Sevgili Hemşehrilerim, son günlerde klavye atışmalarını yeğenim
İbrahim Çurey’ in aracılığı ile öğreniyor ve okuyorum. Bazen de
okutmuyor; üzülüp tansiyonum yükselmesin, şekerim azmasın diye.
İsmen ve şahsen çok iyi tanıdığımı sandığım değerli dost ve
kardeşlerimin yazı üslupları cidden içimi acıtıyor.
Tanrı
insana “insan aklı” ve “konuşabilme” yetisi armağan
etti ve de güzel söz söylemenin meyvelerini de tatma imkanı sundu.
Hani Adige dilinde bir söz vardır; “псалъэ гуауэ джамэ
зэуэгьуэ”
diye. Nasıl oluyor da ve nasıl oldu da “Adige Kültür
Emekçileri” diyebileceğimiz ve beğensek de beğenmesek de var olan,
olabilen bu değerlerimiz bu hale geldi?
Eleştiri mi?
Sonuna kadar!
Akıl verme ve akıl alma
mı?
Allah’ına kadar!
Atış serbest!
Amaa!
Argo
sözcüklere hayır!
Sevgili Kardeşlerim; sözlerimi ne olursunuz “Akıl verme ve nasihat
etme (bunlarda ayıp değil ama) ve bilmediklerinizi öğretme”
şeklinde algılamayınız. Asla alçak gönüllülük göstermek için
söylemiyorum; sizlerin bildiklerinin ve bilipte söylediklerinizin
yüzde birine sahip değilim. Ben Ali Çurey, tek bildiğim, daha
doğrusu bilmeye ve bildirmeye çalıştığım konu; Çerkeslerin
Hatti-Hititlerle olan bağı ile Çerkes Yazım Tarihi’ni
belgelemektir. Ne var ki, bende hayatın içindeyim. Tıpkı
herbiriniz gibi. “Yok olan
değerlerimize” ben de üzülüyor ve çareler arıyorum.
Doğru veya yanlış, kurtuluşumuzu “Anavatana Dönüş”te
buluyorum. Buna inandım ve bu inancımı pratiğe çevirme uğraşı
veriyorum. Gönderebildiklerimizi gönderdik ve ancak şimdilik
gücümüz ve aklımız buna yetiyor. Anavatan dışında da yani içinde
yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti’de bizim ikinci vatanımız oldu.
İsteyen dostlarım istedikleri gibi yaşasın. Dünya güzeli bir ülke.
İnsanları da bir o kadar güzel. Burada veya orada birbirimizle
kişisel bir davamız yoksa, kavga neden?
“Ben” olma psikolojisi tüm insanların ortak özelliğidir. Bunun
kötü ve olumsuz yanları olduğu gibi iyi ve güzel yanları da
vardır. Belki de insanlığın tekamülünde bu özelliğin rolüde
vardır. Onun için “Ben” “Ego”ya dönüşmedikçe
faydalıdır da. Onunda dozu dozajını “insan aklı” sınırlar. Yeter
ki akıl
devrede olsun.
Sevgili kardeşlerim, iki kişi herhangi bir konuyu tartışabilir
veya uzlaşabilir. “Aman kardeşlerim” ve “benden yana olanlar
yetişin” mi dedi veya diyor kiö birileri buna katılma ihtiyacı
duydu. Veya duyuyor. Bırakınız tartışan iki insan, ellerindeki tüm
argümanları kullansın. Bunlar “dövüşmüyor”, tartışıyorlar.
Ayırmanıza gerek yok.
Gelelim asıl meseleye. Ben kendi fikir ve düşüncelerimin hayata
geçmesi için bir yol ve yöntem seçemez miyim? Ve buna bağlı olarak
yani, anavatana dönüş ve orada yaşayabilmem için mevcut koşullar
çerçevesinde uzlaşı içinde olmamın kime zararı var? Tersinden,
gurbette yaşayanlarımızın da, insan aklı içinde tavır
belirlemesinin kime zararı var? Her iki cenahda kendine özgü
koşulları mevcut. Neden birinin, illaki “benim söylediklerim ve
yaşam tarzım daha doğru“ dayatması oluyor?
