Giriş
Üzerinden 137 yıl geçmesine karşın göç
dramını sarmalayan tarihsel belirsizlik örtüsü hala
ortadan kaldırılamamıştır. En yalın gerçek, olayı
tanımlayan terim üzerinde kesin bir birliğin
sağlanamamış olmasıdır. Bu büyük olay “göç”müdür,
“sürgün” müdür, “soykırım” mıdır?
Niçin, nerede, ne
zaman başlamış, nasıl uygulanmış, kimleri içine almış ve
ne şekilde sonuçlanmıştır? Kuzey Kafkas direnişi ve
Çerkeslerin göçürülmesi olayında İngiliz ve Osmanlıların
rolü ne idi? Göçü “soykırım” biçimine dönüştüren
etkenler ve koşullar nelerdi? Tarihteki benzerlerine
oranla ağırlığı ve özelliği ne idi? Olayın günümüze
ulaşan sorunları nelerdir? Bu ve benzeri sorular hala
doyurucu yanıtlar beklemektedir.
Başta Kuzey Kafkasya’nın tarihi olmak
üzere Osmanlı, Rus, İngiliz ve özetle Avrupa siyasal
tarihinin önemli bir kesitini oluşturan bir dönemin
olaylarını, öncesi ve sonrası ile bir bütün olarak ele
alıp irdeleyen eserlerin azlığı şaşırtıcıdır. Bu alanda
standart ölçülerde eser azlığı, hatta yokluğu kolay
açıklanabilir bir olgu değildir. Son zamanlarda konuya
sınırlı ölçüde yaklaşan yayınlar dikkati çekmekle
birlikte söz konusu tarihsel olay bugün de bütün
özgünlüğü ile siyaset ve tarih bilimcilerine sürekli
çağrılar çıkarmaktadır.
Hemen belirtelim ki bu inceleme, böyle
bir çağrıya yanıt olabilecek nitelikte ve kapsamda bir
çalışma değildir. İncelemenin kapsamı, sadece göçün
yoğunluk kazandığı 1864 yılına ait bir kısım İngiliz
belgeleriyle sınırlıdır. Üstelik bu belgeler olaya
ilişkin İngiliz belgelerinin çok küçük bir parçasını
oluşturmaktadır. İncelemenin amacı ise baştan sona bir
insanlık dramına dönüşmüş büyük göç olayından görüntü
kesitleri sunmak, konuya ilgi çekmek ve olayın çok
yönlü siyasal boyutları olduğuna işaret ederek bu alanda
yapılacak çalışmaları özendirmektir.
1864 yılı Çerkes boyları tarafından
Ruslara karşı çok uzun süreden beri sürdürülen direniş
savaşlarının noktalandığı yıldır. Bu tarihin öncesi ve
sonrasına ilişkin olaylar, insanlık tarihinin gölgeli
sayfaları arasındadır. Bu döneme damgasını vuran olgu,
çok sayıda Çerkesin yurtlarından koparılarak sefalet
içinde göçe zorlanmasıdır.
Şamil’in yenilgisini (1859) izleyen
dönemde hızlanan göç dalgaları 1864 yılında doruk
noktasına ulaşmıştır. İşte tarihte “muhaceret” (göç),
“büyük göç”, “sürgün”, “soykırım”, “Yistanbılak’ue”
(İstanbul yolculuğu) gibi adlarla anılan bu olay,
tarihin tanık olduğu büyük dramlardan biridir. Aradan
136 yıl geçmesine karşın olay tüm boyutlarıyla ortaya
konulabilmiş değildir.
Kafkas
direniş savaşları ve göç olayının ardında yatan
nedenlerin yeterince ortaya konulamadığından yakınan bir
Kabardey bilim adamı şöyle demektedir:1
... Kimileri, bu zorlu tarihsel olgular
hakkında kendi kişisel beklenti ve kanaatlerine
dayanarak konuşuyorlar. Bu ise tarihsel gerçeklerin
anlaşılmasını güçleştirmekten başka bir işe yaramıyor.
Bütün bunların nedeni, bu çok önemli konuda yapılan
çalışma ve araştırmaların yetersizliği ile tarih
biliminin buna ilişkin özgün bir bakış tarzının
bulunmamasıdır. Arşivdeki belgeleri gerektiği zaman
değerlendirme özgürlüğü de olmamıştır.
Bir başka
yazar da konunun yeterince işlenmediğinden yakınırken
şunları söylemektedir:2
Bugüne değin Kafkas-Rus savaşlarıyla göç
nedenleri ne siyasal, ne de sosyo-ekonomik yönden
incelenmiştir. Ülkemizdeki tarihler daha çok olaylar
kronolojisi biçiminde değerlendirilmiştir. Eldeki Kafkas
tarihleri de çoğu zaman bu sınırı taşmıyor...
Olayın değerlendirilmesinde ülkeden
ülkeye önemli farklılıklar görüldüğü gibi aynı ülkede
dönemden döneme birbirleriyle çelişen değerlendirmelere
de rastlanmaktadır. Göç olayının baş aktörü olan
Rusya’daki değerlendirmeler bunun tipik bir örneğidir.
1950’li yıllardan önce Rus yazınında
Kuzey Kafkasya topraklarında on yıllardır sürdürülen
direniş savaşları “demokratik” ve “ilerici” olarak
nitelendirilmekte idi. Buna göre yerli halkın direnişi,
Çarlık emperyalizminin “tecavüz” ve “tasallut”una karşı
ulusal bağımsızlık uğruna kahramanca yürütülen bir
savaştı.
