-
Bir türlü; adı Türkiye
Cumhuriyeti olan bu ülkenin sahipleri
Türklerdir; Lazlar, Çerkezler,
Ermeniler... değildir diyemiyor!
-
Perinçek'in yazısından
hareketle Laz, Çerkez, Abaza, Arnavut'un
yanında Rum, Ermeni, Musevi ve Süryani'nin
"Türk kavramının alt kültürü" olduğunu
algılıyor ve öyle takdim etmeye çalışıyor
-
Türkiye'de bulunanlar mikro
organizmalar halinde hayatiyetlerini devam
ettirmeye çalışmaktadırlar. Yurt dışında
ise Ermeniler Ermenistan'da, Rumlar
Yunanistan'da, Arnavutlar Arnavutluk'da,
Museviler İsrail'de, Çerkezler
Karaçay-Çerkez Muhtar Cumhuriyetinde,
Abaza'lar Abaza Muhtar Cumhuriyetin'de
yaşamaktadırlar.
-
Cumhuriyet ortak bir millet
yaratmamıştır. Bizim böyle bir endişemiz
olmamalıdır. Çünkü Türk Milleti Cumhuriyet
kurulmadan önce de vardı.
Ama gelin önce isterseniz
"akıllı Türk" olmanın yollarını araştıralım.
Magazin Gazetecileri Derneği'nin "Ödül
Gecesini" seyrediyoruz televizyonda. Bilmem
hangi dalda ödül kazanmış bir şarkıcı
çağrılıyor sahneye ve o gelirken salon
alkıştan yıkılıyor. Şarkıcı mikrofonu alıyor,
olabildiğince romantik olmaya çalışan bir
ifade ve üç günlük sakalıyla "Sırılsıklam aşık
olsam" demeye başlıyor.
"Aşık" kelimesiyle şapkayı "a"nın değil,
"ı"nın üzerine koyarak..Siz de aynen öyle
söylemeyi bir dener misiniz lütfen? Salon yine
de alkıştan yıkılıyor...
Ben "akıllı Türklerin", önce böyle bozuk
telafuzlu Türkçe konuşmamakla, söz ve şarkı
dinlememekle işe başlayacaklarını
düşünüyorum..
Aynı gece... Önce Ahmet Kaya adlı birisi
"Kürtçe şarkı söyleyeceğim. Klibim de Kürtçe
olacak. Yayınlamayanı perişan ederim" diyor.
"Korumalarıyla beraber" bulunduğu masaya
çatal, bıçak atılıyor, protesto ediliyor,
tepki olarak "Onuncu yıl marşı" ve
"Memleketim" şarkıları okunuyor.
"Memleketim"in; bir Yahudi bestesine Türkçe
söz yazılarak piyasaya sürülmüş bir şarkı
olduğunu oradakilerden kaç kişi biliyor acaba?
Ve arkadan gecenin "büyük"
sürpizi... Uzun zamandır dargın olan biri
bıyıklı ve sinekkaydı traşlı, diğeri üç günlük
sakallı iki şarkıcı, İbrahim Tatlıses ve
Mahsun (z ile değil) Kırmızıgül; sahnede
alkışlar ve tezahüratla barıştırılıyor.
Tatlıses yanılmıyorsam
babasının Arap, annesinin Kürt asıllı
olduğunu; Kırmızıgül de doğrudan kürt olduğunu
söylemişlerdi bir süre önce..
Seher Dilovan da "Alevi
Kürt'üm, ana dilimde özgürce türkü söylemek
istiyorum" dememiş miydi Ali Kırca'nın
meydanında?..
Ben "akıllı Türk'lerin";
numaratör Cumhuriyetçiler ile sanal
demokratların "Türk Sanat Müziği zaten saray,
hatta Bizans müziğidir" diyerek küçümsemeye
çalışmalarına metelik bile vermeden, Türk
olduğunu açıkça ifade etmekten çekinmeyen Türk
sanatçılarından Türkü ve Türk muziği dinleme
zevkine varmanın yollarını araştıracaklarına
inanıyorum.
Ben "akıllı Türk'lerin" adı
geçen sanatçılara bu fırsatı; sahneleri
kanserli hücreler gibi işgal eden dönme,
travesti, homoseksüel, lezbiyen veya fahişe ve
de "roman" sahne erbabına rağmen vereceklerine
inanıyorum.
Bir başka "reyting canavarı"
yarışma programı...
Bir
masada KKTC'den gelen dört yarışmacı.
Karşı masaya ise reyting düşkünü sunucu,
"Fedon"u çıkarmayı uygun bulmuş... Programın
ilerleyen "saatlerinde" Fedon bir fırsatını
bulup, Kıbrıs Türklerine bakarak
"komşularımız" deyiveriyor...
