...................
RUSYA'DA ULUSAL SORUN KONUSUNDA SOVYETLER İKTİDARININ SİYASETİ...
KAPİTALİST REJİM VE ULUSAL BASKI...
ULUSAL SORUNU KOYUŞ BİÇİMİ ÜZERİNE...
EKİM DEVRİMİ VE RUS KOMÜNİSTLERİNİN ULUSAL POLİTİKASI...

Joseph Stalin
Çeviri: Muzaffer Ardos
MARKSİZM ve ULUSAL SORUN (1) (1913)
Sol Yayınları 1977

                         
...................
...................

RUSYA'DA ULUSAL SORUN KONUSUNDA SOVYETLER İKTİDARININ SİYASETİ* (1920)

RUSYA'DAKİ üç devrim ve iç savaş yılı, merkezi Rusya ile Rusya'nın çevre bölgelerinin karşılıklı dayanışması olmaksızın, devrimin zaferinin olanaksız olduğunu, Rusya'nın emperyalizmin pençesinden kurtulmasının olanaksız olduğunu göstermiş bulunuyor.

Merkezi Rusya, bu dünya devrimi ocağı, hammadde, yakıt, yiyecek ürünleri ile dolup taşan çevre bölgelerin yardımı olmaksızın, uzun süre dayanamaz. Rusya'nın çevre bölgeleri de, daha gelişmiş bir durumda bulunan merkezi Rusya'nın siyasal, askeri ve örgütleme yardımı olmaksızın, kendilerini emperyalist egemenlikten kurtaramazlar. Eğer daha gelişmiş bir durumda bulunan proleter Batı'nın, daha az gelişmiş bir durumda bulunan, ama hammadde ve yakıt bakımından zengin köylü Doğunun desteği olmaksızın, dünya burjuvazisini gideremeyeceğini ileri süren tez doğru ise, daha az gelişmiş, ama zorunlu kaynaklar bakımından zengin çevre bölgelerin yardımı olmaksızın, devrim işini başaramayacağını söyleyen bu öbür tez de bir o kadar doğrudur.

* Ulusal Azınlıklar Halk Komiserliği tarafından, ulusal sorun üzerine, 1920'de yayınlanmış bulunan Stalin Derleme'sine önsöz olarak yazılan "Yazarın Notu"nun aşağıdaki parçası, "Rusya'da Ulusal Sorun Konusunda Sovyetler İktidarının Siyaseti" makalesine ayrılmıştı:

"... Makale, Rusya'nın bölgesel özerklik temeli üzerinde, henüz tamam­lanmamış bulunan güncel yönetimsel düzeltme dönemi ile; çevrede, RSSFC'nin yapıa parçaları olarak, yönetimsel komünler ve özerk Sovyet cumhuriyetleri örgütlenmesi dönemi ile ilgili, makalenin can alıcı noktası, Sovyetlik özerkliğin pratik uygulanması, yani emperyalizmin müdahaleci girişimlerine karşı güvence olarak, merkez ile çevre-bölgeler arasındaki devrimci birliğin güvence altına alınması sorunudur. Makalenin, çevre-bölgelerin Rusya'dan ayrılma is­temini, karşı-devrimci bir girişim olarak, gözünü kırpmadan yadsıması garip görünebilir. Hindistan'ın, Arabistan'ın, Mısır'ın, Fas ve öbür sömürgelerin An­tanttan ayrılmasından yanaya, çünkü bu durumda ayrılma, bu ezilmiş ülkelerin emperyalizmden kurtulması, emperyalizmin konumlarının sarsılması, devrim konumlarının pekişmesi anlamına gelir. Çevre-bölgelerin Rusya'dan ay­rılmasına karşıyız, çünkü bu durumda ayrılma, bu çevre-bölgelerin emperya­lizm tarafından egemenlik altına alınması, Rusya'nın devrimci gücünün sarsılması, emperyalizmin konumlarının pekişmesi anlamına gelir. Hindis­tan'ın, Mısır'ın, Arabistan ve öbür sömürgelerin ayrılmasına karşı savaşım ve­ren Antant, işte tastamam bu nedenledir ki, aynı zamanda, çevre-bölgelerin Rusya'dan ayrılması için de savaşım verir. Sömürgelerin Antanttan ayrılması için savaşım veren komünistler, işte tastamam bu nedenledir ki, aynı zamanda çevre-bölgelerin Rusya'dan ayrılmasına karşı da savaşımdan geri kalamazlar. Ayrılma sorununun, somut uluslararası koşullara göre, devrimin çıkarlarına göre çözümlendiği açıktır."

Antantın, daha Sovyet hükümetinin ortaya çıktığı ilk günlerden beri, en önemli çevre-bölgelerini ondan kopararak, merkezi Rusya'nın iktisadi bakımdan kuşatılması planını gerçekleştirdiği sırada, bu durumu göz önünde tuttuğu kesin. Daha sonra, Rusya'nın iktisadi bakımdan kuşatılması planı, Ukrayna, Azerbaycan ve Türkistan'da bugün oynadığı oyunlar­la birlikte, 1918'den 1920'ye kadar, Antantın, Rusya'ya karşı tüm girişimlerinin değişmez temeli olarak kalır.

Rusya'nın merkezi ile çevre-bölgeleri arasında sağlam bir ittifak kurulmasında çok büyük bir yarar vardır.

Rusya'nın merkezi ile çevre-bölgeleri arasında, sıkı, bozulmaz bir ittifakı güvence altına alacak belirli ilişkiler, belirli bağlar kurma zorunluluğunun nedeni budur.

Buna göre, bu ilişkiler neler olmalı ve hangi biçimlere bürünmeli?

Bir başka deyişle: Sovyetler iktidarının, Rusya'da ulusal sorunla ilgili siyaseti neye dayanır?

Çevre-bölgelerin Rusya'dan ayrılma istemi, yalnızca merkez ile çevre-bölgeler arasında kurulacak ittifak sorununun konuluş biçimi ile ters düştüğü için değil, ama her şeyden önce, merkezin olduğu kadar çevre-bölgelerin halk yığınlarının da çıkarları ile temelden ters düştüğü için de, merkez ile çevre-bölgeler arasındaki ilişkiler biçimi olarak dıştalanmalıdır. Çevre-bölgelerin ayrılmasının, Batı ve Doğu'daki kurtuluş hareketini uyaran merkezi Rusya'nın devrimci gücünü sarsacağını hesaba katmasak bile, çevre-bölgeler, bir kez ayrıldıktan sonra uluslararası emperyalizm tarafından kaçınılmaz bir biçimde egemenlik altına alınacaklardır. Bugünkü uluslararası koşullar içinde, çevre-bölgelerin ayrılmasını istemekte karşı-devrimci olarak ne varsa hepsini anlamak için, Rusya'dan ayrıldıktan sonra, sözde bir bağımsızlıktan başka bir şeyleri kalmayan Gürcistan'a, Ermenistan'a, Polonya'ya, Finlandiya'ya vb. bir göz atmak yeter; bu ülkeler, aslında, Antanta gerçek bağımlı ülkeler durumuna gelmiş bulunuyorlar; son olarak, birincisi Alman sermayesi, ve ikincisi de Antant tarafından kırılıp geçirildikten sonra, Ukrayna ile Azerbaycan'ın son serüvenlerini anımsamak yeter. Proleter Rusya ile emperyalist Antant arasında gemi azıya alan ölüm-kalım savaşımı karşısında, çevre-bölgeler için yalnızca iki yol mümkün:

ya Rusya ile, ve o zaman bu, çevre-bölgeler emekçi yığınlarının emperyalist baskıdan kurtuluşu demektir;

ya da Antant ile, ve o zaman bu, kaçınılmaz olarak emperyalist boyunduruk anlamına gelir.

Üçüncü yol yoktur. Sözde bağımsız Gürcistan'ın, Ermenistan'ın, Polonya'nın, Finlandiya'nın vb. sözde bağımsızlığı, eğer deyim yerindeyse, bu devletlerin, şu ya da bu emperyalist grup karşısındaki tam bağımlılığını maskeleyen aldatıcı bir görünüşten başka bir şey değildir.

Elbette, Rusya'nın çevre-bölgeleri, bu çevre-bölgelerde yaşayan uluslar ve aşiretler, tüm öbür uluslar gibi, Rusya'dan ayrılma hakkına sahiptirler, bu hakkı onların elinden kimse alamaz; ve eğer bu uluslardan herhangi biri, 1917'de Finlandiya örneğinde olduğu gibi, Rusya'dan ayrılmayı çoğunlukla kararlaştırsaydı, Rusya, kendini, herhalde bu olguyu saptama ve ayrılığı onaylama zorunda görürdü. Ama burada, ulusların söz götürmez haklan değil, merkezin olduğu kadar çevrenin halk yığınlarının da çıkarları söz konusudur; ajitasyonun niteliği, bu çıkarlar tarafından belirlenmiş nitelik, ve partimizin, eğer kendi kendini yadsımak istemiyor, eğer milliyetlerin emekçi yığınlarının isteği üzerinde belli bir yönde etkili olmak istiyorsa, yapma zorunda olduğu ajitasyon söz konusudur. Oysa, halk yığınlarının çıkarları, devrimin güncel aşamasında çevrenin ayrılmasını istemenin, derinden derine karşı-devrimci bir istek olduğunu söylemektedir.

Aynı biçimde, Rusya'nın merkezi ile çevre-bölgeleri arasındaki ittifak biçimi olarak kültürel-ulusal denilen özerklik de dıştalanmalıdır. Avusturya-Macaristan'ın (kültürel-ulusal özerkliğin yurdu), son on yıllık pratiği, çok uluslu bir devlet milliyetlerinin emekçi yığınları arasındaki ittifak biçimi olarak, kültürel-ulusal özerklikte geçici ve süresiz ne varsa hepsini göstermiş bulunuyor. Springer ile Bauer, kültürel-ulusal özerkliğin, ince ulusal programlar ile birlikte şimdi ayaklan suya ermiş bulunan bu yaratıcıları, bunun canlı kanıtlarıdırlar. Son olarak, kültürel-ulusal özerkliğin Rusya'daki sözcüsü, bir zamanların o ünlü Bundu, daha geçenlerde, açıkça: "Kapitalist rejim çerçevesinde formüllendirilmiş bulunan kültürel-ulusal özerklik istemi, sosyalist devrim koşulları içinde anlamını yitirir"* diyerek, kültürel-ulusal özerkliğin yararsızlığını resmen kabul etme zorunda kaldı.

* Bkz: Bundun XÜ. Konferansı, s. 21 (Rusça).

Merkez ile çevre-bölgeler arasında usa-uygun tek ittifak biçimi olarak, geriye, yaşam koşullan ve özel ulusal bileşimleri ile ayrılan çevre-bölgelerin bölgesel özerliği, Rusya'nın çevre-bölgelerini, merkeze, federatif bağlarla bağlayacak özerklik, yani Sovyetler iktidarı tarafından daha dünyaya gelişinin ilk günlerinde ilan edilmiş, ve günümüzde de, ortak yönetim ve özerk Sovyet cumhuriyetleri biçimi altında çevre-bölgelerde uygulanmış bulunan o aynı Sovyetik özerklik kalır.

Sovyetik özerklik, donmuş ve hiç değişmez bir şey değildir; gelişmesi içinde çok çeşitli biçimler ve dereceler kabul eder. Bu özerklik, dar yönetim özerkliğinden (Volga Almanları, Çuvaşlar, Kareliyenler), daha geniş, siyasal bir özerkliğe (Başkırlar, Volga Tatarları, Kırgızlar); geniş, siyasal özerklikten, daha da genişlemiş biçimine (Ukrayna, Türkistan); son olarak, Ukrayna tipi özerklikten, özerkliğin en yüksek biçimine, sözleşmeye dayanan ilişkilere (Azerbaycan) geçer. Sovyetik özerkliğin bu esnekliği, onun ilk değerlerinden birini oluşturur; çünkü bu esneklik, Rusya'nın, kültürel ve iktisadi gelişmenin çok çeşitli derecelerinde bulunan çevre-bölgelerinin tüm çeşitliliğinin kavranmasını sağlar. Sovyetik siyasetin ulusal sorundaki üç yılı, Rusya'da, Sovyetik özerkliği değişik biçimler altında gerçekleştirerek, Sovyetler iktidarının iyi yolda olduğunu göstermiştir; çünkü yalnızca bu siyaset sayesindedir ki, Sovyetler iktidarı, çevre-bölgelerin gözden en uzak köşelerine doğru kendine bir yol açma, ulusal bakımdan en geri ve en çeşitli yığınları siyasal yaşama yükseltme, bu yığınları, en çeşitli bağlarla, merkeze bağlama başarısını göstermiştir - dünyanın hiç bir hükümetinin yalnızca çözmediği değil, ama hatta koymadığı (koymaktan korktuğu) sorun, Rusya'nın Sovyetik özerklik ilkelerine göre yeni yönetimsel bölünmesi, henüz tamamlanmamıştır; Kuzey Kafkaslar, Kalmuklar, Çeremisler, Votyaklar, Buryatlar vb., henüz sorunun çözülmesini bekliyorlar. Ama gelecekteki Rusya'nın yönetimsel haritası hangi görünüme bürünürse burunsun ve bu alandaki eksiklikler ne olursa olsun -ve gerçekten de olmuştur-, bölgesel özerklik ilkelerine göre, yeni yönetimsel bölünmeye girişerek, Rusya'nın, çevre-bölgelerin proleter merkez yöresinde toplanması yolunda iktidar ile çevre-bölgelerin büyük halk yığınlarının yakınlaşması yolunda, ileriye doğru çok büyük bir adım attığını kabul etmek gerek.

