|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
HALKLAR CUMHURİYETİ'NDE KÜRT İZLERİ
|
|
|
Qasımlo
Gımgım
Özgür Politika Gazetesi
|
|
|
|
|
|
Şaşırdım doğrusu, Adigelerin Çerkez olduklarını, Adige
Özerk Cumhuriyeti'nin ise bir Çerkez cumhuriyeti
olduğunu duyduğumda. Daha şaşırtanı ise, binlerce
Kürt'ün de bu cumhuriyetin sınırları içerisinde
ulusal-kültürel otonom haklarıyla yaşıyor olmaları...
Halklar bahçesi Anadolu ve Kürdistan'da
ulusal-kültürel kimliği yok sayılan halklardan olan
Çerkezler ve Kürtler burada barış içinde bir arada
yaşıyorlar. Üstelik sadece onlar da değil, Ermeniler,
Ruslar, Tatarlar, Almanlar, Yunanlar, Türkler,
Gürcüler, kısacası eski SSCB sınırlarındaki bütün
halklar var bu küçük cumhuriyette ve hepsi
ulusal-kültürel otonomi haklarıyla, o kadar uyumlular
ki birbirleriyle...
27 Haziran 1922 yılında
kurulan Adige Cumhuriyeti, coğrafik konumu itibariyle
Rusya'nın güneyinde, Karadeniz'in kuzeyinde, Kafkasya
sıradağlarının eteklerinde yer alıyor. 7.8 bin
kilometrekare büyüklükte toprağı var. Toplam nüfusu
ise, 450 bin. Üç büyük şehrinden en büyüğü Maykop,
aynı zamanda cumhuriyetin başkenti. Topraklarının
yüzde 44'u ormanlık ve yemyeşil bir coğrafyası olan
Adige Cumhuriyeti, 1992 yılına kadar Rusya'nın Güney
Eyaletlerinden Krasnodar'a bağlı bir otonom cumhuriyet
olarak kalmış. Ama 1992 yılında kendi başına bir
cumhuriyet olarak merkezi Rusya Federasyonu'na
bağlanmış.
Tuhaf! Sınırlarda engel yok
Adige hakkında bu bilgileri edindikten sonra,
buradaki Kürtleri daha da yakından tanıyabilmek için
Krasnodar'dan yola çıkıyoruz. Arabanın şoförü Suriye
Kürtlerinden Merwan, burada okumuş bir doktor. Bize
yolun kenarında onlarca kilometre uzanan su setini
göstererek, "Bu bir suni göl. Sovyetler döneminde
Amerika'dan daha kaliteli pirinç üretebilmek için
yapmışlar. Şimdi de Krasnodar şehri için büyük bir
tehlike" diyor. Biraz sonra da, "şimdi Adige
Cumhuriyeti'nin sınırlarına girdik" diye ekliyor. Ne
tuhaf! Bir cumhuriyetin sınırlarından başka bir
cumhuriyetin sınırlarına hiçbir engelle karşılaşmadan
giriyorsun.
Adigey'de Kürtlerin yoğun olarak
yaşadığı köylere doğru yol alıyoruz. Çok fazla
geçmeden Mala Kürda'nın (Kürt Evi) bulunduğu Belo
köyüne giriyoruz. Binlerce hanelik Kuzey
Kürdistan'daki ilçeler kadar büyük bir köy. Merwan 9
yaşlarındaki bir çocuğa, Kürtçe "arkadaşların evi
nerede?" diye soruyor. Çocuğun tarifleri üzerine gidip
iki katlı, etrafı geniş boş araziyle kaplı "Mala
Kürda"nın önünde duruyoruz. Mala Kürda, buralarda bir
nevi Kürt temsilciliği. Devlet Kürtlere ilişkin bütün
sorunlarda Mala Kürda'yı muhatap alıyor. Bir yönetimi
var ve bu yönetim bir nevi Ulusal-Kültürel Kürt
otonomisinin hükümeti gibi bir şey. Bünyesinde
siyasal, kültürel ve diplomatik çalışmalar
yürütülüyor. Kapıda bizi karşılamaya çıkan
Ulusal-Kültürel Kürt Otonomisi'nin Başkanı Xwedêda'yi
göstererek, "İşte buradaki başkanımız" diye tanıtıyor
bana.