Yani TC nüfus kağıdı ve pasaportu sahibi
Fedon, Rum asıllı olduğunu bu nüfus kağıdının
arkasına saklanarak örtebiliyor ve onların
koruyucu kalkanı sayesinde; tamamen kendi
isteği dışında kaynaklanan nedenlerden dolayı
uzun yıllar İngiliz sömürge vatandaşı olarak
yaşamak zorunda kalan Kıbrıs Türk'üne
"komşularımız", yani ne de olsa eh işte
komşu... ama "bizden" değil; demek istiyor,
dokunduruyor, ihsas ediyor.
Ben
"akıllı Türk'lerin", önce reyting denilen
ahlaksızlık uğruna bu tür ucuz numaralara
kalkan sunuculara papuç bırakmamaları
gerektiğini, sonra da bu örnekten hareketle
"Türklüğün" sadece nüfus kağıdına bağlı
olmadığını herkese hissettirmeleri gerektiğini
düşünüyorum.
"Akıllı Türk'lerin", "Kürtçe Türkü söylemek
aslında yasak olmamasına rağmen Ahmet Kaya,
sanki yasakmış gibi...falan filan demiştir"
şeklinde meseleyi takdim etmeye özen gösteren
"insan elinden çıkmış dış görünümlü" sunucu
hanımın göz süzmelerine, gerdan kıvırmalarına
da asla aldanmayacaklarını tahmin ediyorum.
Geçen yılın sonunda Trabzon'da
bir sel ve arkasından heyelan felaketi oldu,
Beşköy Beldesi haritadan silindi, beş
vatandaşımızı kaybettik. Devlet gecikmeden el
uzattı, Beşköy'ü vatanın müsait başka bir
köşesine nakletme kararı aldı. "Uzun
araştırmalardan ve değişik seçeneklerin
incelenmesinden sonra" bu yeni köşe bulundu,
Bozcaada...
Ben "akıllı Türklerin" neler
diyeceklerini tahmin ediyorum... "Yunanlılar
zaten Karadeniz'de 500.000. Yunan asıllı insan
yaşamaktadır iddiasındadırlar. Onların
(felakete uğrayan) bir kısmını, yerli halkının
çoğunluğu rum asılllı olan Bozcaada'ya
yerleştirmekle bu propagandaya çanak
tuttuğunuzun farkında değil misiniz?"
diyeceklerdir.
Beşköylüleri "kendi istekleri
dışında" Bozcaada'ya yerleştirmek isteyen sığ
ve gafil zihniyetin bu ucuz oyununu bozacağına
inanıyorum ben "akıllı Türklerin"..
Gazetede bir ilan...
"...halkımızda denizde hafta sonu tatil
alışkanlığını yerleştirmek için 19 Şubat 1999
Cuma gününden itibaren Mavi Mutluluk
(İstanbul-İzmir-İstanbul) seferlerinin
(tekrar) devam edeceğini tüm halkımıza
duyururuz." İmza: Türkiye Denizcilik
İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü.
Deve'nin hangi eğrisini
düzeltsin "akıllı Türkler" ?
1. Kabotaj hakkını
Cumhuriyet'in ilanı ile elde etmişizdir. Üç
tarafı denizlerle çevrili ülkemizin hakkında
"denizde hafta sonu tatili alışkanlığını"
geçen 75 yılda yerleştirememiş miyiz?
2. "Mavi Mutluluk" denilen şey
sadece İstanbul-İzmir-İstanbul arası için mi
geçerlidir? Neden mesela
İskenderun-Antalya-İskenderun;
Antalya-İzmir-Antalya veya
İstanbul-Trabzon-İstanbul arasında yaşayanlara
bu "mutluluk" çok görülmektedir? Ben Hopa'da
oturuyor isem, "mavi mutlu"luluğu yaşayabilmem
için ille de İstanbul'a mı gitmeliyim?
3.
Malum ilan'ın yer veremediğimiz bölümlerinde
geçmişte yapılmakta olan bu seferlerin
kaldırılış nedenleri de sıralanıyor. Deniliyor
ki; a-) İstanbul-İzmir arasındaki feribotun
yolcularını azalttığı, b-) Hava ve karayolu
taşımacılığının gelişmesi, c-)
İstanbul-Bandırma-İzmir arasında zaten
bağlantının olması yüzünden daha önce bu "Mavi
Mutluluk" kaldırılmışmış... Peki şimdi sayılan
bütün bu mazeretler ortadan kalkmış mıdır?
4.
Hava ve kara yolu taşımacılığının hiç
gelişmediği, on vilayetin sadece üç metrelik
bir kara yoluna ve sadece bir hava alanına
inen sayılı uçağa mahkum olduğu Karadeniz'e
neden bu; mavi mi, yeşil mi neyse o "mutluluk"
imkanı sağlanmamaktadır?
"Akıllı Türkler" işte bu kafa ile, Karadeniz'i
kum kosterleri ve üç-beş tane balıkçı
teknesine terkeden zihniyetin bıraktığı
boşluğun Koç destekli Rum Patriği'nin Yunan
bandralı Venizelos gemisiyle gelerek
"Karadeniz'i Kurtarma" bahaneli gezi ve "ilmi"
toplantılarla doldurulmasına eminim, elbette
ve zinhar izin vermeyeceklerdir.