Bununla birlikte, Sovyetik özerkliğin şu ya da bu biçiminin ilanı, gerekli kararname ve buyrukların yayınlanması, hatta özerk cumhuriyetlerde halk komiserleri bölgesel şuraları biçiminde çevre-bölge hükümetlerinin kuruluşu, çevre-bölgeler ile merkez arasındaki birliği pekiştirmek için, yeterli olmaktan uzak şeylerdir. Bu birliği pekiştirmek için, her şeyden önce, çarlığın yırtıcı siyasetinin mirası olarak çevre-bölgelerde varlığını sürdüren, çevre-bölgelerin yalıtık ve kapanık durumu­na, ataerkil yaşam ve kültürsüzlüğe, merkeze karşı güven­sizliğe bir son vermek gerekir. Çarlık, yığınları kölelik ve bilgi­sizlik içinde tutmak için, ataerkil-feodal baskıyı, çevrede bilerek geliştiriyordu. Çarlık, yerlileri en verimsiz bölgelere doğru it­mek ve ulusal düşmanlığı pekiştirmek için, çevrenin en iyi yerlerine, sömürgeci öğeleri bilerek yerleştirmişti. Çarlık, yığınları bilgisizlik içinde tutmak için, yerel okulu, tiyatroyu, eğitici kurumları engelliyor ve bazen düpedüz ortadan kaldırıyordu. Çarlık, yerel nüfusun seçkin bölümünün her türlü girişimini kötürümleştiriyordu. Son olarak, çarlık, çevre-bölgelerdeki halk yığınlarının tüm faaliyetini kırıyordu. Çarlığın tüm bu önlemleri, yerliler arasında, bazen Rus olan her şeye karşı düşmanca bir davranışa dönüşen çok derin bir güvensizlik doğurmuştu. Merkezi Rusya ile çevre-bölgeler arasındaki birliği pekiştirmek için, bu güvensizliği yok etmek, karşılıklı bir anlayış ve kardeşçe bir güven havası yaratmak gerek. Nedir ki, güvensizliği yok etmek için, her şeyden önce çevredeki halk yığınlarının kendilerini feodal-ataerkil boyunduruk kalıntılarından kurtarmalarına yardım etmek gerek; sömürgeci öğelerin yararlandıkları her tür ve her düzeydeki ayrıcalıkları ortadan kaldırmak -yalnızca sözde değil, ama gerçekten ortadan kaldırmak- gerek; halk yığınlarına devrimin maddi iyiliklerini tattırmak gerek. Uzun sözün kısası: Merkezi proleter Rusya'nın, yalnızca onların çıkarlarını savunduğunu yığınlara tanıtlamak gerek; ve bunu, yalnızca sömürgecilere ve burjuva milliyetçilere karşı, çoğu kez yığınlar için hiç mi hiç anlaşılmaz şeyler olan bastına önlemler aracıyla değil, ama her şeyden önce tutarlı ve iyi düşünülmüş bir iktisat siyaseti aracıyla tanıtlamak gerek.

Liberallerin, zorunlu genel öğretimle ilgili istemlerini herkes bilir. Çevre-bölgelerdeki komünistler, liberallerden daha sağda olamazlar; eğer halkın bilgisizliğim yok etmek, eğer Rusya'nın merkezi ile çevre-bölgelerini manevi bakımdan yaklaştırmak istiyorlarsa, oralarda genel eğitimi gerçekleş­tirmelidirler. Ama bunun için de, yerci ulusal okulu, ulusal ti­yatroyu, ulusal halk eğitim kurumlarını geliştirmek, çevre-bölgelerdeki halk yığınlarının kültür düzeyini yükseltmek zorunludur. Çünkü kültürsüzlük ve bilgisizliğin, Sovyetler ikti­darının en tehlikeli düşmanları olduklarını tanıtlamaya pek de gerek yok. Çalışmalarımızın bu yönde ne derecede ileriye git­tiğini bilmiyoruz; ama en önemli çevre-bölgelerden birinde, ulusal eğitim halk komiserliğinin, yerel okullar için, ödeneğinin topu topu %10 kadarını harcadığını duyuyoruz. Bu doğruysa, bu alanda, "eski rejim"i, ne yazık ki pek o kadar geçmemiş olduğumuzu kabul ermemiz gerek.

Sovyetler iktidarı halktan kopuk bir iktidar değildir; tersine, o, kendi türünde, Rus halk yığınlarından çıkmış onların sevdiği, ona yakın tek iktidardır. Sovyetler iktidarının tehlikeli zamanlarda daima gösterdiği o görülmemiş direnme gücünü de işte bu durumu açıklar. Sovyetler iktidarının, Rusya'nın çevre-bölgelerinde de, sevilir ve halk yığınlarına yakın olması gerek. Ama bunun için, Sovyetik iktidar, her şeyden önce, bu yığınlar için anlaşılır bir iktidar olmalı. Bundan ötürü, çevre-bölgelerin tüm Sovyet organlarının, mahkemelerin, yönetim aygıtlarının, iktisadi organların, dolaysız iktidar organlarının (parti organlarının da), elden geldiğince, yerel nüfusun yaşam koşullarını, törelerini, alışkılarını, ailini bilen ülke insanla­rından oluşmuş olmaları; yerli halk yığınlarının tüm seç­kinlerinin bu kurumlara çağrılmış bulunmaları; yerel emekçi yığınların, askeri kuruluşlar alanı da dahil, tüm alanlarda ülke yönetimine katılmaları; yığınların, Sovyetler iktidarı ile onun organlarının, kendi öz çabalarının eseri, umutlarının ete-kemiğe bürünmesi olduklarını anlamaları zorunludur. Yığınlar ile iktidar arasında yıkılmaz bir manevi bağ işte ancak böyle kurulabilir; Sovyet iktidarı, çevre-bölgeler emekçi yığınları için işte ancak bu yoldan anlaşılır ve emekçi yığınlara yakın olabilir.

Bazı yoldaşlar, Rusya'nın özerk cumhuriyetlerini ve, genel olarak, Sovyetik özerkliği, bazı koşullar karşısında hoşgörüyle karşılanmaması olanaksız, zorunlu, ama gene de zamanla ortadan kaldırılması için savaşılması gereken, geçici bir kötülük olarak görürler. Bu görüşün temelden yanlış olduğunu, ve herhalde Sovyetler iktidarının ulusal sorun siyaseti ile ortak hiç bir yanı bulunmadığını tanıtlamaya pek gerek yok. Sovyetik özerklik soyut ve yapmacık bir şey değildir, hele hele boş bir söz olarak görülemez. Sovyetik özerklik, çevre-bölgelerin merkezi Rusya'ya bağlanmasının en gerçek, en somut biçimidir. Ukray­na, Azerbaycan, Türkistan, Kırgızistan, Başkıristan, Tataristan ve öteki çevre-bölgelerin, halk yığınlarının kültürel ve maddi gönencinin özledikleri kadarıyla, kendi ulusal dillerindeki okullardan, her şeyden önce ülke insanlarından oluşan mahkemelerden, yönetim aygıtlarından, iktidar organlarından vaz­geçemeyeceklerini kimse yadsıyamaz. Dahası, bu bölgelerin gerçekten Sovyetleştirilmesi, merkezi Rusya'ya sıkı sıkıya bağlı ve onunla birlikte tek bir devlet oluşturan Sovyetik bölgeler durumuna dönüştürülmesi, geniş bir yerel okullar örgütü olmaksızın, halkın yaşam koşullarını ve dilini bilen insanlardan oluşan mahkemeler, yönetim aygıtları, iktidar organları vb. kurulmaksızın, olanaksızdır. Nedir ki, okullara, mahkemelere, yönetim aygıtlarına, iktidar organlarına ulusal dili somak demek, Sovyetik özerklik, bütün bu kurumların Ukraynalı, Türkistanlı, Kırgız vb. biçimlere bürünmesinden başka bir şey olmadığına göre, aslında Sovyetik özerkliği gerçekleştirmenin ta kendisi demektir.

Bundan sonra, Sovyetik özerkliğin geçici niteliğinden, ona karşı savaşım verme zorunluluğundan vb., ciddi ciddi nasıl söz edilebilir?

İki şeyden biri:

Ya Ukrayna, Azerbaycan, Kırgız, Özbek, Başkır vb. dilleri füli bir gerçektir ve bunun sonucu, bu bölgelerde ulusal dilde eğitim yapan okulu, mahkemeleri, yönetim aygıtlarını, ülke insanlarından oluşan iktidar organlarını geliştirmek kesenkes zorunludur, ve o zaman Sovyetik özerkliğin bu bölgelerde sonuna kadar, hiç bir kısıtlama olmaksızın gerçekleştirilmesi gerekir;

Ya da Ukrayna, Azerbaycan vb. dilleri salt bir uydurmacadır: bunun sonucu, ana dildeki okullar ve öbür kurumlar yararsız şeylerdir, ve o zaman da Sovyetik özerkliğin, yararsız bir şey olarak, reddedilmesi gerekir.

Üçüncü bir yol aramak, bu konuda bir yeteneksizliğin ya da açması bir düşünce eksikliğinin ortaya konması demektir.

Sovyetik özerkliğin gerçekleştirilmesi yolundaki ciddi engellerden biri de, çevre-bölgelerdeki yerel kökenli aydın güçlerin büyük kıtlığı, Sovyetlerin ve partinin faaliyeti dahil, tüm faaliyet kollan için öğretici eksikliğidir. Bu kıtlık, çevre-bölgelerdeki devrimci kuruluş çalışması olarak, eğitim çalışmasını engellemekten geri kalamaz. Ama işte ancak bu nedenledir ki, belki halk yığınlarına yararlı olmak isteyen, nedir ki, komünist olmadıklarından, belki de bir güvensizlik havası ile çevrildiklerine inandıkları, başlarına gelecek baskı önlemlerinden korktukları için bunu yapamayan bu zaten sayısı çok az yerel aydın gruplarını geri çevirmek, usa-uygun olmayacak, davaya zarar verecektir.  Yavaş yavaş Sovyetleştirilmeleri ereğiyle, onları, Sovyetik çalışmalarla ilgilendirmeye, iktisadi, tarımsal görevlere, azık ve gereç sağlama ve başka hizmetlere çağırmaya dayanan siyaset, bu gruplara başarıyla uygulanabilir. Çünkü bu aydın grupların, örneğin, karşı-devrimci düşüncelerine karşın, gene de en önemli görevlere çağrılmış, ve sonra da Sovyetleştirilmiş bulunan karşı-devrimci askeri uzmanlardan daha az olgun oldukları da pek ileri sürülemez.

Ama küçük ulusal aydın gruplarından yararlanılması, öğretici gereksinmesini karşılama bakımından yeterli olmaktan uzaktır. Ülke insanlarından oluşan öğretici kadrolar yetiş­tirmek için, çevrede, yönetimin tüm kollarında, aynı zamanda sıkı bir öğretim ve okullar şebekesini geliştirmek de zorunlu bir Şeydir. Çünkü bu türlü kadroların yokluğunda, ulusal dildeki okul, mahkeme, yönetim aygıtı ve öbür kurumların örgütlenmesinin son derece güçleşeceği açıktır.

Bazı yoldaşların çevre-bölgelerin Sovyetleştirilmesi konusunda gösterdikleri, bazen kaba bir esneklik yokluğuna dönen o açın ivecenlik, Sovyetik özerkliğin gerçekleştirilmesi yolunda daha önemsiz bir engel değildir.

Merkezi Rusya'dan bütün bir tarihsel dönem ölçüsünde gen kalmış, Ortaçağ düzeninin henüz büsbütün kaldırılmamış bulunduğu bölgelerde, bu yoldaşlar "katıksız komünizm"i gerçekleştirmek için, "kahramanca çabalar"a girişmeyi kararlaştırdıkları zaman böyle bir süvari akınından, böyle bir ''komünizm''den, iyi hiç bir şeyin çıkmayacağı büyük bir güvenle söylenebilir. Bu arkadaşlara, programımızın şu maddesini anımsatmak isteriz:

"RKP, Ortaçağ'dan burjuva demokrasisine, ya da burjuva demokrasisinden Sovyetik ya da proleter demorasiye vb. giden yolda, belli bir ulusun bulunduğu tarihsel gelişme derecesini göz önünde tutarak, olaylara tarihsel sınıf açısından bakar."

Ve daha ilerde:

"Her durumda, bir zamanlar başka ulusları ezmiş bulunan uluslar proletaryasının, ezilmiş ya da tüm haklarından yararlanmayan ulusların emekçi yığınları arasındaki ulusal duyguların kalıntıları karşısında bir ihtiyat ve özel bir dikkat belirtisi göstermesi gerekir." (Bkz: RKP Programı.)

Yani, örneğin eğer Azerbaycan'daki evlere doğrudan doğruya ek kiracılar yerleştirme yolu, oturduğu evi, aile ocağını. dokunulmaz, kutsal bir yer olarak gören Azeri yığınlarını bizden ayırıyorsa, aynı ereğe varmak için, bu dolaysız yolun, dolaylı, örtülü bir başka yolla değiştirilmesi gerekliği açıktı.. Ya da; örneğin eğer dinsel önyargıların güçlü etkisi altında bulunan Dağıstanlı yığınlar, komünistleri "şeriata göre" eliyorlarsa, bu ülkedeki dinsel önyargılara karşı dolaysız savaşım yolunun, daha ihtiyatlı, dolaylı yollarla değiştirilmesi gerektiği açıktır, vb., vb.

Kısacası: Geri halk yığınlarının "hemen komünistleştirilmesi'ni gözeten süvari akınlarından, bu yığınları Sovyetik gelişmenin büyük yoluna sürükleme biçimininki ihtiyatlı, düşünülmüş siyasete geçmek zorunlu bir şeydir.

