Not:
Yazar Dr. Pavel K. Baev,
Norveç'in başkenti Oslo'daki Uluslararası Barış
Araştırma Enstitüsünde (PRIO - International Peace
Research Institute) Güvenlik ve Dış Politika Programı
Başkanlığını yürüten kıdemli bir araştırmacıdır.
Geçmişi iyi okuyabilmek, ülke içi ya da
ülkeler arası değişken ve statik dengeleri doğru
değerlendirebilmek ve sağlıklı gelecek öngörüleri ve
projeksiyonları belirleyebilmek uluslararası
ilişkilerin akademik boyutunda hedeflenen çerçevedir.
Tarihi, sosyal ve kültürel miras, aidiyet duygusu ve
içinde yaşanılan coğrafyanın çatısı altında bu
çerçevenin içini doldurmak ve iyi bir fotoğraf
resmedebilmek, varlık ve büyüme iddialarını canlı
tutabilen toplulukların olmazsa olmaz
görevlerindendir. Çıkar çatışmaları ve buna bağlı
olarak gelişen dostluk ve düşmanlık kombinasyonları
bundan önce var olduğu gibi, gelecekte de hep var
olacaktır.
Seslendiği kesimlerde var olan duyarlılıkları bilince
dönüştürme çabası, hiç kuşkusuz bir sivil toplum
kuruluşunun en temel amaçları arasındadır. Sağlıklı
bilginin önemini kavramış olan Kafkas Vakfı, internet
üzerinden yaptığı haber yayını ile, nerdeyse boş olan
bu bilinç havuzunun damla damla da olsa dolmasına çok
önemli katkıda bulunduğunu düşünmektedir.
Ancak
bilgi bir hammaddedir ve onun işlenmesi gerekir.
Sağlıklı ve kaliteli işçilikle oluşturulacak ürün
kendisine kesinlikle bir etki alanı bulacaktır.
Uluslararası arenadaki ve düşüncenin üretilip pazara
çıktığı merkezlerdeki çalışmalar ve aktüel yorumlar
strateji belirleyici kesimler ve karar mekanizmaları
tarafından dikkatlice izlendiğinden ve oluşan
kamuoyuna önemli katkıda bulunduğundan hiç kuşku
duymamak gerekir. Bu nedenle Kuzey Kafkasya özelinde
ve dünya genelinde bir süredir vakfımızca takip edilen
bu tür çalışmalarıdan bazılarını seçerek uzun olmayan
periyotlarla web sitemizde ve bültenimizde
yayınlamanın yararlı olacağı düşüncesindeyiz. Şunu da
belirtmek gerekir ki, bu yazıların içeriği Kafkas
Vakfı'nın görüşlerini yansıtma durumunda değildir.
Aksine uluslararası arenadaki tüm tarafların, olaya
nasıl baktıklarını görebilmek ve en uçta olan
kesimlerin argümanlarından haberdar olabilmek için
farklı bakış açılarına sahip yazarların çalışmalarına
da yer vereceğiz. Bu nedenle yazının içeriğine ve
yazarın kullandığı terimlere gelebilecek eleştiriler
için başta bu noktayı okuyanların dikkatine sunarız.
Mustafa Özkaya
Büyük Anti-terör Oyunu ve Rusya
Sınırlı sayıda Rus askeri birliklerinin 2001 Kasım ayı
sonlarında Kabil'e apar topar konuşlandırılması olayı
başlıbaşına, Moskova'nın Hazar bölgesindeki taktik
hedefleri ve stratejik amaçlarınının ciddiye alınması
gerektiği konusunda önemli bir uyarıcı kabul edilmeli.
Birlikler her ne kadar Olağanüstü Haller Bakanlığı’na
(MCHS) ait ise ve misyonlarının yalnız insani yardım
olduğu (elçilik olarak da hizmet verecek sahra
hastanesi kurma) şeklinde deklare edilse de, aslında
Kunduz ve Kandahar'da yoğun bir çatışma içindeki ABD
deniz piyadeleri ve özel timlerinin önünde arenanın
tam orta yerine atlama arzularını ele vermiştir.
Haziran 1999'da Priştina'ya girmek için ilerleyen
paraşütçü Rus askerlerinden en belirgin farkı, burada
Washington'un biraz şaşırmasını ve Moskova'nın da
oldukça memnuniyetini sağlayacak şekilde Kuzey
İttifakı’nın erken davranıp bir kaç gün öncesinden
Kabil'e girmiş olmasıydı.