Orada fazla kalmıyoruz, hemen tekrar yola
çıkıyoruz. Bir taziye evine gidiyoruz. Ayni
Kürdistan'dakine benzer bir ortam. Hatta daha
orijinal. Kafalarındaki kofileri ve renga renk yöresel
giysileriyle ağıt yakan kadınlar, içimi burkuyor.
Yıllardır sürgün yaşamda çekilen acıların hepsi
ağıtlarda bir örgüye dönüşüyor ve değişik ezgilerle
söylenerek yürek parçalıyor. İç içe oturan renk
cümbüşü elbiseleri içindeki kadınların bulunduğu
odadan yükselen ağıtlarda, nakış nakış işlenmiş bir
tarih serüveni dile geliyor. "Destê romê" diye
başlayıp, son sürgünlüğü anlatan efsanelerle biten bir
serüven. Ağıttan anlıyorum ve taziye evindeki tablo
bir manzara oluşturuyor gözlerimin önüne.
'Bu insan bizim kimligimiz'
Orta Asya'dan
yeğenleri gelmiş ölen kişinin. Ukrayna'dan kızı,
Ermenistan'dan ise torunları. Nasıl olmuş da bu kadar
dağılmışlar... Önce 1925'lerde Türkiye'nin
baskılarından kaçarak Karabağ-Laçin taraflarına
gitmişler, üç sene sonra oradan Ermenistan Gilîdag
bölgesine gitmişler. Oradan da Stalin tarafından
1936-37'de Orta Asya'nın değişik yerlerine sürgün
edilmişler. Stalin'in ölümünden sonra tekrar bir kısmı
geri dönerek 1988 yılındaki sürgüne kadar
Ermenistan'da yaşamaya devam etmişler. Sovyetlerin
yıkılış surecinde bir kısmı Azerbaycan, bir kısmı da
Ermenistan'ın baskılarından kaçarak Adige'ye
gelmişler. Her gittikleri yerde bir parçalarını
bırakmış, izleri silinemeyen acılar yaşamışlar.
Şimdilik yüreği yanan kadınların ağıtlarında, bir bir
söze dökülüyor bütün bu yaşananlar.
Diğer odada
koyu sohbete dalmış yaşlıların cemaatine girmemle
birlikte yıllar öncesine gidiyorum bir an. Yüz yıllık
sürgünlük ve katedilen on binlerce kilometrelik yollar
hiçbir şeyi eksiltmemiş geleneklerinden. Siyaset
tartışılıyor çok saf ve temiz bir Kürtçe ile erkekler
cemaatinde.
Hayret, diyardan diyara sürgün
edilen bu insanların umutları hala dipdiri. Nedir
bunun sırrı diye düşünüyorum. Düşüncelerimi aydınlatan
sözler, cemaatteki yaşlılardan birinin ağzından
dökülüyor; "Buraya ilk geldiğimizde herkes hangi
halktansınız, Kürtler de kim diye soruyorlardı. Ama
simdi bütün herkesin adından en çok bahsettiği halk
durumuna geldik" diyor.
İlginç bir direniş ruhu
var bu Kafkas topraklarında. Direnenlere büyük bir
sempati duyuluyor. Direnen bir halk gerçekliğine
ulaşan Kürtlere de, öncesinde fazla tanınmadıkları
halde, büyük bir sempati gelişmiş. Bir ara, Öcalan'ın
cepte taşınan resimleri Kürtlerin polis kontrolünden
geçmelerine yetiyormuş. Tecrit üzerine tartışırken,
cebindeki Öcalan resmini çıkaran yaşlı bana hitap
ederek konuşuyor; "kimliğimiz de, pasaportumuz da bu
insan! Türkler şimdi onu da bizden almaya
çalışıyorlar. Kürt halkı buna izin vermeyecektir"
diyor. Beni sevindiren duygularla ve bir de kafamdaki
birçok yeni soruyla ayrılıyorum taziye evinden.
