90’lı yılların sonuydu galiba. İsmini söylemeyeceğim, fakat hala
Çerkes camiasında ve dernek çevrelerinde sıkça boy gösteren bir
zat-ı muhteremle sohbet ediyoruz.
Tabii mesele her zaman olduğu gibi dönüp dolaşıyor ve Çerkeslik
meselesine geliyor.
Anavatan hakkında, anavatana dönmek gerektiği konusunda uzun uzun
konuşuyor, Çerkes dünyasının sorunları hakkında epeyi
dertleniyoruz karşılıklı olarak.
Zaman sonra, benim çok ciddiye alarak konuştuğum kişi yine çok
ciddiye alarak tartıştığımız mesele hakkında o müthiş cümleyi
kuruyor: “Yaw bakma sen, bir yere döneceğimiz de gideceğimiz de
yok aslında ama işte böyle oturduğumuz zamanlarda ‘sohbet olsun
diye’ konuşuyoruz.”
Ne yalan söyleyeyim, kalkıp o an suratının ortasına bir yumruk
oturtasım geldi ama birincisi adam evimde misafir, ikincisi benden
yaş olarak oldukça büyük.
Konuyu değiştirerek sabrettim ve nihayet çıktı gitti, bir daha da
karşılıklı konuşmamızı gerektirecek bir ortamın oluşmaması için
azami gayret sarf ettim.
Hayatımda o kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum.
Bu olayın üzerinden yıllar geçti.
O toy zamanımda ilk kez karşılaştığım samimiyetsizlik beni ne
kadar öfkelendirmiş olsa da zaman içerisinde insanlarımızın çok
büyük kısmında aynı samimiyetsizliğin artık gizlenemez bir biçimde
sırıttığını fark ettim.
“Sohbet olsun” diye vatan hakkında konuşuyoruz.
“Sohbet olsun” diye bir milletin hayati meseleleri hakkında
konuşuyoruz.
“Sohbet olsun” diye inanmadıklarımızı söylüyor,
yapamayacaklarımızı dillendiriyoruz.
İşte bu nedenle sohbetlerimizin sonucu somut bir işe dayandığında
her daim başarısız oluyor, güç olarak zayıf, eylem olarak yetersiz
kalıyoruz.
Çünkü mücadeleler önce samimiyet, sonra akıl, daha sonra bilinç ve
irade gerektirir.
Bu gün hala bir arpa boyu yol alamamışsak bunun en önemli nedeni,
ulusal sorunumuzu “sohbet olsun” mantığı ile ele alıyor
oluşumuzdandır.
Bu gün içerisinde bulunduğumuz utanç verici başarısızlığın
temelinde yatan neden bu samimiyetsizliktir.
Bu gün içerisinde bulunduğumuz ataletin, sefaletin, rezaletin
başlıca nedeni de bu samimiyetsizliktir.
Vatan hakkında ahkam kesenler, onun kutsiyetinden ulviyetinden dem
vuranlar vatanlarına dönmemek için bin bir türlü riyakarlık
yapıyor, omuzlarındaki sorumluluğu atmak için olmadık bahanelere
sığınıyorlar.
Halkımızın varlığı ve geleceği üzerine ahkam kesenler; bırakın
çocuklarını kendileri bile mensubu oldukları milletin dilini
konuşmaktan acizler, mensubu oldukları milletin kültürü ile uzak
yakın bir alakaları kalmamış, tarihini bilmiyorlar, yaşantısını
bilmiyorlar, coğrafyasını bilmiyorlar, açıkçası bilmek de
istemiyorlar.
Ama konuşuyorlar…
Sorarım size; bu durumda bilinç nereden doğacak?
Bilinç olmadan irade nasıl oluşacak?
İrade olmadan mücadele nasıl olacak?
Çerkes sorunu bir ulusal sorundur, dolayısıyla ulusun kahir
ekseriyetince sahiplenilmesi, tek tek bireyler olarak sorumluluk
duyulması, mücadele bilinci ve azmi oluşuncaya kadar
olgunlaştırılması gereken bir uzun soluklu mücadeledir.
Öyle “sohbet olsun” diye vatan kurtaran, millet olan, devlet
kuran, haritaları değiştirip sınırları belirleyen adamların
muhabbet konusu değildir Çerkes sorunu.
Kendine hayran bir kısım adamın, merkeze kendisini koyarak hobi
mahiyetinde yürüteceği, oyalanıp egolarını tatmin edeceği bir
meşgale de değildir Çerkes sorunu.
Çerkes sorunu, sol yanı yaralı “yarı Türkleşmiş” adamların çözüm
bulacağı, üzerine entel muhabbetler yapacağı bir mesele de
değildir.
Çerkes sorunu “Çerkes evlatlarının” sorunudur.
Bu milletin geçmişinden gurur, geleceğinden sorumluluk, yiten her
sözcüğünden, her karış toprağından, asimile olan her bireyinden
acı duyabilen ve tüm gücünü inancından-iradesinden alan, saf
sıradan kendi halinde Çerkes evlatlarının sorunudur.
“Kötü de olsa vatanımdır” diyebilenlerin.
“Kötü ise ben de sorumluyum” diyebilenlerin.
“Direnelim, mücadele edelim ve hedefe ulaşalım” diyebilenlerin
sorunudur Çerkes sorunu.
“Sohbet olsun” diye konuşan ve vatanı bilmem neredeki çiftliği ile
kıyaslayanların değil. |