Osmanlılar
1774 yılında
imzalamış oldukları
Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla
kaybettikleri toprakları geri almak amacıyla 1787-1792 yılları
arasında Rus ve Avusturya Devletleriyle beş yıl boyunca
savaşmıştır.
Savaş
I. Abdülhamit’in
saltanatı sırasında başladı.
İngiliz ve
Fransızlar savaşa
katılmamakla birlikte bu savaşta
Osmanlı Devleti'nin
yanında yer aldılar. Ancak
Avusturya da savaşa
girince
Osmanlı Devleti
beklemediği bir şekilde kendisini
Avusturya’nın da
karşısında buldu. Rus Generali
Potemkin
1788 yılında Özi’yi
alarak kentin bütün sakinlerini katledince.
I. Abdülhamit
üzüntüsünden vefat etti.
Tahta
III. Selim’in
geçmesinden sonra kayıplar devam etti. Sonunda
Osmanlı Devleti’ne
karşı
Rusya kadar başarılı
olamayan
Avusturya
Osmanlı Devletiyle
4 Ağustos
1791’de
Ziştovi Antlaşmasını
imzaladı.
Avusturya’nın
savaştan çekilmesinden birkaç ay sonra
Rusya da barış
antlaşması yapmağa razı oldu (Yaş
Antlaşması
9 Ocak
1792).
Osmanlı Devleti bu
antlaşmayla
Kırım’ın
Rusya’nın egemenliği
altına geçtiğini tekrar kabul etmek zorunda kaldı. Dinyester
nehri
Rusya ile
Osmanlı Devleti
arasında sınır olarak kabul edildi. Karadeniz kıyısında
bulunan
Anapa Kalesi
Osmanlılara geri verildi.
Bu kanlı savaşlar sürecinde 1789 yılının Ramazan ayında
Kutaisli (1) Mehmet Bey tarafından Bab-ı Ali’ye bir rapor arz
edildi. İçeriği tamamen Adigelerle ilgili olan bu rapor ve
raportörü hakkındaki bilgileri ilk elden Tarih-i Cevdet’ten
derleyip sadeleştirmiş bulunuyoruz.
Bazı resmi evrakta adı Kütais’li Mehmet Bey
diye görülür, bazı tarih yazarları da bu savaşta ortaya çıkan
gayretini övmüştür ama Haşim Efendi (2) Mehmet Beyin hal
tercümesini şöyle yazıyor:
“Mehmet Bey Acaralı Gürcü asıllı bir çocuk iken geçen savaşta
Hacı Ali Paşa’nın yanında hizmetkarlıkla Kırım’a gidip yapılan
savaşta esir olmuştu. Bir Rus generali yanında hizmetkar
olarak bu generalle birlikte Kırım içinde ve dışında gezip
dolaştı. Sonra bu General, Kabardey tarafında görev alıp
gidince yanından kaçtı ve Nogay kabileleri içine düştü. Bir
süre içlerinde gezerek Abaza tarafında kaldı. Kabilelerin
merasim ve adetlerini iyice öğrendikten sonra bir iki esirle
bir gemiye binip İstanbul’a geldiği sırada esir pazarı
tüccarlarından Bicanoğlu Ali Paşa’nın Mirmiranlıkla (3) Anapa
muhafızı olduğunu duydu. Doğru Ali Paşa’ya gitti. Kendisine
yalnız bir şeref unvanı olmak üzere bedava hazinedarlık
hizmeti görerek kendisiyle birlikte gideceğini bildirdi. Ali
Paşa da bunun cana minnet bilerek Mehmet Beyi Anapa’ya
götürdü. Herkesin görünüşüne bakanlar onu bir süre doğrudan
hazinedar bilirlerdi.
Sonra esir ticaretiyle İstanbul’a geldi. Bu nedenle devlet
ileri gelenlerinin evlerinde kalıp burada da kendisini beyzade
ve kişizade tanıttı... Hatta kabileler halkı güya büsbütün
kendi dediğine göre iş görürdü. Kendisine vezirlik verilse
hepsinin kendisine tabi olacaklarına dair kabileler tarafından
mahzar (4) gibi uydurma kağıtlar ileri sürerdi. “Kabardey
halkına yardım edilirse Rus topraklarına akın ederek şehir ve
köylerini yakıp yıkacakları şüphesizdir” demek gibi
uydurmalarla devlet büyüklerini yanılttı. Sonra, Battal
Paşa’nın Kabardey’e gitmesini ve eğer gitmeyerek özür beyan
edecek olursa da idam edilmesi için yanında bulunan mübaşirin
eline bir padişah buyruğu verilmesinin güzel bir tedbir
olacağını devlet yetkililerine anlatıp kabul ettirmiştir.
