Bu günün
Çerkes dünyasını en kısa nasıl tarif ederim veya en basit benzetme
ile nasıl anlatırım deseniz sanırım “gri” sözcüğünden daha
öz, gri renkten daha uygun bir tanımlama bulamazsınız.
Gri
rengi nasıl tanımlarım derseniz de “karaya bulanmış beyaz”
benzetmesi buna cuk oturur.
Tıpkı
bizimkisi gibi.
Kar
beyaz umutlarını kapkara bir siyahın kirlettiği, siyah mı beyaz mı
artık seçilemez olmuş bir devri alemdir Çerkes dünyası bu gün.
Bizler
düşler görerek büyüdük, yamaçlarında kartalların süzüldüğü,
eteklerinde uçan atları ile yiğit ve asil Çerkes insanının
yaşadığı Cennet'e eş bir vatan anlattılar bize.
Bu
düşlerle uyuduk, bu masallarla büyüdük.
Şimdi
düş bitti, masal yitti, o masalları anlatanlar da beyaz atlarına
binip gittiler.
Geldik
gerçeğin kapısına dayandık bir zaman sonra.
Elbette
iyi değil böyle 140 yıl gibi uzunca bir uykudan pat diye hakikate
uyanmak.
Ancak
uyandık işte neylersin.
O halde,
şöyle uyku mahmurluğunu atıp önümüzde duran manzarayı tarif
edelim.
Buna bir
isim koyalım, bir tanımlama getirelim.
İşte bu
tanımlamanın adıdır bence gri.
Gelin bu
rengi oluşturan tonları bir ayıralım, bakalım ne çıkacak önümüze.
Önce
beyazdan başlayalım.
Çerkes
insanı o masallarda anlatılan gibi değilse de tek tek bireyler
olarak etrafımızla kıyasladığımızda pek çoğundan iyi, pek çoğundan
ileri ve pek çoğundan eğitimli.
İnsani ve vicdani yönü daha gelişmiş; adaleti, asaleti, kültürel
kökleri ve yaşam tarzı ile daha olgun bir halk.
Çerkes
toplumu yaralar almış olsa da hala bazı değerlerine dayanarak
varolan, bazı değerlerine dayanarak bir iç disiplin ve oto kontrol
sağlayabilen bir halk.
Çerkes
vatanı da tıpkı insanı gibi.
Doğal
kaynakları, coğrafyası, iklimi, bereketi ve güzelliği ile pek çok
yer ile kıyaslanamayacak yaşanılası bir toprak.
Bu
halkın bu topraklarda dün olduğu gibi bu gün de varlığını
sürdürebilmesi umudu var hala önümüzde. Kendi vatanında kendi
ayaklarının üstünde, gelecekteki varlığı ve kaderi konusunda söz
sahibi olarak bir yaşam kurma şansımız var.
Yani
umut var!
İşte bu
umudu besleyen ideallerimiz ve inancımızdır beyazı en çok temsil
eden bu gün.
Fakat
üzülerek kabul etmemiz gerekiyor ki, bu beyaz neredeyse seçilemez
hale gelmiş, hatta daha ileri giderek söyleyeyim özellikle bu hale
getirilmiş.
Bu
kirlenmişlik ve kirletilmişlik, bu gün zihinlerimizde algı hatası
yaratıyor, tanımlama değerlendirme hatası yaratıyor.
Geleceğe
dair umudumuzu, beklentilerimizi net ve belirgin bir hedef
olmaktan çıkartarak, tarifi imkansız ve ne idüğü belirsiz bir
siluet haline getiriyor.
Bu gün
bir bütün olarak aldığımızda Çerkes halkının ne istediğini bilen,
tarif edebilecek hedef gösterebilecek hiç kimse olduğunu
sanmıyorum.
Kavramları bu kadar anlamsız kılınmış,değerleri bu kadar
basitleştirilmiş, umudu bu kadar kirletilmiş başkaca bir halk
yoktur herhalde.
“Vatan”
diyorsunuz.
