|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÇERKES İNATLI
CUMHURBAŞKANI SEZER
|
|
|
Ahmet
Karaman Özgür
Politika, 23 Mayıs 2002 |
|
|
|
|
|
Ahmet Necdet Sezer, yeryüzünde artık, nesli, izi
kalmamış, sadece TC'de 'Kemalizm' adıyla
yürürlükte bulunan diktatoryal sistemden fazla
rahatsız değil...
İnsan haklarının evrensel
değerlerine, her gün kılıçların saplanması da
fazla ırgalamıyor onu. Bu açıdan, beyinleri, kimlik ve
kişilikleri de işgal edilmek istenen Kürtlerin, ana
dilleriyle Tanrı'ya yakarıp, Allah'ı anmalarının
yasaklanması, onun sorunu değil.
Kemalist
suyla beyni ovalanmış, yıkanıp sistemin kıvamına
getirilmiş biri olarak, hukukun evrensel renkleri,
özgürlük açılımları ilgi alanının dışında kalıyordu
onun. Birey, toplum ve halkların doğumla kazanılmış
haklarının olabileceği, vicdan, iz'an diye bir üstün
değer yargısının bulunabileceği, Kemalist öğretiye
ters düşüyordu çünkü. Hak yok, inkar vardı,
Kemalizm'in ilke ve inkılaplarında.
Kendi
kökleri olan Çerkeslerin, kendi kimlik ve
kültürlerinden koparılarak, ne o, ne de bu olan bir
meleze dönüştürülmesi, bu açıdan kendisini rahatsız
etmiyordu.
Ama bir gerçeği teslim etmek
gerekiyorsa eğer, Ahmet Necdet Sezer, hırsız değildi.
Hırsızlığa yeltenmeyi bilemeyecek kadar 'saf'tı. O,
biri yüksekçe bir yere çıkıp, 'hırsızlar, soyguncu ve
dolandırıcılar' diye bağıracak olsa, büyük
çoğunluğuyla elitinin, 'hemşehrim, bana mı seslendin'
diyecek bir toplumda Cumhurbaşkanıydı. Bu haliyle, söz
ve karar sahibi, aynı zamanda 'götüren efendiler'in
tepesinde alabildiğine iğreti duruyor, bağdaşık
kalmıyordu.
Onun sorunu bu kertede başlıyordu.
Üstelik, bir yargıç olarak, ilk gençliğinden beri,
ezberleyerek geldiği yasalara bağlıydı. Yasalara
aykırı biçimde hırsızlık, dolandırıcılık ve soygun
seferlerine çıkılmasını anlayamıyor, beyninin içinde
bir yere oturtamıyordu.
Hırsızın hırsızdan
anladığı, soyguncu ve dolandırıcının kendi benzerinden
hoşlandığı, bunların birbirini 'en büyük vatansever'
diye parlattığı, daha dün oturduğu evin kirasını
denkleştirmek için bin takla atan, bugün uşakların
hizmet sunduğu kendi köşkünde oturan Ertuğrul
Özköklerin 'en büyük mürşit' mertebesine eriştiği
toplumda, onun gibiler sevimsizdi. Çalarak, dolandırıp
götürerek vatana üstün hizmetler sunanların, etkisiz
kılmak için çabaladığı ayak bağıydı.
Hayali
koyun kaçakçılığından sanık, en büyük Türk büyüğü
celep Ertuğrul Özkökgiller, onu kendi hizalarına
getirmek için yoğun çaba harcadılar. Alttaki enayiler
hizmete amade dururken, onun markete gidip alış-veriş
yapmasını kötüye alamet, halkın vergilerine el uzatma
yerine, cebinden çıkardığı parayla altındaki arabaya
benzin doldurmasını, eski köye yeni tehlikeli adet
sayıp, yaptıklarını 'aşağılayıcı davranış' olarak
yüzüne vurdular.
Buna rağmen, uslanıp
'götürenler' safında, 'vatana hizmet' kervanına
katılmayınca, satın aldığı evin fotoğrafını
yayınlayıp, dürüstlük oyunu oynadılar. Götürdüklerine,
kendi bankasını soymayı da ekleyen 'vatansever' basın,
'nereden buldun bakim, bunca parayı?' diye sordular.
Ama, yasacı Cumhurbaşkanı 'Çerkes inatlı'ydı.
Milli Güvenlik Kurulu'nca hazırlanan, 'vatansever
patronlara' alabildiğine götürme özgürlüğü veren,
düşünceyi, kültürel hayatı ve haber alma hakkını da,
Kemalist diktatoryanın 1920'ler düzeyinde 'orklayan'
yasanın iptali için Anayasa mahkemesine başvuruyordu.
Yasa, 'vatansever Türk milliyetçisi' hırsızlara
'hırsız' demeyi yasaklıyor ve götürdüklerinin
deşifresini 'yalan haber' mertebesine çıkarıyor, bir
zamanlar devletin İstanbul'da, 'bundan böyle gavura
gavur demek yasaktır misali', resmi katil, soygun
çeteleri dahil mafyanın her türlü faaliyetlerini
'devlet sırrı' yapıyordu. Köy yakan kibritçileri
anmak, 'yalan haber' oluyordu.
Cumhurbaşkanı
'muğlaklıkları netleştirin' diyerek, 'derin devlet'
denilen Milli Güvenlik Kurulu'yla mahkemelik oluyordu.
Her şeye rağmen, bu da 'iyi' bir gelişmeydi. Hukukun
olmasa bile, 'yasaların savunucusu' vardı. Bu da 'hiç
yoktan' iyiydi. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|