Bu
yaklaşımın 1950’lerde aniden değişerek keskin bir “U”
dönüşü yaptığı görülmektedir. 14 Mayıs 1950’de Pravda
gazetesinde yayımlanan bir makalede Kuzey Kafkas direniş
hareketleri Anti-Marksist bir hareket olarak
nitelenmiştir. Makaleye göre direniş mücadelesi tarihsel
realiteye aykırıdır ve onu başka türlü göstermeğe
kalkmak tarihi yanıltmak olur. Olay İngiliz kapitalizmi
ile Türk sultanının tezgahlarında dokunmuş gerici ve
aşırı milliyetçi bir harekettir.3
Bu görüşe göre Dağıstan, Çeçenistan ve
Çerkezistan’da bağımsızlık savaşını sürdüren önderler
feodal sınıfın temsilcileri, geniş halk kitlelerinin
çıkarlarıyla ortak hiç bir yönü bulunmayan “Muhammed
fanatikleri” ve “şovenist”lerdi. Bunların amacı Türkiye
ve İngiltere’nin kanatları altında gerici ve uydu bir
devlet yaratmaktı. Rus İmparatorluğunun tüm diğer
halkları gibi Çar baskısından eziyet çekmekle birlikte
Kuzey Kafkas boylarının baş eğdirilmesi gerçekte onların
İngiliz sermayesinin yönettiği “koloniyal” uluslar
safına katılmalarını önlemiştir.
Marksist-Leninist temele dayandırılan bu görüşler,
aslında Marx’ın geçmişteki tavrına ters düşmektedir.
Çünkü Marx’ın o dönemde Kafkas savaşçılarını özgürlük
savaşçıları olarak selamladığı ve Çarlık emperyalizmini
kınadığı bilinmektedir. İlginç olan nokta Marx’ın o
dönemde İngiliz ve Osmanlı hükümetlerine karşı
eleştirisi, olaya karıştıkları için değil, yeteri kadar
karışmadıkları ve etkili olamadıkları içindir.4
1956’larda
olumsuz değerlendirmelerden bir kez daha uzaklaşıldığı
görülmektedir. Örneğin A.M.Pikman (1956), Şamil’in
önderliğindeki Müridizm’in gerici ve dış kaynaklı olduğu
yolundaki görüşleri eleştirerek bu gibi toptan “mahkum
edici” nitelemelerin gerçeklere ters düştüğünü
belirtmektedir.5
Günümüzde
Rusya’da egemen olan yeniden-yapılanma anlayışı
çerçevesinde sorunun daha özgürce tartışılmaya
başlandığı görülmektedir. Adığe, Abhaz ve diğer Kafkas
halklarının özgürlük savaşlarının ve Türkiye’ye
göçlerinin nedenleri üzerine 24-26 Ekim 1990
tarihlerinde Nalçik’ta düzenlenen bir toplantıda konuyu
çeşitli yönleriyle ele alan bir dizi tebliğ sunulmuştur.
Toplantıya sunulan tebliğleri özetleyen bir yazar şu
yargıya varmaktadır:6
Bu konferansta anlatılan tarihi
gerçekleri halk yığınlarının bilgisine sunma özgürlüğü
uzun yıllar yoktu. Konu hakkında yazanlar da gerçekleri
çarpıtarak ve yalanlara dayanarak yazıyorlardı. Bu
durumun Çarlık zamanında ve Sovyetler devrinde de (1985
Nisan’ına kadar) böyle devam etmesini anlamak güçtür.
Olayların
doğum yeri olan Rusya’da görülen bu inişli çıkışlı
değerlendirmeler söz konusu tarihsel olgunun nesnel
biçimde incelenmesi gereğini bütün çıplaklığıyla ortaya
koymaktadır. Ülkemizde ise bu alandaki çalışmaların çok
yetersiz olduğu söylenebilir. Son zamanlarda bazı
incelemeler7 dikkati çekmekle birlikte özellikle Osmanlı,
Rus ve İngiliz arşivlerine dayalı değerlendirme
gereksinimi bugün de güncelliğini korumaktadır.
Belgelerin Yorumu
Peter
Brock büyük göç olayının öncesini şöyle anlatmaktadır:8
1863 yılı ağustos ayında Abzehler
Ruslarla uzlaşmak zorunda kalmışlar ve böylece direnişin
bütün yükü Ubıh ve Şapsığ’ların üzerinde kalmıştı.
Bununla birlikte, Polonyalılar, Kasım ayında yerli
boyların yardımıyla Rusları savaşta yenilgiye uğratma
başarısını göstermişlerdi. Ancak Çerkeslerin bütün kış
boyunca İstanbul’da peşinde koştukları destek bir türlü
sağlanamamıştı. Bu nedenle 1864 baharında Polonyalılar,
bir yolunu bularak ülkeden ve Ruslardan kaçmayı
başarırlarken geride kalan ve hala bağımsızlıklarını
sürdüren Çerkesler, en sonunda teslim oldular.
Çerkeslerin güçlü askeri üssü Kbaada’nın Ruslar
tarafından 21 Mayıs 1864 tarihinde ele geçirilmesi
üzerine Kafkas Savaşları noktalandı.
Çerkesya’nın düşüşü, bölgedeki boyların
mücadeleyi bırakmalarına ve bunun sonucu olarak
bağımsızlıklarını yitirmelerine ve onbinlercesinin
trajik sürgününe (tragic exodus) yolaçtı. Başka yerlere
göçürülme girişimlerinden umutsuzluğa düşen ve
bağımsızlıklarına aşırı derecede düşkün olan Çerkesler
Rus boyunduruğunda kalmaktansa büyük sayılarla
Türkiye’ye göçü tercih ettiler.
İşte sunduğumuz belgeler bu göçle
ilgilidir. Belgelerin özü, İngiliz Dışişleri Bakanlığı
arşivlerinde yer alan 15 adet resmi yazışma
metinlerinden ibarettir. Belgelere “içindekiler”i
gösteren bir sayfa ile bir Kafkasya haritası eklidir.
Belgelerin dış kapağında “Çerkes Göçmenlerinin
Türkiye’de Yerleştirilmelerine İlişkin Yazışmalar”
ibaresi bulunmakta ve metinlerin 6 Haziran 1864
tarihinde Avam Kamarasına sunulduğu belirtilmektedir.