Uygulanması, Rusya'nın merkezi ile çevre-bölgeleri arasındaki manevi yaklaşma ve sürekli devrimci birliği güvence altına alan Sovyetik özerkliği gerçekleştirmek için zorunlu koşullar, özet olarak, işte bunlardır.

Sovyetler Rusya'sı, dünyada benzeri olmayan bir deneyime, tüm bir dizi milliyet ve aşiretin, tek bir proleter devlet çerçevesinde, karşılıklı bir güven, özgürce varılmış, kardeşçe bir anlaşma  temeli üzerinde, bir arada yaşaması deneyimine girişiyor. Üç devrim yılı, bu deneyimin tüm başarı olanaklarına sahip olduğunu göstermiştir. Ama bu deneyim, ancak çevre-bölgelerde ulusal sorun konusunda uyguladığımız siyaset, birçok biçim ve dereceleri içinde alınmış Sovyetik özerklik ilkeleri ile uyuşmazlık durumunda değilse: ancak tabanda attığımız her pratik adım, çevrenin halk yığınlarının bu yığınların yaşam koşullan ve ulusal yapısına uygun düşen biçimler altında, ma­nevi ve maddi, yüksek proleter kültürüne katılmalarına katkıda bulunursa, tam bir basan umulabilir.

Merkezi Rusya ile çevre-bölgeler arasındaki, Antantın olanaklı ve düşünülebilir bütün oyunlarının başarısızlığa uğrayacağı devrimci birliğin pekişmesinin güvencesi, işte buradadır.

Pravda n° 226,
10 Ekim 1920.



ULUSAL SORUN KONUSUNDA PARTİNİN İVEDİ GÖREVLERİ ÜZERİNE RUS KOMÜNİST PARTİSİ X. KONGRESİNE SUNULMUŞ VE PARTİ MERKEZ KOMİTESİ TARAFINDAN ONANMIŞ BULUNAN TEZLER (1921)

1. KAPİTALİST REJİM VE ULUSAL BASKI

1. Modern uluslar, belirli bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ürünleridirler. Feodalizmin ortadan kalkma ve kapitalizmin gelişme süreci, aynı zamanda bireylerin uluslar biçiminde kümelenmesi sürecidir de. İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar, feodal bölünmenin üstesinden gelen kapitalizmin utkun gelişmesi sırasında uluslar biçiminde örgütlenmişlerdir.

2. Ulusların biçimlenmesinin, genel bir biçimde merkezi devletlerin oluşması ile aynı zamana rastladığı yerlerde, uluslar, doğal olarak devletsel bir kılığa bürünmüş, bağımsız ulusal burjuva devletleri biçiminde gelişmişlerdir. İngiltere'de (İrlanda dışında), Fransa'da, İtalya'da bu böyle olmuştur. Avrupa'nın doğusunda, tersine, merkezi devletlerin, savunma gereksinmeleri (Türklerin, Moğolların, vb. akınları) yüzünden hızlandırılmış bulunan oluşması, feodalizmin ortadan kaldırılmasına, dolayısıyla, ulusların biçimlenmesine öngelmiştir. İşte bunun sonucu, uluslar, bu bölgede ulusal devletler biçiminde gelişmemişlerdir ve gelişemezlerdi de ama, genel olarak, güçlü bir egemen ulus ile, birkaç güçsüz, bağımlı ulustan oluşan, birçok karma, çok uluslu burjuva devletler oluşturmuşlardır. Avusturya, Macaristan, Rusya gibi.

3. Başlangıçta esas olarak kendi öz ulusal güçlerine dayanan Fransa ve İtalya gibi ulusal devletler, genel olarak söylemek gerekirse, ulusal baskı nedir bilmiyorlardı. Buna karşı, bir tek ulusun -daha doğrusu onun egemen sınıfının- öbür uluslar üzerindeki egemenliği üzerine kurulu çokuluslu devletler, ulusal baskı ve ulusal hareketlerin ilk yurdu ve başlıca alanını oluştururlar. Egemen ulusun çıkarları ile bağımlı ulusların çıkarları arasındaki çelişkiler, öyle çelişkilerdir ki, bunlar çözümlenmedikçe çokuluslu bir devletin kararlı var oluşu olanaksızdır. Çokuluslu burjuva devletin trajedisi şudur ki, o, bu çelişkileri çözebilecek durumda değildir, özel mülkiyeti ve sınıf eşitsizliğini sürdürerek ulusları "eşitleştirmek" ve ulusal azınlıkları "korumak" için yaptığı girişimlerin hepsi, genel olarak yeni bir başarısızlığa, ulusal çatışmaların yeni bir kızışmasına yol açar.

4. Avrupa'da kapitalizmin daha sonraki büyümesi, yeni sürüm alanları gereksinmesi, hammaddeler ve yakıt ardına düşülmesi, son olarak da emperyalizmin gelişmesi, sermaye ihracı ve büyük deniz ve demiryolları sağlama zorunluluğu, bir yandan eski ulusal devletler tarafından kendine yeni topraklar katılmasına ve bu toprakların, ulusal baskı ve kendilerine özgü ulusal çatışmaları ile birlikte çokuluslu devletler biçimine dönüşmesine yol açmış (İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya); öte yandan, eski çokuluslu devletlerin egemen ulusları arasında, yalnızca eski devlet sınırlarını olduğu gibi tutma değil, ama komşu devletler zararına onları genişletme, yeni (güçsüz) milliyetleri bağımlılaştırma eğilimini de pekiştirmişlerdir. Ulusal solun işte böyle genişlemiş ve, sonunda, olayların akışı sonucu, genel sömürgeler sorunu ile kaynaşmıştır; ve devletin iç sorunu olmaktan çıkan ulusal baskı, birçok devleti ilgilendiren bir sorun, "büyük" emperyalist güçlerin, bütün haklarından yararlanamayan güçsüz milliyetleri kendilerine bağımlı kılma savaşımı (ve savaşı) sorunu durumuna dönüşmüştür.

5. Bağdaşmaz ulusal çelişkileri ve çokuluslu burjuva devletlerin iç başarısızlığını olduğu gibi ortaya çıkaran emperyalist savaş, galip sömürgeci devletler (İngiltere, Fransa, İtalya) içindeki ulusal çatışmaların aşırı bir kızışmasına yenik eski çokuluslu devletlerin (Avusturya, Macaristan, 1917 Rusya'sı) tam bir dağılmasına ve son olarak da, ulusal sorunun burjuvazi tarafından en "radikal" çözümü olarak, yeni burjuva ulusal devletlerin (Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Finlandiya, Gürcistan, Ermenistan, vb.) kurulmasına yol açmıştır. Ama yeni bağımsız ulusal devletlerin kuruluşu milliyetlerin bir barış içinde birlikte yaşamasını sağlamadı ve sağlayamazdı da; ulusal eşitsizliği de, ulusal baskıyı da ortadan kaldıramadı ve kaldıramazdı da, çünkü özel mülkiyet ve sınıf eşitsizliğine dayanan yeni ulusal devletler: a) Ulusal azınlıklarını baskı altında tutmaksızın (Beyaz-Ruslar, Yahudileri, Litvanyalılar, Ukraynalıları ezen Polonya; Osetleri, Abhazları, Ermenileri ezen Gürcistan; Hırvatları, Bosnalıları ezen Yugoslavya, vb.); b) topraklarını komşuları zararına genişletmeksizin -ki bu da çatışma ve savaşlara yol açar- (Litvanya, Ukrayna, Rusya'ya karşı Polonya; Bulgaristan'a karşı Yugoslavya; Ermenistan'a, Türkiye'ye karşı Gürcistan, vb.); c) mali, iktisadi ve askeri bakımdan "büyük" emperyalist güçlere boyun eğmeden, yaşayamazlar.

6. Böylece savaş-sonrası dönem, uygar ülkeler uluslarının, birliklerine karşı olduğu kadar, bütün haklarından yararlanamayan halklara karşı da, ulusal düşmanlık, eşitsizlik, baskı, çatışmalar, savaşlar, emperyalist canavarlıklar üzücü tablosunu açıklar: bir yanda, tüm bağımlı ve "bağımsız" (gerçekte ke­senkes bağımlı) ulusal devletler yığınını ezen ve sömüren birkaç "büyük" devlet ve bu devletlerin ulusal devletleri sömürme tekeli için kendi aralarındaki savaşım; öte yanda, bağımlı ve "bağımsız" ulusal devletlerin, "büyük" güçlerin dayanılmaz baskısına karşı savaşımı; ulusal devletlerin kendi ulusal toprak­larının genişlemesi için kendi aralarındaki savaşım; her biri ayrı ayrı alınmış ulusal devletlerin, kendi ezilmiş ulusal azınlıklarına karşı savaşımı; son olarak da sömürgelerin "büyük" güçlere karşı kurtuluş hareketinin pekişmesi ve, bu güçlerin içinde olduğu kadar, genel kural olarak içlerinde bir dizi ulusal azınlıklar bulunan ulusal devletlerin içinde de, ulusal çatışmaların kızışması, Emperyalist savaş tarafından bırakılmış bulunan "dünya tablosu" işte böyledir.

Burjuva toplum, ulusal sorunun çözümünde tamamen hileli müflis çıkmıştır.

Ü. Sovyet REJİMİ VE ULUSAL ÖZGÜRLÜK

1. Eğer özel mülkiyet ve sermaye, insanları kesinkes böler, ulusal düşmanlığı körükler ve ulusal baskıyı pekiştirirse, - kolektif mülkiyet ve emek de insanları bir o kadar kesenkes yaklaştırır, ulusal baskıyı baltalar. Ulusal baskısız kapitalizmin varoluşu, sosyalizmin ezilen ulusların kurtuluşu olmaksızın, ulusal özgürlük olmaksızın varoluşu kadar akıl almaz bir şeydir. Milliyetçi önyargılarla dolu köylülük (ve genel olarak küçük-burjuvazi) burjuvaziyi izlediği sürece, şovenlik ve ulusal savaşım kaçınılmaz şeylerdir; tersine, eğer köylülük proletaryayı izlerse, yani eğer proletarya diktatörlüğü güvenlik altındaysa, ulusal savaş ve ulusal özgürlük güvenlik altına alınmış sayılabilir. Bundan ötürü Sovyetlerin zaferi ve proletarya diktatörlüğünün kuruluşu, ulusal baskının kaldırılışı, ulusal eşitliğin sağlanması ve ulusal azınlıkların haklarının güvence altına alınmasının özse! koşuludur.

2. Sovyetik devrim deneyimi, bu tezi tamamen doğrular. Rusya'da Sovyet düzeninin kuruluşu ve ulusların devletler biçiminde örgütlenmek üzere ayrılma hakkının ilanı, Rusya'da yaşayan milliyetlerin emekçi yığınları arasındaki ilişkileri temelden değiştirmiş, eski ulusal düşmanlığı baltalamış, ulusal baskının kökünü kazımış ve Rus işçilerine, yalnızca Rusya'da değil, ama Avrupa ve Asya'da da, öbür milliyetlerden kardeşlerinin güvenini kazandırmışlardır; bunlar bu güveni, esrimeye dek, ortak dava uğruna savaşma isteğine dek götürmüşlerdir. Azerbaycan'da, Ermenistan'da Sovyet cumhuriyetlerinin kurulması, ulusal çatışmaları yok ederek, Türk ve Ermeni, Ermeni ve Azeri emekçi yığınlar arasındaki "yüzyıllık" düşmanlığı ortadan kaldırarak, aynı sonuçlara yol açmıştır. Sovyetlerin Macaristan, Bavyera, Finlandiya ve Letonya'daki geçici zaferi için de aynı şeyi söylemek gerekir. Öte yandan, ülkelerinde ulusal düşmanlık ve ulusal baskıyı yok etmeksizin, Batı ve Doğu milliyetleri emekçi yığınlarının onlara karşı göstermiş bulundukları güven ve esrime olmaksızın, Rus işçilerinin Kolçak ve Denikin'i yenemeyecek, ve Azerbaycan ve Ermenistan cumhuriyetlerinin kurulamayacak oldukları da kesinlikle söylenebilir. Sovyetik cumhuriyetlerin pekişmesi ve ulusal baskının ortadan kaldırılması, emekçilerin emperyalist kölelikten kurtulmaları sürecinin iki yanıdır.

3. Oysa Sovyet cumhuriyetlerinin varlığı, genişlikleri bakımından çok küçük de olsalar, emperyalizm için ölümcül bir tehdit oluşturur. Bu tehdit, yalnızca emperyalizmden kopmuş bulunan Sovyet cumhuriyetlerinin, sömürge ve yarı-sömürgeler olmaktan çıkarak, ve böylece emperyalistleri ek bir toprak parçası ile ek bir gelirden yoksun bırakarak, gerçek bağımsız devletler durumuna dönüşmüş bulunmalarına dayanmaz; bu tehdit her şeyden önce Sovyet cumhuriyetlerinin varlığının ta kendisinin, bu cumhuriyetler tarafından burjuvazinin ezilmesi ve proletarya diktatörlüğünün pekişmesi yolunda atılmış bulu­nan her adımın, kapitalizme ve emperyalizme karşı en etkili ajitasyonu, bağımlı ülkeleri emperyalist kölelikten kurtarmak için bir ajitasyon, kapitalizmin bütün yönleri altında yenilmez bir dağılma ve bozulma etkeni oluşturmalarına dayanır. "Büyük" emperyalist güçlerin Sovyet cumhuriyetlerine karşı kaçınılmaz savaşımının, "büyük" güçlerin bu cumhuriyetleri yok etme çabalarının nedeni budur. Sovyetler Rusya'sına karşı bir çevre-bölge burjuva hükümetinden sonra  bir başkasını, bir karşı-devrimci generaller topluluğundan sonra bir başkasını diken, onu özenle abluka altına alan, ve genel olarak onu iktisadi bakımdan yalnız bırakmaya çalışan "büyük" güçlerin Sovyetler Rusya'sına karşı savaşımı tarihi, bugünkü uluslararası ilişkiler çerçevesinde, kapitalist kuşatma koşullan içinde, dünya emperyalizmi tarafından iktisadi tükenme ve askeri ezilmeye karşı kendini güven altına alınmış sayabilecek, tek başına alınmış bir tek Sovyetik cumhuriyet olmadığına parlak bir biçimde tanıklık eder.

