Bilirsiniz çok güzel sözler vardır, sayfalar dolusu yazsanız
anlatamayacağınız şeyleri ifade eden.
İşte size iki örnek:
“Kovayı denize de daldırsanız, dereye de daldırsanız
alacağınız bir kova sudur.”
“Ne kadar bilirseniz bilin, anlatabileceğiniz karşıdakinin
anlayabileceği kadardır. ”
Tam
da bize uygun sözler.
İstediğin kadar anlat, istediğin kadar yaz çiz, eğer karşındaki
anlamak istemiyorsa hiçbir şey anlatamazsın.
Bunca işimizin arasında, bunca sıkıntımızın arasında her şeyi bir
kenara bıraktık, anavatanımızı; anamızın evlatlarına karşı
korumaya çalışıyoruz.
- O
anlattığın öyle değil...
-
Bak şunu söyle yazmışsın ama gerçekte sana anlatılan gibi değil...
-
Falan konuda şöyle demişsin ama işin aslı bildiğin gibi değil…
Fakat karşındakinin amacı belli.
O
bağcıyı dövecek kafasına koymuş bir kere.
O
nedenle ne söylesen ne anlatsan bir kulağından girip diğerinden
çıkıyor.
Keneyi bilirsiniz, yapıştığı eti kolay kolay bırakmaz, ta ki o
bünyedeki kanı eminceye kadar, o bünyede hal mecal kalmayıncaya
kadar terk etmez, siz söküp atmazsanız.
Bizim uğraştığımız iş tıpkı kene temizlemek gibi sıkıcı,
tiksindirici, bir o kadar da yorucu ve yıpratıcı bir iş ne
yazık ki.
Biraz mizah katarak yumuşatmaya çalışırsam: Keneyi karşımıza
almışız, “yapma etme sen bu kanı emerek bünyeye zarar veriyorsun,
zayıf düşürüyorsun bu yaptığın hepimize zarar veriyor, üstelik
uzun vadede kendi sonunu da getiriyorsun” falan diyoruz.
Tam olarak buna benziyor bizim şu an uğraştığımız mesele.
Sonuçsuz, anlamsız, istismara açık ve sinir bozucu.
Çünkü bu mahlukat o etten ve kandan besleniyor, başka bir ortama
taşıdığınızda yaşayamaz.
O
nedenle siz ne söylerseniz söyleyin, eğer kararlılıkla müdahale
etmezseniz, kene kendi varlığının devamı için sürekli ihtiyacı
olan kanı emecek, bünye hiçbir zaman toparlanamadan yaşamaya devam
edecek, hayat da işte böyle mutlu mesut! sürüp gidecektir.
Yorulduk mu?
Hayır. Asla yorulmadık, yorulmayacağız, yorulmaya usanmaya
tiksinmeye ve bana ne demeye hakkımız yok çünkü.
Kene
görevini yapacak, biz görevimizi yapacağız.
Tabii bütün bunları ben kendi penceremden yazıyorum ama dışarıdan
olaya bakınca bizim yaptığımızın da işgüzarlıktan öte bir şey
olmadığını düşünenler olduğunu bilmiyor değilim.
Fakat mevcut dengeler ve yaşadığımız sürecin hassasiyeti buna
mecbur bırakıyor bizleri.
Şöyle düşünebiliriz aslında...
Adamın biri veya adamların birileri, ellerine kazma kürek balyoz
almış oturduğunuz binanın ana kolonlarından birisini yıkmaya
çalışıyor.
Bu
kolon bu binayı çirkin gösteriyor, girişi kapatıyor, baksana şuna
tam orta yere denk düşüyor ve tüm manzarayı bozuyor vs. vs.
Güzel şeyler isteyerek kötülüğü başınıza tebelleş etmeye çalışan,
felaketi kendi elleri ile getiren bu adamlara birilerinin ne
yaptıklarını anlatması gerekiyor.
Susar, oturursunuz ve o bina tepenize çöker.
Veya
karşılarına dikilir yaptıklarının doğru olmadığını söylersiniz ve
o balyoz kafanıza iner. Önünüzde bu iki seçenekten başka yol
yoktur o an için.
Yırtıyoruz kendimizi günlerdir, bakın bu anlattıklarınızın bizzat
içerisinde bulunan yaşayan insanlarız biz, her şey o size
anlatılan gibi değil diye.
Ne
diyor karşıdaki; siz Rus hizmetkarısınız, siz sisteme adapte
olmuşsunuz, siz gerçeği halının altına süpürüyorsunuz vs. vs.
Onlara şu kadarını söylemek istiyorum.
Biz
her şeye ve size rağmen çıplak gerçeği alıp sizin suratınıza
çarpmıyorsak bu sizi düşündüğümüz için değil.
Bu
halkımızın genel menfaatine uygun düşmediği içindir.
Halkımızın direncini kıracağı, bilincini bulandıracağı, kurulmaya
ve muhafaza edilmeye çalışılan gelecek umudunu yaralayacağı
içindir.
Bunu
anlamak çok mu zor ?