Belgelerin iç kapağında ise şu ibare bulunmaktadır.
“Çerkes Boylarının Türkiye’ye Göçleri ve Ruslar
Tarafından İçine sokuldukları Sürgün Koşulları ve
Türkiye’ye Kabulleri için Yapılmakta Olan Hazırlıklara
İlişkin Raporlar veya Yazışmalar veya Özetler”.
Raporların ilki 17 Şubat 1864 ve sonuncu
19 Mayıs 1864 tarihlerini taşımaktadır. Bu duruma göre
yazışmalar üç aylık bir dönemi kapsamaktadır.
Yazışmaların ikisi Trabzon, üçü İstanbul, üçü Sohumkale,
dördü St. Petersburg, birer tanesi de Londra, Odesa ve
Paris çıkışlıdır. Raporların üç eki bulunmaktadır.
Bunlardan ilki üç numaralı yazışmanın eki olup Çerkesler
adına İngiltere Kraliçesi’ne sunulan dilekçenin
İngilizce çevirisi, ötekiler ise 12 ve 14 numaralı
yazışmalara eklenen ve St. Petersburg gazetesinden
aktarılan Fransızca alıntılardır.
Belgelerde sergilenen olgular, görüşler
ve yorumlar, belli bir zaman dilimi içinde Türkiye’nin
belli bir köşesine yönelmiş göç dalgasının görüntülerini
yansıtmaktadır. Bitmemiş, devam etmekte olan bir olayı
fotoğraflamaktadır. Göç dalgalarının yöneldiği limanlar
sadece Trabzon ve Samsun’dan ibaret değildir. Göçün bir
de balkanlara (Varna, Köstence) yönelik kısmı vardır.
Bu nedenle bu belgelere bakarak bu büyük
olayın nedenleri, kapsamı, aşamaları, sonuçları ve olaya
taraf olanların tezleri hakkında kesin yargılara varmak,
sonuçlar çıkarmak ve genellemelerde bulunmak
olanaksızdır. Her şeyden önce bu belgeler az sayıda
İngiliz yetkilisinin saptamalarını, görüş ve yorumlarını
yansıtmaktadır. Kaldı ki daha önce de belirttiğimiz gibi
bu belgeler, bu konudaki İngiliz kaynaklarının çok küçük
bir bölümünü oluşturmaktadır. Söz konusu belgelerde yer
alan bilgilerin Rus ve Osmanlı arşivlerindeki bilgilerle
zenginleştirilmesi ve irdelenmesi gerekir.
Bu gerçeklere karşın sunduğumuz
belgelerden olaya ilişkin bazı ipuçları çıkarılamaz mı?
Kuşkusuz iddialı olmamak ve kesin genellemelerde
bulunmamak kaydıyla bu olanaklıdır. Ancak vardığımız
sonuçlar, ister istemez tartışmalara açık geçici
yargılar ve iddialar olmaktan öteye geçemeyecektir.
Çünkü açıklamalarımız yazışmalarda yer alan bilgilerle
sınırlıdır. Hemen belirtelim ki, açıklamalarımızda zaman
zaman yazışma belgelerinin dışına çıkarak bazı ek
bilgilere ve kaynaklara da yer verdik. Bundan amaç
yazışma metinlerinden edindiğimiz izlenimleri
somutlaştırmak ve netleştirmektir. Bu vesile ile
yorumlarımızın yazışma belgelerinin verdiği olanaklarla
sınırlı olduğu gerçeğini bir kez daha vurgulamak
istiyoruz. Yazışma belgelerine dayanarak aşağıda göçün
“niteliği”, “koşulları”, “kapsamı”, ve
“yönlendirilmesine” ilişkin bazı saptamalarımızı
sunuyoruz.
Göçün niteliği:
“Zorunlu Göç” ya da “Sürgün”
Belgelerin verdiği ilk izlenim, olayın
zorlanmış, seçme hakkı fiilen ortadan kaldırılmış bir
göç ve sürgün olayı olduğudur. Bu olayda birbirine
karşıt iki gücün aynı doğrultuda birleştikleri ve etkili
oldukları söylenebilir. Bunlardan ilki Rusların
zorlayıcı ve itici gücü, ikincisi ise Osmanlıların ve
başka odakların çekici ve özendirici etkisidir. Ancak bu
iki güçten Rusların itici gücünün, başka bir deyişle
Ruslar tarafından uygulanan sindirme ve yok etme
politikalarının belirleyici olduğu anlaşılmaktadır.
Aşağıdaki alıntılar Rusların uyguladığı zorlayıcı
politikalara işaret etmektedir:
Rus birlikleri kıyıda toprak kazandıkça
işgal edilen yerlerde bulunan yerli halkın hiç bir
şekilde orada kalmalarına izin verilmemekte, yerli halk
ya Kuban ovalarına ya da Türkiye’ye göç etmeye
zorlanmaktadır. (4 No.lu rapor)
Gerçekten yaşadıkları topraklar, ateş ve
kılıçla harabeye çevrildikten sonra Kuban steplerine
nakledilmeyi ve böylece işgalcilere düzenli asker
kaynağı haline gelmeyi reddeden Dağlıların önünde
Türkiye’ye göç etmek dışında bir seçenek kalmamıştır. (5
No.lu rapor)
Rus hükümetinin, halen silahlı bulunan
bütün Dağlıları ne pahasına olursa olsun yurtlarından
kaldırmaya uzun süredir kararlı olduğu anlaşılmaktadır.