Ruslar, Çerkesler, Ermeniler, Almanlar...
Buradaki Kürtlerin büyük bir bölümü 1988-89
yıllarında Ermenistan'dan buraya gelmişler. SSCB'nin
yıkılış sürecinde gelişen milliyetçilik akımının
geliştirdiği Ermeni milliyetçiliği, Ermenistan'da
yaşayan Kürtlerin bir bölümünün göç ederek buraya
gelmesine sebep olmuş. Diğer kısmı ise, Kazakistan,
Kırgızistan ve Azerbaycan gibi yerlerden ekonomik
nedenlerle gelip buraya yerleşmişler. Toplam 5 bini
aşkın bir nüfusla burada, daha çok Maykop şehrine
bağlı Sadov, Bêjêduxabil, Nazarovka, Bêlo, Praprajensk
köylerine yerleşmişler. Aynı köylerde sadece Kürtler
yaşamıyor. Her biri bir ilçe büyüklüğündeki bu
köylerde Ruslar, Çerkesler, Ermeniler, Gürcüler ve
Almanlarla birlikte yaşıyorlar. Almanlar 2. Dünya
Savaşı'ndan sonra buralarda kalmışlar.
Bêlo
köyünde sokaktan geçerken, gelip gecen arabalara
kendisince trafik polisliği yapmaya çalışan bir
yaşlıya ilişiyor gözlerim. Kendi evinin önünde,
üzerine geçirdiği askeri renk eskimiş elbiselerle,
gelip geçen arabalara değişik biçimlerde işaretler
veriyor. Yaşlının Alman olduğunu söylüyor yanımdaki
Delil. Bir dönemler Almanların uçak mühendisiymiş.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra burada yaşamaya
başlamış...
Kürtlerin aynı köylerde birlikte
yaşadıkları halklarla oldukça uyumlu oldukları
belirtiliyor. Konuştuğumuz Ulusal Kültürel Kürt
Otonomisi'nin Başkanı Xwedêda Ehmed, halklar arasında
rahatsızlığı yansıtan herhangi bir duruma fazla
rastlanmadığını belirtiyor.
Sokaklarda birlikte
oynayan Kürt, Rus ve diğer halklardan çocuklar kendi
dillerini birbirlerine de öğretiyorlar. Aynı okullarda
okuyor, aynı sokaklarda aynı oyunları oynuyorlar. Her
biri bir halklar bahçesi olan köylerde bir de
çocukların bahçesi var. Daha içten ve daha hesapsız
çocukların kendi aralarındaki ilişkileri.
Kürtlerin bulunduğu her köyde Ulusal Kültürel Kürt
Otonomisi'nin alt komiteleri var ve bunlar aynı
zamanda kendi köylerinin yönetim mercii görevini de
görüyorlar. Köy muhtarları, polis ve devletin diğer
kurumlarının Kürtlere ilişkin sorunlarda başvurduğu
merci işlevini de gören bu komiteler, seçimde halkın
oylarıyla belirleniyor.
Adigey'nin verimli
toprakları
Bura halkı tarım ve kısmen de
hayvancılıkla uğraşarak geçimini sağlıyor. Adige'nin
oldukça verimli olan topraklarında daha çok kabak
ekiliyor. Kürtler buraya gelmeden önce daha çok
lahana, patlıcan ve mısır ekiyorlarmış. Kürtlerin
buraya gelmesiyle kabak ekimine de başlamışlar. Diğer
halklar da Kürtlerden öğrenmişler kabak ekimini.
Naylon çadır açarak içinde soba kuruyorlar ve
hazırlanan tezgahlarda kabakları ekiyorlar. Havalar
ısınıncaya kadar kabaklar bir karış kadar boy vermiş
oluyor. Mevsim koşulları dışarıda ekime hazır olduğu
zaman da toprağa ekerek çok erken ürün alıyorlar.