4. Bundan ötürü, çeşitli Sovyet cumhuriyetlerinin tecrit edilmiş varlığı, bu varlık kapitalist devletler tarafından tehdit altında olduğundan, kararsızdır, çürüktür. Bir yandan Sovyet cumhuriyetleri savunmasının ortak çıkarları, öte yandan savaş tarafından yıkıma uğramış üretici güçlerin yenilenmesi, ve üçüncü olarak da, buğday üretmeyen Sovyet cumhuriyetlerine, buğday üreten Sovyet cumhuriyetleri tarafından zorunlu bes­lenme yardımı, çeşitli Sovyet cumhuriyetlerinin tek bir devlet biçiminde birleşmesini, emperyalist kölelik ve ulusal baskıdan kurtulmanın tek yolu olarak dayatmaktadırlar. Kendi "öz" burjuvazisi ile "yabancı" burjuvaziden kurtulmuş bulunun ulusal Sovyet cumhuriyetleri, ancak sıkı sıkıya tek bir devlet biçiminde birleşerek varlıklarını kurtarabilir ve emperyalizmin birleşik güçlerini yenebilirler; yoksa hiç yenemeyeceklerdir.

5. Sovyet cumhuriyetlerinin, askeri ve iktisadi işlerin or­taklığına dayanan federasyonu, tek devlet içindeki birliğin genel biçimidir ve şunları sağlar: a) çeşitli cumhuriyetlerin olduğu kadar tüm federasyonun da bütünlük ve iktisadi gelişmesi; b) çeşitli gelişme derecelerinde bulunan çeşitli halk ve ulusların yaşam, kültür ve iktisadi durumlarının tüm çeşitliliğinin kavranması ve bunun sonucu şu ya da bu federasyon biçiminin uygulanması; c) kendi kaderini şu ya da bu biçimde federasyonun kaderine bağlamış bulunan halk ve ulusların barış içinde bir arada yaşamaları ve kardeşçe işbirliklerinin örgütlenmesi. Sovyetik özerklik üzerine kurulu federasyondan (Kırgızistan, Başkıristan, Tataristan, Dağlılar, Dağıstan), bağımsız Sovyetik cumhuriyetler ile sözleşmeye dayanan ilişkiler üzerine kurulu federasyona dek (Ukrayna, Azerbaycan), bunlar arasında ara dereceler de kabul edilmek üzere (Türkistan, Beyaz-Rusya), Rusya'nın çeşitli federasyon biçimlerinin uygulanması ile ilgili deneyimi, Sovyetik cumhuriyetlerin tek bir devlet biçimindeki birliğinin genel biçimi olarak federasyonun tüm yararlılık ve esnekliğini tamamıyla doğrulamıştır.

6. Ama, ancak onu oluşturan ülkelerin karşılıklı güven ve özgür katılmasına dayandığı durumdadır ki, federasyon sağlam ve federasyon sonuçlan gerçek olabilirler. Eğer RSSFC, dünyada, tüm bir halklar ve uluslar topluluğunun barış içinde bir arada yaşama ve kardeşçe bir işbirliği deneyiminde başarı kazanmış tek ülke ise, bunun nedeni orada ne egemen, ne bağımlı, ne metropol, ne sömürge, ne emperyalizm, ne de ulusal baskı bulunmasıdır; orada federasyon, karşılıklı güven ve çeşitli uluslar emekçi yığınlarının birleşme isteklerine dayanır. Federasyonun bu gönüllü niteliği gelecekte kesenkes korunmalıdır, çünkü ancak böyle bir federasyon, bütün ülkeler emekçilerinin, zorunluluğu giderek daha gözle görülür bir duruma gelen tek bir dünya ekonomisi içindeki, yüksek birliğine doğru geçiş biçimi alabilir.

ÜI.   RKP'NİN İVEDİ GÖREVLERİ

1.  RSSFC ve onunla birleşmiş bulunan Sovyet cumhuri­yetleri 140 milyona yakın bir nüfusu temsil ederler. Bu sayı üzerinden, 65 milyon kadarı Büyük-Rus değildir (Ukraynalı, Beyaz-Rus, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tacik, Azeri, Volga Tatarı, Kınm Tatarı, Buharalı, Kivinli, Başkır, Ermeni, Çeçen, Kabard, Oset, Çerkez, inguş, Karaçay, Balkar* Kalmuk, Kareli, Avar, Darghin, Kazikumuk, Kurin, Kumik,** Mari, Çuvaş, Votyak, Volga Almanı, Buryat, Yakut ve öbürleri). Çarlığın, büyük toprak sahipleri ve burjuvazinin bu halklar karşısındaki siyaseti, onlardaki her türlü devletçilik tohumlarını öldürmeye, kültürlerini bozmaya, dillerinin kullanılmasını engellemeye, onları bilgisizlik içinde tutmaya ve en sonu, elden geldiğince Ruslaştırmaya dayanıyordu. Böyle bir siyasetin sonuçlan; bu halkların kültür eksikliği ve siyasal geri kalmalarıdır.

* Son yedi halk, "Dağlılar" grubunu oluştururlar.
** Son bes halk. "Dağıstanlılar" grubunu oluştururlar

Bu ülkelerde de büyük toprak sahipleri ve burjuvazinin devrilmiş ve halk yığınları tarafından Sovyetik iktidarın ilan edilmiş bulunduğu şu sırada, partinin görevi, Büyük-Rus ol­mayan bu halklar emekçi yığınlarının, onları geride bırakmış bulunan merkezi Rusya'ya yetişmelerine yardım etmeye, on-lann; a) ülkelerinde bu halklann ulusal çehresine uygun düşen biçimler altında Sovyetik devletçiliği geliştirip pekiştirmelerine; b) ulusal dili kullanan ve yerel nüfusun yaşam koşullarını ve psikolojisini tanıyan ülke insanlarından oluşmuş mahkemeler, yönetim aygıtları, iktisadi organizmaları, iktidar organları örgütlemelerine; c) ülkelerinde, kendi ulusal dillerindeki basını, okulu, tiyatroyu, kulüpleri ve genel olarak, kültür ve eğitim kurumlannı geliştirmelerine yardıma olmaya dayanır.

2. Eğer bu Büyük-Rus olmayan 65 milyondan, sınai kapitalizm döneminin şu ya da bu derecesine geçmiş bulunan Ukrayna, Beyaz-Rusya, Azerbaycan'ın, Ermenistan'ın küçük bir bölümü bir yana bırakılırsa, geriye kapitalist gelişmeden geçme zamanı bulamamış, kendi sanayi proletaryasına hemen hemen sahip olmayan, çoğu durumda henüz hayvancılık durumunda bulunan ve ataerkil ve klan törelerini korumuş (Kırgızistan, Başkıristan, Kuzey Kafkasya) ya da yarı-ataerkil, yarı-feodal yaşamın ilkel biçimlerini bırakmamış (Azerbaycan, Kırım, vb.), ama daha şimdiden genel Sovyetik gelişme yoluna sürüklenmiş bulunan esas olarak Türk, 30 milyon dolaylarında bir nüfus kalır (Türkistan, Azerbaycan'ın çok büyük bir bölümü, Dağısın, Dağlılar, Tatarlar, Başkırlar, Kırgızlar, vb.).

Partinin bu halkların emekçi yığınları karşısındaki görevi (1. noktada belirtilmiş bulunan göreve ek olarak) bu halklar arasında, Rus işçi ve köylülerinin Sovyet devleti ve ekonomisinin kuruluşundaki deneyiminden yararlanmaya yetenekli, aynı zamanda, kuruluş çalışmalarında, merkezi Rusya'nın, yalnızca başka derece için, iktisadi gelişmenin daha üstün bir derecesi için iyi olan iktisadi önlemlerini mekanik olarak aktarmaksızın, somut iktisadi durumunun bütün özelliklerini, her halkın sınıf yapısını, kültür ve yaşam koşullarını hesaba katmasını bilen güçlü komünist örgütler kurarak, emekçi köylüler Sovyetleri temeli üzerinde, ataerkil-feodal ilişkiler kalıntılarını kaldırmak ve Sovyet ekonomisinin kurulmasına katılmakta onlara yardımcı olmaktır.

3. Eğer esas olarak 30 milyon Türk nüfustan, Azerbaycan, Türkistan'ın çok büyük bir bölümü, Volga ve Kırım Tatarlan, Buhara, Kiva, Dağlılar'ın bir bölümü (Kabardiyalılar, Çerkezles, Balkarlar) ve yerleşik duruma gelmiş ve belli bir toprak üzerine iyice yerleşmiş bulunan bazı öteki halklar ayrık tutulursa, geriye, şu son zamanlara değin, en iyi topraklarını onların ellerinden almış ve onları sistemli olarak verimsiz çöllere doğru püskürten Rus göçmenler için yerleşip işleme (colonisation) konusu hizmeti görmüş bulunan 10 milyon kadar Kırgız, Başkır, Çeçen, Oset ve İnguş kalır. Çarlığın siyaseti, büyük toprak sahipleri ile burjuvazinin siyaseti, Rus ve Kazak köylüleri arasında seçilmiş kulak unsurları, emperyalist erekler için güvenilir bir destek durumuna getirerek, elden geldiğince bu bölgelere yerleştirmeye dayanıyordu. Bu siyaset, işlenmemiş bölgelere doğru püskürtülen yerlilerin giderek yok olması sonucunu veriyordu (Kırgızlar, Başkırlar).

Partinin bu halkların emekçi yığınları karşısındaki görevi (1. ve 2. noktalarda söz konusu edilen görevlerden ayrı olarak), kendini genel olarak kulaklar sınıfı, özel olarak soyguncu Büyük-Rus kulaklarından kurtarma savaşımında, çabalarını yerel Rus nüfusu emekçilerinin çabaları ile birleştirmeye; bütün güçleri ve bütün olanakları ile sömürgeci kulakları defedip, böylece onlara insanca yaşanabilecek gerekli ekilir topraklan sağlamak için yardımcı olmaya dayanır.

4. Yukarda sözü geçen, belirli bir sınıf yapısına sahip ve belirli bir toprak üzerinde yaşayan halklar ve uluslardan başka, RSSFÇ sınırları içinde kararsız ulusal topluluklar, öteki milliyetlerin yoğun çoğunluğu arasında dağılmış ve çoğu durumda ne belirli bir sınıf yapıları, ne de belirli bir topraklan olan ulusal azınlıklar da vardır (Letonyahlar, Estonyalılar, Polonyalılar, Yahudiler, vb.). Çarlığın siyaseti, bu azınlıkları, pogromlara kadar ve pogromlar dahil (Yahudi pogromları), bütün araçlarla yok etmeye dayanıyordu.

Ulusal ayrıcalıkların kaldırılmış, milliyetler arasındaki eşitliğin sağlanmış, ulusal azınlıkların özgür ulusal gelişme hakkının Sovyet rejiminin kendi niteliği tarafından güvence altına alınmış bulunduğu şu anda, partinin, bu ulusal grupların emekçi yığınları karşısındaki görevi, kendilerine sağlanmış bulunan bu özgür gelişme hakkından sonuna kadar yararlanmalarında onlara yardımcı olmaktır.

5. Çevredeki komünist örgütlerin gelişmesi, partinin bu bölgelerdeki normal büyümesini engelleyen biraz özel koşullar için olmaktadır. Bir yandan, çevrede çalışan, "egemen" bir ulusun varoluş çerçevesinde yetişmiş ve ulusal baskıyı bilmeyen Büyük-Rus komünistler, parti çalışmasında ulusal özelliklerin önemini çoğu kez küçümser, ya da belli bir halkın sınıf yapısına, kültürüne, yaşam koşullarına, tarihsel geçmiş özelliklerine hiç bir önem vermez, bunları çalışmalarında göz önünde tutmaz ve böylece partinin ulusal sorundaki siyasetini gözden düşürüp bozarlar. Bu durum, komünizmi, Büyük-Rus egemenliği ve sömürgecilik anlayışına doğru, Büyük-Rus şovenliğine doğru saptırmaya yol açar. Öte yandan, sert bir ulusal  baskı döneminden geçmiş ve bu dönemin anısından henüz büsbütün kurtulmamış bulunan yerli komünistler de emekçi sınıfların çıkarlarını karanlıkta bıraktıklarından, parti çalışmasında ulusal özelliklerin önemini çoğu kez abartır, ya da bir ulus emekçilerinin çıkarları ile aynı ulusun "egemen ulusal" çıkarlarını birbirinden ayırmayı ve parti çalışmasında emekçilerin çıkarlarına dayanmayı bilmediklerinden bu ikisini düpedüz birbirine karıştırırlar. Bu durum da, komünizmi, bazen (Doğu'da) Panislamizm, Pantürkizm biçimine bürünen burjuva demokratik milliyetçiliğe doğru saptırmaya yol açar.

