Sanırım, Osmanlı imparatorluğunun, Cumhuriyetin seksen
yılını da çalkantılara boğan çöküntüsü dün yapılan (28
mart) seçimlerle hitama erdi, Osmanlının son dönemiyle
cumhuriyetin “ilk dönemini” belirleyen İttihatçılık
bir daha dönmemek üzere hayatımızdan çıktı.
Bir çağın bitişini yaşadık çisentili bir Pazar günü.
Bu seçimlerle ilgili birçok yorum dinleyecek, birçok
yazı okuyacaksınız ama emin olun bundan sonra
Türkiye’de yapılacak seçimler bir daha asla bundan
önce yapılan seçimlere benzemeyecek.
Eğer bu seçimlere hangi şartlar altında girdiğimize
bakarsak, bu seçimin neden bir dönemin “son seçimi”
olduğunu da daha rahat anlayabiliriz.
Biz, Kıbrıs sorununun çözümlenmek üzere olduğu ve
Avrupa Birliği’nin kapısının eşiğine yaklaştığımız bir
sırada bu seçimleri yaptık.
Ankara Ticaret Odasında gövde gösterisi yapan
generallerinden, Yunanistan’ı almak için “yüz bin
çocuğu” ölüme göndermeye hazır tuhaf rektörlerine, YÖK
başkanından DGM yargıçlarına, herkesi “ihanetle”
suçlamaya teşne emekli büyükelçilerinden Rauf
Denktaş’a kadar neredeyse tüm devlet gücü, bütün
kozlarını ortaya koyarak, varlıklarının son zerresine
kadar Avrupa yolunu kapatabilmek için mücadeleye
girdiler.
Ve, ağır bir şekilde yenildiler.
Tarihimizin en dar geçitlerinden birinde Avrupa
Birliğinin yolunu açmaya çalışan siyasi parti, henüz
sorunları tam çözemediği dolayısıyla da bu çözümlerin
getirisini hayata tam aksettiremediği bir sırada bu
seçimleri kazandı.
Arkasında büyük bir halk desteğiyle ve geçtiğimiz
döneme kıyasla daha düz bir yolda ilerleyecek artık.
Kıbrıs sorununu çözüp, Avrupa Birliğinden müzakere
tarihi aldıktan sonra da hayat burada çok değişecek.
Siyaset anlayışının, ekonomik yapının, dış politikanın
yeni bir iklime gireceğini göreceğiz.
Kendi halkını küçümseyen “devlet” yapısı halka saygı
göstereceği bir düzleme çekilecek, kendini devletle
özdeşleştiren ve bir türlü burjuvalaşamayan bürokrat
kökenli şehirliler hep küçümseyip uzak durdukları
başörtülü, kasketli, yıllarca kendini horlayan
“şehirlilere” mesafeli halklarına alışacak, kendini
sürekli saklamak zorunda kalan “halk” korkudan
kaynaklanan tutuculuğundan biraz uzaklaşacak, devletin
soyulacak parası kalmadığından soygunlar azalacak,
Avrupa’nın denetimindeki hukuk herkesi sarmalayarak
ortak bir güvence yaratacak, yabancı yatırımlar
ekonominin iflah olmaz gibi görünen dertlerine derman
olacak.
Yeni bir hayat, herkesi uzlaştıracak bir barışı ve
rahatlığı yaratacak.
Sorunları çözmenin, onları karmaşık bir halde
tutmaktan daha yararlı olduğunu hep birlikte yaşayarak
öğreneceğiz.
Çağdaş dünyayla yakınlaşmamız, başta bu yolu açan AKP
olmak üzere bütün partilerimizi değiştirecek.
“Türban”, “Atatürk, “şehitlerimiz”, “ulusal onurumuz”,
“şanlı ordumuz”, “yüce devletimiz”, seçim
meydanlarından kaybolacak, bir daha seçimlerde bunları
duymayacağız.
Böyle büyük bir değişimin yaratacağı sarsıntıların
kaçınılmaz sonucu olarak sanırım “radikal milliyetçi”
bir kesim hep olacak ama bu siyasette çok da büyük bir
anlam taşımayacak.
“Sosyal demokrasi” kavramına, bu kavramın içini
boşaltarak, “sosyal demokratlığı anlamsız bir
laikçiliğe dönüştürerek sahip çıkan partiler herhalde
en büyük değişimi yaşayacak; ya yok olacaklar ya da
tümüyle çağdaş ve yeni bir sol anlayış oluşturacaklar.
Din vurgulu bir anlayışla yola çıkan AKP, dindarlıkla
demokrasiyi bağdaştırmanın getirilerini gördükçe,
dinle bağını koparmadan ama bunu bir siyasi hedef
haline sokmadan demokrasiye yaklaşacak, büyük bir
olasılıkla kadrolarında yenileşmeler yapacak.
Bana sorarsanız, Osmanlı’nın son dönemi, cumhuriyetin
“ilk dönemi” bitti bu seçimlerle.
Devletle halkın arasına giren İttihatçıların büyük
yenilgisi bir çağın da sonu oldu.
Şimdi daha olgun, daha güvenli, daha demokrat bir
cumhuriyet dönemi başlıyor.
Belki bir süre daha manasız provokasyonlar sürer ama
bu da çok zaman almaz.
Avrupa Birliği’nin şahitliğini yaptığı, devletle
halkın nikahının kıyıldığı bir cumhuriyet düğünü
olarak görüyorum ben bu seçimleri.
Kendimizle barışıyoruz.
|