(13 No.lu rapor)
İmparator, (Ubıhların) isteklerini kabul
etmemiş, ya savaş ya da Kuban veya Türkiye’ye göç etme
seçeneklerinden birini tercih etmelerini istemiştir. (13
No.lu rapor)
Bu saptamaları destekleyen bilgilere
başka kaynaklarda da rastlamak olanaklıdır. 1859’u
izleyen dönemde Çerkes boylarınca sürdürülen direniş
hareketleri bir yandan acımasızca bastırılırken, öte
yandan sürgün önlemlerinin büyük bir hızla uygulamaya
konulduğu görülmektedir. Aşağıdaki alıntı bu gerçeği
yansıtmaktadır.
Savaş son derece acımasızca cereyan
ediyordu. Biz geri dönülmesi imkansız tarzda ve askerin
bastığı her toprak parçasını son ferde kadar Dağlılardan
temizleyerek adım adım ilerliyorduk. Kar erir erimez ve
ağaçlar yeşermeden önce (Şubat ve Mart’ta) yüzlerce dağ
köyleri ateşe veriliyordu. Ekinler atlara yediriliyor
veya çiğnetiliyordu. Köy nüfusu gafil avlandığı
takdirde, derhal asker muhafazasında en yakın Kazak
köyüne götürülüyor ve oradan Karadeniz sahillerine ve
daha sonra Türkiye’ye sevk ediliyordu. Bizim yaklaşmamız
sırasında boşalan kulübelerde çoğu zaman masanın
üzerinde, içinde kaşığı ile beraber henüz soğumamış
lapaya, üstünde iğne takılı tamiri yarıda kalmış
elbiselere, döşemeye bırakılmış çocuk oyuncaklarına
rastlanıyordu. Bazen askerlerimizin şerefiyle mütenasip
çok nadir, canavarlığa kadar varan hunharca hareketler
de yapılıyordu. (M.Venyukov)9
Acımasızca davranışlara örnek olarak 1863
yılında The Free Press gazetesinde yayımlanan
Fransız kaynaklı bir haber dikkat çekicidir:
Şapsığ ülkesinin Hafia köyünde bir
yamyamlık sahnesi sergilenmiştir. Köy erkeklerinin
cephede ileri hatlarda bulunmasını fırsat bilen Çarın
Askerleri köydeki savunmasız halkın üzerine üşüşerek
onları öldürmüş, evlerini yakmış ve mallarını
yağmalamıştır.
Kurbanlar arasında 18 yaşlı kadın, 8
çocuk ve 6 yaşlı erkek bulunmaktadır. Öldürülen
kadınların birinin cesedine şu sözcükleri içeren bir
yafta iliştirilmişti: “Haydi git, yardım için
temsilcilerinizi gönderdiğiniz İngiltere Kraliçesi’ne
şikayet et!” Küçük bir çocuğun cesedinde de şu yazı
okunuyordu: “Koruyucunuz Türklere kendini satacağına
burada kal!” Yine gözleri oyulmuş yaşlı bir erkeğin
cesedinde de şu yazı okunmakta idi: “Git temsilcilerinle
buluş, Paris’te iyi göz doktoru bulabilirsin!” (The Free
Press, 1 Aralık 1863)
Daha 1861’lerde Maykop kalesini ziyaret
eden II.Alexandr’ın kendisiyle uzlaşmak isteyen
Adığe’lere şu yanıtı verdiği belirtilmektedir:10
Düşünmek için size bir ay süre tanıyorum
bir ay sonra Kont Yevdokümov’a Kuban ırmağı boyunca
gösterilecek yerlere yerleşme ya da Türkiye’ye göç etme
şıklarından birini kabul ettiğinizi bildirmeniz
gerekiyor.
Göçün 10. yılı nedeniyle 1874’te
yayımladığı makalesinde Lapinski şöyle demektedir:11
1864 Nisan ayında pek çok Adığe boyu
Grand Dük Michael’e boyun eğdiklerini bildirdiler.
Kendilerine, bir ay içerisinde göç etmeyen ve dağlarda
kalacak olan tüm Çerkeslere savaş esiri muamelesi
yapılacağı bildirildi. Hedef, onların boşalttığı köylere
Don ve Karadeniz kazaklarını yerleştirmekti. 1864
yılının kış mevsiminden 10 temmuza kadar 236.718’den az
olmayan sayıda Çerkesin ki bunların 61.359’u Rus desteği
ile-gemilerle taşındığını öğrenmişsek, bu bize göçmen
dalgalarına uygulanan cebir hakkında bir fikir verir.
Bu bilgiler göçün zorlayıcı yönünü ortaya
koymaktadır. Başka bir deyişle Ruslar tarafından
uygulanan baskı, terör, kıyım ve zorunlu iskan gibi
önlemler, göçü kaçınılmaz hale getiren temel
etkenlerdir. Öte yandan bu olayda özendirici bazı
davranış ve önlemlerin de varlığı dikkati çekmektedir.
Örneğin daha 1862’lerde Kafkasya’da göçü teşvik için
özel göç komisyonları oluşturulduğu ve Türkiye’ye göç
edeceklere birer “tümen” ödenmesinin ne ölçüde
uygulandığı bilinmemekle birlikte-öngörüldüğü
anlaşılmaktadır. Ayrıca Osmanlıların tutumu da
önemlidir. St. Petersburg’tan gönderilen 13 No.lu
mektupta İngiliz büyük elçisi kişisel kaygısını şöyle
yansıtmaktadır.
Bu sonucun doğmasında daha başlangıçtan
itibaren sürekli biçimde göçü teşvik etmiş olan
Türklerin katkısı büyük olmuştur. Ancak bir süre sonra
bu tutumun doğurduğu sıkıntıları görünce, geç kalmış bir
hareketle bu defa Rus hükümetinden göç hareketlerini
yavaşlatmasını ve kendisinin tahrik ettiği bu akımı
düzenlemesini istemek durumunda kalmıştır.
Bu arada kimi yerli önderlerin de göçü
teşvik ettikleri söylenebilir. Örneğin Musa Kundukov
anılarında “iki şerden azını seçmemiz gerekiyor(du)
demektedir.12
12 biçimine dönüşmesinde Rusya’nın zorlayıcı tutumunun
belirleyici olduğu sonucuna varılabilir.