Çoğu askerin düşünme-
değerlendirme örgülerini ve hangi olaylar
karşısında ne gibi tepkiler vereceğini kolayca
tahmin edebilirim ama yine de bazı askerlerin,
bir takım davranışlarına bir türlü akıl
erdiremediğimi de ifade etmeliyim.
Mesela Evren ve Güreş hakkında
yazdıklarımın, komşu bulundukları Marmaris'e
kadar neredeyse çift şeritli yol haline
geldiğini okuyucu iyi bilir.
Benzer şekilde, üç senedir
Trabzon'da bulunduğu halde nereden estiyse
aniden Fazilet'lire karşı cephe almanın
erdemlerini keşfeden Trabzon Tugay
Komutanı'nın sergilediği davranışlara da
mantıki bir açıklama getiremiyorum.
Paşa, bir "gece operasyonuyla";
Faziletli Belediye'nin el koymak istediği
MSB'ye ait bir araziye tel örgü çekerek
işgalden kurtarmış..
İyi ama aynı arsa tam iki
senedir belediye tarafından "Fuar sahası"
olarak kullanılmıyor muydu? O zaman ne
yapıyordu Tugay Komutanı?
Bir başka gazete haberine göre
de Tugay hukukçuları; 11.10.1997 günü yerel
bir televizyon kanalında yaptığı bir
konuşmadan ötürü eski Refah milletvekili Hasan
Mezarcı hakkında "Cumhurbaşkanı'nı,
Cumhuriyet'i devleti ve askeri birimlerini
alenen tahkir ve tezyif ettiği" gerekçesiyle,
Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava
açmışlar..
İyi etmiş ama neden bir önceki
olayda olduğu gibi tam iki sene beklemiş Tugay
Komutanı bu suç duyurusunda bulunmak için?
Yoksa terfi senesi mi?
Sayın Komutan aynı hassasiyeti;
bir "terör tarikatının" resmen propagandasını
yapan "Hasan Sabbah" adlı tiyatro oyunu
Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenirken
neden göstermemiştir? Ya da Trabzonlular'ın
gözünün içine baka baka yine aynı sahnede ve
"özel bir yorumla" Antigone adlı klasik Yunan
tragedisi sahneye konulurken?
Meraklıları; Hasan Sabbah ve Antigone'un
Trabzon'da neden hayli hassas bir ortam
yarattığını konu ile doğrudan ilgilenenlerden
kolaylıkla öğrenebilirler.
Ben
aynı şekilde Kalepark Askeri Gazinosu dinlenme
Salonunun duvarlarında; Kuştur Manastırı,
Kızlar Manastırı ve Vazelon Manastırı
gravürlerinin üçünün birden hem de baş köşede
asılı olmasını yine de "tesadüf" olarak
niteliyor ama milli hisleri rencide edici
birer unsur olarak gördüğümü de kayda geçirmek
istiyorum.
Personel yokluğu mazeretinin
arkasına sığınılarak Kalepark'taki garsonların
kaldırılmasını ve böylelikle muvazzaf ve
emekli askeri personelin kendi ihtiyaçlarını
"self servis" yöntemiyle karşılamaya mecbur
edilmelerine rağmen sivil halktan market
kasiyeri kızlar dahil tam dört bin kişiye
serbest giriş kartı verilmesini şeffaflık
filan değil popülizm olarak değerlendiriyor;
aynı mazeretle Türkiye'nin hiçbir garnizonunda
görülmedik biçimde bir uygulamaya gidilerek
subay ve astsubayların "müşterek" salonlardan
istifade mecburiyetinde bırakılmalarının da
disiplini ciddi şekilde zedeleyen bir unsur
olarak değerlendirilmesi gerektiğini
düşünüyorum.
TSK'da, sanılanın aksine son derece sağlam bir
mantık örgüsü vardır ve en merkezi birlikten
en uçtakine kadar yine son derece gelişmiş bir
standartizasyon sağlanmış durumdadır.
İnanç, eğitim, teçhizat ve malzeme ile sevk ve
idarede gelinilen bu göz kamaştırıcı noktada;
tek tek şahısların, örneklerini incelediğimiz
üslup farklılıkları evet bütünü bozacak
niteliğe ulaşamamaktadır ama istenmeyen
birtakım soruların zihinlerde oluşmasına da ne
yazık ki mani olamamaktadır.
Aynı şekilde Kemal Yavuz Paşa da son
zamanlarda bunlardan biri olmaya aday
davranışlar sergilemeye başladı.
