Öyle zamanlar olur ki; sözcükler dilinizin ucuna gelir gider.
Yutarsınız ya da yutkunur yutmaya çalışırsınız.
Bilirsiniz ki, boğazınıza yumruk gibi oturan o sözü söylerseniz
büyük bir ferahlık duyacaksınız, üzerinizden ağır bir yük
kalktığını hissedeceksiniz.
Fakat yine bilirsiniz ki, sizi çok ferahlatıp huzura erdirecek
ifadeler başka sıkıntılar yaratacak, genel manada başka
huzursuzluklara neden olacaktır.
Susarsınız çaresiz...
Öyle zamanlar olur ki; gülümseyerek size elini uzatıp
sımsıkı tutan kişinin; o esnada yüzünüze değil de omzunuzun
üstünden başka bir yerlere baktığını görürsünüz.
Anlarsınız ki; o anda muhteremin, bir formaliteyi yerine
getirmekten ibaret olan samimiyetsiz seremonisine alet
oluyorsunuz. Çekip alamazsınız elinizi.
O bırakıncaya kadar beklersiniz çaresiz...
Öyle zamanlar olur ki; kaybedenlerin galip gibi davrandıklarını
gözlemlersiniz yüreğiniz buruk. Bir an şeytana uymak gelir
içinizden. Galip gibi davranana durumunu hatırlatmak istersiniz,
fakat bilirsiniz ki, hakikat kişiyi değiştirecek olsa zaten
kaybetmiş olmak gerçeğinden sonra böyle bir sahne yaşanmazdı.
Bunu da yutarsınız...
Öyle zamanlar olur ki; tüm içtenliğinizle inandığınız,
hayatınızın merkezine koyduğunuz konularda başka kişilerin ince
politikalarını ince hesaplarını hissedersiniz.
Hatta hissetmekle kalmaz; birilerinin bir başkalarına, bu
politikaların bir yerlerinde vakti gelince kullanılmak üzere
kutusunda bekletilen piyon muamelesi yapmak istediğini fark
edersiniz.
Yutkunursunuz, yutamazsınız, tükürmek istersiniz, o da Çerkes'e
yakışmaz...
Öyle zamanlar olur ki; adam size parmağıyla gökyüzünü
işaret ederken altta ayaklarınızın dibinden suyun yükseldiğini
hissedersiniz, yinede eğilip aşağıya bakmazsınız.
Yükselen suyu hissetmediğiniz için değil, size bir şey anlatmaya
çalışan o adamın samimiyetine güvenmek istediğiniz içindir başınız
yukarıda bekleyişiniz.
Bile bile boğazınıza kadar batarsınız çaresiz.
Bizler yaşamın pek çok anında şu yukarıda
bahsettiğim "öyle zamanlar"dan birisini yaşamışızdır mutlaka.
Aslolan bu durumu kazasız, belasız atlatabilecek olgunlukta
olmaktır.
Birey için de geçerlidir bu kural, toplum için de.
Tartışıyoruz, tartışmakta ve tartışma konusu yaratmakta da
üstümüze yok evelallah.
Bu tartışmalarda zaman zaman en uç noktalara kadar birbirimizi
sürdüğümüz oluyor.
Bu da doğaldır aslında, karşıt fikirlerin mücadelesidir en
nihayetinde hayat.
Fakat eğer bu mücadele; aynı cephedeki insanlardan bir kısmının,
diğer bir kısmını çemberin dışına itmesi biçimine dönüşürse bundan
herkes zarar görür. O nedenle dileyelim de bizdeki tartışmalar hiç
bir zaman bu tür bir hal almasın, zaten yeterince sorunumuz var,
bir de üstü kapalı itiş kakışla kaybedecek zamanımız yok.
Özet şudur: Çocuk hem ananın hem babanındır.
Fakat ona sahip olmak adına birer kolundan tutup parçaladıkları
görülmemiştir bu güne kadar.
Umalım da bu güne kadar görülmeyen bizde ortaya çıkmasın. |