Battal Paşa’dan da biraz bahşiş almak maksadı ile
mübaşirin yanında böyle bir padişah fermanı olduğunu söyledi.
Sonunda Battal Paşa’nın can korkusu ile tantanalı ve haşmetli
vezirliği bırakıp esareti kabul etmesine başlı başına sebep
olduktan sonra beş on Abaza’yı, “Osmanlı devletinden size
yay ve tüfek ve başka hediyeleri alıveririm, ben ne dersem siz
de kabilelerin sözü bizdedir diyerek beni tasdik ediniz”,
diye aldatıp İstanbul’a getirdi. Bir şeyden haberleri olmayan
Abazaların dilinden Bab-ı Ali’ye (5) uydurma raporlar takdim
etti. Yine Osmanlı Devleti’nden çok mal ve eşya alıp Anapa’ya
döndüğü sırada Bahçekapısı içinde bana rastladı. İşin
hakikatini bildiğimi söylemeyeyim diye “Aman beni tasdik et
şimdi bana Mehmet Bey derler” diye rica edip yalvardı.
‘’Efendilerimiz işin aslını sorarlarsa doğru söylemeye
mecburum diye ret cevabı verdim.”
Mehmet Bey bu savaş yıllarında Kafkasya ile İstanbul arasında
defalarca gidip gelmiş, Kabile reislerinden Bab-ı Ali’ye
gönderilen dilekçe heyetinde bulunmuş, İstanbul’dan kabile
reislerine padişah fermanları ve Sadaret emirleri götürmüştür.
Mehmet Bey 1203 (Miladi 1789) yılında Anapa’dan
İstanbul’a giderek yazmış olduğu raporunu Ramazan’ın üçünde
makama arz etmiştir.
Rapor
Kulunuz geçen yıl ordudan Kabardey Beylerine ve Kuban’da olan
Abaza ve Çerkes kabilesi kumandanlarına gönderilen emirleri
alıp doğru İstanbul’a geldim. Oyalanmadan Canik tarafına
geçtim, Soğucak ve Anapa seraskeri Vezir Battal Paşa’yı
Bafra’da bulup görüştüm. Bu görüşmem geçen yılın Ramazan’ında
idi. Daha önce Kuban’dan dönüşümde kabileler halkı genellikle
Abaza ve Çerkes Beyleri eğer Osmanlı Devleti bize asker ve
mühimmat ile yardım yapacaksa, ilk önce bize haberini getir.
İmdat gelmeyecekse bile bir kağıtla bize bildir, biz de ona
göre hareket edelim, demişlerdi. Kulunuz da Osmanlı
Devleti’nden size imdat gelir, ben kefilim ve yardım
geleceğinin haberi ile yakında size gelirim demiştim.
Biliyordum ki, Ruslar kabileler halkına daima:
“Benim sizinle savaşım yoktur. Mademki size Osmanlı’dan yardım
gelmiyor, benimle savaş etmeyin. Yardım gelirse
mazeretlisiniz, savaşınız. Göreceksiniz ya, Osmanlı Devleti
size yardım etmezse ne siz benim üzerime hareket ediniz ne de
ben sizin üzerinize asker göndereyim. Olduğunuz gibi durun.
Benim kavgam Osmanlı iledir”, sözleriyle kabile halkı içinde ikilik yaratıyor.
Serasker paşayla görüşmemizde bu durumu kendisine anlattım.
Beni bir miktar askerle bir an önce Anapa’ya gönder, Osmanlı
Devleti’nden kendilerine imdat geleceğini kabileler halkına
haber vereyim. Osmanlı askerinin örneğini gösterip, sizin de
gelip şeref vereceğinizi sevinçle bildireyim, diye epeyce
uğraştım. Battal Paşa da 300 askeri ile kulunuzu Anapa’ya
gönderdi, ben de Anapa’ya vardım. Köse Paşa hazretleri
huzuruna bir Çerkes gelerek, Hatukuay kabilesini Moskof askeri
gelip bastı, diye haber verdi. Köse Paşa Moskof’un böyle
gelişini “kabileler davet etmiştir diyerek”, önlem alıp
harekete geçmekte ağır ve yavaş davrandı. Soğucak ve Anapa
kalelerini muhafaza etmeyi açıklayacağını anladım, kendisine:
“Efendim, Moskof kabilelerin davetiyle gelse ilk önce
kendilerini basıp zarara sokmazdı. Düşmanın niyeti kabileleri
dağıtıp perişan etmektir. Nasıl mümkün olursa bir kaç yüz
asker çıkarıp Hatukuay Kabilesi’ne çabuk yardım
göndermelisiniz. İleride düşmanı tutmazsanız sonra Anapa
üzerine gelir, iş güçleşir”
dedim.