70
bin Adige ile Adigey'de İsveç usulü demokrasi isteyenlerin,
göbekten merkeze bağlı bir siyasi sistem içerisinde Kabardey'in
federal yapıdan bağımsız hareket etmesini isteyenlerin,
yaşadıkları yerlerde kendileri için hiçbir şey isteyememeleri
ilginç değil mi?
Hadi
bunu da anlamaya çalışalım, biz diasporada misafiriz o nedenle
böyle oluyor ama Kafkasya bizim anayurdumuz, bu arkadaşların da bu
toprakların ve bu halkın evladı olmak hasebi ile söz hakları var.
Peki
böyle olduğunu farz edersek bile, söz hakkınız olan bir yer için
vazife ve sorumluluk hakkınız da doğmuyor mu?
Yani
o beğenmediğiniz ve düzeltmeyi “hayatınızın davası” kıldığınız
yerler için “gidip yerinde mücadele etmek” sizin üstünüze vazife
değil mi?
Söylediğiniz yaptığınız yazdığınız her konuda, genel manada
halkınızın yararı ve zararını gözetmek sorumluluğunuz yok mu?
Tabii ki yok değerli okuyucu.
Eğer
zerre kadar bir sorumluluk duygusu zerre kadar bir vicdan, zerre
kadar bir değerlendirme yetisi olsa, insan böyle davranmaz.
Eğer
bunların olduğunu söylüyorsanız, o halde bunun adı Çerkes halkının
vatanına ve geleceğine kasıtlı saldırıdır.
Kim
size buraları Cennet diye anlattı?
Kim
size buraları hürriyetin beşiğidir diye anlattı?
Kim
size buraları refahın zirvesindedir, bir elimiz yağda bir elimiz
balda diyerek anlattı?
Türkiye, halkımızın büyük bir çoğunluğunun yaşadığı ve pek
çoğumuzun da yaşamının önemli bir bölümünü sürdürerek geldiği
ikinci bir vatandır bizim için.
Sistem bizi istemese de halk bizi bağrına bastı, bir kötülüklerini
de görmedik bu güne kadar.
O
nedenle söylenenlere yazılanlara Türkiye'de şöyle, Türkiye'de
böyle diyerek cevap vermeyi pek yakışır bulmuyorum. Yoksa çok şey
var söylenebilecek.
Yaşadığımız süreç, her ne kadar birileri bunu baltalamaya
çalışıyor olsa da Çerkes halkının dağılmış parçalarının birbirini
keşfetmesi sürecidir.
Zaman henüz birbirinin farkına varma, birbirinin elinden tutma,
birbirinin omzuna yaslanarak güç kazanma sürecidir.
Bu
daha yolun başıdır.
Bir
olma, bir düşünme, bir hissetme aşamalarına henüz gelebilmiş
değiliz.
Ancak bunları geçtikten sonra ulus olmaktan bahsedebiliriz.
Elli defa söyledik yine söyleyelim. Rusya hızla üniterleşme
sürecinde.
Bizler de hızla yukarıda söylediğimiz aşamaları geçip uluslaşma
sürecine giremezsek yok oluş kaçınılmazdır.
“Üzerinde Adigece ana dil değil” diye ahkam kestiğiniz toprakların
tümüyle elden gitmesi kaçınılmazdır. Hem diasporada hem anayurtta
tarihin karanlığına gömülüp gitmek kaçınılmazdır.
Bu
kadar hassas bir aşamayı yürürken, bu kadar hassas bir dengeyi
muhafaza ederek yara almadan sıyrılmaya çalışırken, daha
dikkatli ve daha aklıselim davranmak gerekmez mi?
Siz
“en demokrat” sıfatını alasınız diye, siz “en bilge” sıfatını
alasınız diye, ağzınıza gelen beyninize uğramadan geçip giderse
birileri size dur der!
Bunda şaşılacak bir şey yok.
Bütün bu konuştuklarımız işin detayıdır aslında.
İşin
özü; bu halkın bireylerinin ulus olma ihtiyacı hissetmesi, ulusa
ait olma bilincini kazanması, vatanın ve ulusun birbirini ayakta
tutan iki önemli temel olduğunu kavramasıdır.
Bu
kavrandığında, bunun için mücadele göze alınabildiğinde diğer
söyledikleriniz bir anlam kazanır.
Bunu
kavrayacak anlayacak, anlatacak, sindirecek insanların bir kısmı
ile diyalogumuz aynen şöyle gelişiyor ne yazık ki:
-
Ben cennet vatan istiyorum, millet olmak istiyorum, o güzel
kültürümüz yaşasın istiyorum.
-
Eeee
gel o zaman mücadele et.
-
Yok, orada demokrasi yok, baskı almış başını gitmiş, ekonomik
refah yok, bunlar olduğunda belki gelirim.
- E
madem bunları göze alamıyorsun, bari gereksiz müdahalelerde
bulunma, bulunsan bile işin gerçeğini anla ve öyle fikir yürüt
olur mu?
-
Yok ya! Orası benim vatanım, ne demek karışma, konuşma fikir
yürütme.
