Sayın Devlet yetkilileri; Biz Türkiye’de yaşayan Abhaz ve Adigeler
sizleri tekrar Abhazya’yı ele geçirmek için harekete geçmeye
çağırıyoruz.
Siz Abhazya’ya saldırdığınızda bizler 140 yıllık kışlık uykumuzda
birlikte anavatana dönüş rüyaları görüyorduk. Rüyamızda danslar
yapıyor, geceler düzenliyor, tiyatrolar sergiliyor, yani gül gibi
uyuyup gidiyorduk. Ancak o saldırı haberiniz geldiğinde akşam
vakti uykudan uyanan bizler Selimiye’nin yolunu tutmuştuk. Genci
yaşlısı, kadını erkeği , Adige’si Abhaz’ı, Oset’i Çeçen’i büyük
bir telaş, biraz kin ve merak ile belki de hiç haberleşmeden
Selimiye’deki Abhaz derneğine akın etmiştik. Herkes televizyon
başında, telefonlar başında kısa bir süre ne yapacağını bilemeden
öyle ortalarda koşuşturuyordu.
İçimizde daha sağduyulu bir kaç kişi çıkıp Acil Durum Komitesi
kurulması gerektiğini kafamıza vurana dek bu telaşlı koşuşma
yerini organize bir telaşa bırakıyordu. Çok değerli insanlarımızın
o kurulan dik dörtgen masanın başına oturduklarında ne kadar büyük
bir görevi üstlerine aldıklarını yüzlerinden okuyabiliyorduk.
Bağlarbaşı, Selimiye’de kışla kurmuş, Atay Ceysakar, Cengiz Gül,
Erhan Şahin, Erol Kılıç, Mümtaz Demiröz, Sezai Babakus, Rahmi Tuna
ve daha isimlerini şu an hatırlayamadığım birçok düşünen ve
düşündüğünü bizlerden daha çabuk pratiğe geçirebilen
insanlarımızdan gelecek görev dağılımını bekliyorduk. Herkes bir
şeyler yapmanın telaşı içerisinde idi ama her kafadan bir ses
kesilmişti.
Maddi destek, insani destek, kamuoyu oluşturma derken günler
ilerledikçe askeri desteklerden bahsedilir olmuştu. Uyuyan
diasporada Kuzey Kafkasya ruhu uyanmış, bir tek komite altında
birleşmiş, kimse kimin ne olduğuna değil, ne dediğine yoğunlaşmış,
herkes elinden gelenin fazlasını yapmaya başlamıştı.
Şehit haberleri geldikçe yüreğimizdeki acıya kimse milliyet kılıfı
sokamadı. Janberk Dinçer elindeki ilaç listesini kontrol ediyordu.
Semra ve Sezgin uykusuz gözlerle oradan oraya koşuşturuyor,
Sebahattin, Ferda Taymaz ve bizler Bağlarbaşı’nda kamuoyunun
dikkatini nasıl çekebiliriz derdiyle 200’e yakın genç arkadaşla
eylemsellik planlarını tartışıyorduk. Mahinur Tuna ablamız
fırçalarını krizde de esirgemiyor, daha isimlerini
hatırlayamadığım genç arkadaşlar öyle bir yardımlaşma içerisinde
omuz omuza veriyorlardı ki, bin ses bir yürek dedikleri bu
diyorduk.
Komitede büyükler sabahladıkları Selimiye’den işlerine gitmeye
çalışıyorlardı. Ancak beyinlerini Sohum’da bıraktıklarını
gözlemleyebiliyordu herkes.
Bağlarbaşı’nda ‘’Açlık Grevi’’ kararı çıkmıştı. Sultanahmet’in
yolunu tuttuk. Dönüşümlü başlayan açlık grevine 45 kişi ile
başlamıştık. İçimizdeki arkadaşların Abhaz mı Adige mi Oset mi
Çeçen mi olup olmadıklarını hiç sorgulamadık. Çünkü; -hani yaygın
bir tabir vardı- ‘’Hepimiz birer Abhaz’’dık.
Selimiye’de süren greve ilgi çığ gibi buyuyordu. Komite
desteklemediğini açıklamıştı. Cemalettin Ümit büyüğümüzden biz
duymadık görmedik, yapın mesajını alıp Atay ağabeyden, Cengiz
Gül’den ve Erhan Şahin’den olması gereken illegal desteği de
görüyorduk. Akın akın insanlar desteğe geliyordu Selimiye’ye.
