|
|
................... |
|
................... |
NE
EKERSEN ONU BİÇERSİN |
05.10.2005 |
|
Dr. YEDİC Batıray Özbek |
................... |
................... |
Antalya'nın Adige köyleri biri doğup büyüdüğüm, adı
Başpınar olarak değiştirilen Yeleme, diğeri ise
annemin köyü olan Zivint'tir.
Çocukluğumuzda bizlerden başka Çerkes olabileceğini
aklımızın ucundan geçiremezdik.
Goşexuray devamlı olarak 'Moskof''tan geldik derdi.
Ve ‘Moskof' terimi aklımıza iyice yerleştirmiştik.
Köyden okumak için ayrılıp Antalya il merkezine
taşınınca Moskof'un pek iyi anlamda kullanılmadığını
öğrenmiştik.
Orta okula başlayınca yetersiz Türkçe’m olduğu için
konuşmadığımdan olsa gerek sınıf öğretmenimiz Mehmet
Öztürk (matematik) bana takmıştı. Herhangi bir neden
bulup beni rencide etmesi, hatta dövmesi günlük okul
yaşamımın bir parçasıydı. Sonuçta da matematik
dersinden nefret eder
olmuştum. Önceleri Antalya'ya bir kaç yıl önce
taşınarak yerleşen babamın amcasının yanında kalıyor
ve oğlu Nihai ile beraber okula gidiyorduk. Nihai’nin
annesi her sabah iki tavsiyede bulunurdu; ‘’sakın
başınızı kaldırıp balkonlara bakmayın, üstünüze su
dökerler. Adigece konuşmayın, Adige olduğunuzu belli
etmeyin okuldan kovarlar. Bilhassa son cümle içimize
yer etmiş, çocukluğun verdiği inatla olsa gerek, her
fırsatta konuşuyorduk.
Türkiye’de 60’lı yıllar ihtilaller yılı. Adige, her
ihtilalde bir generali muhakkak Adige yaparlardı.
Bir sabah okula gittiğimde en samimi arkadaşım Osman,
beni hayretler içinde bırakan şu sözlerle
selamlamıştı;
- Hadi hadi Çerkesler ihtilal yaptınız.
- Kim yaptı? Ne yaptı?
- Senin Çerkesler. İhtilal yaptı.
- Ne zaman?
- Bugün sabaha doğru. Çerkes Talat Aydemir yaptı.
Gerçekten de hiçbir şeyden haberim yoktu. Hele hele
Talat Aydemir"in Çerkes olduğunu da bilmiyordum. Peki
daha on iki on üç yaşındaki Antalya'daki bir işçi
çocuğu Talat Aydemir'in Çerkes olduğunu anında nereden
öğrendi ki? İlginç değil mi?
Orta ve lise devresi kendimizi arama yıllarıydı;
kendimizi arama ve bulma çabalarımızda aşırı sağdan,
aşırı dincilere kadar her telden çaldık, hatta
bayraktarlığını yaptık. Hemen hemen yirmi otuzu bulan
Adige gençleri genelde hem fikirdik ve beraber de
hareket ediyorduk.
Tarık Mümtaz Göztepen'in Şeyh Şamil kitabından başka
okunacak yapıt da yoktu. Varsa da haberimiz yoktu. O
kitaptan etkilendiğimizden olsa gerek evlerde
Kafkasya’yı Moskof’tan kurtarma planları yapıyor,
kendi kendimizi gerillacı olarak yetiştiriyorduk.
Ankara’ya okumaya giden Dzıbe N. Kemal Sarıgül
ağabeyimiz İstanbul ve Ankara’da yayınlanan Birleşik
Kafkasya ve Kafkasya dergilerini gönderince hepimiz
sevindik…
Sevindik ama Birleşik Kafkasya’da yayınlanan bir şiiri
okuyunca aklımız bulandı. Çünkü şiir hiçte Adigece’ye
benzemiyordu. Türkçe gibiydi. Aklımızda soru
işaretleri belirmişti; '’Bu nasıl bir Çerkesce? Çerkes
dili aslında Türkçe miydi? Biz Türk müyüz?''
En ilginci ise; Moskof'un tüm kötülüklerin,
ahlaksızların kaynağı olarak yazılıp çizilmesiydi.
