimi daha netleştirebilirim .
Neden siyasi bir yapılanma çıkmadı? Neden dönüş örgütlenemedi?
Neden derneklerimiz kültürel faaliyetlerin üzerinde bir misyon
üstlenemedi? Bu sorulara verilen en kolay cevap hep “O zaman
çalışan dernekçiler yapmadılar da ondan” olmuştur. Milli
bilincimiz vardı, herkes anavatanı biliyordu da ancak bir
babayiğit çıkıp bunları örgütleyemedi, diyenlerimizde var. TÖB-Der
der vardı öğretmenler için, Pol-Der vardı polisler için…
Dön-Der neden olamadı dönüşçüler için? Çünkü şu gerçeği kimse
kabullenmek istemiyordu sanırım. Bizim siyasetle, dönüşle işimiz
yok, biz geleneklerimizi yaşatmaya, başka Çerkes insanlarımızla
tanışabileceğimiz, vorser yapabileceğimiz, dans edebileceğimiz,
gece yapabileceğimiz dört duvar istiyoruz diyen insanlar bizim
insanlarımızın çok büyük çoğunluğuydu. Bunu zamanında fark eden
daha ilerici kesim itiraf edemeseler de ”Bizden bu kadar, bunlarla
bu işler olmayacak, ben dönüyorum” deyip ama buna tabi “Türkiye’de
misyonum bitti, gidip anavatan da örgütlenmeye başlayayım” kılıfı
ile kapatıp ayrılmışlardı dernek ortamlarından. Diğer bir kesim de
”Yahu bu derneklerden bizim örgütlere adam falan çıkmaz, bunlar
apolitik olmuş, gelenekçi yapıda insanlar” deyip bir süreliğine
ayrıldıkları şablon örgütlenmelerine geri dönmüşlerdi. Yani garip
bir çark dönmekteydi. 2 milyona yakın bir halktan ne legal ne
illegal bir siyasi yapılanmaya gidilememişti. Koşulların olması mı
önemliydi, koşullar olsa da o koşulları dolduracak insanlarımızın
olmayışı mı?
Gerçekleri görmek bizlerin hayal dünyasındaki turlarımızı kısaltır
tabi ki. Ancak hayal dünyasında gezinmeyip o zamanın koşullarında
“Ellerinden gelenin“ de ötesinde bir şeyler yapmaya çalışan genci
yaşlısı bir kesim vardı ki; işte bu insanlardı omuzlarına
aldıkları yükün altında her türlü fırçalamaya maruz kalan.
- Neden yapmadın?
- Neden örgütlemedin insanları devrim yolunda?
- Dönüş yolunda, şeriat yolunda?
Bu bağrışmalar arasında “ya gidin be kardeşim, dernek kiranı bile
ödemeyen sen, derneklere bir adım bile atmayan sen, işgününde yok
sayılıp, konuşmada ön sırada yer kapan sen, general sen” diye
haykıran ama bunu dışarı vuramayan bir kesim vardı ki, hala
babadan okula geçercesine tek ayakta kalan kesimdi.
General ağırlıklı askersiz bir ordu benzetmesine sahip biz Çerkes
halkının tümünün sesi olabilecek siyasi bir yapılanmanın
çıkmayacağı bir gerçektir. Lafı fazla uzatmadan bir türlü görmek
istemediğimiz bu gerçekle bence ne kadar erken yüzleşirsek o kadar
‘’halkımız için ne yapabiliriz’’e karar veririz. O nedenle net
olarak elimizdekinin kıymetini bilmeden hazine avına çıkmanın
hayal kırıklığı bizlerden çok şeyler götürecektir.
Çerkeslerin tek örgütlenebileceği yapılanmalar derneklerimizdir.
Çerkes halkı için yapılabilecek en büyük örgütsel değişiklik
Türkiye’deki yeni değişimler paralelinde Kaf-Fed isminin Türkiye
Adige- Abaza Halkları Federasyonu’na dönüşmesi olacaktır ya da
Türkiye Çerkes Federasyonu. Ancak bence yapılması gereken en büyük
değişim ne siyasi yapılanma ne de sadece dernek isimlerinin
değişimidir. Derneklerimizin amatör yöneticilikten profesyonel
yöneticiliğe kaydırılması olmalıdır.
Gönüllü birlikteliklerle gönüllerin ömrü yettiği kadar bir şeyler
üretebiliyorsunuz. ‘’Neden yapmadın’’ sorusu sorma yetkisi kimsede
olamıyor haklı olarak. O nedenle dernekler kanununu aşan bir üst
örgütlenme (ki, vakıf olabilir) şekli ile profesyonel kadrolarca
idare edilebilecek ve ekonomik kaynağını bağışlara değil de kendi
yaratacağı ekonomik yatırımlardan alabilecek tabiri caizse
“Türkiye Adige-Abhaz A.S.” yapılanmasının yolları aranmalıdır.
İngiltere’de halkevi örneğini verirsek: Halkevi Kürt halkının
derneğidir. Vakıf hizmeti görmektedir. Çok büyük bir üye sayısına
sahiptir ve üyeler her ay düzenli olarak bağışlarını öderler.
Ancak vakıfın yaşamasını sağlayan bu bağışlardan ziyade halkevi
tarafından kurulan “yap-işlet-devret” modelinin bir değişik
versiyonu “kredi ver-iş aç-kredini geri al-kar payı al”
yuvarlamasıdır. Bir Kürt halkevine gider, iş planını gösterir ve
diğer üyelerden ve vakıf gelirlerinden toplanan sermaye ile o
Kürt’e iş yeri açılır. İşyerini çalıştıran Kürt, önce aldığı
krediyi belirlenen sürede geri öder. Ödemesi bittikten sonra her
ay düzenli bir kar payı verir Halkevi’ne. İşyerinde de Kürt
çalıştırır. Yazıyı okuyan insanlarımız eminim “bizim millet ödemez
ki” diyorlardır ya da “yav Çerkes’le iş yapılır mı” ya da ‘’Yahu
adam gider işi batırır 1 ayda” diyenlerimiz de vardır. Bunun
oturması uzun bir zaman almıştır. Tabi ki benzerinin olması
beklenmemektedir ancak döner sermaye mantığının örgütlerimizce
uygulanabilir olması ile birçok şeyin önünü de açacaktır. Daha iyi
faaliyet binaları, daha profesyonel yönetim ve çalışma kadroları,
Çerkes kimliğinin öne çıkması, ekonomik dayanışma ve bunların
getireceği daha sayabileceğimiz birçok faydalı şey.
Kaf-Fed’i eleştirmek, yerin dibine batırmak onların ivmesine bir
nebze omuz vermeyen bizler için en kolay yöntemdir. Bırakın Kaf-Fed’i,
bir yörede dernek açmanın koşullarını yaşayanlar çok iyi bilir.
Her şeyin başının önce para sonra konuşandan ziyade çalışacak kişi
sıkıntısıdır. Herkes yaşam mücadelesi verirken bizlerin klavye
başında “yeme-içme-gezme, sen madem dernekçisin bizim ulusal
sorunumuzu çöz, döndür bizi anavatana, dilimizi yaşat, kültürümüzü
yaşat” demek sanırım en zahmetsiz ulusal savaşçılıktır.
Para+kadro = Ulusal kimlik+kültürel kalkınma+anavatan diaspora
köprüsü… |