Bazı
cümleler ve söz kalıpları bazı olaylara cuk oturur,
detaylandırmaya uzun uzun anlatmaya gerek yoktur.
Söz yerinde öyle güçlüdür ki, kısacık ifade koca bir kitapta
verilen mesajın tümünü anlatır tek başına. Sanki o söz bahse konu
mevzuu için türetilmiş, durumu açıklamak için özel olarak
düşünülmüştür.
‘Deforme olmak’ ifadesi de böyle özel bir anlam taşıyor benim
için.
Ben, tarifinde kendimizi bulduğum bundan daha öz başkaca bir ifade
duymadım.
Fransızca deformasyon sözcüğünden Türkçe’ye girmiş olan bu kelime,
sözlüklerde ‘biçimi, kalıbı bozulmak’ anlamına geliyor ve daha
ziyade teknik manada bozulmuşluğu tanımlamak için kullanılıyor.
Deforme olan şey artık kendisi değildir, yani olması gereken ideal
durumunu muhafaza etmiyordur.
Bu büsbütün bir yok oluş da değildir; mevcudiyet devam etmekte,
olması gereken duruma has özellikler de taşınmakta, fakat hiç bir
şekilde ideal olanı yansıtmamaktadır.
Öte yandan olumlu manada bir değişim, diğer türlü söylersek,
‘gelişme’ olarak da tanımlayamayız deformasyonu.
Aslında bu söz teknik tanımlama kategorisinden çıkartılarak sosyal
anlamda durum tespiti yapan ifadeler arasında kabul edilmelidir
bence.
Çünkü biz Çerkeslerin Türkiye'deki durumunu açıklamak için,
tükenişimizi en kısa şekilde anlatmak için getirilebilecek bundan
daha güzel bir tarif yoktur.
Deforme olmuş Çerkes.
Sosyolojik manada biçimi, kalıbı bozulmuş kişi...
Kelimeyi bu şekli ile aldığımızda yapılan tarif bizim açımızdan
çok acıklı bir durumu işaret ediyor, fakat öte yandan ifade ettiği
anlam itibariyle de hepimizi bir şekilde içine alıyor.
Çünkü hepimiz bir biçimde Çerkeslikten yana özürlüyüz.
Hepimiz bir biçimde eksik ve yaralıyız.
Kimimiz ana dilimizi bilmiyoruz, kimimiz kültürümüzle bağlarımızı
kopartmışız, kimimiz vatan duygumuzu yitirmişiz, kimimiz ulus
olmak anlamında ait olmamız gereken bütünün bir parçası gibi
hissetmiyoruz kendimizi.
Fakat hepimiz Çerkes'iz!
Tam da bu noktada toplum mühendisliği devreye giriyor.
Birileri artık göze batmaya başlayan bu tuhaflığı örtbas etmek
için, bu zavallılığımızı kabul edilebilir göstermek için duruma
uygun yeni bir tanımlama giydirmeye çalışıyorlar bize.
Entegrasyon.
Nedir entegrasyon? Kendi rızası ile ayak uydurmak, birleşmek,
bütünleşmek.
Eskiden asimilasyon diyorduk.
En azından kültürümüzü varlığımızı koruma anlamında, direnme
hakkımıza meşruiyet kazandırması açısından bir tutar tarafı vardı
bu tanımlamanın.
Şimdilerde yok oluşumuz hızlandıkça ve bizi asimile edene uyum
kabiliyetimiz arttıkça, durumun vahametini gizlemek için daha
süslü cümlelerle ifade etme zarureti doğuyor.
Entegrasyon.
Şimdi bu ağzı dolduran sözcüğü kullanıp bu forslu tarifin
gölgesine sığındığımızda yok olmuşluğumuz değişiyor mu?
Tabii ki hayır, fakat bu tanımlama çelişkiyi yumuşatıyor, işlenen
suçu paylaştırıyor.
Yani bizler , bu tanımı kabul ederek bizi yok edeni-asimile edeni
aklamış oluyoruz.
Yok oluşumuzun gönüllü bir katılım olduğunu ve kendi rızamız ile
gerçekleştiğini kabul ediyor,suçun yarısını da üstleniyoruz.
Adı ister asimilasyon olsun, isterseniz entegrasyon; her iki tarif
de kültürel manada bozulmuşluğu biçim değiştirmişliği ifade
ediyor, dolayısıyla da ‘deformasyon’ tanımlamasının dışında
kalamıyor.
Bu manada seçeneklerin bir anlamı oluyor artık.
İster Çerkes'im deyin, isterseniz ben Türk oldum deyin her iki
durumda da deforme olmuşluğunuz değişmiyor. Çünkü ne tam olarak
Çerkes ne de tam olarak Türksünüz.
Entegrasyon tanımlamasını kabullenmek; bu tuhaf durumu
yaratanlarla işbirliği yapmaktır, işlenen cürümün tanımını
değiştirerek tarafları yanıltmak, asimilasyon suçunun delillerini
ortadan kaldırmaktır.
Tümünü kısa bir mesaj halinde özetlersek:
Yok oluşumuzun asimilasyon değil entegrasyon olduğunu kabul etmek;
Türkleşmenin kendi rızamız ile gerçekleştiğini, kimsenin bizi
asimile etmek için özel bir çaba sarf etmediğini söylemek ve bu
durumu kabul edilebilir göstermektir.
Entegrasyon: Batan gemisinin güvertesinde pis pis
sırıtan kaptan gibi.
Gülümseyerek yok olmaktır. |