Dergilerde Moskof’a hakaret ediliyor. Ama sıkışınca
ondan yardım alınıyordu.
Akbaba Dergisi’nde ''sizin kültürünüz var mı'' diye
sorgulayan yazara cevap yazan Vasfi Güsar kültürümüzün
temsilcileri olarak Moskof’taki sanatkarlarımızı
gururla yazıyordu. Bu ne tezatlık değil mi?
Ve Ankara'ya üniversitede okumak için gidince, ilk
işimiz derneğe uğramak oldu. Çerkeslerle tanıştık.
Dernekten çok şeyler ümit ediyorduk.
Ama;
- Ben de Çerkes’im, diyen bazılarıyla Adigece
konuşunca anlaşamıyorduk.
Bir gün çok sevdiğim bir büyüğümüz Çerkesliği ve
amacımızı az ve öz şöyle anlatmıştı.
- Halk danslarımızı öğrenip, devletin vereceği
balolara katılıp kendimizi tanıtmak.
Öyle ya thamade, bizden daha iyi bilir muhakkak. Hemen
derneğin halk dansları çalışmalarına katılmak için
Ulus'ta Devlet Su İşleri’nin yemekhanesine Pazar günü
sevinçle gittik. Rahmetli Elbruz hoca gençleri sıraya
dizerek arogant bir sesle herkese '’YÜRÜ! YÜRÜ!’'
diyor, sırası gelen yürüyor, kimine otur, kimine
sırada kal diyordu. Sıra bize gelince, komuta uyduk ve
bir kaç adım atar atmaz; '’Otur! Otur!’' sesini
duydum. Böylece halk dansları dansçısı olarak
kariyerimiz başlamadan sona erdi. Thamadenin çizdiği
Çerkeslik tanımının içine giremediğim için üzüldüm.
Bizim politika ile ilgimiz yok, deniyordu. Halbuki
derneklerin kuruluşu bir politika değil miydi ?
Çerkeslik;
- Birisi içeri girince zıpkın gibi fırlamak.
- İyi Adigece konuşmak.
- İyi psetlıcho yapmak.
- Gecekondu da oturan Çerkeslere kendini milli
yemeklerle ağırlatmak.
- Onlar derneğe gelince tepeden bakmak ve
küçümsemek.
- Ruslara hakaret etmek sövmek.
- Her suçu başkalarına, özellikle Ruslara
yüklemek.
- Etnozentrik olmak. Çerkes kimdir? Çerkescilik
nedir?
Gordion düğümü gibi çözülemeyecek şekilde sıkı sıkı
atılan bir düğüm. Çözebilen beri gelsin.
Daha sonra yeni bir akım başladı: Dönüşçüler ve
kalışçılar.
Okuma yazma; önce Kube Şaban alfabesi ve sonra Kiril
alfabesi. Dernekte dil kurslarının ve okuma yazma
kurslarının düzenlenmesi. Düzenleyenlerin, dernekten
uzaklaştırmak için dernek başkanımız tarafından
disiplin kuruluna verilmeleri.
Ve Kube Şaban alfabesiyle 1968’de yayınlanan '’vatan
düşüncesi'’ adlı şiir kitabının yayınlayıcısının,
Kahramanmaraş milletvekili Enver Kaplan tarafından
telefonla, ''bizi astıracaksınız, kestireceksiniz''
gibi sözlerle tehdit edilmesi.
Ve nihayet isimlerin değiştirilmesi. Herkesin çocuğuna
Adigece isim vermesi. Adım Gunef, Perıt. Adigabze
weş'e? (=Çerkesce biliyor musun?)
Sizi anlayamadım! İsimde Adigeler Perosterika ile
Sovyetlerin çökmesi.
'’Tüm Kafkasya aşıklarının’' Leyla ve
Mecnun'laşmaları...
Vatan, Dönüş, Nartlar, Peritler, Dinciler,
Milliyetçiler, Bağımsızcılar…
Birleşik Kafkasçılar, Şeriatçılar ve kalışçılar vb.
vb.
Uzaktan; taaa uzaklardan, yine bıkmadan usanmadan aynı
eskimiş, aşınmış, bestesiz notasız melodileri
çalmaları. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|