28 Şubat 1997 günkü MGK
Toplantısı ile girilen dönem iki kişiyi
diğerlerine göre biraz daha fazla ramp
ışılarına çıkarmıştı. Genelkurmay İkinci
Başkanı Orgeneral Çevik Bir "hareket"in resmi
sözcüsü idi. Her yerde, her fırsattan istifade
ile konuşuyor, sorulan hiç bir soruyu cevapsız
bırakmıyor, TSK'nın görüşlerini birinci
ağızdan yansıtıyordu. Harp Akademileri eski
komutanı Emekli Orgeneral Kemal Yavuz ise aynı
görevi sivil elbise ile yürütüyordu. Çevik
Bir'in üniforma ile bulunmasının mahzurlu
olacağı değerlendirilen zaman ve mekanlarda
Kemal Yavuz ön planda idi. TSK İç Hizmet Kanun
ve Yönetmeliği'nin muvazzafları bağlıyan, bazı
konularda engelleyen kurallar çerçevesinin bir
ölçüde dışına çıkarak oturum, panel ve
konferanslarda rahatça "söylemesi
istenilenleri, söylemesine izin verildiği
sınırlar içinde" söyledi. Her ikisi de TSK'nın
komuta kademesi tarafından hazırlanan plana
uygun olarak verilen görevleri yerine
getiriyorlardı.
30 Ağustos 1998'de Komuta
kademesi "beklendiği gibi" değişti. Fakat
siyasiler; TSK'nın ana fikrinde en ufak bir
değişikliğin olmadığını hayretle fark ettiler.
Değişen sadece üsluptu.
Çevik Bir yeni görevinde,
beklenildiği gibi sadece Ordu Komutanlığı
makamının icabettirdiği bir takım "protokoler"
sorumluluklar yüklendi. Kemal Yavuz'un da
"gayrı resmi" sözcülük görevinin elinden
alındığını gördük. Kendisine eskisi gibi bilgi
akışı sağlanamadığı için söyledikleri bir
önceki dönemde olduğu kadar ilgi
uyandırmıyordu.
Hatta arkasındaki karargah desteğinin
çekilmesiyle ciddi fikri boşluklar içine
düştüğünü de gördük.
Bunun en son örneği "Aydınlık" aracılığı ile
haberdar olduğumuz "Bu Vatan Kimin?" başlıklı
yazısındaki vahim yanlışlardır, mantık
hatalarıdır. (Aydınlık. 14 Şubat 99. Sayfa
12-14)
Kemal Yavuz, Perinçek'in bazı yanlışlarını
düzelteceğim derken ilgi alanımıza giriyor ve
Türk kimliği ile ilgili bağışlanamaz bir takım
çelişkilerin içine düşüyor.
Emekli Paşa; "Vilayat-ı Şarkiye
Müdafaai Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" tüzüğünün
ikinci maddesindeki "...doğu illerinde oturan
bütün halkların" tamlaması ile sadece
Türkler'in anlaşılması gerektiğini çünkü aksi
takdirde Kürtlerle beraber Lazların,
Gürcülerin, Türkmenlerin hatta Süryanilerin
varlığı ve haklarının da ifade edilmesi
sonucunun çıkacağını ileri sürüyor.
Yani aslında burada, Doğu Anadolu'da Lazlar,
Gürcüler, (lütfen) Türkmenler ve Süryaniler de
yaşamaktadır demeye getiriyor.
Tıpkı malum mozaik müteahhitleri gibi...
Emekli Orgeneral fikri zenginliğinin
şahikasına ise; görünürde MGK'nın bu konudaki
politikası ile yüzde yüz örtüşen şu tespit ile
başlıyor:
"...Bu ülkeyi Türklerin ve Kürtlerin veya Laz
ve Çerkezlerin veya şu veya bu alt kültürlerin
vatanı olarak vasıflandırmak mantıklı mı,
doğru mu, uygun mu, gerçek mi, geçerli mi,
mümkün mü?"
Ve
arkadan MGK ile taban tabana zıt muhteşem bir
manevra kıvraklığına ulaşıyor:
"Bu topraklarda 46 alt kümeden
bahsediliyor. Bunların hangilerini sayıp
hangilerini saymayacağız? Bazılarını sayarsak,
saymadıklarımıza haksızlık etmiş olmayacak
mıyız? Bu ülkenin sahipleri, bildiriyi kaleme
alanlara göre -Türkler ve Kürtler- ise, peki o
zaman diğer toplulukları ne yapacağız?
Laz'ımızı, Çerkez'imizi, Abaza'mızı,
Arnavut'umuzu, hatta Rum'umuzu, Ermeni'mizi,
Musevi'mizi, Süryanı'mizi nereye koyacağız?"
Görüldüğü gibi bıkıp
usanmadan o "46 alt kümeyi" sıralıyor paşa..
Bunları zihinlere sokmaya, yasallaştırmaya
çalışıyor. Asıl sıkıntısı da
"sayamadıklarımıza haksızlık etmiş olmak"..
Yani bunlar var, ama hepsini birden saymak
imkansız, bazılarını sayarsak da diğerlerine
ayıp olur, o halde gelin bir orta yolda
anlaşalım; demeye getiriyor...