Bu iki sapmayı da komünizm davası için kesinlikle zararlı ve tehlikeli olarak mahkum eden kongre, birinci sapmanın, Büyük-Rus egemenliği anlayışına sapmanın özel tehlikesini ve özel kötülüğünü belirtmek ister. Kongre, parti safları içinde sömürgeci ve milliyetçi kalıntıları yenmeksizin, çevrede gerçekten komünist, enternasyonalizm temeli üzerinde, yerli ve Rus nüfusun proleter öğelerini safları içinde toplayan, sağlam ve yığınlara bağlı örgütler kurmanın olanaksız olduğunu anımsatır. Sonuç olarak kongre, komünizm içindeki milliyetçi ve en başta da sömürgeci dalgalanmaları yok etmeyi çevre-bölgelerde, partinin en önemli görevlerinden biri sayar.

6. Savaş cephelerinde kazanılmış bulunan başarılar ile birlikte, özellikle Vrangel'in saf dışı edilmesinden sonra, sanayi proletaryası hemen hemen olmayan bazı geri çevre-bölgelerde bir eğilim, milliyetçi küçük-burjuva unsurların kendilerine bir kariyer yapmak için partiye girmeleri eğilimi belirmiştir. Bu unsurlar, partinin durumunu gerçek bir yönetici gücün durumu olarak gördüklerinden, genel olarak kendilerine komünist süsü veriyor ve oraya kötü gizlenmiş bir şovenlik ve bozulma anlayışı taşıyarak, topluluklar biçiminde partiye üşüşüyorlar; ve çevre-bölgelerde genellikle güçsüz olan parti örgütleri de, her zaman yeni üyeler alınması ile partiyi "genişletme" girişimine dönebilecek bir durumda değildirler.

Proletarya partisi içine sızan her türlü sözde-komünist unsurlara karşı amansız bir savaşıma çağıran kongre, partiyi, milliyetçi küçük-burjuva aydın unsurların kabulü ile "genişleme"ye karşı uyarır. Kongre, partinin çevre-bölgelerde, en başta bu çevre-bölgelerin proleterlerinin, yoksul köylülerinin ve emekçi köylülerinin kabulüyle saflarını tamamlamasını gerekli görür. Bu iş, çevre-bölgelerde kendi üyelerinin niteliğinin iyileştirilmesi yoluyla, parti örgütlerini güçlendirmeye büyük önem verilerek yapılmalıdır.

ULUSAL SORUN KONUSUNDA PARTİNİN İVEDİ GÖREVLERİ RUS KOMÜNİST PARTİSİNİN X. KONGRESİNE SUNULAN RAPOR
(10 MART 1921)

PARTİNİN, ulusal sorun konusundaki, ivedi, somut görevlerine doğrudan doğruya geçmeden önce, bu sorunun Çözümünün, kendileri olmaksızın mümkün olmayan bazı öncüllerini saptamak gerekir. Bu öncüller, ulusların oluşması, ulusal baskının doğuşu sorunu ile, tarihsel gelişme boyunca ulusal baskı biçimleri ve daha sonra, ulusal sorunun çözümünün Çeşitli gelişme dönemlerinde büründüğü biçimler sorunu ile il­gilidir.

Bu dönemlerin sayısı üçtür.

Birinci dönem, Batıda feodalizmin tasfiyesi, kapitalizmin zaferi dönemidir. Bireylerin uluslar biçiminde örgütlenmesi bu önemde yer alır. İngiltere (İrlanda hariç), Fransa, İtalya gibi ülkelerden söz etmek istiyorum. Batı'da -İngiltere'de, Fransa'da, İtalya ve kısmen de Almanya'da-, feodalizmin tasfiyesi ve bireylerin uluslar biçiminde örgütlenmesi dönemi, zaman içinde, genel olarak, merkezi devletlerin ortaya çıktıkları dönem ile rastlaşmış ve bu rastlaşma, ulusların, gelişmeleri içinde, bu ülkelerde devlet biçimlerine bürünmeleri sonucunu vermiştir. Ve bu devletlerin içinde az buçuk önemli başka ulusal gruplar bulunmadığı kadarıyla, bu ülkelerde ulusal baskı da bulunmuyordu. Avrupa'nın doğusunda, tersine, milliyetlerin örgütlenmesi ve feodal parçalanmanın tasfiyesi süreci, zaman içinde, merkezi devletlerin kuruluş süreci ile rastlaşmadı. Macaristan'dan, Avusturya'dan, Rusya'dan söz ediyorum. Bu ülkelerde, henüz kapitalist gelişme de yoktu: Belki ancak doğuş durumundaydı; gene de, Türk, Moğol ve öbür Doğu halklarının akınına karşı ortak savunma gereği, akınları durdurmaya yetenekli merkezi devletlerin hemen kurulmasını zorunlu kılıyordu. Ve Avrupa'nın doğusunda merkezi devletlerin kuruluş süreci, bireylerin uluslar biçiminde örgütlenme sürecinden daha hızlı olduğu için, orada henüz uluslar biçiminde örgütlenmemiş, ama daha şimdiden tek bir devlet içinde toplanmış birçok halklardan oluşan karma devletlerin kurulduğu görülmüştür.

Demek ki, birinci dönem, böylece, kapitalizmin şafağında milliyetlerin ortaya çıkması ile belirlenmiştir ve Batı Avrupa'da salt ulusal, ulusal baskısız devletler doğarken, Doğu Avrupa'da, başta daha gelişmiş bir tek ulus ve egemen ulusa önce siyasal, sonra da iktisadi bakımdan bağımlı, daha az gelişmiş başka uluslar ile birlikte, çokuluslu devletlerin doğmaları da dikkat edilecek noktadır. Doğunun bu çokuluslu devletleri, ulusal çatışmaları, ulusal hareketleri, ulusal sorunu ve bu sorunun çeşitli çözüm biçimlerini ortaya çıkarmış bulunan ulusal baskının yurdu olmuşlardır.

Ulusal baskının gelişmesinin ve ona karşı savaşım araçlarının ikinci dönemi, kapitalizmin, pazar, hammadde, yakıt ve ucuz bir emek-gücü peşinde, sermaye ihracı ve büyük demir ve deniz yollarını güvenlik altına alma savaşımı içinde ulusal devlet çerçevesinden taştığı ve yakın ve uzak komşular zararına, kendi ülkesini genişlettiği emperyalizmin belirt dönemine bağlanır. Bu ikinci dönemde, Batının eski ulusal devletleri -İngiltere, İtalya, Fransa-, ulusal devletler olmaktan çıkarlar, yani ellerine yeni topraklar geçirip böylece daha önce Avrupa'nın doğusunda varolan o aynı ulusal ve sömürgesel baskı için bir alan oluşturarak, çokuluslu devletler durumuna dönüşürler. Bu dönem, Avrupa'nın doğusunda, egemenlik altındaki ulusların (Çekler, Polonyalılar, Ukraynalılar), emperyalist savaştan sonra, eski çokuluslu burjuva devletlerin dağılması ve büyük güçler denilen devletlerce egemenlik altına alınmış yeni ulusal devletlerin kurulmasına yol açan uyanış ve pekişmeleri ile belirlenmiştir.

Üçüncü dönem, egemen ve egemenlik altındaki uluslar, sömürgeler ve anayurt sorununun tarih arşivlerine atıldığı, RSSFC toprağı üzerinde, eşit haklardan, eşit gelişme olanağından yararlanan, ama iktisadi, siyasal ve kültürel gerilikleri nedeniyle, tarihten gelme belli bir eşitsizliği de koruyan milliyetlerin ortaya çıktıklarını gördüğümüz Sovyetik dönem, kapitalizmin yıkılışı ve ulusal baskının ortadan kaldırılışı dönemidir. Milliyetlerin bu eşitsizliğinin özünü oluşturan şey, tarihsel gelişme sonucu, geçmişten, siyasal ve sınai bakımdan öbür milliyetlerden daha gelişmiş bir du­rumda bulunan bir milliyet, yani Büyük-Rus milliyetini devralmış olmamızdır. Bir tek yıl içinde yok edilemeyecek, ama geri kalmış milliyetlere, iktisadi, siyasal ve kültürel bir yardım bulunarak ortadan kaldırılacak olan füli eşitsizliğin nedeni, işte budur.

Ulusal sorunun gelişmesinin, tarihsel olarak gözlerimiz önünde oluşmuş bulunan üç dönemi işte bunlardır.

İlk iki dönemin ortak bir özelliği var. Bu özellik de şu: Bu iki dönemde, milliyetler, baskı ve sömürgeye uğramışlardır; bunun sonucu, ulusal savaşım yürürlükte ve ulusal sorun da çözülmemiş olarak kalır. Ama aralarında bir de ayrım var. O da şudur ki, birinci dönemde, ulusal sorun ayrı ayrı alınmış Çokuluslu devletler çerçevesinden çıkmaz ve yalnızca az sayıdaki Avrupalı milliyetleri kapsar; oysa ikinci dönemde, ulusal sorun, devletin iç sorunu olmaktan, birçok devleti ilgilendiren sorun durumuna, tüm haklarından yararlanamayan milliyetleri boyunduruk altında tutmak, Avrupa dışındaki yeni halklar ve aşiretleri kendi etkileri altına almak isteyen emperyalist devletler arasındaki savaş sorunu durumuna dönüşür. Böylece, eskiden yalnızca kültürlü ülkelerde bir önem taşıyan ulusal sorun, bu dönemde yalıtık niteliğini yitirir ve genel sömürgeler sorunu ile kaynaşır.

Ulusal sorunun genel sömürgesel sorun durumuna gelişmesi, tarihsel bir rastlantı değildir. Bu gelişme, ilk olarak, emperyalist savaş sırasında, savaşçı güçlerin emperyalist gruplarının, ordu birliklerini oluşturmak için gerekli insanları sağladıkları sömürgelere başvurma zorunda kalmaları gerçeği ile açıklanır. Bu sürecin, emperyalistlerin, bu geri kalmış sömürge halklarına kaçınılmaz çağrıda bulunmaları sürecinin, bu halkları ve bu aşiretleri kurtuluş savaşının yoluna sokmaktan geri kalamayacağına kuşku yok. Sonra ulusal sorunun genişlemesi, tüm yeryüzünü önce küçük kıvılcımlar, daha sonra kurtuluş hareketi aleviyle tutuşturan genel sömürge sorunu durumuna geliştiren ikinci etken de, emperyalist grupların Türkiye'yi paylaşma ve devlet olarak varlığına son verme girişimleridir. Müslüman halklar arasında, en gelişmiş devlet olan Türkiye, buna katlanamazdı; savaşım bayrağını kaldırdı ve emperyalizme karşı Doğu halklarını kendi yöresinde topladı. Üçüncü etken, emperyalizme karşı savaşımı bir dizi başarı kazanan ve doğal olarak, Doğunun ezilen halklarını esinleyen, onları savaşıma yönelten, böylece onların, İrlanda'dan Hindistan'a kadar, ezilen halkların ortak cephesini kurmalarını sağlayan Sovyet Rusya'nın ortaya çıkışıdır.

Ulusal baskının gelişmesinin ikinci aşamasında, burjuva toplumun, ulusal sorunu çözmek, halklar arasına barış getirmek şöyle dursun, tersine, ulusal savaşım kıvılcımını, ondan ezilen halkların, sömürge ve yarı-sömürgelerin, dünya emperyalizmine karşı savaşım alevini harlandırana kadar körüklemiş bulunması sonucu veren tüm etkenler, işte bunlardır.

Kuşkusuz, ulusal sorunu çözmeye, yani çeşitli halklar ve aşiretlerin barış içinde bir arada yaşama ve kardeşçe işbirliğini sağlayan koşulları yaratmaya yetenekli tek rejim, Sovyet iktidarı rejimidir.

Sermayenin, üretim araçlarının özel mülkiyetinin egemenliği altında ve sınıfların varlığı ile birlikte, milliyetlerin eşitliğinin güvence altına alınamayacağının; sermaye iktidarı varolduğu surece, üretim araçlarının sahipliği için savaşım sürdüğü sürece milliyetler arasında hiç bir eşitlik olamayacağının, bunun gibi, ulusların emekçi yığınları arasında da, hiç bir işbirliği kurulamayacağının tanıtlanmasına pek gerek yok. Tarih, bize, ulusal eşitsizliği yok etmenin tek yolunun, ezilen ve ezilmeyen halkların emekçi yığınları arasında kardeşçe bir işbirliği rejimi tek aracının, kapitalizmi kaldırmak ve Sovyet düzenini kurmak olduğunu söylüyor.

Sonra, tarih; bu türlü halkların "yabancı" burjuvaziden olduğu kadar kendi ulusal burjuvazilerinden de kurtulma başarısı gösterdikleri ölçüde, yani ülkelerinde Sovyet düzenini kurmuş bulundukları ölçüde, emperyalizm varlığını sürdürdükçe, komşu Sovyet cumhuriyetlerinin desteği olmaksızın, tek başlarına yaşamaya ve varlıklarını başarı ile kurtarmaya yete­nekli olmadıklarını da göstermiştir. Macaristan örneği, Sovyet cumhuriyetlerinin tek bir devlet içinde birleşmesi olmaksızın, tek bir askeri ve iktisadi güç olarak toplanmaksızın, dünya emperyalizminin birleşik güçleri karşısında, askeri cephelerde de, iktisadi cephelerde de direnemeyeceklerini açıkça gösterir.

Sovyet cumhuriyetleri federasyonu, bir devlet içinde birleşmenin aranan biçimi, RSSFC bunun canlı somutlaşmasıdır.

Daha sonra partimiz için, ulusal sorunu RSSFC çerçevesinde çözmek ereğiyle bazı önlemler alma zorunluluğunu gerekçelendirmek üzere, burada başlangıçta, size sözünü etmek istediğim öncüller, işte bunlardır yoldaşlar.

