CUMHURİYET DÜĞÜNÜ

 

Ahmet Altan
Gazeteci

 
   
 
Sanırım, Osmanlı imparatorluğunun, Cumhuriyetin seksen yılını da çalkantılara boğan çöküntüsü dün yapılan (28 mart) seçimlerle hitama erdi, Osmanlının son dönemiyle cumhuriyetin “ilk dönemini” belirleyen İttihatçılık bir daha dönmemek üzere hayatımızdan çıktı.

Bir çağın bitişini yaşadık çisentili bir Pazar günü.

Bu seçimlerle ilgili birçok yorum dinleyecek, birçok yazı okuyacaksınız ama emin olun bundan sonra Türkiye’de yapılacak seçimler bir daha asla bundan önce yapılan seçimlere benzemeyecek.

Eğer bu seçimlere hangi şartlar altında girdiğimize bakarsak, bu seçimin neden bir dönemin “son seçimi” olduğunu da daha rahat anlayabiliriz.

Biz, Kıbrıs sorununun çözümlenmek üzere olduğu ve Avrupa Birliği’nin kapısının eşiğine yaklaştığımız bir sırada bu seçimleri yaptık.

Ankara Ticaret Odasında gövde gösterisi yapan generallerinden, Yunanistan’ı almak için “yüz bin çocuğu” ölüme göndermeye hazır tuhaf rektörlerine, YÖK başkanından DGM yargıçlarına, herkesi “ihanetle” suçlamaya teşne emekli büyükelçilerinden Rauf Denktaş’a kadar neredeyse tüm devlet gücü, bütün kozlarını ortaya koyarak, varlıklarının son zerresine kadar Avrupa yolunu kapatabilmek için mücadeleye girdiler.

Ve, ağır bir şekilde yenildiler.

Tarihimizin en dar geçitlerinden birinde Avrupa Birliğinin yolunu açmaya çalışan siyasi parti, henüz sorunları tam çözemediği dolayısıyla da bu çözümlerin getirisini hayata tam aksettiremediği bir sırada bu seçimleri kazandı.

Arkasında büyük bir halk desteğiyle ve geçtiğimiz döneme kıyasla daha düz bir yolda ilerleyecek artık.

Kıbrıs sorununu çözüp, Avrupa Birliğinden müzakere tarihi aldıktan sonra da hayat burada çok değişecek.

Siyaset anlayışının, ekonomik yapının, dış politikanın yeni bir iklime gireceğini göreceğiz.

Kendi halkını küçümseyen “devlet” yapısı halka saygı göstereceği bir düzleme çekilecek, kendini devletle özdeşleştiren ve bir türlü burjuvalaşamayan bürokrat kökenli şehirliler hep küçümseyip uzak durdukları başörtülü, kasketli, yıllarca kendini horlayan “şehirlilere” mesafeli halklarına alışacak, kendini sürekli saklamak zorunda kalan “halk” korkudan kaynaklanan tutuculuğundan biraz uzaklaşacak, devletin soyulacak parası kalmadığından soygunlar azalacak, Avrupa’nın denetimindeki hukuk herkesi sarmalayarak ortak bir güvence yaratacak, yabancı yatırımlar ekonominin iflah olmaz gibi görünen dertlerine derman olacak.

Yeni bir hayat, herkesi uzlaştıracak bir barışı ve rahatlığı yaratacak.

Sorunları çözmenin, onları karmaşık bir halde tutmaktan daha yararlı olduğunu hep birlikte yaşayarak öğreneceğiz.

Çağdaş dünyayla yakınlaşmamız, başta bu yolu açan AKP olmak üzere bütün partilerimizi değiştirecek.

“Türban”, “Atatürk, “şehitlerimiz”, “ulusal onurumuz”, “şanlı ordumuz”, “yüce devletimiz”, seçim meydanlarından kaybolacak, bir daha seçimlerde bunları duymayacağız.

Böyle büyük bir değişimin yaratacağı sarsıntıların kaçınılmaz sonucu olarak sanırım “radikal milliyetçi” bir kesim hep olacak ama bu siyasette çok da büyük bir anlam taşımayacak.

“Sosyal demokrasi” kavramına, bu kavramın içini boşaltarak, “sosyal demokratlığı anlamsız bir laikçiliğe dönüştürerek sahip çıkan partiler herhalde en büyük değişimi yaşayacak; ya yok olacaklar ya da tümüyle çağdaş ve yeni bir sol anlayış oluşturacaklar.

Din vurgulu bir anlayışla yola çıkan AKP, dindarlıkla demokrasiyi bağdaştırmanın getirilerini gördükçe, dinle bağını koparmadan ama bunu bir siyasi hedef haline sokmadan demokrasiye yaklaşacak, büyük bir olasılıkla kadrolarında yenileşmeler yapacak.

Bana sorarsanız, Osmanlı’nın son dönemi, cumhuriyetin “ilk dönemi” bitti bu seçimlerle.

Devletle halkın arasına giren İttihatçıların büyük yenilgisi bir çağın da sonu oldu.

Şimdi daha olgun, daha güvenli, daha demokrat bir cumhuriyet dönemi başlıyor.

Belki bir süre daha manasız provokasyonlar sürer ama bu da çok zaman almaz.

Avrupa Birliği’nin şahitliğini yaptığı, devletle halkın nikahının kıyıldığı bir cumhuriyet düğünü olarak görüyorum ben bu seçimleri.

Kendimizle barışıyoruz.