Arka Plan
Afganistan'da bir sonraki hamlenin ne olacağı
planlanırken, Putin'in ekibindeki stratejisyenler
çözüm önerileri içeren örnek çalışmalardan çok 1979
Sovyet işgali öncesine kadar uzanan Rusya'nın
bölgedeki operasyonlarında oluşturduğu kayıtlara
başvurmaktaydılar. Doğrusu, Büyük Peter orduları
1722'de Bakü'yü işgal ettiğinden bu yana Rusya Hazar
bölgesinde yaklaşık üç yüzyıl boyunca aralıksız bir
şekilde müdahil olmuştur. İngiltere dahil diğer tüm
aktörler, belli aşamada oyunu bırakmak durumunda
kalmışlardır, ancak Rusya'nın bu arasız müdahil olma
tarihi 1907 ve 1991 yıllarındaki ayaklanmalara karşın
devam etmiştir. Bu kırılma noktalarından ilkinde
bulunan en önemli formül, yeni doğmuş Sovyet
Hükümeti’nin güneydeki komşuları olan İran, Türkiye ve
Afganistan ile yaptığı anlaşmalarla da belgelendiği
üzere eşit ve saldırgan olmayan bir ilişki içinde
olması kararıdır. Bununsa, uluslararası ilişkilerin
sömürgeci normlarından el etek çekmek anlamına geldiği
açıktır. SSCB'nin 1991 yılında yıkılmasına gelince, en
önemli özellik Moskova'nın yeni kurulan cumhuriyetleri
dost ülke olarak hızla tanıması ve 1990'larda yine
dirilen ve biçim değiştirmiş yeni emperyalist
dürtülere karşı kendini tutabilme yeteneğini göstermiş
olmasıdır.
SSCB'nin yıkılmasıyla oyunun katılımcılarında da
benzeri görülmemiş bir artış ve çeşitlenme de ortaya
çıkmıştır ki, bunların oyun içindeki rolleri bazı
yarı-devletler (Abhazya ve Çeçenistan gibi), devlet
dışı yapılanmalar (Chevron ya da LUKOİl gibi) ve
devlet karşıtı oluşumlar (el-Kâide gibi) tarafından
daha da güçlenmiştir. Bu kalabalık içerisinde
Rusya'nın çok rahatsız olmasının yanında, bu oyunun
Rusya için, asla salt Orta Asya içerisinde oynanmakta
olan bir oyun olmadığını, tam tersine kapsamı çok daha
geniş olan ve Balkanlardan Uzak Doğu’ya uzanmakta
olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Böyle
bir oyun için elbette ki farklı kombinazyonlardan
oluşan aktörlerin hazır olduğu birden fazla tiyatro
sahneleri olacaktır. Rus bakış açısıyla soruna
bakıldığında bu tiyatro sahneleri (NATO Merkezi
tarafında icat edilen terimi kullanırsak) değişken
olan ama ayrı olmayan türdendir. Pratikte cevap
bekleyen ana sorun ise aralarında kaynakların
bölüştürülmesidir.
Şöyle
bir geçmişe dönüp bakıldığında, Rusya'nın büyük
oyununu sahnelediği en başlıca tiyatronun, çok önemli
kaynakların bolca bulunduğu, en ciddi tehdit
unsurlarının kümelendiği ve yine en az verimli
sonuçların elde edildiği bölge olan Balkanlar olduğu
görülecektir. Kafkaslar, Balkanlardan sonra ikinci
sırada yer almakta ve bir dereceye kadar daha uzakta
kalan, Rusya için bir dış politika hedefi olmaktan çok
kendisine oportünist bir bakışla yaklaştığı sınırlar
olan Orta Asya ise üçüncü önem sırasında
bulunmaktadır.
Bu
oyun, bir düzine Kazak eşliğinde birkaç kaşifin
coğrafi seferleri ve coğrafya uzmanları tarafından
elde edilen kritik istihbarat bilgililerinin
değerlendirildiği biraz daha büyükçe askeri
seferlerden oluşmaktadır. Doğrusu, MChS birliklerinin
2001 yılı Kasım ayı sonunda Kabil'e gelişleri,
yukarıda verilen örneğe, Priştina Havaalanını
alelacele ele geçiren Rus paraşütçüleri örneğinden çok
daha fazla benzemektedir.
Tezler
Bilgi
ve beceri kazandığı bunca tarihsel deneyim sonrasında
Rusya, 19.yüzyılda sergilediği Büyük Oyun’unun
kalıplarını aynen 21.yüzyılın Büyük Anti-Terörizm
Oyunu diye görülen oyuna uyarlayarak sergileme eğilimi
içindedir. Bu bilinen şablon, Afganistan, Çeçenistan
ve Makedonya'daki antiterör operasyonları arasında ve
Kosova, Abhazya ve Xinjiang'daki ayrılmacı girişimler
arasında çok yakın bir benzerlik ve bağlantılar
kurmaktadır. Diğer yandan, 'islami fundamentalizm' ya
da 'Vahhabilik' türü tanımlamaları güvenlik tehditleri
ile eşdeğer tutan, korku pompalaması niteliğinde bir
de ideolojik şablon bulunur ki, sahip olunan tüm bu
retoriğe karşın, Kremlin her şekilde İslam'ı topluca
bir çatışma hedefi göstermekten özenle geri
durmaktadır. Osmanlı ile iki buçuk yüzyıl aralıksız
savaşmış olan Rusya, bu epik mücadeleyi bir 'haçlı'
mücadelesi ya da “uygarlıklar çatışması' olarak
tanımlamamaya özen göstermektedir. Moskova bu
geleneğini izleyerek, Washington'dan Tahran'ın islami
teröre desteği ile ilgili tüm uyarılara ilgisiz
kalmakta ve silah satımı dahil İran'la olan
işbirliğini geliştirme noktasında çok az çekince
koymaktadır.
