Çerkes olmak
direnmektir.
Haydaa! Nereden çıktı şimdi bu, dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Telaşlanmayın hemen.
Benim bahsettiğim “direnmek” öyle kaleleri savunmak, taarruz eden
silahlı birliklere karşı cephelerde direnmek gibi bir şey değil.
Benim bahsedeceğim şey uygulamada daha sıradan, daha basit, daha
kansız.
Ama sonuç almak açısından kesinlikle daha zor bir direniş.
Fazla uzatmadan konuya girelim.
Uzun süredir anadil üzerine yürütülen tartışmaları, yazışmaları
izliyorum sessizce.
Kimimiz hararetle Kiril alfabeyi savunuyor, kimimiz Latin
alfabesinin daha kullanışlı ve pratik olduğunu savunuyor .
Kimimiz daha önce kullanılan Latin pratiklerinden hareketle
değişik alfabe öneriyor.
Aslında tüm bu tartışmaların can alıcı noktası; tartışanlardan
çok, adına tartışılan bireylerin bu dilin varlığından ve
devamından birinci derecede sorumlu olduklarının farkına
varmalarıdır.
Farkındalık, yani bilinç.
Bu dil bizimse, onu yaşatmak görevi de bizimdir.
Bir dili yaşatmak için o dili kullanmak gerek, yani o dil ile
konuşmak, yazmak, okumak gerek. Ancak bir cemiyetin çoğunluğu bu
bilince ve kararlılığa sahip olduğunda dil yok olmaz.
Gelin biraz sesli
düşünelim: Akşam evimize döndüğümüzde televizyonu kapatıp kendi
dilimizle yarım saat sohbet edebiliyor muyuz aile arasında?
Veya bir hafta sonu, tüm yorgunluğumuzdan sıyrılıp sabah
kahvaltısına oturduğumuzda o huzurlu anı süsleyecek keyifli bir
Çerkes sohbeti yapabiliyor muyuz?
Mesela aileden birisi kalkıp Çerkesce bir şiir okuyabiliyor mu?
Bir yaşlımız Çerkesce dua edebiliyor mu?
Mesela çocuğumuzun başucuna oturup Çerkesce bir masal
anlatabiliyor muyuz, bir tekerleme ezberletebiliyor muyuz?
Bütün bunları yapamıyoruz muhtemelen.
Fakat daha da önemlisi; büyük çoğunluğumuz bu saydıklarımın veya
buna benzer kısa soluklanmaların, anadilin muhafazası için
üzerimize düşen zorunlu bir görev olduğunun farkında değiliz.
Bunun bir direniş olduğunu kavramış değiliz hala.
Hakim kültürün; çağın teknolojilerini kullanarak yürüttüğü
saldırıya karşı, bir nefsi müdafaa olduğunun farkında değiliz.
Eğer dilimizin ve kültürümüzün bizim üzerimizdeki elbisemiz
olduğunu kavrayamadan vurdumduymazlık içerisinde sırtımızdan
alınmasına göz yumacaksak,
Eğer bizler dilimizden eksilen her bir sözcüğün utancını ve ağır
vebalini yüreğimizde hissetmeyeceksek,
Eğer bizler bu dilin ancak köklerinin olduğu yerde yaşabileceğini,
gelişip ayakta kalabileceğini kavrayarak yönümüzü o hedefe
dönmeyeceksek,
En azından bu kaynağı gözümüz gibi korumak, günübirlik ucuz
politikaların malzemesi yapmamak gereğini kavramayacaksak,
Alfabe Latin olsa ne yazar, Kiril olsa ne yazar ?
Şimdi bu kısacık yazıyı, bahsetmeye değer bulursanız şöyle
anlatacaksınız arkadaşınıza: Çerkesce konuşulması gerektiğini
anlatan Türkçe bir yazı okumuştum... |