Nasılsa bir kaç yüz asker toplandı, İpeklizade Mustafa Paşa
ile Hatukuay Kabilesi tarafına gönderildi. -Ancak diğer
kabileler halkına yardıma koşmadı.-
Anapa’dan giden askerler düşmana karşı koyamayacaklarını
anlayarak geriye dönüp çekilmeye başlamışlardı. Kulunuz
Hatukuay kabilesine varıp; “Bende fermanlar vardır, yukarı
kabileler halkına götüreceğim, hepsini size yardıma
göndereceğim. Sizler hemen olduğunuz yerde dayanın, düşmanı
yanınıza uğratmayasınız” diye birçok teselli edip oradan
yukarı kabilelere, Şayşuk (Shapsugh), Abazek
(Abzegh), Semerküy (Çemguy), Besni ve Mohoş (Mekhoş)
kabilelerinden her birine uğrayarak fermanları gösterip;
“Ne duruyorsunuz. İşte Hatukuay kabilesinde savaş var.
Osmanlı askeri yardımına geldi. Geriden yere sığmaz askerle
paşa da geliyor. Siz de atlarınıza binip Hatukuay kabilesine
yardım edip düşmandan intikam alın” diye bu işe
sürükledim.
Dalga dalga kabileler halkı erişip Allah’ın yardımı ile Moskof
ordusunu perişan ettiler. Bu kazanılan savaşın haberi o vakit
İstanbul’a varmıştı, sizce bilinir.
Kuban’da olan kabileler halkını böylece savaşa teşvik ettikten
sonra kulunuz Kabardeyler bölgesine gittim. Vardığımda
Kabardey Beylerine yazılmış padişah emirlerini gösterdim.
Kabardey beyleri şöyle cevap verdiler:
“Bu bir kuru fermandır. Bunu ne yapmalı? Bize asker ve
mühimmatla yardım edilmezse elimizden ne gelir? Daha önce
Osmanlı Devleti tarafından yardımımıza asker geleceğini haber
aldık, o asker ne oldu? Düşman ile savaşmamız isteniliyorsa,
epey zamandır bu kafirle savaştık, sonra başa çıkamayıp barış
yaptık. Şimdi bu barış dönemini yaşıyoruz, bizi kendi halimize
bıraksanız olmaz mı?”
dediler. Ben de:
“Osmanlı Devleti’ne göre hiçbir şeyde güçlük yoktur.
İstediğiniz asker değil mi? İşte bu kadar bin asker ile
Serasker Paşa geliyor. Sizin iş görmeye niyetiniz varsa
fırsatı kaçırmayıp düşmana büyük zayiat verdirin. Size oranla
Abaza ve Çerkes oldukça vahşi ve Müslüman oldukları belli
değilken, gayret edip Moskof’la savaşıyor. Osmanlı Devleti
onlara yardım bile gönderdi. Sizin ise bu kadar mescit ve
mabetleriniz var. Böyle zamanda savaştan dönmeyiniz, dünya ve
Ahret’te utanacaksınız. Size getirdiğim fermanı aklınız ile
kabul edin, bu ferman bütün topraklarınıza değer ve bunu
Padişahımız üç tuğlu paşalara gönderir. Size nasıl değer
veriyor ki, ferman gönderdi. Bu fermana göre iş görün. Allah
korusun memleketiniz elinizden gitse bu fermanı Osmanlı
Devleti’ne götürüp şu fermana uyduk, uğraştık ama bahtımız
yokmuş, memleketimiz elimizden gitti, deseniz Osmanlı Devleti
size en iyi toprakları ihsan eder, başkasının elinde olsa bile
yine Osmanlı Devleti’nden ikram görür ve şöyle olur, böyle
olur”
diyerek hepsini savaşa teşvik eylemeğe uğraştım.
