Kule insanı hüzünlendirir.
Kulede yaşayanlar, yalnız ve içedönük yaşamın getirdiği insancıl
bir dürtüyle zamanla oldukça duygusal olurlar. Çevrelerini
yüzlerce insan da kaplasa sonunda en güvenle sığındıkları o paha
biçilmez, o özel ve özgün yalnızlıklarıyla baş başa değişken
duygular içinde yoğrulmayı çok severler. Bu özgün yalnızlık
onları, bazen çılgınca detayları olan, yeniliklere ve
gelişmelere de daima açık olan fikirler kadar, vesvese ve
güvensizliğin de çıkmak için uygun bir an kolladığı karmaşık
düşünce deryasına daldırır. Bu deryada ucu bucağı olmayan
hayaller ve bitmeyen ümitler hep iç içedir. Bazen
dizginlenemeyen bilinci, o ana kadar yaptıklarını düşünüp,
amansızca kendisini yargılamasına da yol açar. Eksiğini çok iyi
bilen kule yaşayanı, başkalarının kendisini yargılamasına ise
hiç katlanamaz, bunu hatalarının bir tokat gibi yüzüne vurulması
gibi algılar ve kedisini adeta hakarete uğramış birisi gibi
hisseder. Başkasının yapacağı kötü bir yargılama çoğunlukla
kulede yaşayanın kinlenmesine ve kaba kuvvete başvurmasına da
neden olabilir. Kuleliye yapılacak yeterince düşünülmemiş kırıcı
bir eleştiri, sonu acı biten uzun kan davalarına yol açabilir.
Yas ve acılara bulanmış evlat, kardeş, koca hasretlikleriyle
geçen bir hayat kulede yaşayan kadınların kaderidir bir anlamda.
Swan kulelerinde yaşayan kadınların kıyafetleri hep kara
renklidir bu yüzden.
Kule yaşamı inişli çıkışlıdır.
Yalnızlık ve hüzün, geleceğe duyulan ümitsizliği de istenmeyen
aksi ve yaşlı bir konuk gibi hep terkisinde getirir. Kulede
yaşayan kendini, bazen evrende küçük bir zerre tanesi, ya da
yağmur altında kuyruğunu bacakları arasına kıstırmış soğuktan
titreyen uyuz bir köpek yavrusundan farksız olarak da görebilir.
Sıklıkla ama hep ansızın karşılaşır, içini kaplayan ve onu en
neşeli halinde bile bedbahtlaştıran -doğruluğundan şüphe
olmayan- bu durumla. Ama yine ansızın, bir rüzgarın esimiyle
dağılıp parçalanan bulutlar gibi kaçarcasına uzaklaşan bu
ümitsizliğin yerine, ruhunu bir güneş gibi aydınlatan güven
ötesi bir özgüven tüm benliğini kaplayabilir. Kulede yaşayanın
daimi ve kısa bir zaman diliminde sıklıkla yaşadığı duygu
patlamalarının sadece birkaçıdır bunlar.
Kulede yaşamak uçlarda yaşamaktır.
Kartallar bazen kulelerin tepesine tünerler.
Kuleler kartalların da yuvalarıdır bir anlamda. Dağlı Çeçenler
kim bilir belki de bu yüzden en güzel yapılarını inşa ettikleri
“kuleler diyarı” bir ortaçağ kentine –ki gerçekten kent bu
deyimi hak ediyordu, 16 adet kule birlikte yükseliyordu kulevari
evler arasından- “Aerzi: kartal” adını vermişlerdi. Kimi
yazarlar ise Aerzi’nin adının o bölgede bulunmuş eski bir
kartal heykelciğinden dolayı konduğunu ileri sürerler. Ama ne
amaçlanmış olursa olsun anlaşılan bir anlamda kartal o bölgede
yaşayan insanların idolü olmuştu. Kulede yaşayan, neredeyse
birlikte yaşadığı kartalların, ürkerek veya bir av peşinden
boşluğa doğru kanat açmasını hayranlıkla seyreder. O, yüksek
yapıdan aşağılara baktığında bir düşte yaşarmışçasına, bazen bir
kartal gibi uzaklara uçtuğunu, boşluktan kayarcasına ufka doğru
süzülerek gittiğini hep hayal eder. Ama mantığı onu uyandırır
hemen, aklı ise “bir taş gibi yere çakılacağını” söylediğinde
vazgeçer kolaylıkla bu hevesinden. İçsel dünyasında sınırsız bir
hayal ve imge zenginliğinin de sahibi olan kule yaşayanı, bu
nedenle herkesten daha fazla intihar eğilimlidir.
