Boş
övünme konusundaki meşhur hikayeyi bilirsiniz.
Bir
Çerkes ile bir Kürt yeni tanışıyorlarmış.
Çerkes kasıla kasıla başlamış anlatmaya;
- Benim dedem falan bölgenin en önemli beyidir. Babam tüm
ülkede tanınan büyük bir işadamı, annem üniversitede öğretim
üyesi, amcam milletvekili, diğer amcam anayasa mahkemesi üyesi,
ağabeyim falan ülkede konsolos, ablam önemli bir yazar, halam ünlü
bir televizyoncu, dayım meşhur tiyatrocu...
Çerkes uzun uzun saymış tüm akrabalarını. Daha sonra küçümser
tavırlarla diğer kişiye sormuş.
- Sen kimlerdensin?
Bu duruma oldukça içerlediği belli olan Kürt başlamış saymaya.
Vallaha arkadaş benim dedem vatan hainidir. Babam bu memleketin en
meşhur dolandırıcılarındandır, annem genelev işletmecisi, amcam
hayali ihracatçı, dayım uyuşturucu taciri, bir ağabeyim silah
kaçakçısı, diğer ağabeyim hatırı sayılır bir mafya babası, kız
kardeşim de fuhuş suçundan şu an hapishanede...
Kürt devam edecekmiş ki, Çerkes sözünü kesmiş ve duyduklarından
dehşete kapılmış bir şekilde sormuş karşısındakine;
- Yaw siğoş bu ne biçim bir aile böyle?
Kürt bıyık altından gülümseyerek cevabı yapıştırmış :
- Ne yapalım kardeşim, memlekette ne kadar iyi şey varsa
hepsini senin ailen olmuş, bize de kala kala bunlar kaldı.
Fıkrada anlatılan kadar olmasa da övünme konusunda pek bir
maharetliyizdir maşallah.
Hatta bunu o kadar ileri götürürüz ki, bazen sözlerimiz gerçekte
hiç bir hükmü olmayan havada ifadeler haline gelir, komik
durumlara düşeriz.
“Biz insanlık tarihinin vatanı için en çok mücadele etmiş
halkıyız”
Breh!
Breh! Breh!
Şimdi bu lafı edene sormazlar mı?
- O zaman neden vatanınızda değilsiniz usta?
Sorarlar ama o duymaz, çünkü övünme moduna girmiştir artık ve
aynı hızla devam eder;
''Kültürümüze o kadar düşkünüz ki, bizdeki bu bağlılık hiçbir
halkta yoktur.''
Aman ne güzel.
Hadi o güzel kültürünüzden bir iki örnek göster bize; mesela
edebiyatınızdan, şiirinizden, tiyatronuzdan vs. denilse...
Cevap tahmin edeceğiniz üzere uzun bir sessizliktir.
Sessizliktir, çünkü ne o övündüğümüz kültürü biliriz, ne o
övündüğümüz halkın mensubu olmanın omuzlarımıza yüklediği
görevlerin farkındayızdır.
Sadece övünürüz.
Bol bol miş’li geçmiş zaman cümleleri kurarak sorumluluklarımızı
unutturmaya, görevlerimizi geçiştirmeye çalışırız.
Düne dair söyleyecek pek çok şeyimiz olmasına
karşın, bu güne ve yarına dair edecek tek bir kelamımız yoktur
genellikle.
Arkasında hiçbir eylem hiçbir pratik olmayan bu anlayış, zaman
içerisinde yayılarak topluma da bireye de yarar sağlamayan;
oyalanmadan, kendini tatminden ibaret bir hal alır.
Günlük yaşamda kişilerde gözlemlediğimiz ve genellikle de hoş
gördüğümüz bu tavır, toplumun çoğunluğuna yayıldığında bir
hastalık hali olarak tanımlanır.
Eğer bir cemiyet sürekli geçmişi ile övünüyor ve fakat geleceğini
o çok övündüğü geçmişin üzerine bina etmek üzere hiçbir çaba sarf
etmiyorsa, hiçbir hamlede bulunmuyorsa, hiçbir planı programı
projeksiyonu yoksa, bu gerçekten de bir hastalıktır.
Şu anda bizim durumumuz da aşağı yukarı böyle.
Elbette her toplum kendi üyelerine özgüven verecek bir değerler
bütününü muhafaza eder; elbette her birey halkının tarihi/kültürü
ile gururlanır, savunur ve yaşatmaya çalışır.
Fakat bunun bir ölçüsü olmalı, bireyler ve dolayısıyla toplumlar
geçmişe saplanıp kalmaktan kurtularak ileriye bakabilmelidir.
Eğer yarınlara dair bazı beklentilerimiz varsa.
Eğer gelecekte de dünden kalan sermayeyi yiyerek ayakta
kalabileceğimizi düşünmüyorsak; bu övünmelerin de bir sınırı
olması gerektiğini bilmeliyiz.
Konuşmanın ötesine geçerek üretmeli, yaratmalı, hayata biçim ve
yön vermeye çalışmalıyız. |