Bunun üzerine Kabardey halkı gayrete gelip derhal Moskof’la
yaptıkları sulh anlaşmasını kaldırdılar. Kendi bölgelerine
yakın Rus topraklarına taarruz edip kasaba ve köyleri yakıp
mal ve eşyalarını yağma ettiler. Bin 200 hane kadar esir alıp
kendi taraflarına getirdiler.
Kabardey’e yakın Tiflis’e açılan yol üzerinde bulunan Engüş
(İngush) kabilesi halkı birkaç bin hane idi. Bunlar
aslında Mecusi (6) iken daha önce Moskof’lar bunlara elçi ve
adamlar gönderip Hıristiyan mezhebine sokmuştu. Bu kabile
halkı Kaberdeylerin bu gayretini görünce Rusların tabiiyeti
altından çıkıp Kaberdeylere tabi oldular. Şimdi Kabardeyler bu
durumda olup Osmanlı Devleti’nden askerle yardım bekliyorlar.
Serasker Battal Paşa ile geçen yıl Bafra’da yaptığım
görüşmede;
“Abazalar, Çerkesler ve Kabardeyler halkını alıp Moskof
topraklarına taarruza geçseniz çok yerler ele geçirirsiniz.
Tamda şan kazanacak ve yükselip feyiz alacağınız yerdir”
dediğim zaman o tarafın durumuna en ufak bilgisi olmadığı için
“kabileler halkına ne hacet, Kuban’a niçin akıl yormalı? Biraz
askerle Kırım’a geçilir, Allah ya bize ya da kafire verir.
Taman ve Temrek kaleleri elimize geçer” dedi.
Kulunuz karşılık verdim:
“Taman ve Temrek Kaleleri bugün boştur. Onları yüz adam ile
ele geçirirsiniz. İş orada değil, Kırım yarımadasının beri
taraftan ele geçirilmesi zordur. Zira kıyılara çıkarılacak
asker ve zahire ve mühimmatı ileri sürmeğe hayvan ve araba
lazımdır. Nereden bulacaksınız. Yakınlarında köyler yok, çöl
gibi bir yerdir. Bir kalenin kuşatılması 10 bin Osmanlı
askerini şehit eder. Düşmana en ufak zarar asla gelmez. Varsın
Ruslar Kırım’ı takviye etsin dursun. Kuban tarafından
Kabartalar üzerinden Petersburg’a kadar Rus topraklarını yakıp
yıkmak mümkündür, o vakit Kırım’ı kendisi bırakıp çekilir.
Şimdi siz 10 bin askerle Abaza ve Çerkes içine girseniz, para
pul harcamadan 50 bin yetişmiş kılıca kadir askeri başınıza
toplarsınız. Eğer 20 bin askerle Kaberdeylere varsanız 100 bin
asker toplanır. Bu toplanan askerle Rus topraklarına taarruza
geçilirse Ejderhan ve Kazan Tatarları tabiatıyla buna
uyacaklardır. Mal ve ırzlarına taarruz edilmediği halde o
bölgede olan Rus reayası (7) da Osmanlı Devleti’ne reaya
olmağı kabul edip canla başla hizmet ederler. Bu toplanan
parlak kuvvetle Moskof toprakları içine dalıp ateşler
bırakılır. Bu yolu tutarsanız kıyamete kadar nam ve şanınız
her Osmanlının ağzında dolaşır”
dedim.
Hakikaten düşmana galip gelmek ve Ruslardan intikam almak için
kesin olarak Kaberdeylere beş on bin askerle yardım edip o
taraftan düşman toprakları üzerine taarruza bağlıdır. Başka
yerlerde 10 bin kese Akçe harcanıp dünya kadar zorluk
çekilirken yine de düşman’ı dağıtmak mümkün olmaz ama bu
dediğim şekilde derhal bu yıl içinde Kırım ve Özü ve başka
yerleri terk etmeğe ve Osmanlı Devleti’nin istediği gibi sulh
anlaşmasına yanaşır. Ruslar Osmanlı Devleti’ni zarara sokacak
durumları hiç gözden kaçırmazlar. Kırım adasını ele
geçirinceye kadar ne tekliflerde bulundu. Kırım’ı ele geçirdi
sonra da Özü’yü işgal etti. Başka Osmanlı topraklarına taarruz
etmek Ruslar için kolaydı. Moskof topraklarını yakıp yıkarak
Rus Devleti’ni berbat etmek ve istenildiği gibi intikam almak
için Osmanlı Devleti için kolaylık yalnız Kuban bölgesinde
Kubanları takviye edip serasker paşayı o taraftan Moskof
topraklarına yürütmektir.