Göç koşulları: “Sefalet”, “Hastalık” ve “Ölüm”
Yazışmaların en çarpıcı yönü olayın
insanlık dramına dönüşen görüntülerini bütün
çıplaklığıyla sergilemesidir. Bu yönüyle belgeler büyük
değer taşımaktadır. Gerçekten 1864’lerde yaşanan olay,
tanımı olanaksız bir dramdır. Korku, umutsuzluk, açlık,
sefalet, hastalık ve ölüm. İşte Çerkes göçmenleri bu
altı belayı aynı anda birden yaşmışlardır. Aşağıdaki
alıntılar yaşanan dramın iç karartıcı görüntülerini
ortaya koymaktadır.
Çerkes göçmenlerinin bu kentte
(Trabzon’da) yığılmaları ciddi bir sorun haline gelmiş
bulunmaktadır.... Buraya ulaşabilenlerin yüzlercesi,
daha önce çektikleri sefalet ve açlığa ek olarak şu anda
hastalıklarla boğuşmaktadırlar.... Hastalık gerek Çerkes
göçmenler, gerek yerli halk arasında korkutucu biçimde
yayılmaktadır. Tifüsten ölenlerin sayısı artmıştır.
Panik büyük ve yaygındır. Herkes kenti terk etme
hazırlığı içindedir. Erzak kıtlığı başlamıştır.... Elde
edilen bilgilere göre aralık ayından Şubata kadar
ölenlerin sayısı 3.500’ü bulmuştur. Bunlardan 3000’i
Çerkes, 470’i Türk, 36’sı Yunan, 17’si ermeni 9’u
Katolik ve 6’sı Avrupalıdır. (1 No.lu rapor)
Bu çaresiz insanların durumu görgü
tanıklarının ifadesine göre yürekler acısıdır. Acele ile
yola çıkma zorunluluğu nedeniyle teknelerin aşırı
yüklenmesi sonucu sık sık facialarla karşılaşmışlar ve
savaş ve açlıktan arta kalan bir miktar at ve
sığırlarını bir kaç ruble karşılığında elden çıkarmak
durumunda kalmışlardır. (5 No.lu rapor)
İstilacılardan kaçmak için başvurmak
zorunda kaldıkları yöntemler nedeniyle verdikleri
kayıplar insanlık için dehşet vericidir. (3 No.lu rapor)
Göçmen akını her gün devam ediyor. Dün
Akçakale ve Sarıdere’de birikenlerin sayısı 25.000’i
bulmuştur. Ölüm oranı günde 120-150 dolayındadır. Halen
Samsun’a 35-40.000 arasında göçmen indirilmiştir.
Hastalık tehlikeli ölçüde bu bölgeye sıçramıştır. Son 48
saat içinde Samsun’da 500 kadar Çerkes göçmeni ölmüştür.
Fırıncılar korkudan fırınlarını kapatarak kenti terk
etmişlerdir. Bu yüzden kent bir kaç gündür ekmeksiz
kalmıştır.... Şu anda Trabzon’da bulunanlar Ubıh boyu
mensuplarıdır.... Temizlik kurallarına uymamaları
hastalığın bastırılmasını engellemekte ve korkutucu
salgınlara neden olmaktadır. Sıkışık düzende
bulundukları için hızla birbirini enfekte etmektedirler.
Yerel makamlarca dağıtılan yiyecek ve giyecek
istihkaklarını ve çocuklarını bir kaç kuruş karşılığı
satıyorlar. Kefen bezlerini çalmak için geceleri
ölülerini mezardan çıkarıyorlar e cesetleri açıkta
bırakıyorlar. Son zamanlarda bazıları ölüm olaylarını,
salt ölenlerin istihkaklarını almaya devam edebilmek
için yerel makamlardan saklıyorlar. Nitekim geçenlerde
çadırların birinde 2 gündür saklanmakta olan bir ceset
bulunmuştur. (15 No.lu rapor)
Yukarıdaki
alıntılar göçmenlerin içinde bulunduğu koşullar hakkında
bir fikir vermektedir. Sık sık yinelediğimiz gibi bu
yazışmalar 1864 yılının belli bir dönemine ilişkindir.
Aslında göçün daha önce başladığı anlaşılmaktadır.
Örneğin 1860’larda İstanbul'a düzensiz biçimde dökülen
göçmenlerin durumunu Vak’a Nüvis Ahmet Lütfi Efendi
şöyle anlatmaktadır:13
O esnada Kafkasya tarafları Ahali-yi
Müslimesinden ve Çerkes ve Abaza ve Nogay taifesinden
bir çok aileler fevç fevç Memalik-i Mahrusa’ya dökülmeye
başladılar. Bunların bir takımı mevsim-i şitda
çerkezistan sevahilinden çırlak-çıplak can atarak ve
iskele kenarlarına kar yağışta dökülüp kaldılar.
Bunların ahval-i müteellimelerine yürekler dayanmak
kabil değildi. İskan edilecek mahallere sevk
olunmalarına ise, şiddet-i şita mani olduğundan,
havaların müsaadesine kadar barınmaları esbabının
istihsaline devletçe fevkalade olunan himmet ve gayret
pek büyük inayet idi.