Kule, yaşayanına yürümekle bitmeyen sıratvari, bıçak
sırtı bir yaşam sunar.
Kule yaşayanı, doru kısrak üzerinde doludizgin giderken geriye
atılan ıslıklı bir İskit oku hızında geçen yaşamını, bir derviş
tamahında, yoklukla, sıkıntı ve ezayla alay edercesine
günübirlik geçirmeyi tercih eder. Ölümle iç içe olan, anlık bir
yaşamdır onun bu tercihi. Yaşam tüm acılarını toplayarak kapsına
dayansa da o tüm zorlukların içinden en gülünç yanları bularak
çıkarır gün yüzüne. Acıları gülümseyerek karşılamadaki bu
yeteneğini, çektiği sınırsız ve her türlü zorluklarla dolu
geçmiş deneyimlerinden edinmiştir. Yüzyılların süzgecinden
geçerek kendi nesline ulaşmış en güzel, özgün, sıra dışı ve
gelişmiş adetleri bu nedenle hep “ölüm” ve “düğün”
üzerinedir. Ölülerine en az dirileri kadar önem veren bu
insanlar bilirler ki hayat, zıtlıklarla doludur, ölümle yaşam iç
içedir. Onun sırtını bir mezar taşına dayayarak komik öyküler
anlatmasının, anlatırken içinde bin bir parçaya bölünen
duygularının derin acısıyla akıttığı gözle görülmeyen
gözyaşlarının nedeni budur. Sırlarını kolaylıkla açığa
çıkarmayan kuleli, sıkıntılarını da ne dostuna ne de düşmanına
hiç belli etmez. Gerçekte insanoğlu, çevresinde daima
güvenilecek sıkıntılı anlarında kendisine destek olacak
birilerini ister ya da arar. Ona bakanlar hep gıpta ederler bu
yüzden, sağlam ve güvenli duruşuna hayran olurlar.
Kulede yaşamak zordur, yaşayanları da çabuk olgunlaşırlar bu
yüzen. Gençleri zamanından önce yaşlanır, yaşlıları da en az
gençler kadar delikanlıdır. Hızlı bir yaşam tercihi beraberinde
farklı davranış biçimleri de geliştirir. Varlığın ancak
paylaştıkça bir anlam kazandığını fark etmişçesine, bazen
uzaklardan geçen yabancı bir atlıyı yolundan çevirip konuk
edecek kadar çılgıncasına konukseverdirler. Dostlarıyla
paylaşmadıkça bir kıymeti yoktur en güzel yiyeceklerin ve
içeceklerin. Onlara konuk olanlar bilirler ki, sofraya
konulanlar o anda kulede olan tüm yiyeceklerdir. Kuleli yarına
bırakmak amacıyla dostundan esirgeyip bir kenara ayırmaz. Bir
anlamda müsriflik olsa da bu durum –erkeklerden çok daha uzak
görüşlü, biçare ve fedakar kadınlarının tüm iç çekmelerine
karşılık- asla vazgeçmezler. Kulede, isli çıraların titrek
aydınlığında, romantik geceler boyunca süren mütevazı şölen
sofralarında konuklar sırayla özlü konuşmalar yaparak kadeh
kaldırırlar. Onlar için geriye bırakacakları namlı bir isim,
onurlu bir geçmiş, bir yaşam sonunda edinmeyi arzuladıkları
yegane edinimdir.
Dostluğa verdikleri değer, düşmanlarına duydukları hınç kadar
sınırsızdır. |