Kulunuz Moskof topraklarını baştan başa gezdim, hepsini
bilirim. Ruslara galip gelmek bu taraftan kolaydır. Ben böyle
biliyorum. Yine her halde irade efendimizindir. Serasker
Battal Paşa hazretleri Abaza ve Çerkes halkını kullanıp
Kaberdeylere asker göndermeyi istemez. Kendi mizacına kalırsa
Anapa’dan bir adım ileri gitmez. Osmanlı Devleti buna bir akça
vermez kendi kesesinden harcattırır, düşüncesindedir. Birkaç
adamla güçlükle Soğucak’a geçmesi bile Osmanlı Devleti
korkusundandı. Yine korkutulmaz ve uğraşılmazsa Soğucak’dan
harekata geçmez. İleri ve Kabardey üzerine asker gönder
veyahut kendin git diye yola getirilse bile Osmanlı Devleti’ne
iki kat masraf gösterecektir. Belki de Abaza ve Çerkes
kabilelerinden bir yolunu bulup mühür alıp mahzar tertip eder.
Kabileler halkı uygun görmüyorlar diye yazı göndereceğini
düşünüyoruz. Bu yolda tedbir ne ise alınıp yerine getirilmesi
Osmanlı Devletinin iradesine aittir.
Moskof’ların kötü düşüncesi Kırım yarımadası eli altında
olunca Özü’yü bile ele geçirdi. Şimdi kabilelere yardım yeri
olan Anapa ve Soğucak’ı da işgal ve istila edip kabilelerin
hepsini ele alıp Açıkbaş (8) ve Tiflis Hanları kendine
taraftar olduğu için onlarla ittifak edip kararından Ahıska ve
Erzurum üzerine yürümeği tasarlıyor. Allah korusun Anadolu’da
bile karışıklık çıkarıp denizden uğursuz gemileriyle Karadeniz
kıyılarına saldırıp öylece Osmanlı Devleti’ni sıkıştırmak
düşüncesinde olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Geçen yı1 bu
tasarısını yerine getiremedi. Anapa’da perişan oldu, ama bu
yıl yavaş davranılırsa o taraflardan korkulur. Bu şekilde
başka yerlerle uğraşmaktan ise Anapa ve Soğucak’ın elde kalıp
durmasında yardımı olan kabileler halkı ve Kaberdeylere
takviye göndermelidir. Kaberdeylere asker geleceği müjdesini
verdim. Tersine çıkarsa bu tutumla bir daha güven sağlanamaz.
Ruslar Kaberdeylere para ve başka şeyler teklif etmekten geri
durmuyorlar. Bugün yüz vermiyorlar, şimdilik bir nesnelerini
kabul etmediler. Lakin Osmanlı Devletinden asker ve yardım
gönderilmezse, işin ne şekil alacağını bilemem.
Tiflis Hanı Ereğli Han Ruslara elçi gönderip “Osmanlıya bir
çocuk rehin verdim, şimdilik yatıştılar. Senin kuvvetin varsa
bana 20 bin asker gönder, elimden gelen hıyaneti Osmanlı
Devleti’ne edeyim” demiş.
Ruslar da rehin olan oğlunu Ereğli Han’a gönderip asker
göndereceğini bile vaat etmiş. Lakin Kaberdeyleri yukarda
geçen hareketi Rusların Tiflis’e göndereceği askere engel
oldu. Zira Kabardey Tiflis’e giden yolun tam başındadır.
Böylece bu yol kapalı gibidir. Şimdi Kaberdeylere asker
yardımı yapılsa Dağıstan halkı da davranıp Açıkbaş mülküne ve
Tiflis Hanı’na nefes aldırmazlar.
Rus topraklarından Kazan Tatarlarının oturdukları yerlerle
Ejderhan toprakları arasında Olemburg adlı şehirde bir fitne
ortaya çıktı. Bazılarının rivayetine göre geçen savaşta sulh
anlaşması sırasında yine o İmparatoriçe’nin kocası güya
hayatta imiş. Bu defa da o bölgede ihtilal çıkmasına sebep
olmuş. Her nasılsa bu fitnenin onlara faydası vardır.