Lapinski
de 1864 göçünün dramatik yönünün şöyle
görüntülemektedir:14
Alınmış tüm önlemlerin yetersizliği
nedeniyle kısa süre içinde salgın hastalıklar ortaya
çıktı ve ölüm oranı çok yüksekti. Trabzon limanına
çıkmış olan 100.000 kadar kişiden on bin kadarını daha
Şubat ayında ölümcül hastalıklar alıp götürdü ve
aralıksız gelen binlerce insanla bu kıyılarda kalabalık
iyice arttı. Doğal olarak tehlikeler büyüdü. Nisan
ayında biçarelerin sayısı Trabzon'da 70.000’e, Samsun’da
30.000’den 70.000’e yükseldi. Avrupa’ya Haziran ayında
gönderilen Çerkeslerin sayısı 35.000 idi. Trabzon’da
24.000 göçmenden Nisan ayında her gün ölenlerin sayısı
400’den fazla idi. Büyük kamplara yerleştirildikleri
Gerede’de kayıplar günde 300 kadar, Samsun’da ise
500’den çoktu. Sefaletin en büyüğü burada idi. İtalyan
hekim Dr. Barozzi’nin raporlarına göre insanlar uzun
süre bitkiler, bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla
yetinmek durumunda kaldılar.
Göçe Büyük Devletlerin Bakışı:
Karmaşık ve Çelişkili
Yazışmalardan çıkarılabilecek bir sonuç
da olayla ilgilenenlerin bakışlarına egemen olan
“motif”lerin karmaşıklığıdır. Ruslar, savaş galibiyetini
“kendileri için iyilik düşünmeyen” bu savaşçı boylardan
toptan ve kesin biçimde kurtulmak için fırsat olarak
kullanmak isterken, göç olayının sorumluluğundan
sıyrılma istekleri de dikkati çekmektedir. Örneğin St.
Petersburg’tan gönderilen raporda, İngiliz büyükelçisi
Prens Gortchakoff’a, Türkiye’ye iltica eden Çerkes
göçmenlerine çıkarılan güçlüklerden ve 300.000 göçmenin
Türk maliyesine yüklediği yükle ilgili İngiliz basınında
çıkan eleştirilerden söz ettiğini ve şu cevabı aldığını
yazmaktadır.
“Çerkeslerin ülkelerini terk etmekte
ısrar ettikleri ve Çarlık hükümetinin bundan esef
duyduğunu, bu boyların dağdan indirilmelerinin şart
olduğunu, bunlara ovada ikamet etmeleri için önerilerde
bulunulduğunu, ancak onların bu önerileri
reddettiğini... şayet Türk hükümeti bu yüzden büyük
masraflara girmişse bunun karşılığında İslam dinine
mensup bir nüfusu da kazandığını ve bunun da Türk ordusu
için bir kazanç olduğunu” belirtmiştir. (10 No.lu rapor)
Yine 13 No.lu raporda Grand Dük
Michael’in saptamalarına yer verilmektedir.
Grand Dük bu kimselerin hayvanlarına
sahip olduklarını, kendilerine ekmek dağıtıldığını ve
sağlık koşullarının da ileri sürüldüğü kadar kötü
olmadığını doğrulamaktadır. Salgın bir hastalık söz
konusu değildir. Sıkıntılar daha çok Türkiye’ye yapılan
yolculuk sırasında ve Trabzon’a çıkıldıktan sonra
çekilmektedir. Bu sıkıntıların nedeni göçmenlerin üzücü
biçimde Trabzon’a yığılmaları, yönetim yetersizliği ve
Sultan tarafından gönderilen yardımların gereği gibi
uygulanamamasıdır.
14 No.lu raporda ek olarak Journal de St.
Petersburg gazetesinden alınmış bir yazının özetine yer
verilmekte ve resmi Rus görüşü şöyle yansıtılmaktadır:
Kafkas yüksek yetkilileri Dağlılara ya
Kuban kıyılarında belirtilen noktalara yerleşmeleri veya
Türkiye’ye göç etmelerini önererek bu iki seçenekten
birini seçmekte tamamen serbest bırakmışlardır. Bugüne
kadar Dağlılar, Kafkas yetkililerince hiç bir kontrole
tabi tutulmaksızın göç etmekteydiler. Türk tekne
sahipleri Dağlı göçmenlerle doğrudan pazarlık yapıp
onları yalnız kontrolümüz dışında değil, aynı zamanda
nüfuzumuzun dışında bulunan kıyılardan alıyorlardı.
Bundan dolayı belli bir tonajdaki bir gemiyle taşınan
kişilerin miktarı ve taşınma sırasında karşılaşılan
muameleler Dağlılarla gemi sahipleri arasında bir
sorundur.
Kuzey
Kafkas boylarınca yürütülen direniş savaşlarına karşı
öteden beri sempati ile bakmalarına karşın eylemli bir
yardıma bir türlü yanaşmayan15
İngilizlerin, göç olayının dramatik görüntüsünden
etkilendikleri ve karmaşık düşüncelerle göç olayını
yönlendirmeye çalıştıkları görülmektedir. Örneğin
İstanbul’dan gönderilen mektupta büyükelçi şöyle
demektedir:
Bu talihsiz sürgünlere kucak açmanın bir
biçimi, bunları İmparatorluğun değişik bölgelerinde
çeşitli köylere, her 4 Türk ailesine bir Çerkes ailesi
düşecek biçimde dağıtmaktır. Bu çözüm, kuşkusuz en ucuz
olmakla birlikte her halde en kötüsüdür. Bu yol
durumları esasen kötü olan Türk köylüsünün sefaletini
arttırır. Fakir Çerkeslere belki az da olsa bir yaşama
şansı sağlar, ama bu yenilmez savaşçıların gücünü böler,
dağıtır ve yok eder. Hem Türkiye, hem de Avrupa için
uygun düşecek politika şu olmalıdır. Bu yiğit sürgünleri
Karadeniz’den Erzurum’a kadar uzanan topraklara
yerleştirmek.... Dahası var. Şayet bu kimseler bir tür
askeri koloni biçimine dönüştürülebilirse halen Türk
nüfusunun tarımsal kesimi üzerinde ağır bir yük
oluşturan Türk ordusu için yeni bir kaynak da yaratılmış
olur. Ayrıca tam bu yerde ve zamanda Çerkes nüfusun
yararlı biçimde kullanılabileceği büyük bir hedef de
var. Trabzon’dan Erzurum’a yapılacak bu yolun ne kadar
gerekli olduğu yüksek malûmlarınızdır.... Çerkes göçünün
belirli bir bölümü bu yolun yapımı için ayrılabilir....