Bir türlü; adı Türkiye
Cumhuriyeti olan bu ülkenin sahipleri
Türklerdir; Lazlar, Çerkezler, Ermeniler...
değildir diyemiyor!
Korkunç bir mantık hatasıyla da güye
Perinçek'in yazısından hareketle Laz, Çerkez,
Abaza, Arnavut'un yanında Rum, Ermeni, Musevi
ve Süryani'nin "Türk kavramının alt kültürü"
olduğunu algılıyor ve öyle takdim etmeye
çalışıyor; sadece Kürt'çülüğün bunun dışında
tutulmasını "bağnaz milliyetçilik" olarak
niteliyor ve suçluyor. (sayfa 14, ikinci
sütun, dördüncü paragraf).
Ben
muhterem Paşanın, kendisini bu saydığı alk
kültürlerden hangi birine ait hissettiğini
bilmiyorum ama bu ülkede mesela Laz diye bir
şeyin olmadığını, saydığı grupların hiç
birinin de "alet derecat" Türklük alt kültürü
ile alakasının bulunmadığını çok iyi
biliyorum.
Sayılanların hepsi olsa olsa
uzun yıllar Türk hakimiyeti altında,
çevresinde veya civarında yaşamış olmaktan
ileri gelen bir etkileşim sonucunda "Türk'e
benzemeye, onu taklit etmeye" uğraşmış
olabilirler ama her halde "Türk Kültürü alt
grubu" filan gibi suni bir takım
sınıflandırmaların içine, zinhar sokulamazlar.
Hepsi farklı etnik topluluklar
ve gruplardır.Türkiye'de bulunanlar mikro
organizmalar halinde hayatiyetlerini devam
ettirmeye çalışmaktadırlar. Yurt dışında ise
Ermeniler Ermenistan'da, Rumlar Yunanistan'da,
Arnavutlar Arnavutluk'da, Museviler İsrail'de,
Çerkezler Karaçay-Çerkez Muhtar
Cumhuriyetinde, Abaza'lar Abaza Muhtar
Cumhuriyetin'de yaşamaktadırlar; Laz ve
Süryaniler antik topluluklardır.
Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan
insanlar ise Türk'tür. Türk'tür ki devletin
adı öyledir. Ve bir gazetenin logosunda
yazdığı gibi "Türkiye Türklerindir."
Kıbrıs'a göç fermanından
kurtulmak için "Ben ve ailem Türk değil
padişahım bizi affet" diyen Mimar Sinan'ın ve
Latin işgalindeki vatanı Doğu Roma
topraklarını kurtarmak için, Bizans
hanedanından ümidini kestiği için Osmanlı
Hanedanı'na yanaşan, Fatih'in dönme veziri
Zağanos'un (tabir benim değil Bryer'indir.
Bakınız: The Byzantine
Monuments and Topoghrapy of the Pontus.
Washington DC. 1985. Wol.1, page 183) bile
şimdiki mozaik müteahitlerinden daha
haysiyetli olduklarını düşünüyorum.
Onlar hiç olmazsa asıllarını gizlemeye kalkıp
saman altından su yürütmemişlerdi...
Kemal Yavuz Paşa şu sıralar hayli mutludur.
Tıpkı 76-77 yıllarında olduğu gibi...
Ecevit'in diğer partilerden "kumar borcu
olmayan" onbir milletvekilini ayartarak
kurduğu Güneş Motel hükümetinin güvenoyu
almasını Borçka Tabur Gazinosunda o zamanki
Artvin valisi ile beraber sabahlara kadar
kutlamamış mıydı?
Eğlencenin sonunda tutuldukları şiddetli
başağrısını gidermek için ilaç istedikleri
genç alay tabibinin heyecandan değişik bir
ilaç vermesi yüzünden de hayli zor anlar
yaşamamışlar mıydı?
Kemal Yavuz Paşa yoksa
Artvin'deki "Generalliğe hazırlanan Albaylık"
nostaljisini tekrar mı yaşamaktadır? Ecevit'in
halihazır ve muhtemel bir iktidarından şahsi
olarak bir şeyler beklediği için mi, aynı onun
gibi Ege'nin karşı yakasındaki yaşlı kadına
karşı oldukça hümanist hisler beslemektedir de
Rumlar'dan "bir Türk alt grubu" imiş gibi
bahsetmektedir?
Sahi Kemal Paşa'nın bu
ekalliyet sempatisi nereden ileri gelmektedir?
Peki bunun adı "azınlık ırkçılığı" değil
midir?
Kemal Paşa'da; bir karargah desteğinden yoksun
kalmanın yahut şimdilerde ehil olmayan akıl
hocaları ile daha yakın ilişkiler içinde
bulunmanın belirtileri yazılarına kavram
kargaşası olarak veya mantık sapması olarak
yansıyor.
Diyor ki, hem de önemine binaen büyük harfle
çizilmiş bir paragrafta: "Burada önemli olan
ve ısrarla gözden kaçırılmak istenen husus,
Türk kavramının tüm ulusu kavradığı,
kuçakladığı gerçeğidir."