-
Git başımızdan be kardeşim. Git Allah'ından bul. Bizim yakamızdan
da düş madem öyle.
Bir tiyatro sahnesine taşısak, bizim diyalogumuz aynen bu mealde
işte.
Değerli okur,
Hiçbir zaman hiçbir yerde hiçbir şekilde diaspora anayurda müdahil
olmasın demedik bu güne kadar.
O
demokrasi havarileri sessiz sedasız köşelerinde otururken, biz
buradan size seslendik, federasyona seslendik, “450. yıl
diasporanın üzerinde durduğu meşru zeminin yok edilmesidir buna
seyirci kalmayalım” diye.
Her
küçük meseleyi istismar etmek için tetikte bekleyen bu zevat,
tatlı uykularını uyurken biz yine seslendik size; “topraklarımızı
alıyorlar, geleceğimizi çalıyorlar buna sessiz kalmayalım” diye.
Bunu da hem orada hem burada yaptık.
Yerinde gören yaşayan etkilenen insanlar olarak “DÇB daha verimli
ve halkımızı kapsayıcı olmalıdır. Ona üye diaspora kurumları bunu
sağlamak için gerekeni yapmalıdır” diyoruz.
Demekle kalmıyor, hiç olmazsa işin ucundan tutacak bir
kurumlaşmaya gidiyoruz.
Bizim müdahil olmamızı gerektirecek her olayın içerisinde fiilen
yer alıyor gereken zeminlerde mücadele edilecekse ediyor,
sorunları sesli dile getiriyor, yerinde ilgilisine ifade ediyoruz.
Bunları söylememin nedeni “aferin yahu ne yaman adamlarmış”
dedirtmek değil.
Bunları söylememin nedeni; Türkiye'de oturup anayurt düşmanlığı
yapanların ve onların buradaki işbirlikçilerinin söyledikleri
gibi, sisteme boyun eğmiş, tartışmasız teslimiyetçi, bir
yerlere bir şeylere biat eden kişiler olmadığımızın fark edilmesi
içindir.
Başımızın sadece ulusumuz önünde eğileceğini belirtmek içindir.
Fakaaaat!
Diaspora, olur olmaz her şeyi eleştiren, en basit meseleyi bile
anayurdu kötülemek karalamak için gözünü kırpmadan kullanan bir
konumda olmamalıdır.
Bu
doğru ve ahlaki değildir en azından.
Diasporanın müdahil olacağı meseleler topyekün meselelerdir.
Buradaki seçim çekişmelerine, buradaki bürokratik mekanizmaya,
buradaki sistemin işleyişindeki aksaklıklara olur olmaz müdahale
edip ahkam kesmek, yakışık almadığı gibi ciddiye de alınmıyor ve
pratikte hiçbir şeyi de değiştirmiyor.
Diaspora anayurdun terbiyecisi konumuna getirilmek isteniyor.
Bunun ardındaki sinsi amaç ise, ilişkileri baltalamak diasporadaki
insanlarımızın anayurduna bakışını bulandırmak, umutlarını
aidiyetlerini geleceğe dair inançlarını yok etmektir.
İşte
bu nedenle zaman zaman yapılanın yanlış olduğunu anlatmak için
yazıyor söylüyor, uyarıyoruz.
Yoksa Rusçu, teslimiyetçi işbirlikçi olduğumuz için değil.
Şaşırtıcı değil mi, dünkü eski komünistlerin, Rusçuların hepsi bu
gün “en demokrat” olmuş vatanlarına reçete yazıyorlar.
Üstelik bunu da gerçek yurtseverleri suçlayarak, sözüm ona alaya
alarak yapıyorlar.
Şu
aşamada önemli olan, bizim uluslaşma sürecimizin Rusya'nın
üniterleşme sürecinden daha hızlı, en azından ona paralel devam
edebilmesidir.
Şu
aşamada önemli olan, diasporanın anayurdunu bulması, ondan
beslenip güç alarak yine ona güç katmasıdır, aradaki bağın ulusal
temeli olan bilinçli birikimli organize bir harekete
dönüşebilmesidir.
Şu
aşamada önemli olan, bölgede darmadağın yaşayan halkımızın tek ses
tek yürek tek yumruk olabilmesi için gereken bilincin ve
kararlılığın oluşturularak, ne istediğini bilen organize bir
harekete dönüşebilmesidir.
Bunları, iki koca devlet seyrederken yaptırmazlar adama.
Müdahale olacaktır, süreci etkileme girişimleri olacaktır,
olaylara yön verme çabaları olacaktır ve oluyor da zaten.
İşte
bu yüzden yaptıklarımız yazdıklarımız, yaklaşımlarımız önem
kazanıyor, sorumlu bilinçli akıllı davranmak önem kazanıyor,
provoke etmemek, provoke olmamak önem kazanıyor.
Şundan kesinlikle eminim:
Eğer
bu son süreci de kendi lehimize değerlendiremezsek tarih bir gün
birilerinin suratına tükürecektir ve o birileri biz olmayacağız.
|