Böylece bir yandan Osmanlı ordularının acil kaynak
ihtiyacını karşılama, öte yandan Osmanlı tarım nüfusunun
yükünü hafifletme ve nihayet yalnız Osmanlılar için
değil bütün dünyanın yararına olan bir inşaat projesinin
gerçekleştirilmesi gibi çeşitli yararlar bir araya
getirilmiş olacaktır.
Osmanlıların ise göç için hazırlıklı
olmadığı anlaşılmaktadır. İngiliz diplomatlarınca
hazırlanan raporlarda bu husus açıkça ortaya
çıkmaktadır. Yazışmalarda dikkati çeken ifadeler Bab-ı
Ali’nin durumunun vehameti konusunda uyarılmasına
ilişkin ifadelerdir. Örneğin 1 No.lu raporda “Çerkes
göçmenlerin bu kentte (Trabzon’da) yığılmaları ciddi bir
sorun haline gelmiştir... Durumun İstanbul hükümetinin
dikkatlerine ivedilikle sunulması gerekir... Trabzon
valisi emin Paşa, bu bahtsız insanların durumunu
hafifletmek için elinden geleni yapmaktadır, ancak
elindeki olanaklar son derece sınırlıdır” denilmektedir.
7 No.lu rapora göre “Osmanlı hükümeti
iltica isteklerini yerine getirmek istemektedir.
Ancak... olanakları oldukça kısıtlıdır. Bugüne kadar
yaptıkları 200.000 lira sarf etmekten ibaret olup bu
miktar görece çok azdır”.
12 No.lu raporda “Bu yük (İskan yükü),
Türkiye tarafından cömertçe, fakat acele ile kabul
edilmiştir” denilmekte ve 13 No.lu raporda da “Bu
sonucun doğmasında daha başlangıçtan itibaren sürekli
biçimde göçü teşvik etmiş olan Türklerin katkısı büyük
olmuştur. Ancak bir süre sonra bu tutumun doğurduğu
sıkıntıları görünce, geç kalmış bir hareketle bu defa
Rus hükümetinden göç hareketini yavaşlatmasını ve
kendisinin tahrik ettiği bu akımı düzenlemesini istemek
durumunda kalmıştır. Durum bu olmakla birlikte
göçmenlerin hep birlikte ve yoğun biçimde sahilde
toplanması hem Türkleri hem de Rusları şaşırtmıştır”
denilmektedir.
Bu tespitler, göç olayına büyük
devletlerin kendi çıkarları açısından baktıklarını ve
özellikle İngiliz ve Osmanlıların göçü baştan önlemek
istemedikleri veya önleyemediklerini, bu olayı daha
sonra yönlendirmeye çalıştıklarını göstermektedir.
Göçün Kapsamı: Yaygın ve Kitlesel
Belgeler, göçün yaygın ve kitlesel
olduğunu göstermektedir. 3 No.lu yazışma belgesinde
“Rusların Çerkezistanda sürekli olarak ilerlemeleri ve
yerli halka yaptıkları kötü muamele, Çerkeslerin
ülkelerini hemen hemen bütünüyle terk etmeleri sonucunu
doğurmuştur” denilmektedir. 7 No.lu belgede ise
Çerkeslerin Osmanlı ülkesine büyük ölçüde ve ani olarak
göçürüldüklerine işaret edildikten sonra “Savunmaları
ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden bir kaçış var şu
anda. Komşu bir imparatorluğa sığınma olanakları
arıyorlar. Kısacası Çerkezistan artık yoktur”
denilmektedir.
12 No.lu yazışmaya ek olarak sunulan bir
belgede (St. Petersburg gazetesinde yayımlanan bir yazı)
kitlesel temizliğin tamamlandığı ve geride kalanların
artık kendileri için –Ruslar için- bir tehlike
oluşturmayacağı şöyle ifade edilmektedir.
İşte böylece karşı koyan boyların
sonuncuları ve en inatçılarının da direnişi, Kafkas
birliklerinin sebatkarlığı ve olağanüstü çabaları
sayesinde kırılmış oldu. Askerlerimiz, bütün dağları
taramadan ve buralarda oturan sonuncularını da dağlardan
kovmadan Kafkas Savaşı’nın tamamen bitmiş sayılmayacağı
aşikar olmakla birlikte bundan böyle hiç bir yerde
inatçı direnişlerle karşılaşılmayacağı ümit edilmekte ve
sayıca az oluşları nedeniyle dağların boğaz kısımlarında
kalan boyların bundan böyle bizim için en ufak bir
tehlike arz etmeyeceği sanılmaktadır.
13 No.lu belgede St. Petersburg’taki
İngiliz Büyükelçisi göçün kitlesel niteliğini şöyle
belirtmektedir.
Son iki yıldır izlenen politika şu
olmuştur: Askeri birlikleri ve Kazakları ileriye doğru
sürmek ve kuzeyde Kuban havzasına doğru yukarı vadilere
yavaş yavaş fakat emin bir biçimde yerleştirmek ve
böylece en sonunda en yüksek istihkama ulaşıncaya kadar
her adımda yerli halkı yurtlarından ederek Güneyde
Karadeniz’e doğru alçalan vadilere itmek ve bu
bölgelerin yabanıl ve kendi başlarına buyruk halkını
kitlesel olarak sahillere sürmek.
15 No.lu belgede İngiltere’nin Trabzon
başkonsolosu aldığı haberi şöyle iletmektedir.
“Haberlere göre Ruslar, bütün göçmenlerin Mayıs ayı
sonuna kadar ülkelerini terk etmelerini istemektedir”.
Bütün bu tespitler göçün yaygın ve kitlesel bir sürgün
olduğunu düşündürmektedir.