Tabii... Türk kavramı tüm ulusu kavramaktadır
da, Türk olmayanları kucakladığını hiç tahmin
etmiyorum. Ulus; aynı etnik kökene sahip
olanları ifade eden bir tanımdır. Yani
yukarıda bir nebze değindiğimiz çabanıza
tekrar dönecek olursak Kemal Yavuz Paşa; Türk
kavramı, Türkiye'de yaşayan ve hadi bir adım
daha ileri gidelim; Türk pasaportu taşımakta
olan Rum, Ermeni ve yahudileri de mi içine
alır?
Milliyet, ulus, ırk, etnik yapı her ne
diyorsanız; sadece taşınılan pasaportla mı
ediniliyor?
Ve
bunun adı da Atatürkçülük, Kemalistlik öyle
mi?
Yok
canım! Bunun adı olsa olsa "Yavuz Kemalistlik"
olur...
Güneri Cıvaoğlu da aynen "Yavuz
Kemalistler" ve "Marmara Grubu" gibi
düşünüyor.. Azınlık ve Türklük kavramını büyük
bir ihtimalle bilerek karıştırıyor.
"Marmara Grubu"; ülkesinin
dörtte biri kendisinin yarısı kadar bir
ülkenin tam altı senedir işgali altında olan
ve bu yüzden de halkının beşte biri göçmen
vaziyette bulunan Aliyev'e "Dünyada Yılın
Devlet Adamı" ödülü vermişti. Geçtiğimiz
Ramazan'da da bütün dinlerin temsilcilerinin
katıldığı bir iftar yemeği vermiş fakat
Rum'un, Ermeni'nin, Yahide'nin, Süryani'nin
davet edildiği iftara "Türk" Ortadokslarını
çağırmamıştı.
Civaoğlu da geçen 29 Ekim
haftası (l998) dolayısı ile Cumhuriyet'in 75
inci yıl bağlamında hem de Lozan barış
anlaşmasına atıfta bulunarak; "Azınlıklar'ın
Cumhuriyet ve Atatürk'e sahip çıkışlarından
örnekler veriyor ve gösterdikleri "Ne mutlu
Türküm diyene" inceliğinin ayrılıkçı
tezgahlara cevap ve örnek olarak algılanması
gerektiğini yazıyordu.
Ermeni Cemaati kutlamalara
25 Ekim'de başlamış, aynı gün bütün
kiliselerinde papaz ve cemaatin katılımıyla
Atatürk ve dava arkadaşları için dua etmişler,
28 Ekim'de Patrikhane'de sayıları bini bulan
Ermeni gençleri arasında Cumhuriyet şiiri
yarışması düzenlemiş, 28 Ekim'de Ermeni din
adamları Türk bayrakları ve 75. yıl flamaları
taşıyarak Patrikhane'deki törene katılmışlar.
Patrik Mutafyan da gece Çırağan sarayındaki
baloya ve 29 Ekim'de Vilayetteki kabule
katılmış.
Musevi cemaati kutlamaları 23
Ekim'de başlatmış, Cemaat Başkanı bir heyetle
Anıtkabir'i, Cumhurbaşkanı ve parti
başkanlarını ziyaret etmişler, okullarında
konserler düzenlemiş, sergiler açmışlar, spor
karşılaşmaları düzenlemişler.
Rum Ortadoks Patrikhanesi
de süslenmiş ve gece aydınlatılmış, Patrik
Barthalemeos 28 Ekim'de Çırağan Sarayı'ndaki
Valilik davetine şahsen katılmış, 29 Ekim
sabahı da kabule de gitmiş.
"Atatürk'ün bir kararname
çıkartarak kurdurduğu Türk Ortadoks
Patrikhanesi'nde Türk Bayrağı zaten hiç
inmemiştir. İlk milli kilisedir. Kurucusu
Patrik Eftim ise, şimdiki Patrik Erenerol'un
babasıdır" diye de ilave ediyor.
Cıvaoğlu Türk ortadoksları; Ermeni, Rum ve
Musevilerle aynı kefede tartarak büyük yanlış
yapıyor.
Türk'ler; dinleri değişik bile olsa bu
memlekette ne zamandan beri azınlık
sayılmaktadırlar?
Aynı Cıvaoğlu; o Çırağan Sarayı'ndaki ve
Vilayet'teki kabullere Türk Patrik Erenerol'un
neden katılmadığını niçin yazmıyor?
Halbuki Ermeni, Rum ve Musevilere gösterdiği
ilginin çok azını Türk Ortadokslara da
göstermiş olsa idi; Atatürk'ün kurdurduğu Türk
Ortadoks Patrikhanesinin, Türkiye Cumhuriyeti
resmi makamlarının protokoluna dahil
edilmediğini, bu tür törenlere çağrılmadığını
kolayca öğrenebilirdi.
"İlk milli kilisedir" diyor Cıvaoğlu... Laf..