Yine
diğer bir şablon ise Batıyla olası işbirliğinin
kapsamını çok dar olarak görmesidir. Rusya tarihinde
Büyük Oyun’un riskli kumarlarında hiçbir kez yanında
müttefikler edinmemiştir. Ancak iş, Avrupa içi
politikalara gelince, bunun tam tersine güç
dengelerini çok iyi hesap ederek her önemli savaşta
bir ittifak oluşturmuş ya da bir ittifak içinde yer
almıştır. Putin'in ABD'nin başını çektiği
anti-terörist koalisyona hiç kuşku duymadan dahil
oluşu bu modelden bir uzaklaşma ve kopuş olarak
görülebilir; ne var ki 'onun' terörizme karşı
mücadelesine asıl Batı’nın katıldığını iddia etmesine
olanak veren elinde belirli bir takım dayanaklar
bulunmaktadır ki bu şekilde Çeçenistan'ı küresel savaş
çerçevesinde meşru bir hedef olarak sunmaktadır.
Rusya,
ABD için 'kirli işler' yapma konusunda hiç de istekli
bir tavır içinde olmadı ve ABD'nin bölgede kısıtlı bir
süre kalabilecek güce sahip olduğunu öngörerek, Orta
Asya'daki varlığını sağlamlaştırma konusunda iyi bir
plan hazırlığı içinde olabilir. Bu arada, Moskova
hamlelerinin Batı tarafından yanlış yorumlanması
olasılığının ve bunun tarihte İngiltere'nin
19.yüzyılda ortaya koyduğuna benzer bir ters tepkiye
yol açabileceğinin de farkındadır ve bu yüzden
Tacikistan'da oluşturulan 201.Bölge’ye bağlı kalma
konusunda ölçüyü elden bırakmamaktadır.
Bu
konuda tarih, diğer bir önemli katkıda daha
bulunmaktadır: Ne 1885'de yapılan III.Alexander'ın
kraliyeti dönemindeki savaşta, ne de 1979-1988 Sovyet
savaşı dahil, Afganistan hiçbir zaman Rusya'nın
yayılmacı politikasının seçilmiş bir hedefi olmadı.
Amaç sürekli Orta Asya'yı güvenli ve istikrarlı
tutabilmek idi ve bu günkü manevralarda da aynı amaç
yer almaktadır. Ancak bu amacın kavramsallaştırılması
öncelikle jeo-politik olmaktan zamanla daha kompleks
olana dönüştü ki bunda 'petrolün jeo-ekonomiği'
vurgusu ağırlıktadır.
Putin'in gerçek anlamda bir gosudarstvennik (devletçi
bakış açısına sahip olan) olmasına karşın, ekonomik
parametrelerin ve şebekelerin önemini hızlıca fark
etti. Onun dış politikası enerji şirketlerinin
çıkarlarını güvenlik politikasıyla o derece entegre
etti ki, şu an Rus enerji kompleksliğini 1970'ler ve
1980'lerdeki Sovyet askeri endüstrisi (silah sanayi)
ile aynı düzeyde ele alabiliriz. Afganistan hiç
şüphesiz bu bileşkenin içinde olmaktan çok
kenarındadır. Ancak, ABD Enerji Danışmanı Spencer
Abraham'ın geçen Kasım ayında Novorossiisk kentinde
Hazar Boru Hattı'nın açılışı sırasında tanıklık ettiği
gibi, Hazar bölgesi tüm enerji zenginliğiyle bu
bileşkenin tam ortasında yer almaktadır. Rusya, 4-5
feodal kabile yönetimine bölünmüş bir Afganistan'dan
son derece rahat olacaktır, yeter ki bunlardan hiçbiri
Çeçenistan ve Özbekistan'a geçiş sağlayacak terörist
şebekeleri içinde barındırmasın.
Sonuçlar
Tarih,
uluslararası küresel anti-terörist kampanya konusunda
ABD yöneticilerine sunduğu çok daha ileri düzeyde
bilgiyi Rusya'nın stratejisine sunmaktadır. Eğer durum
gerçekten böyle ise; Rusya'nın politikasının tümden
coğrafi alanlar üzerinde daha fazla entegre olmuş ve
çok keskin bir şekilde kendi çıkarlarına odaklanmış
olacağını tahmin etmek zor değil. Rusya askeri süper
güç olmaktan çok, bir enerji güç merkezine dönüşmeye
devam ettikçe, bu çıkarları da artık jeo-politik
olmaktan çok jeo-ekonomik çerçeve içerisinde
tanımlamak olası olacaktır.
NOT: Makalenin
ingilizce başlığı "RUSSIA IN THE GREAT ANTI-TERRORIST
GAME" olup ABD John Hopkins Üniversitesi bünyesindeki
SAIS (School of Advanced International Studies)
araştırma merkezlerinden bir olan Orta Asya Kafkaslar
Enstitüsü Sitesi’nde 12 Aralık 2001 tarihinde
yayınlanmıştır.
|