Adapazarı derneği 500 kişi ile Bağlarbaşı’nda yürüyüşle
Selimiye’ye inerken İstanbul sokakları ‘’Bağımsız Abhazya’’ diye
inlerken herkes şaşkındı. Greve Türkiye’nin birçok derneğinden
destek mesajları geliyordu. 9 uncu günün sonunda maalesef Komiteye
dayatılan malum devlet kolluk güçlerinin Selimiye’nin kapatılması
tehdidine seyirci kalamadık. Acil durumda haberleşme çalışma
ortamına gelebilecek bir zarar değerlendirilmesi yapılmış ve Erhan
Şahin’in de istediği doğrultusunda grev sona erdirilmişti.
Eylemlilikler bitmiyordu. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde genç
arkadaşlar ellerinde karanfiller ve Abhaz bayraklarıyla Kadıköy’de
, tüm basın kuruluşlarının kapısında isteklerini duyurmaya
çalışıyordu. Bir grup Rusya Konsolosluğu önünde idik. Beyoğlu
karakoluna çekilmemiz uzun sürmedi. Oradan bellerimize saklamak
zorunda kaldığımız bayraklarla Dinamo Tiflis - Fenerbahçe
Basketbol maçına gitmiştik. Gürcü dilinde, Rus dilinde ve Abhazca
Abhazya’nın bağımsızlığını haykırırken maça 10 dakika ara verilmek
zorunda kalınıyordu. Dinamo Tiflis oyuncularının sahaya çıkmama
tehdidine boyun eğen gene meşhur kolluk görevlilerinin uyarısıyla
eylem sonuçlandırılıyor, gene tek yürek olan Kuzay Kafkasyalılar
kaldıkları yerden devam için Selimiye’nin yolunu tutuyorduk.
Avrasya Maratonu, yürüyüşler, derken yine acılı haberler geldikçe
üzülen ancak birlik ruhunu daha da pekiştiren insanlarımız,
sevgili Bahadır’ı ebediyen Abhaz semalarına yolcu etmek için
Eskişehir’e koşuyordu. Yine bir atan yürekler Uzunyaylalı
şehidimiz Hanefi Aslan için Kayseri Uzunyayla’nın yolunu
tutuyorduk. Adapazarı’nı, Düzce’yi, Hendek’i, Uzunyayla’ya
getiriyordu sevgili Hanefi. Nalçik-Maykop-Sohum hattının diaspora
uyarlaması gibi...
Ankara sokaklarında Tansu Çiller geliyor diye Gürcü heyetiyle
görüşmeye çalışan büyüklerimizin, Atay bey başta olmak üzere
değerli komite çalışanlarının ve insanlarımızın polislerle
itilmesini, gençlerin polislerle kovalamacısını yaşadık.
Derken o büyük günün görkeminde Avrasha, şeşenle coştu, Abhaz
bayrakları Sohum semalarında dalgalarına çekildiği haberiyle tek
yürekler zaferi doyasıya kutladı.
İşte Gürcistan yetkilileri, ancak şimdi durumumuz vahim. Bizleri
birleştiren sizlerdiniz, bizleri ayrıştırmaya çalışan bizler. O
coşkuda omuz omuza olan, geleceğe birlik gözüyle bakabilenler
üzgün bu gün. Bir grup bu birlikteliği bozmak için türlü
senaryolar peşinde.Herkes kendi yolunu çizmeliymiş. Abhazların
yoluna diğer halklar mı taş koymuş? Bir diğer kesim de
örgütlenemeyişlerine kılıfı Abhazlarla birlikteliğe yükleyen Adige
düşünürler. Kuracakları Çerkesya’ya Abhazya ayak bağı oluyormuş.
Kendi isimlerini alırsa dernekler her şey güllük gülistanlık
olacakmış.
Hadi artık saldırın, yoksa inanın saldırınca muhatap olacak kimse
bulamayacaksınız.
Saldırın ki, o birliktelik ruhunu yaşamamış insanlarımıza
yaşatalım. Bir musibet bin nasihatten iyi derler ya.
Saldırın ki, yine o şartlar kadar doğal, o şartlar kadar
demokratik, o şartlar kadar kitlesel bir komite oluşturalım.
Saldırın ki, Abhazya Cumhuriyeti’miz gerçek temsilcilerine
kavuşsun. |