Kabaklar toplandıktan sonra ise ikinci defa sebze türü
şeyler ekiyorlar. Kürtlerin geliştirdiği kabak ekimi
yöntemi çok daha karlı olduğundan diğer halklar da
Kürtler gibi kabak ekmeye başlamışlar.
Yüzleri Kürdistan'a dönük
Gözleri hala
Kürdistan yollarında ve yüzleri hala Kürdistan'a dönük
buranın Kürtlerinin. Kendimce, "hepsi buralarda
ev-bark sahibi olmuştur, muhtemelen buralarda yaşamayı
artık kanıksamışlardır" diye düşünüyordum.
Düşündüklerimin, oradaki Kürtleri tanıdıkça doğru
olmadığını daha iyi anlıyor ve görüyorum. Gözleri hala
Kürdistan yollarında ve hep bir gün kendi öz
topraklarında bunun koşullarının yaratılacağı günleri
bekliyorlar.
Bir kaç defa sürgün yaşadıkları
için kendilerine hiç kalıcı gözüyle bakmıyorlar
buralarda. Konuştuğum bazı yaşlılar Kürdistan'a
akrabalarını ziyarete gideceklerini söylüyorlar.
Aralarındaki sohbetlerden, ömrünün sonuna gelen bu
insanların son nefeslerini kendi topraklarında vermek
umuduyla gitmeyi tasarladıklarını anlıyorum.
Başkalarının topraklarında gömülmek istememe hissi,
dehşet bir şey, "her bir ölümüzün kabri başka bir
yerde" diyor biri. O kadar çok şey yaşanmış ki,
kelimelerin anlatmakta yetersiz kalacağını çok iyi
biliyorum.
Bütün bunlara rağmen dil ve
kültürlerini önemli oranda korumuşlar. Kuzey
Kürdistan'da dahi unutulmaya yüz tutan birçok kültürel
motif o kadar safça korunmuş ve günümüze ulaştırılmış
ki, şaşırmadan edemiyor insan. Kadınların giydiği
yöresel giysileri görmek bile yetiyor böyle düşünmeye.
Ama kendini koruma refleksinin dil ve kültürünü koruma
gibi olumlu sonuçları yanında, yol açtığı
olumsuzlukları da var. Kendini koruma refleksiyle
geleneksel bazı kültürel öğeler birleşince toplumsal
gelişme diyalektiğinde kendine has bir seyir ortaya
çıkmış. Kız çocukları sadece bir düzeye kadar
okutuluyor. Ondan sonrası fazla okutulmayarak erkenden
evlendiriliyorlar. "Niye" diye sorduğumuzda ise,
"Erkenden evlendirilmez ve okurlarsa yabancılarla
kaçabilirler" deniliyor.
Her şeye rağmen
kadının gözle görülür bir etkisi var yaşamın
tamamında. Adige Kürtleri Müslüman olmalarına rağmen
dini vecibelerin çok fazla yeri kalmamış yaşamlarında
ve bu kadının durumunda da gösteriyor kendisini. Hem
üretimdeki aktifliği ve hem de oldukça doğal yasam
özellikleriyle davranışları ziyaret ettiğimiz bütün
evlerde dikkatimi çekiyor.
Burada da bütün
eylemlerde kadınların en önde olduğu tartışmasız bir
gerçek. Mala Kürda'da KADEK Genel Başkanı Abdullah
Öcalan'a yönelik tecrit politikasını protesto amaçlı
eylemleri kadınlar gerçekleştiriyor. 70-80 dolayında
kadın, kafalarındaki etrafı gümüş pullarla süslü
kofileri, kıvrım kıvrım biçimler vererek kofilerinin
üzerine sardıkları saç örgüleriyle bir tarihi
taşımışlar günümüze ve Kafkasların bu asi
topraklarına. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|