Sovyet rejimi altında, Rusya'da ve ona bağlı cumhuriyet­lerde, egemen milliyetler de, haklardan yoksun milliyetler de, metropol de, sömürgeler de, sömürülenler de, sömürücüler de bulunmadığı halde, Rusya'da ulusal sorun gene de vardır. Gerçekte, RSSFC'nde ulusal sorun, geri halklara devletsel, kültürel ve iktisadi bakımdan merkezi Rusya'ya yetişme olanağını sağlamak için, milliyetlerin, geçmişten devralmış bulunduğumuz (iktisadi, siyasal, kültürel) geriliğini ortadan kaldırmaya dayanır. Eski rejim al tında, çarlık iktidarı, Ukrayna, Azerbaycan, Türkistan ve öbür çevre-bölgelerde devletçiliği geliştirmeye çalışmıyordu ve çalışamazdı da; yerli nüfusu zorla özümlemeyi gözeten çarlık iktidarı, tıpkı kültürel gelişmelerine karşı olduğu gibi, bu bölgelerde; devletçiliğin gelişmesine karşı da savaşım veriyordu. Sonra, eski devlet büyük toprak sahipleri ve kapitalistler, bize, miras olarak, toprakları Rusya'nın Kazak ve Kulak öğeleri  için bir; sömürgeleştirme konusu olan Kırgızlar, Çeçenler, Osetler gibi iyiden iyiye, çökmüş halklar bırakmışlardır. Bu halklar akıl almaz acılar içinde kıvranıyor ve can çekişiyordu. Öte yandan, egemen milliyeti oluşturan Büyük-Rus milliyetinin durumu, yerli emekçi yığınlara daha yakın olmasını, gereksinmelerini anlamasını ve geri durumlarından ve kültürsüzlüklerinden çıkmaları için onlara yardım etmesini bilmeyen ya da istemeyen Rus komünistleri üzerinde bile etkisinin izlerini bırakmıştır. Çevre-bölgelerdeki yaşam ve kültür özelliklerini hoş gördüklerinden, bazen Rus egemen şovenliğinden yana bir konum alan az sayıdaki Rus komünistleri gruplarından söz ediyorum. Sonra, ulusal baskıya uğramış, Rus-olmayan   milliyetlerin durumu da, bazen halklarının emekçi yığınlarının çıkarlarını "tüm halkın" çıkarları denilen çıkarlardan ayırdetmesini bilmeyen yerli komünistler üzerinde etkisini göstermekten geri kalmamıştır. Bazen yerli komünistlerin saflarında görülen ve Doğu'da kendini Panislamizm, Turancılık gibi akımlarla deyimleyeri o yerel yerli milliyetçilik sapmasından söz ediyorum. Son olarak, Kırgızları, Başkırları ve bazı Dağlı aşiretleri yıkılıştan kurtarmak, sömürgeci kulaklar zararına onlara gerekli topraklan sağlamak da zorunludur.

Partinin bu ivedi görevlerini belirledikten sonra, bizim komünist siyasetimizi, çevre-bölgelerde, özellikle Doğuda gördüğümüz iktisadi durumun özelliklerine uyarlamaya daya­nan genel düzeydeki göreve gelmek isterim.

Gerçek şu ki, her şeyden önce Türklerden oluşan bütün bir halklar topluluğu -ki sayıları 30 milyon dolaylarındadır-, sanayi kapitalizmi dönemine geçmemiş, bu döneme geçecek zaman bulamamışlardır; bu nedenle, bu halkların sanayi proletaryası hemen hemen yoktur ve bunun sonucu bu halklar, sanayi kapitalizminden geçmeden, ilkel ekonomi biçimlerinden Sovyet ekonomisi aşamasına geçmek zorundadırlar. Bu, güç ama hiç de olanaksız olmayan işi gerçekleştirmek için, bu halkların iktisadi durumunun, hatta tarihsel geçmişinin, yaşam ve kültür koşullarının tüm özelliklerini göz önünde tutmak gerekir. Bu halkların toprağına, bu konuda, Rusya'nın merkezi için geçerli ve bir anlam taşıyan önlemleri dikmeye kalkmak, anlaşılmaz ve tehlikeli bir şeydir. RSSFC'nin iktisat siyasetini gerçekleştirirken, çevrede gördüğümüz iktisadi durumun, sınıf yapısının, tarihsel geçmişin tüm özelliklerini göz önünde tutmanın kesenkes zorunlu olduğu açıktır. Örneğin, Narkomprod (Aztklandırma Halk Komiserliği) tarafından yayınlanan ve Müslüman nüfusun hiç bir zaman domuz yetiştirmediği Kırgızistan'da, halkın devlete belli sayıda domuz vermesini isteyen buyruk gibi saçmalıkların yadsınmasının sözünü bile etmiyorum. Bu örnek, herhangi bir yolcunun gözüne çarpan özel yaşam koşullarının, ne derecede göz önünde tutulmaması istendiğini gösterir.

Az önce, bana Çiçerin yoldaşın makalelerini* yanıtlamamı isteyen kısa bir yazı verildi. Yoldaşlar, bana kalırsa, Çiçerin'in büyük bir dikkatle okuduğum makalelerinde edebiyattan başka bir şey yok. Bu makalelerde dört yanlış ya da yanlış anlaşılma var. ilk olarak Çiçerin yoldaş emperyalist devlet arasındaki çelişkileri yadsımaya yatkın; emperyalistlerin uluslararası bir­liğini büyütüyor ve emperyalist gruplar ve emperyalist devlet­ler (Fransa, Amerika, İngiltere, Japonya, vb.) arasındaki iç Çelişkileri, varolan ve savaşa yol açan çelişkileri, gözden yitiriyor, küçümsüyor. O, emperyalist yönetici grupların birliği etkenini büyümsemiş ve bu tröst içinde varolan çelişkileri küçümsemiştir.

* O sıralarda Dışişleri Halk Komiseri olan G. Çiçerin'in, "Stalin Yoldaşın Tezlerine Karşı" başlığı altında, Pravda'nın 6,7 ve 9 Mart 1921 günlü 50, 51 ve 52. sayılarında yayımlanmış bulunan makalelerine anıştırma. —Ed.

Oysa, bu çelişkiler var ve Dışişleri Halk Komiserliği'nin faaliyeti bu çelişkiler üzerine kurulu. Sonra Çiçerin yoldaş bir ikinci yanlış yapıyor. Büyük egemen devletler ile, daha yeni kurulmuş ulusal devletler (Çekoslovakya, Polonya, Finlandiya vb.), mali ve askeri bakımdan, bu büyük devletlerin eline bırakılmış devletler arasında varolan çelişkileri küçümsüyor. Çiçerin yoldaş, bu ulusal devletlerin büyük devlet­lere bağımlılığına karşın, ya da daha doğrusu bu bağımlılık so­nucu, büyük devletler ile bu devletler arasında, örneğin Polonya, Estonya, vb. ile yapılan görüşmeler üzerine yansıyan çelişkiler bulunduğunu gözden tamamen yitirmiş. Dışişleri Halk Komiserliği'nin varlık nedeni de, bütün bu çelişkileri göz önünde tutmak, onlara dayanmak, bu çelişkiler çerçevesinde dolambaçlı çarelere başvurarak ereğine ulaşmaktan başka bir şey değildir. Çiçerin yoldaş bu etkeni çok şaşırtıcı bir biçimde küçümsemiş. Çiçerin yoldaşın üçüncü yanlışı, ulusal I kaderin serbestçe tayin edilmesinden, gerçeklikte, emperyalistlerin rahatça, kullandıkları soyut bir slogana dönüşmüş bu­lunan bu slogandan gereğinden çok söz etmesidir. Çiçerin yoldaş, bizim bu slogana iki yıldan beri veda etmiş bulunduğumuzu bir tuhaf bir biçimde unutmuş. Bu slogan artık programımızda yer almıyor. Programımızda, pek belirsiz bir slogan olan ulusal kaderin serbestçe tayin edilmesinden değil, ama daha belgin bir vurguya sahip ve açıkça belirlenmiş bir slogandan, halkların devlet biçiminde örgütlenmek üzere ayrılma hakkı sloganından söz edilmiştir. Bunlar ayrı iki şeydir. Çiçerin yoldaşın bu olguyu makalelerinde hesaba katmaması çok tuhaf, bundan ötürü, belirsiz bir duruma gelmiş bulunan slogana karşı tüm itirazları kuru sıkı bir atış gibidir; çünkü ne benim sunduğum tezlerde, ne de parti programında "serbestçe tayin etme" sözü yoktur. Yalnızca halkların devlet biçiminde örgütlemek üzere ayrılma hakkından söz edilmiştir. Ama bu slogan, sömürgelerde kurtuluş hareketinin alevlendiği şu anda, bizim için devrimci bir slogandır. Sovyetik devletler, özgürce onaylanmış bir katılma temeli üzerinde, federasyon olarak bir araya geldikleri için, ayrılma hakkı RSSFC'ni oluşturan halkların kendi isteğiyle kullanılmamış olarak kalır. Ama, İngiltere'nin, Fransa'nın, Amerika'nın, Japonya'nın mengenesine sıkıştırılmış sömürgeler söz konusu olduğu zaman; Arabistan, Mezopotamya, Türkiye, Hindistan gibi uyruklaştırılmış ülkeler, yani Antantın sömürgesi olan ülkeler söz konusu olduğu zaman, halkların ayrılma hakkı sloganı, devrimci bir slogandır. Bundan vazgeçmek demek, Antanta yardım etmek demektir. Dördüncü yanlış anlaşılma da, Çiçerin yoldaşın makalelerindeki pratik bilgi yokluğudur. Makale yazmak elbette kolaydır, ama onları; "Stalin Yoldaşın Tezlerine Karşı" diye adlandırmak için, pratik karşı-önerilerden başka bir şey olmasa bile, ciddi bir şeyler formüllendirmek gerekir. Nedir ki, ben, onun makalelerinde, sözünü etme zahmetine değen hiç bir pratik öneri görmedim.

Bitiriyorum yoldaşlar. Şu sonuçlara varıyoruz: Burjuva toplum, yalnızca ulusal sorunu çözmekte yeteneksiz çıkmakla kalmadı, ama tersine, onu "çözme" girişimlerinde, ulusal soru­nu, onu sömürgesel bir sorun durumuna getirecek kadar genişletti ve kendisine karşı, İrlanda'dan Hindistan'a kadar yapılan yeni bir cephe oluşturdu. Ulusal sorunu koymaya ve çözmeye yetenekli tek devlet, üretim araç ve aletlerinin ortaklaşa mülkiyetine dayanan devlet, yani Sovyetik devlettir. Sovyetik federatif devlet ile birlikte, artık ne ezilen, ne de ezen milliyetler vardır, ulusal baskı kaldırılmıştır. Ama, eski burjuva rejimden devralınmış daha kültürlü ve daha kültürsüz milliyetler arasındaki eşitsizlik, (kültürel, iktisadi, siyasal) füli eşitsizlik nedeniyle, ulusal sorun, geri halkların emekçi yığınlarının iktisadi, siyasal ve kültürel gelişmesini kolaylaştırmayı, daha önce davranmış bulunan, proleter, merkez Rusya'ya yetişmelerini sağlamayı gözeten önlemlerin hazırlanmasını isteyen bir biçim alır. Ulusal sorun üzerine tarafımdan önerilen tezlerin üçüncü bölümünün konusunu oluşturan pratik önerilerin nedeni de işte budur.

TARTIŞMANIN KAPANIŞ KONUŞMASI

Yoldaşlar, bu kongre bakımından ulusal sorun üzerindeki tartışmada en ilginç olan şey, ulusal soruna ilişkin açıklamalardan, Rusya'nın yeni yönetimsel bölünüşü tarafından zorlanarak, sorunu pratik olarak koymaya geçmiş bulunmamızdır. Ekim Devrimi'nin başlarında halkların ayrılma hakkını ilan etmekle yetiniyorduk. 1918 ve 1920 yıllarında, geri halkların emekçi yığınları ile Rusya proletaryası arasında bir yakınlaşma ereğiyle, Rusya'nın, ulusal göstergeye göre yeni yönetimsel bölünüşüne çalıştık. Oysa bugün, bu kongrede, sorunu salt pratik bir alan üzerine, yani Rusya'ya bağlı özerk bölgeler ve bağımsız cumhuriyetler içindeki emekçi yığınlar ve küçük-burjuva öğeler karşısında parti siyasetinin ne olması gerektiği üzerine koyuyoruz. Böyle olduğu içindir ki, Zatonski yoldaşın, size önerilen tezlerin soyut bir nitelik taşıdıklarını söyleyen konuşması, beni şaşırttı. Elimde, onun, neden bilinmez, kongrenin dikkatine sunmamış bulunduğu kendi tezleri var; ben, bu tezlerde "RSSFC" adının "Doğu Avrupa" sözcükleri, "Rusya" sözcüğünün de "Rus" ya da "Büyük-Rus" sözcüğü ile değiştirilmesini isteyen bir tek dışında, pratik nitelikte hiç bir öneri, ama gerçekten hiç bir öneri bulamadım. Ben, bu tezlerde başka pratik öneriler bulamadım.