Kaberdeylerin Ruslara karşı davranışından sonra o bölgede
fitne eksik olmaz. Kazan Tatarlarında ve Ejderhan’da,
Karakalpak Tatarların da birçok Müslüman ve alim kişiler
vardır. Bunlar Ruslara karşı iyi davranmazlar, Ruslar da
bunlardan çekinir. Hatta bu savaş açıldığı zaman Kaberdeylere,
Kazan ve Ejderhan Tatarlarına özel kağıtlar göndermiş, içinde;
“Osmanlı Devleti’ne galip gelmişken yalnız bize lazım olan
Kırım’la yetindik. Osmanlı Devleti’ni sıkıştırmaktan
vazgeçtik. Bu iyiliğimizi bilmesi lazımken, Osmanlı Devleti
bizi gafil avlayıp üzerimize sefer açtı. Böyle hareket hangi
kitapta vardır? Siz de Müslümansınız, kendi halinde olan adamı
incitmek kitabınızda var mıdır?” diye büyük hile ile biraz
taşkınlık etmiş, olmayacak şeyler yazmış. Bundan da Kabardey
ve Tatarlardan ne kadar çok çekindiği anlaşılır.
Sözü toplarsak, bu fırsatı Osmanlı Devleti elden kaçırmayıp
nasıl mümkünse beş-on bin adamla şu Kaberdeylere yardım
etmelidir. Hazinenin gittiğine bakmayıp Soğucak ve Anapa gibi
ikinci Kırım sayılan yerleri ve kabileler halkı gibi bir alay
askeri elden çıkarmamaya çalışıp uğraşılsın. Bugün için o
tarafın takviyesi farz gibidir. Anapa’da olan Zanoğlu Mehmet
Bey bir şeyini esirgemeyen Osmanlı Devleti’nden bu kadar ihsan
ve nimetlere kavuşmuş iken Kuban’da olan Bahadır Giray Sultan
ve Arslan Giray Sultan ile işbirliği edip geçen yıl Rusları
Anapa üzerine davet etmişlerdi. Hatta gelen tabur içinde
Bahadır Giray Sultanın Rusya’daki oğlu beraberdi diye söylenti
var. Bu üç kimsenin Kuban’dan kovulması lazımdır.
Osmanlı Devleti şunu da bilmelidir. Kabileler halkı, yani
Abaza ve Çerkesler ve hususiyle Kabardeyler; “Biz Osmanlı
Devletinin paşalı askeriyiz. Seraskerin dediğini yapar, onun
emriyle hareket ederiz. Kuban’a gelen Kırım sultanları kendi
milletlerinden olan Tatara yani Nogaylıya söz geçirirler, bize
ancak Osmanlı Devleti’nden tayin edilen paşa emreder,”
diye iftihar ederler. Sultanlardan haz etmediklerinin hikmeti
de bir tarihte Kabardeyler Selatin’den (Kırım
Sultanlarından) bir iki sultanı öldürmüşler. Öldürülen
sultanın kanını bizden dava ederler düşüncesiyle hangi sultan
olursa olsun ondan kuşku duyarlar. Bu yüzden aralarını bulmak
gayet güçtür.
DİPNOTLAR:
1) Gürcistan’da bir kent
2) Mehmed Haşim Efendi: Ferah Ali Paşa’nın Anapa
muhafızlığı görevi süresince onun (1781-1784) katipliğini
yapmıştır. “Fi Ahval-i Anapa ve Çerkes” adlı notları ile Kuzey
Kafkasya ve Çerkesler hakkında önemli bilgiler vermiştir. Bu
defter tesadüfen A. Cevdet Paşa tarafından bulunmuş ve
düzenlenerek “Tarih-i Cevdet”e yayınlanmıştır.
3) Sivil Paşalık rütbesinde mülki amirlik.
4) Çok sayıda imzadan oluşan dilekçeler.
5)
Osmanlı Devletinin
son döneminde
sadrazamlık makamına
ve hükümete verilen ad.
6) Ateşperestlik olarak da bilinen eski İran dini.
7) Vergi veren halkı
8) Katip Çelebi,
Cihannüma ile Coğrafya-yi Kebîr’de “Halis Gürcü itibar olunur”
şeklinde tanımladığı, Safavî kaynaklarında da Gürcistan-ı
seb’a (yedi Gürcistan) dan biri Başıaçuk (Dede Korkut’ta da
geçen İmeret) olarak tanımlanan Gürcülerin yedi kolundan biri. |