“Politika” diye bir kavram var. “Güçler dengesi” diye bir
gerçeklik var. Bu anlamda daha anlayışlı ve daha akılcı olmak
dururken neden saldırganlık ? Birileri “x”
ve birileri de “y”den yana olması ve öyle davranması niçin
“yalakalık” olsun. Ben veya sizler hangi iş kolunda, bağlı
olduğunuz kişi veya kuruma, yerine göre “yalakalık”
yapmadık ki? Bugün ben hala “yalakalık” yapmakla meşgulüm.
Bırakında “yalaka” olma ve yapma hakkımı kullanayım.
Yüz elli yıldır
gurbette yalakalık yapıyoruz. “Türk’üm doğruyum (…)” diyerek yalan
söylemedik mi? Korkudan “Korkma sönmez (…)” demedik mi?
Sevgili dostlar, senin veya benim kendi küçücük çıkarımız ve
rahatlığımız için, birilerinin karşısında esas duruşta veya
büzülerek gösterdiğimiz sahte ve yapay tavırların adı nedir?
Peki soruyorum: Bir halkın bugününü veya geleceğini
belirlediğine inanılan bir fikir ve düşüncenin yaşama geçebilmesi
için “X” veya “Y” gücüne uyum sağlamaya çalışmanın adı mıdır “yalakalık”?
Hangisi daha kutsaldır; senin kişisel “çıkarların” mı,
yoksa halkımızın daha doğrusu ulusça geleceğimiz mi?
Daha
uzun ve yüksek sıçrayabilmek için bazen geri adım atmakta bir
kuraldır.
“Rusya” kavramı yanlıştır. Doğrusu Rusya Federasyonu’dur.
“Federasyon” içinde tek halk ve tek ulus yoktur. Onun için
“Ruslar, şunu yaptı bunu yaptı” gibi tümceler eksiktir. Örneğin
“Abhazya” kurtuluş savaşında sadece Ruslar değil, Çeçenler,
Adigeler, Osetler, Dağıstanlılar, Tatarlar, Rusya Federasyonu
askerleri olarak savaştılar. Abhazya ve G. Osetya bugün bağımsız
bir devlet olarak yaşıyorlar. Ve buna ön ayak olan Rusya
Federasyonu ve dolayısıyla Sayın Putin’dir. Şimdi sen ve ben (Ali
Çurey) “Kahrolsun şu Putin ve yönetimi” dersek; “Kardeşim“ dediğin
Abaza veya Oset’e ne demiş oluyorsun? Çok basit bir mantıkla,
“Keşke onlara şu Putin arka çıkmasa idi mi?“ diyeceğiz. Böyle bir
tutum diğer Kuzey Kafkas halklarını nasıl etkiler? Lütfen! “Ocu-
bucu- böcü” gibi günlük cazibesi bulunan sözcüklerin hiçbir pratik
getirisi yoktur. Ne övelim, ne de yerelim. Ama birilerine de
hakkını teslim edelim. Abhazya – Gürcistan savaşında, Ankara en
azından lafzan Tiflis yönetiminin saldırılarını
“ Haksız”
olduğunu söyleyebilmeliydi değil mi?
Sevgili dostum ve kardeşim. Biz Çerkesler olarak, tarihte
yaşamadığımız bir olay mı var ki, yaşamak zorunda olduğumuz bir
yol arıyoruz? Kısaca dünyanın neresinde olursak olalım içinde
bulunduğumuz ülke ve koşullarına uyum sağlarken “yok” olmamak
birinci önceliğimizdir. Esasen amaç
bu olunca, tartışılması gereken “şey “daha pratik olanı
hangisidir? sorusuna yanıt
aramaktır. İşte bu yanıtta doğal olarak ayrışmalar söz konusudur.
Bu da olması gereken bir sonuçtur. Ben “dönüş” sen “kalış”
dersin. Ne var bunda, kavga ve hakaret edecek?
Dahası; birileri de, ‘’Kardeşlerim nedir bu ‘dönüş’ ve ‘kalış’
kavgası. Ben veya biz böyle çekişmelere katılmıyoruz. Tümünüz
akılsızsınız. Şurada gül gibi yaşayıp gidiyoruz, ölümlü dünyada
değer mi bu kavgalara?” diyebilir. Ona da eyvallah!
Kısaca Nasrettin hoca hesabı; vallahi siz de haklısınız.
Hani “Ben Çerkes’im” diyorsan… Çerkes gibi davran! |