Belgelerde göçürülen kişilerin sayısı
hakkında çelişik bilgiler verilmektedir. Bunu bir ölçüde
doğal karşılamak gerekir. Çünkü verilen bilgiler
yetkililerin gözlem ve duyumlarına dayanmaktadır. Burada
dikkati çeken nokta Rusların rakamları küçük göstermek
için özel bir çaba içinde gözükmeleridir. Rus Savaş
Bakanlığı, bu rakamın 100.000’den fazla olmadığını
belirtirken, Avrupa gazeteleri bu 300.000 olarak
göstermektedir. Bu sayıların yer aldığı 12 No.lu yazışma
belgesinde St. Petersburg’daki İngiliz Büyükelçisi
tahmin güçlüğünü şöyle ifade etmektedir.
Mart ayında yalnız Tuapse nehrinin denize
ulaştığı noktada 30.000 göçmenin ayrıldığı doğrulanmış
olup 50.000’inin de sahilin çeşitli yerlerinde ayrılmak
üzere beklemekte olduğu belirtilmektedir. Bir çoğunun
ise daha önce göç ettiğini biliyoruz. Öte yandan göç
akımının sona erip ermediği de belli değildir.
Gerçek
rakamın belirtilen sayının çok üzerinde olduğu
söylenebilir. Çeşitli kaynaklarda bu sayının yarım
milyon ile bir buçuk milyon arasında olduğu
belirtilmektedir.16
Sonuç
Bir kısım İngiliz belgeleri ile sınırlı
olarak yukarıda ileri sürülen düşünceler ve yapılan
yorumların öteki kaynaklarla zenginleştirilmesi
gerekmektedir. Bu çerçevede söylenebilecek şey olayın
çok yönlü ve karmaşık bir niteliğe sahip olduğudur.
Doğdukları toprakları, görülmemiş bir kahramanlıkla
savunduktan sonra terk etmek zorunda bırakılan ve
dizleri üzerinde yaşamaktansa ayakları üzerinde ölmeyi
yeğleyen ve özgürlüklerini her şeyin üzerinde tuttukları
için tarifi imkansız bedeller ödeyen bu yiğit insanların
yaşadıkları büyük dram, değerlendirilmek üzere tarihin
nesnel yargısını beklemektedir.
DİPNOTLAR
1
Qumuqu Tığhuen’den aktaran: Kafdağı Dergisi, Sayı
43-46 (Ağustos 1990-Ocak 1991), s.14.Kabardey-Balkar
Özerk Cumhuriyeti Devlet Üniversitesi’nde öğretim üyesi
Prof.Dr.Tığhuen’nin 22 Mayıs 1990 tarihli Lenin Nur
gazetesinde yayımlanan makalesi.
2
Murat Yağan (çev.), General Musa Kundokov’un Anıları
(İstanbul: Kafkas Kültür Dernekleri yayını, 1978), s.3.
3
Peter Brock, “The Fall of Circassia: A Study in Private
Diplomacy”, English Historical Review, Cilt 71
(Temmuz 1956), s.401.
4
Brock, s.427.
5
Brock, s.407.
6
Beykhul Toğhan, “Gerçekler Güneş Gibidir, Bulutlar
Gizleyemez”, Kafdağı Dergisi, Ankara, Sayı 43-46
(Ağustos 1990-Ocak 1991), S.91.
7 Nihat Berzeg, Tehicir-es Şerakise
(Çerkeslerin Sürgünü, Amman: Savt-el Nartıyyun, 1987);
İzzet Aydemir, Göç: Kuzey Kafkasyalıların Göç Tarihi
(Ankara: Gelişim Matbaası, 1988); Rahmi Tuna,
“Çerkeslerin Kafkasya’dan Göçü”, Kafkasya Üzerine Beş
Konferans (İstanbul: Kafkas Kültür Derneği Yayını,
1977); Kemal H.Karpat, “The Status of the Muslim under
European Rule: The Eviction and Settlement of the
Çerkes”, Journal of the Institute of Muslim Minority
Affairs, Cilt 1, No.2; Marc Pinson, “Ottoman
Coloniztion of the Circassians in Rumili after the
crimean War”, Etudes Balkaniques, 1972, 9o.3.
8
Brock, s.425.
9
M.Venyukov, “Ki isteroii zaseleniya zapadnogo Kavkaza”,
Russkaya starina, 1878, Kitap 22, s.249’dan
aktaran B.Baytugan, Kuzey Kafkasya Dergisi,
No.61, Münih (Nisan 1973). Bu yazının ayrı basısı:
Samsun Kafkas Kültür Derneği, Genel Konular Dizisi,
No.1.
10 Abrec Almir, “Size Bir ay Süre Tanıyorum”
(Çev. C.Hapi), Kafdağı Dergisi, Sayı 43/6, Ankara
(Ağustos 1990-Ocak 1991), s.26.
11
Theophil Lapinski, “Çerkeslerin Kafkasya’dan Göçü”,
(1874), Kafdağı Dergisi, Sayı 43/46 (Ağustos
1990-Ocak 1991), s.23.
12
Yağan,
a.g.e. s.66
13
M.Münir Aktepe (der.), Vak’a Nüvis Ahmet Lütfi Efendi
Tarihi, Cilt X (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,
1988), s.155-156.
14
Lapinski, a.g.m. s.23.
15 Örneğin Osmanlı kaynaklarında İngilizlerim
sembolik yardımına şöyle değinilmektedir: “…O esnada
peyderpey memalik-i mahrusaya hicret etmekte olan Çerkes
muhacirlerine ianeten Londra’dan üç yüz kıyye mikdarı
peksimed itasına karar verildiği alem-i İslamiyet’çe
memnuniyeti mucip oldu.” (M. Aktepe, a.g.k. s.123)
16
İzzet Aydemir, a.g.e. s.108-109; Meydan Larousse,
5.cilt, s.252. |