Gagauz'lardaki, Çuvaşlar'daki kiliseler milli
değil mi?
Yoksa onlar başka milletten mi?
Ve daha aşağıda Atatürk'ün
Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına
Türk milleti denir" şeklinde ifade ettiği
fikrin; "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözünün
temeli olduğunu yazıyor Cıvaoğlu.
Biz o lafın öyle algılanmasına
şiddele itiraz ediyoruz.
Çünkü Atatürk 1923'de Türkiyede
Cumhuriyet kurulurken, cumhuriyet sınırları
dışında olan veya kalan, dolayısıyla Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluşuna katkısı bulunmayan
Türklerin, Türk milletinden olmadığını
kasdetmiş olamaz.
Meraklısına Atatürk'ün "diğer
Türklerle" ilgili yüzlerce sözünü
gösterebiliriz.
"Ne mutlu Türk'üm diyene" sözü
ise "Ne mutlu kendini Türk hissedene" ve ya
"Ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti pasaportu
taşıyana" şeklinde açıklanmamalıdır.
Öcalan'ın yakalanışını ve
Türkiye'de tutuklu bulunuşunu protesto ederken
Almanya'daki İsrail elçiliğine saldırıp
İsrail'li korumaların silahıyla öldürülen 3
PKK'lı protestocu da TC pasaportu taşıyordu ve
cenazeleri Türkiye'ye "iade" edilmiştir.
Yavuz Kemalistler ölçü olarak sadece
pasaportu ele alıyorlarsa tabii bir şey
diyemem.
Ama
ben onlardan biraz farklı olduğunmu
düşünüyorum. Çünkü ben hem Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşıyım hem de Türk'üm...Cumhuriyet
ortak bir millet yaratmamıştır. Bizim böyle
bir endişemiz olmamalıdır. Çünkü Türk Milleti
Cumhuriyet kurulmadan önce de vardı.
İmparatorluk, yapısı icabı çeşitli
kültürlerden meydana gelen bir mozaik,
Cumhuriyet ise Türk etnik varlığına dayalı bir
ulus devlet diyorsanız ona bir diyeceğim
olamaz.
Ama o zaman da Cumhuriyet'teki mozaik
muhabbetini bir kenara bırakmanız gerekecek.
Kaldı ki Cumhuriyetin
kuruluşuna Ermeni, Rum ve Yahudilerin ve Kemal
Yavuz Paşa'nın saydığı diğer azınlıkların
katkıda bulundukları hayli su götürür..
Bay Kemal Yavuz, Perinçek'in
yanlışlarını düzeltmek üzere kaleme aldığı
bahse konu yazının sonunda onun; "Kurtuluş
Savaşını Türk ve Kürtler beraber yapmıştır,
Türkiye Cumhuriyeti bu ikisinin devleti, bu
vatanda ikisinin vatanıdır" şeklindeki tezini
çürütmek için örneği Çanakkale Şehitler
Anıtından veriyor. Orada koyun koyuna
yatanların mezar taşlarında yazılı isimlerin
arasında Ortaköylü Agop ile Balat'lı Yasef'in
de bulunduğunu yazıyor.
Elbette Sayın Yavuz.. Çanakkale Savaşı,
imparatorluğun savaşı idi.. Orada tabii her
millet ve dinden tebaa elbette olacaktı.
Siz asıl bana; bir ulus devlet olan
Cumhuriyet'in kuruluşunda bu cemaatlerin hangi
noktada bulunduklarını söyleyin..
İşgal İstanbulunda Ermeni,
Yahudi ve Rum Cemaatleri Kuvayı Milliye'nin mi
yanında idi? Güneyde, Ege'de ve Karadeniz'de
Rum ve Ermeni'ler; o bayıldığınız Agop ve
Yasefler kimle beraber idi?
Cumhuriyet'in kuruluşu için
örneği Cumhuriyetle hiç alakası olmayan
Çanakkale'den vermekle hata ediyorsunuz Bay
Yavuz..
Hele " Bu topraklarda 46
alt kümeden bahsediliyor. Bunların hangilerini
sayıp, hangilerini saymayacağız? Bazılarını
sayarsak saymadıklarımıza haksızlık etmiş
olmayacak mıyız?" derken daha büyük hata
yapıyor, suç işliyorsunuz.
Atatürk bakın sizin gibi
düşünenler için ne demiş:
"Diyarbakırlı, Vanlı,
Erzurumlu, Trabzonlu, Trakyalı ve Makedonyalı
hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin
damarlarıdır".
Atatürk sizin saydığınız gibi,
Laz, Türkmen, Gürcü, Süryani, Çerkez, Abaza,
Arnavut, Kürt dememiş, vatanı bölmemiş Bay
Yavuz; Diyarbakırlı demiş, Trakyalı demiş
hatta Cumhuriyet sınırları dışında kalan
Makedon demiş ve onu da Türk olarak kabul
etmiş, üstelik "ırk" lafını kullanarak
bütünleştirici de olmuştur.