Karanlığa süzülen ışık gibi gözünüzü kamaştıran, yüreğinizi ısıtan
bu apaydınlık umuda, birileri kara elleriyle dokunuveriyor;
- Kukla yönetimlerle idare edilen yer,
- Demokrasi olmayan yer,
- Açlık ve sefaletin hüküm sürdüğü yer,
- Ruslarla birlikte yaşanan toprak,
- Ana dilin okutulamadığı yer,
- Can güvenliği olmayan yer…
Bir anda bembeyaz umudunuzun karaya renk değiştirmesini
izliyorsunuz büyük bir hüzün içerisinde.
Bütün
bunlara rağmen ''vatan ulan vatan!“ diye bağırmak geliyor
içinizden.
“Halkımız-kardeşlerimiz“
diyorsunuz.
Yine aynı sihirli el devrede, yine kara bulaştırıyorlar kar beyaz
umudunuza;
- İçki
masalarından kalkmayan insanlar,
- Ahlak ve din taşımayan insanlar,
- Ruslaşmış insanlar,
- Çerkeslikle ilgisi olmayan insanlar,
- Xabze bilmeyen insanlar,
- Tembel ve hırsız…
Siz aynı feryat dilinizin ucunda; “bütün bunlara rağmen halkımız
ulan! Halkımız, kardeşlerimiz” diye haykırmak istiyorsunuz.
“Ulus
olmak-yarını kurmak-geleceğe yürümek”
diyorsunuz.
Kara fırça yine gezinmeye başlıyor umudunuzun üzerinde;
- Biz
burada yaşadık kök saldık,
- Dinimiz bir geçmişimiz bir,
- Hem ben dilini bilmediğim yerde ne yaparım,
- Oralarda nasıl yaşarım,
- Onlar zaten bizi istemiyormuş…
İstisnasız hangi meseleyi alırsanız alın; uluslaşma, ulus bilinci
kazanma, ulus refleksi gösterme, vatanına ve kaderine sahip çıkma,
geleceğinden sorumluluk duyma konularında bir kara el dolaşıyor
değerlerimizin üzerinde.
Bembeyaz
umudumuzu kirletiyor, ruhumuzu karartıyor, bilincimizi
bulandırıyor.
Bu gün
durduğunuz yerde bakıyorsunuz ki, hiçbir şey olması gereken gibi
apak değil.
Hiçbir şey layık olduğu kadar beyaz, olması gereken kadar berrak
değil.
Her
değer kirletilmiş, her ideal üstüne bulaştırılan kara ile renk
değiştirmiş.
Ufkumuz,
umudumuz, değerlerimiz, bilincimiz ve kararlılığımız kirli gri bir
tonda.
Bir
eşikteyiz bu gün.
Dönüp
kendimize bakalım, ayağa kalkıp kirletilen karartılan
değerlerimize ideallerimize sahip çıkalım.
Keşke o
beşiğimizde uyuduğumuz, düş ile büyüdüğümüz çağ hep sürse ama
kabul edelim ki o çağ bitti.
Dün
olduğu gibi ruhumuzu okşayan içimizi ısıtan hoş hikayeler,
efsaneler dinlemek, güzel düşler görmek istiyoruz ve bunun ötesine
bir adım geçmek istemiyoruz.
Bizler
artık o beşikten inmek, yeryüzüne ayak basmak gerektiğini, hayatın
içine dalıp düşlerimize bulaşan karayı tüm yaşamımıza ve
geleceğimize sinmeden söküp atmak gerektiğini kabul etmek
istemiyoruz.
Mücadele
etmek, dişe diş kavgaya tutuşmak gerektiğini kabullenmek
istemiyoruz.
Anlamsız
bahanelerle, akıl dışı istekler ve taleplerle, ayağı yere basmayan
beklentilerle oyalanarak, gelecek umudumuzun beyazdan griye,
griden siyaha dönüşmesini izliyoruz umursamazca.
Sanırım
korkuyoruz.
Yoksa,
vatan-ulus-gelecek kavramlarını bu kadar basitleştirecek, bireysel
isteklerimize kaprislerimize kurban edecek kadar yetersiz bir halk
olduğumuza inanmıyorum ben.
Başka halklar toprakları ve gelecekleri için can verirken, biz bu
kadar bencil olamayız.
Ancak
unutmayalım ki, korkunun ecele faydası yok.
Bu gri
siyaha döndüğünde, bizim sorumsuzluğumuz yüzünden kara bir gecenin
içine düşeceğiz.
Ve bir
daha bizi kimse çıkartamayacak o karanlıktan. |