1974 yılı yazında, ninem Goşechuray Jançat’ın; anlata
anlata bitiremediği anavatan Adigey’e Ürdünlü
arkadaşım Omran Tahavuch ile birlikte turist olarak
gitmiştim.
O zamanlar turistlere kapalı olan Adigey’e girebilmek
için Bonn’da ki SSCB Konsolosluğu’ndan özel vize
almamıza rağmen Adigey Avtonom Oblast’a girişimiz
önlenmek istenmişti.
Ancak devamlı mücadele sonunda başarılı olduk ve
Maykop’a gidip kalma iznini almıştık. Bizden önce
bildiğim kadarıyla Türkiye’den ilk kez sayın Mesut
Şurdum girebilmişti .
İşte bu seyahatimizde Maykop Yüksek Öğretmen Okulu
rektörü sayın Naçıko ile de görüşme imkanı doğmuştu ve
bize sohbet sırasında Doğu Almanya’da ki bir anısını
anlatmıştı.
Doğu Almanya’da dünya filozoflar kongresinde yanımda
oturan bilim adamı; hangi milletten olduğumu sorar.
Adige olduğumu söyleyince, Çerkes’sen kaman nerede,
der.
Naçıko ceketinin iç cebine elini atar ve dolma
kalemini çıkararak; işte kamam!
Böyle bir cevap beklemeyen bilim adamı;
- Çerkeslerin en güçlü kamayı ellerine aldıklarına
sevindim. Bu yeni kamayı da, hakikisi gibi o derece
güzel kullanacaklarına inanıyorum, der.
Yine Heidelbeg Üniversitesi Güney Asya Enstitüsü’nün
asansörünü çağırmıştım. Asansör gelir ve içeride U.
Landmann ve Prof.Dr. Sarkisyanz vardır. Beni gören
Landmann;
- Dikkat, bir Çerkes, der.;
Professor;
- Çerkesse kaması nerede?
Bende Naçıko’yu hatırlayarak kalemimi gösterince
gülümser ve o da;
- En güçlü silahı ele aldınız. İyi kullanacağınıza
inanıyorum.
Şüphesiz ki en güçlü silah kalemdi ve halende
kalemdir.
- Çağın en güçlü silahını acaba yeterince
kullanmasını öğrendik mi acaba, sorusunu kendi kendime
çok sordum.
Ben;
- Hayır, diyorum.
- Hayır, çünkü halen bir alfabede anlaşamadık.;
- Hayır, çünkü halen tarihimizi, kültürümüzü
inceleyip yazamadık.
- Hayır, çünkü geçmiş tarihimizi kültürümüzü
yeterince biz bilmiyoruz ki, diğer insanlara
devletlere ve milletlere nasıl anlatabilelim ve
öğretebilelim.
Hayırlar listesini çoğaltabiliriz.
İnternet sayfalarında gençlerimizin çok değerli
yazılarını okuyorum. Bazıları asıl adlarını
yazmıyorlar. Herkesin kendine göre haklı göstereceği
bir nedeni vardır muhakkak. Ancak yazdığı bir yazıya
gerçek adını vererek sahip çıkamayan kişiye, okuyucu
ne kadar güvenir acaba? Yazdığı yazının sorumluluğunu
üstlenmek, medeni cesaretin bir örneğidir.
Bundan otuz yıl kadar önce Stuttgart kentinde Adige ve
Abazaların, çoğunlukla gittiği bir kahve vardı.
Ürdünlü Tahawuch Imran’da oraya gidiyor ve sohbet
ediyordu.
Bir gün Çerkes arkadaşlarına:
- Gelin bir dernek kuralım, der.
Aralarından biri;
- İmran bırak dernek kurmayı. Devletimizle
başımızı belaya sokma. İşte bu kahvede bir araya
geliyoruz.
Aldığı yanıta şaşırır kalır üzülür bir süre gitmez.
Yine de onlara dayanamaz ve kahveye gider. Dernek
kurmaktan çekinen hemşerisini göremez ve nerede
olduğunu sorunca;
‘’Bırak devletimizle başımızı belaya sokma’’
diyenin, bir kaç gün önce kahveye gelen ‘’biz
buraya bu gün Çerkes kanı içmeye geldik‘ diyen üç
kişiyi tabancasını çekerek ‘’Çerkes kanı çok acı
olur, içemezsiniz‘‘ diyerekten öldürdüğünü
anlatırlar.
Dernek kurmaktan korkan Çerkes.
Ve üç kişiyi öldürmekten korkmayan Çerkes.
Ne demek istediğimi anladığınıza inanıyorum.
|