Siz 46 alt kümeden bahsetmekle;
diğer mozaik müteahitleri gibi bölücülük
yapmakta olduğunuzun farkındamısızın?
Ve siz Bay Yavuz; tam da
Cumhuriyet'in 75. yılında, yönetiminin askerde
olduğu bilinen harbiyedeki Askeri müze
salonlarında bir "Kürt" ve bir "Ermeni"
müzisyeninin Kürt ve Ermeni müziğinden
örnekler vermelerine izin verilmemesini de mi
farketmediniz? Sebebini hiç mi düşünmediniz?
Ve Bay Yavuz; bilgisi olmadığı
konularda kalem oynatmaya kalktımı da iyice
saçmalıyor.
"Unutmayalım; Kürt Diyap Ağa'yı
otomobilinde yanında gezdiren Mustafa Kemal
Paşa'nın Muhafız Kıtası, gerçek bir kahraman
olan fakat diğer yandan bir Laz çete reisi
olan Topal Osman ve adamları idi. Ve yine
Mustafa Kemal Paşa, en sıkışık zamanda en
önemli iç isyanları Çerkez Ethem vasıtasıyla
bastırmıştı. Ve aynı Çerkez, Mustafa Kemal
Paşa'yı Ankara İstasyon Binasında hasta
yatağında vurmaya geldiği zaman Paşa, binayı
yine lazları ile kuşattırıp hayatını
kurtarmıştır. Ama nizami ordu güçlendikten
sonra Çerkez'inde Laz'ında görevi sona erdi."
1.Çerkezi bilmem ama Türkiye'de
Laz yoktur.
2.Osman Ağa Laz değil
Türk'tür.Ne o ne de Karadeniz'de geçmişte ve
şimdi yaşayanlar Laz değildir. Karadeniz'de
altı bin senedir Türkler yaşamaktadır.
3.Ethem ile Osman Ağa mukayese
bile edilmemelidir. Osman Ağa Milli
kahramandır, son nefesine kadar "ihanet"
etmemiştir. Hatta kıymetli Hasan Gürbüz ölümü
ile Cumhuriyeti ve Atatürk'ü kurtardığını bile
ileri sürmektedir.
(Bakınız: Hasan Gürbüz'ün
"Milli Mücadele'de Giresun-6/7 Mart 1999"
sempozyumuna sunduğu tebliğ."Ama Ethem bir
safadan sonra Yunan'a iltihak etmiş midir,
etme miş midir?
Çerkez Ethem'in ihaneti
sabit te; onun yanına ille de bir "Laz"
eklemeye çalışmak fazla gayretkeşlik olmuyor
mu Bay Yavuz?
10 Mart 1999 gecesi bir özel
TV'de, ne idüğü belirsiz televizyon şaklabanı
bir soytarının bile Türk olmadığını açıkça
ifade etmesi; Osmanlıya, Fatih'e ve devşirme
zihniyetini eleştireceğim diye aslında
bastırılmış duygularını açığa vurarak Türklüğe
hakaretler etmesi de mi sizi rahatsız etmiyor
Bay Yavuz?
Ne düşünüyorum biliyor musunuz;
aynı imparatorluktaki gibi Cumhuriyette de
ekalliyet mensubu levantenlerin, Türk
kimliğinin ön plana çıkarılmasından
rahatsızlık duyduklarını görüyorum. Ya Türkler
Türk olduklarının farkına varmamalılar veya
farkındalarsa yüksek sesle söylememeliler.
Mahcup bir şekilde önlerine bakmalılar.
Çeçenler, Çerkezler, Abazalar, Gürcüler,
Romenler ve Romanlar, Ermeniler, Rumlar,
Süryaniler, Yahudiler, Arnavutlar, Boşnaklar
hasılı bütün kavim, kabile ve topluluklar
kimliklerini açıkça ifade edebilecek ve
öğünebilecek ama TÜRK'ün kendini ifade etmesi,
"çalışıp, güvenip, övünmesi" ayıp sayılacak?
İyi ama ne ben Eskimo'yum ne de
bu ülke Eskimoistan!
Sonuç olarak ben Aziz Nesin'in aksine Türk
Milletinin ezici çoğunluğunun "Akıllı"
olduğuna; toplam nüfusun %99 unun müslüman
olduğunun ısrarla söylendiği bu memlekette
ondan en az bir fazlasının da Türk olması
lazım geldiğine inanıyorum.
Ama
yine de Türk olmanın, üstelik akıllı Türk
olmanın o kadar kolay olmadığını düşünüyorum.
Ya "Türkçü" olmak mı?
İşte asıl onu olabilmenin
ise zannedildiği kadar kolay olmadığını zan
değil, iddia ediyorum.
Gene de "Atsız'ın
Vasiyet"inin çoğaltılarak bir suretinin bu
aralar herkesin cebinde bulundurulmasında
büyük fayda görüyorum.
Katılmasanız da, tartışın...
|