Şimdi ikinci soruna geçiyorum. Burada, komşulardan daha çok delege beklediğimi söylemeliyim. Rusya, bazıları sanayi bakımından iyici gelişmiş ve bu açıdan Rusya'dan pek ayırdedilemeyen, bazıları henüz kapitalizm aşamasına geçmemiş ve merkezi Rusya'dan adamakıllı ayırdedilebilirler, başka bazıları da tamamen geri kalmış yirmi iki çevre-bölgeye sahip. Tezlerde, çevre-bölgelerin tüm çeşitliliğini, tamamen somut bir biçimde kavramak olanaksız. Tüm parti için bir değer taşıyan tezlerden, yalnızca Türkistan, yalnızca Azerbaycan ya da yalnızca Ukrayna ile ilgili bir nitelik taşımaları istenemez. Tüm çevre-bölgeler için ortak olan ayırıcı özellikleri almak ve özellikler üzerinde durmaksızın, onları tezler içine sokmak zorunludur; gerçeklikte, tezler hazırlamak için başka bir yöntem yoktur. Büyük-Rus olmayan milliyetleri birçok gruplara bölmek gerekir, tezlerde yapılan da budur. Rus-olmayan milliyetlerin nüfusu 65 milyona yakındır. Bütün bu Rus-olmayan milliyetlerin ortak ayırıcı özellikleri, devletçiliklerinin gelişmesi bakımından, merkezi Rusya'dan geride kalmış olmalarıdır. Görevimiz, bu milliyetlere, onların proleter, emekçi öğelerine yardım etmek için, tüm gücümüzle ülkelerinde Sovyetik devletçiliği kendi öz dilleri içinde geliştirmeye çalışmaktır. Bu ortak özellik, tezlerde, tezlerin pratik bölümünde söz konusu edilmiştir. Sonra, eğer çevre-bölgelerin özelliklerinin somutlaştırılması yolunda yürümeye devam edilirse, Rus-olmayan 65 milyon dolaylarındaki nüfusun bütünü içinde, kapitalizmden geçmemiş bulunan 30 milyon kadar Türk'ten ayrıca söz etmek gerekecek. Azerbaycan'ın, bazı bakımlardan, Rus eyaletlerin­den üstün olduğunu söyleyen Mikoyan haksız. Anlaşılan o, Baku'yu Azerbaycan ile karıştırıyor. Baku, Azerbaycan'ın derinliklerinden doğmadı; yukardan, Nobel'in, Rothschild'in, Vishau'nun vb. çabaları ile kuruldu. Bizzat Azerbaycan'a gelince, bu ülke, ataerkil-feodal ilişkilerin en geri durumda bulunduğu ülkedir. Bu nedenle, ben, Azerbaycan'ı, bütünüyle, kapitalizmden geçmemiş ve onları Sovyet ekonomisi yoluna sürüklemeye yetenekli özel yöntemlerin uygulanması gereken, çevre-bölgeler grubu içine sokuyorum. Bu, tezlerde söylendi. Sonra, 8-10 milyondan çok nüfusu olmayan bir üçüncü grup var; her şeyden önce, henüz klan rejiminin varlığını sürdürdüğü ve henüz tarımsal ekonomiye geçmemiş bulunan hayvan yetiştirici aşiretlerdir bunlar. Kırgızlar, Türkistan'ın kuzey bölümü, Başkırlar, Çeçenler, Osetler, İnguşlar gibi. Bu milliyetler grubu ile ilgili olarak, onlara gereksinme duydukları toprağın sağlanması zorunludur. Burada, Kırgızlara söz verilmedi, tartışmalar kapatıldı. Onlar, toprak yokluğundan yıkılmaya yüz tutan Yukarı-Başkıristan'ın, Kırgızistan'ın ve Dağlıların çektikleri acılar üzerine daha çok şeyler söyleyebilirlerdi. Ama Safarov'un bu konuda söyledikleri, ancak 8-10 milyon kişiyi ilgilendirir. Bundan ötürü, Safarov yoldaşın pratik önerileri bütün çevre-bölgeler için genelleştirilemez, çünkü Rus-olmayan milliyetlerin geri kalan bölümü için -ve bunların nüfusu 55 milyona yakındır-, bu düzeltmelerin hiç bir önemi yoktur. İşte bu nedenle, bu türlü milliyetler grupları ile ilgili olarak, Safarov tarafından önerilmiş bulunan bazı noktaların somutlaştırılması, düzeltilme ve iyileştirilmesine karşı çıkmaksızın, bu düzeltmelerin genelleştirilemeyeceğini söylemek zorundayım. Sonra, Safarov yoldaşın bir düzeltmesi konusunda da bir eleştiride bulunacağım. Düzeltmelerinden birinin içine, "ulusal-kültürel kendi kendini yönetim" üzerine bir tümce kayıvermiş:

"Ekim Devriminden önce -deniyor bu tümcede-, Rusya'nın doğu çevresinin sömürge ve yarı-sömürge halkları, emperyalist siyaset sonucu, kendi öz ulusal-kültürel kendi kendini yönetimleri ile kendi öz dillerinde verilmiş bulunan eğitim ile vb., kapitalist uygarlığın fetihlerine katılma olanaklarından yoksun kalmışlardı."

Ben, bu düzeltmeyi, Bundculuk koktuğu için kabul edemeyeceğimi söylemeliyim. Ulusal-kültürel kendi kendini yönetim formülü, Bundcu bir formüldür. Hanidir, o belirsiz kendi kendini yönetim sloganlarına veda etmiş bulunuyoruz, onları yeniden canlandırmanın yeri yok. Üstüne üstlük, bütün bu tümce hiç de doğal olmayan bir sözcükler topluluğundan başka bir şey değil.

Burada elimizde, biz komünistlerin, Beyaz-Rus milliyetini yapay bir biçimde türettiğimizi ileri süren bir pusula var. Rusça'dan farklı, kendi diline sahip bir Beyaz-Rus milliyeti olduğu ve bunun sonucu, Beyaz-Rus halkının kültürü ancak kendi ulusal dilinde yükseltilebileceği için, bu, doğru değil. Bun­dan beş yıl için, Ukrayna, Ukrayna milliyeti konusunda da benzer sözler duyuluyordu. Ve daha yakın zamanlarda, Ukrayna Cumhuriyeti ile Ukrayna milliyetinin, Almanların bir icadından başka bir şey olmadıkları söyleniyordu. Gene de, Ukrayna milliyetinin varlığı ve bu milliyetin kültürünü geliştirmenin, komünistler için bir ödev olduğu açık. Tarihe karşı çıkılamaz. Eğer Ukrayna kentlerinde, bugüne kadar Rus unsurlar, hala ağır basıyorsa, bu kentlerin zamanla kaçınılmaz bir biçimde Ukraynalılaşacakları da açık. Kırk yıl kadar önce, Riga bir Alman kenti idi; ama kentler, kırlar nüfusunun akını ile geliştikleri ve kırlar, milliyetin koruyucuları oldukları için, Riga, bugün salt Leton bir kenttir. Elli yıl kadar önce Macaristan'ın tüm kentleri Alman bir nitelik taşıyordu; şu anda, bu kentler Macarlaştırılmışlardır. Kentlerde, bugüne kadar hala Beyaz-Rus olmayanların ağır bastıkları Beyaz-Rusya bakımından da aynı şey olacaktır.

Kapanış konuşmamı bitirirken, kongreye, tüm çevre-bölgelerimizi ilgilendiren tezlerin pratik önerilerini daha da somutlaştırma ereğiyle, içine bölgeler temsilcilerinin de gireceği bir komisyon seçilmesini öneriyorum.

Stenografik Tutanak, Devlet Yayınlan, 1921.


ULUSAL SORUNU KOYUŞ BİÇİMİ ÜZERİNE (1921)

KOMÜNİSTLERİN ulusal sorunu koyuş biçimleri, Ü. Enternasyonal ve 2¹/2'uncu Enternasyonal* militanlarının, her türlü "sosyalist", "sosyal-demokrat", Menşevik, sosyalist-devrimci vb. partilerin koyuş biçiminden, iyiden iyiye ayrılır.

* 2¹/2 'uncu Enternasyonal - Şubat 1921'de Viyana'da kurulmuş ve devrimci yükselme döneminde, Ü. Enternasyonalden geçici olarak çıkan bir dizi partiden (Rus Menşevikleri dahil) bileşmiş bulunan Uluslararası Sosyalist Partiler Birliği işte böyle adlandırılmıştı. Birliğin başında F. Adler, O. Bauer, L. Martov vb. bulunuyordu. 2V2'uncu Enternasyonalin ama, saygınlığını yitirmiş, Ü. Enternasyonalden yüz çevirmiş bulunan işçi yığınları arasında durma­dan ÜI. Enternasyonalin büyüyen etkinliğine karşı savaşmaktı. 1923 yılından 2V2 'uncu Enternasyonal, Ü. Enternasyonal ile yeniden birleşti. —Ed.

Ulusal sorunu koymanın yeni biçiminin en karakteristik ve ulusal sorunu eski ve yeni kavrama biçimleri arasında bir sınır çizgisi çeken ayırdedici göstergeleri olarak başlıca dört noktayı belirlemek özel bir önem taşır.

Birinci nokta, parça olarak ulusal sorunun, bütün olarak sömürgelerin kurtuluşu genel sorunu ile kaynaşmasıdır. Ü. Enternasyonal çağında, ulusal sorun, her zaman salt "uygar uluslar"a ilişkin dar bir sorunlar çerçevesi ile sınırlanıyordu. İrlandalılar, Çekler, Polonyalılar, Finliler, Sırplar, Ermeniler, Yahudiler ve öbür bazı Avrupa milliyetleri - Ü. Enternasyonalin, yazgıları ile ilgilendiği, tüm haklardan yararlanama­yan milliyetler alanı işte budur. Asya ve Afrika halklarının, en hoyrat ve kan dökücü biçim altında ulusal baskıya uğrayan onlarca ve yüzlerce milyon bireyi, çoğu kez "sosyalistlerin görüş alanı dışında kalıyorlardı. Aklar ile karalar, "kültürsüz" zenciler ile "uygar" İrlandalılar, "geri" Hindular ile "aydınlanmış" Polonyalılar bir türlü aynı plana konulamıyordu. Tüm haklarından yararlanamayan Avrupa milliyetlerinin kurtuluşu için savaşım verme gereği her ne kadar kendiliğinden kabul ediliyorduysa da, "uygarlık"ın "korunması" için "zorunlu" olan sömürgelerin kurtuluşundan ciddi ciddi söz etmek, "vakarlı sos­yalistler'' hiç de hoş gelmiyordu. Bu sosyalistler, eğer onlara sosyalist denebilirse, Avrupa'da ulusal boyunduruğun kaldırılmasının, Asya ve Afrika sömürge halkları emperyalizm boyunduruğundan kurtulmadıkça, olanaksız olduğunu, birincinin ikinciye organik olarak bağlı bulunduğunu akıllarından bile geçinmiyorlardı. Ulusal sorunun sömürgeler sorunu ile bağlılığını ortaya ilk koyanlar komünistler oldu; onlar bu soruna teorik bir dayanak verip, onu pratik devrimci eylemlerinin temeline koydular. Bunun sonucu, aklar ile karalar arasındaki, emperyalizmin "kültürlü" ve "kültürsüz" köleleri arasındaki du­var yıkıldı. Bu durum, geri kalmış sömürgeler ile ilerici proletaryanın ortak düşmana, emperyalizme karşı savaşımlarını düzene koyma işini büyük ölçüde kolaylaştırmıştır.

İkinci nokta, ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkı belirsiz sloganının, uluslar ve sömürgelerin ayrılma,
bağımsız devletler kurma hakkı belgin sloganı ile değiştirilmesidir. Ü. Enternasyonal militanları, kaderini serbestçe tayin etme hakkından söz ederken, çoğu kez, ayrılma hakkı üzerine tek sözcük söylemiyorlardı -kaderini serbestçe tayin etme hakkı, en iyi durumda, özerklik hakkı olarak yorumlanıyordu. Ulusal sorun "uzman"ları, Springer ve Bauer, kaderini serbestçe tayin etme hakkını, ezilmiş Avrupa    uluslarının kültürel özerklik hakkı yapacak, yani tüm siyasal (ve iktisadi)  iktidarı egemen ulusun eline bırakarak, kültürel kurumlara sahip olma hakkı yapacak kadar ileri gitmişlerdi. Başka  bir deyişle, tüm haklarından yararlanamayan uluslar için kaderini   serbestçe tayin etme hakkı, ayrılmaya ilişkin sorun  dıştalanmış olarak, egemen uluslara siyasal iktidarı kullanma ayrıcalığı biçimine dönüşmüş bulunuyordu. Ü. Enternasyonalin ideolojik önderi Kautsky, kaderini serbestçe tayin etme hakkının, Springer-Bauer tarafından örgütlenmiş, emperyalist bir niteliğe sahip bu yorumuna, eninde sonunda katılmıştı. Kaderini serbestçe tayin etme sloganının kendileri bakımından elverişli bu özelliğini gören  emperyalistlerin, bu sloganı kendi öz sloganları ilan etmiş bulunmalarında şaşılacak bir şey yok. Halkları köleleştirme ereğini izleyen emperyalist savaşın, kaderini serbestçe tayin    etme bayrağı altında sürdürüldüğü bilinir. Kaderini serbestçe tayin etme-belirsiz sloganı, ulusların kurtuluş aleti, ulusların eşitliği durumundan,  ulusların evcilleştirilmesi aleti durumuna, ulusların emperyalizme bağımlılığını sürdürme aleti durumuna işte böyle dönüştürüldü. Tüm dünyadaki olayların,   şu son yıllar içindeki akışı, Avrupa devriminin mantığı, son olarak sömürgelerdeki kurtuluş hareketinin büyümesi, gerici bir nitelik kazanmış bulunan bu sloganının reddedilmesini ve bir başkası ile, tüm haklarından yararlanamayan ulusların emekçi yığınları arasında, egemen uluslar   proleterlerine karşı duyulan güvensizlik havasını dağıtmaya, ulusların eşitliğine ve bu uluslar emekçilerinin birliğine götüren yolu açmaya elverişli devrimci bir slogan ile değiştirilmesini gerektiriyorlardı. Bu slogan, komünistler tarafından, tüm haklarından yararlanamayan uluslar ve sömürgeler için, devlet olarak örgütlenme bakımından ayrılma hakkına ilişkin olarak formüllendirilmiş bulunan slogandır. Bu sloganın değeri şunlara dayanır:

1) Bu slogan, bir ulus emekçilerinin, bir başka ulus emekçileri karşısındaki ilhakçı amaçlar konusunda her türlü kuşku nedenini ortadan kaldırır ve bunun sonucu, karşılıklı güven ve özgürce onaylanmış birlik alanını hazırlar.

