Allah rahmet eylesin. Tarık Cemal ağabeyimizi kaybettik..
Bu yazıyı sadece acınızı-acımızı paylaşmak için yazmıyorum.
Bir ağabeyiniz olarak önemli bir noktaya parmak basmak için
yazıyorum. Burada sizlerle paylaşacaklarıma bir anlamda
"Rahmetli Tarık Cemal ağabeyimin vasiyeti" olarak da
bakabilirsiniz.
1996 yılıydı. İstanbul’da rahmetli ile buluşmuş, o yıl ilk
kitabım olan ‘Vaynah Kuleleri’nin yayını için yayınevi arayışına
girişmiştik. Soğuk bir Kasım sabahında yayan-yapıldak oradan
oraya koşturuyorduk kitabı bastıracak bir yayıncı bulabilmek
için. Ama ne yalan söyleyeyim bu durumdan şikayetçi de değildim.
Biliyordum ki, o anda yanımda benimle el ele veren sıradan bir
insan değildi. Çeçen tarihinin ve dilinin en büyük alimlerinden
birisiydi.
Bedenen koparıldığı topraklardan ruhu asla koparılamamış bir
insandı. Bütün varlığını ve zamanını halkına adamıştı. Ortaya
koyduğu ve yayınladığı eserlerden daha fazlası evinde çalışma
masasında duruyordu ve maddi olanaksızlıklar nedeniyle
yayınlanamıyordu.
Bir bilimadamının dişiyle tırnağıyla kazıyarak bulduğu ve ortaya
koyduğu eserlerin yayınlanamadan elinde kalması ne demek bilir
misiniz? Bir annenin doğum vakti gelen yavrusunu yıllarca
karnında taşımasından farksızdır! "Çeçen Direniş Tarihi"
yazılmış bir eser olarak hala basılmayı bekliyordu..
Bütün bunlardan bahsederek İstanbul’u bazen otobüsle bazen yaya
katederken aklıma bir soru geldi ve Tarık ağabeye sormadan
edemedim?
- Bunca çalışma yapıyorsun. Hemşerilerimiz (burada hepimizi,
anne-babalarımızı, sizleri, tüm Çeçenleri kastediyordum) sana
bir gün olsun geldi de; ‘’Aferin be Tarık! Kendi imkanlarınla
bunca eser hazırladın. Allah senden razı olsun? Şu kitabını
okuduk; şurada şöyle yazmışsın farkına vardık’’ türünden bir
şeyler söylediler mi?
Rahmetli, acı acı gülerek cevap verdi; "Ya Erol, allahaşkına
nerede bizde onu soracak insanlar? Bırak okumayı, ne yaptığımın
bile farkına varamayan yakınlarım var! Kaynaklarımı alıp
geri vermeyenleri mi sayayım, kitaplarımı okumadan bana neler
yazacağım konusunda akıl verenlere mi? Yoksa daha da kötüsü
yeni yetişen ve ailelerinden bir şey görmeden, öğretilmeden
sadece isimleri Çeçen olan ve yokluklar içinde yazılan nadide
kültürel kaynaklarını okumayan nesillere mi yanayım?!"
Rahmetlinin kanayan bir yarasına dokunduğumu hissederek konuyu
kapatmıştım. Ama o konuşma belki de bana hayatımın dersini
vermişti. İşte o andan sonra "hiç bir şeyi, hiç bir çalışmayı
toplumumdan karşılık beklemeden yapmam gerektiğini"
kavramıştım.
"Marifet, iltifata tabiidir" derler.
Haah..
Bakmayın siz bu söze. Bu; diasporada yaşayan mazlum halkı için
kıt kanaat olanaklarla üreten bilimadamı-sanatçı-aydınlar için o
kadar lüks bir durumdur!
Tarık ağabey yaşarken, daha çok üretmesi gerektiğini biliyordu.
Biliyordu ki, bu toplum içinden bir daha ikinci bir Tarık Cemal
Kutlu çıkmayacak! Onun için varını yoğunu ortaya koymaya
çalışıyordu..
Bu sözlerimi iddialı bulabilirsiniz. Bakın bir çevrenize.
Var mı?
Onun kadar Çeçen diline, tarihine, kültürüne hakim birisinin
olmadığını göreceksiniz. Hem dili hem kültürü iyi bilmek
yetmez ki diaspora insanı için.. Bildiğini aktarması gerekir
etrafına ve geleceğe. Gündelik hayatın için de para
kazanmak için yapılan çalışmaları bir yana bırakarak kaç kişi
kendini halkına adayabilir? Tarık ağabey bilmiyor muydu rahat
yaşamanın yollarını? İstese lüks ve servet içinde yaşayamaz
mıydı? Ama o seçimini halkından yana yapmıştı. Allah ondan razı
olsun.
Ama durun bu noktada.
Bir özeleştiri yapalım arkadaşlar. Dost acı söylermiş. Kaç
kitabını okudunuz rahmetlinin ya da bize yazdığı kaç
makalesini!? O'nun değerini anlamak için öncelikle
yaptıklarını bilmek gerekir öyle değil mi?
Allah rahmet eylesin..
Tüm Çeçen halkının başı sağolsun.
Ölen sadece bir insan değildi. Kültürümüzün ve dilimizin
sırlarını bilen bir varlığı da toprağa gömdük!
Tanrı sevdiklerimizin acısını göstermesin ve gecinden versin
bizlere..
Not: Canlarım, burada yazdıklarımla "okumadığınızı ima
ederek sizleri kırmak, gücendirmek istemiyorum" ben
düşüncelerimi yüksek sesle kendimle konuşur gibi, yaralı
yüreğimin acısını hafifletmek için yazdım sadece..
Ozan’dım,
Uzandım, düştüm
toprağa.
Yatıyorum,
Beyaz yorgan
altında
Karakışta
uzanmışım
Babam yanımda.
Üzerimde tipi,
boran, kar
Islak bir kırbaç
gibi
Anamın gözyaşları
İçimi yakar.
Yankılanır
Tülüce’ de
ağıtlarım.
Kafkasya, yitik
diyarım
hasretlik vatanım
Yazılmamış
dizelerimi sana,
Sürgünden
Yüreğimde cennete
taşıyorum.
|