2) Kaderini serbestçe tayin etme hakkı üzerine ikiyüzlüce lafazanlık eden ama tüm haklarından yararlanamayan halklar ile sömürgeleri, uyrukluk içinde, kendi emperyalist devletleri çerçevesi içinde tutmaya çalışan ve böylece bu hakların ve sömürgelerin emperyalizme karşı kurtuluş savaşımını büsbütün yoğunlaştıran emperyalistlerin yüzlerindeki maskeyi çekip çıkarır.

Tanıtlamaya pek gerek yoktur ki, Rus işçileri, iktidarı ellerine geçirdikten sonra, eğer halkların devlet olarak örgütlenmek üzere ayrılma hakkını ilan etmemiş, eğer halkların bu zamanaşımına uğramaz hakkını pratiğe geçirme isteklerini gerçekte göstermemiş, eğer, diyelim Finlandiya üzerindeki "hak"tan vazgeçmemiş (1917), eğer İran'ın kuzeyindeki askerleri geri çekmemiş (1917), eğer Moğolistan, Çin vb., vb. ülkelerin belli bir bölümü üzerindeki isteklerden vazgeçmemiş olsalardı, Batı ve Doğu milliyetlerindeki yoldaşlarının yakınlığını kazanamazlardı.

Eğer emperyalistlerin, kaderini serbestçe tayin etme bayağı altında ustaca gizlenmiş bulunan siyasetleri, şu son imanlarda Doğu'da başarısızlık üzerine başarısızlığa uğruyorsa, bunun bir nedeninin de, bu siyasetin, halkların devlet olarak örgütlenmek üzere ayrılma hakkı sloganı anlayışı içindeki ajitasyon alanı üzerinde boy vermiş, büyüyen bir kurtuluş hareketi ile karşılaşması olduğu daha az kesin değil. Ü. Enternasyonal ve 2¹/2'uncu Enternasyonal kahramanları bunu anlamaz; onlar, var güçleriyle yapmış bulunduğu Şemsiz bazı yanlışlıklar için, Baku "propaganda ve eylem komitesi"ni* kınarlar. Ama, sözü geçen "şura"nın kendi varlık yılı boyuncaki faaliyeti ile, Asya ve Afrika sömürgelerinin son iki-üç, yıl içindeki kurtuluş hareketini öğrenme zahmetine katlanacak herkes, bunu anlayacaktır.

* "Doğu Halkları Propaganda ve Eylem Komitesi", 1920 Eylül'ünde Baku Doğu Halkları Kurultayı'nda kuruldu. Görevi, dünya proleter devrimi soğanı üzerine emperyalizme karşı bir savaşım ereğiyle, propagandayı örgütlemek, Doğu'daki kurtuluş hareketini destekleyip birleştirmekti. Bir yıl kadar yaşadı. Rus, Türk, İran ve Arap dillerinde, Doğu Halkları adlı organını yayınlıyordu. —Ed

Üçüncü nokta, ulusal-sömürgesel sorun ile, Sermaye iktidarı, kapitalizmin yıkılışı, proletarya diktatörlüğü sorunu arasındaki bağın, organik bağın ortaya konmasıdır. Ü. Enternasyonal çağında, boyutları son derece küçültülmüş bulunan ulusal sorun, her zaman kendi başına, gelecekteki proleter devrim ile bağlantısı dışında ele almıyordu. Ulusal sorunun, proleter devrimden önce, kapitalizm çerçevesindeki bir dizi reform aracıyla "kendiliğinden" çözüleceği; proleter devrimin, ulusal sorun kökten çözülmeksizin gerçekleşebileceği ve tersine, ulusal sorunun da, Sermaye iktidarı giderilmeksizin, proleter devrimin zaferi olmaksızın ve bu zaferden önce c,6zülebilecegi düşünülüyordu. Aslında emperyalist bir nitelik taşıyan bu görüş biçimi, Springer ve Bauer'in ulusal sorun üzerindeki bilinen çalışmalarında, kendini kırmızı bir çizgi gibi belli ediyordu.

Ama son on yıl, ulusal sorunun bu kavrayış biçimi içinde yanlış olan, çürümüş olan ne varsa hepsini gösterdi. Emperyalist savaş ve su son yılların devrimci pratiği bir kez daha gösterdi ki:

1) Ulusal sorun ile sömürge sorunu, Sermaye iktidarından kurtuluş, sorunundan ayrılmaz sorunlardır.

2) Emperyalizm (kapitalizmin en yüksek biçimi), tüm haklarından yararlanamayan ulusların ve sömürgelerin siyasal ve iktisadi uyruklaştırılması olmaksızın varolamaz.

3) Tüm haklarından yararlanamayan uluslar ile sömürgeler, sermaye iktidarı yıkılmadıkça kurtulamazlar.

4) Tüm haklarından yararlanamayan uluslar ile sömürgeler, emperyalizm boyunduruğundan kurtulmadıkça, proletaryanın zaferi sağlam olamaz.

Eğer Avrupa ile Amerika'ya, sosyalizm ile emperyalizm arasındaki baslıca çatışmaların cephesi, alanı adı verilebilirse, hammaddeleri, yakıtları, yiyecek ürünleri, engin insan yedeklikleri ile birlikte, tüm haklarından yararlanamayan uluslar ile sömürgelere de, emperyalizmin gerisi, yedekliği olarak bakmak gerekir. Bir savaşı kazanmak için, yalnızca cephede yenmek değil, ama düşmanın gerisini, yedekliklerini de altüst etmek gerekir. Bu nedenle, dünya proleter devriminin zaferi, ancak proletarya, emperyalistlerin iktidarına karşı, proletarya diktatörlüğü için kendi öz devrimci savaşımını, tüm haklarından yararlanamayan uluslar ile sömürgeler emekçi yığınlarının kurtuluş hareketi ile düzenleştirmesini bildiği zaman sağlama bağlanmış sayılabilir. Ü. Enternasyonal 2¹/2'uncu Enternasyonal adamlarının, Batı'da büyüyen proleter devrim çağında, ulusal sorun ile sömürge sorununu, iktidar sorunundan ayırarak, gözden yitirmiş, bulundukları şey, işte bu "küçük şey"dir.

Dördüncü nokta, çeşitli milliyetlerin emekçi yığınları arasında kardeşçe bir işbirliği kurmak için zorunlu koşullardan biri olarak, milliyetler sorununa yeni bir öğenin milliyetlerin (yalnızca hakta değil) gerçekte eşitleştirilmesi öğesinin getirilmesidir (geri kalmış milliyetlere, onları geçmis bulunan milli­yetlerin kültürel ve iktisadi düzeyine yükselebilmeleri için yardım etmek). Ü. Enternasyonal çağında, her zaman "ulusal eşitlik" istemekle yetiniliyordu: En iyi durumda, bu eşitliğin gerçekleşmesini isteyen istemden öteye gidilemiyordu. Ama, eğer bu son derece önemli haktan yararlanmak için yeterli kaynak ve olanaklar yoksa, kendi başına çok önemli bir siyasal kazanım olan ulusal eşitlik, boş bir söz olarak kalma durumuna düşer. Geri kalmış halkların emekçi yığınlarının, "ulusal eşitlik"in kendilerine verdiği haklardan, ileri milliyetler emekçi yığınlarının bu haklardan yararlanabildikleri ölçüde yararlanabilecek durumda bulunmadıkları kuşkusuz: Milliyetler arasında, geçmisten devralınmış bulunan ve bir-iki yıl içinde ortadan kaldırılamayacak füli (kültürel, iktisadi) eşitsizlik, kendini duyurur. Tüm bir milliyetler topluluğunun kapitalizm aşamasını görüp geçirecek zaman bulamadığı ve kendi proletaryası hemen hemen olmayan başka milliyetlerin kapitalizm aşamasına hiç girmediği; gerçekleştirilmiş bulunan tam bir ulusal eşitliğe karşın, bu milliyetlerin emekçi yığınlarının, kültürel ve iktisadi gerilikleri nedeniyle, kazanılmış haklardan yeterli bir ölçüde yararlanacak durumda bulunmadıkları Rusya'da bu eşitsizlik kendini büsbütün duyurur. Bu eşitsizlik, proletaryanın Batı'daki zaferi "ertesinde", çok çeşitli gelişme derecelerinde bulunan birçok geri kalmış sömürge ve yan-sömürge kaçınılmaz bir biçimde sahneye girecekleri zaman, kendini daha da güçlü olarak duyuracaktır. İleri ulusların muzaffer proletaryasının, geri milliyetler emekçi yığınlarına, kültürel ve iktisadi gelişmelerinde gerçek ve sürekli bir yardımda bulunması, gelişmenin üstün derecesine yükselmeleri, onları geride bırakan milliyetlere yetişmeleri için onlara yardim etmesi, iste tastamam bu nedenle zorunludur. Böyle bir yardım olmaksızın, çeşitli halklar ve uluslar emekçilerinin, tek bir dünya ekonomisi içinde, barış içinde bir arada yaşamalarını ve kardeşçe işbirliklerini, sosyalizmin kesin zaferinin o öylesine zorunlu koşulunu örgütlemek, olanaksızdır.

Öyleyse, bundan yalnızca "ulusal eşitlik" ile yetinilemeyeceği ve:

1) Geri halklar ve ulusların iktisadi durumunu, varlık koşullarını, kültürünü irdelemek;

2) Bu halk ve ulusların kültürlerini geliştirmek;

3) Onlara siyasal eğitim vermek;

4) Kerteli ve ağrısız bir biçimde onları iktisadin yüksek biçimlerine katmak;

5) Geri ve ileri milliyetlerin emekçileri arasında iktisadi işbirliği kurmak için, "ulusal eşitlik"ten, milliyetlerin füli eşitleştirilme önlemlerine, pratik düzenlemelerin hazırlanma ve uygulanmalarına geçmenin zorunlu olduğu sonucu çıkar.

Komünistlerin ulusal sorunu yeni koyuş biçimlerini belirleyen başlıca dört etken, işte bunlardır.

Pravda, n° 98, 8 Mayis 1921.



EKİM DEVRİMİ VE RUS KOMÜNİSTLERİNİN ULUSAL POLİTİKASI
(1921)

EKİM Devrimi'nin gücünü meydana getiren şey, başka öğelerin yanı sıra, Batı'daki devrimlerden farklı olarak, milyonlarca insanı bulan küçük-burjuvaziyi ve, her şeyden önce onun en güçlü ve en kalabalık katmanlarını, yani köylülüğü, Rus proletaryasının çevresinde toplamasıdır. Böylece Rus burjuvazisi tecrit edildi, ordusuz kaldı, ve Rus proletaryası ülkenin kaderini eline aldı. Böyle olmasaydı, Rus işçileri iktidarı ellerinde tutamazlardı.

Barış, tarım devrimi ve ulusların özgürlüğü, büyük Rusya'nın yirmiden fazla ulusuna ait köylüleri, Rus proletaryasının bayrağı altında birleştiren üç temel etkendir.

Burada ilk iki etkenden söz etmeye hiç gerek yok; onlar hakkında şimdiye dek çok yazıldı, hem zaten onlar kendiliklerinden belli olan şeyler. Üçüncü etkene, Rus komünistlerinin ulusal politikasına gelince, onun öneminin tam anlaşılmadığı görülüyor. Bunun için bu konuda bir-iki söz söylemek gereksiz olmayacaktır.

Şöyle başlayalım. (Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya dışındaki) RSSFC'nin 140 milyon nüfusu içinde, Büyük-Rusların sayısı 75 milyondan çok değil; geri kalan 65 milyon ise Büyük-Rusların dışındaki uluslar tarafından oluşuyor.

Sonra, bu uluslar, daha çok, askeri açıdan en zayıf yerler olan çevre-bölgelerde barınmaktadırlar; ayrıca bu çevre-bölgeler, hammaddeler, yakacak ve besin maddeleri açısından zengindirler.

Ensonu, bu çevre-bölgeler sınai ve askeri açılardan merkezi Rusya'dan daha az gelişmişlerdir (ya da hiç, gelişmemişlerdir). Bu yüzden, bu bölgeler, merkezi Rusya'nın askeri ve iktisadi yardımı olmadan bağımsız varlıklarını koruyamazlar; aynı şekilde, merkezi Rusya'da çevre-bölgelerin yakıt, hammadde ve besin maddeleri yardımı olmadan, askeri ve iktisadi gücünü koruyabilecek durumda değildir.

Bu koşullar, komünizmin ulusal programının bilinen ilkeleriyle birleşerek Rus komünistlerinin ulusal politikasının niteliğini belirlediler.

Bu politikanın özü birkaç sözcükle özetlenebilir: Rus-olmayan ulusların yaşadığı bölgeler üzerindeki bütün "istekler"den, bütün "haklar"dan vazgeçilmesi; bu uluslara bağımsız devlet olarak varolma hakkının (sözle değil, davranışla) tanınması; bu ulusların özgür iradeyle kabul edecekleri merkezi Rusya ile askeri ve iktisadi ittifak; geri uluslara kültürel ve iktisadi gelişmelerinde yardım, ki bu yardım olmadan "ulusal eşitlik" denen şey boş bir laf haline gelir; bütün bunlar köylülerin tam kurtuluşu, tüm iktidarın çevre-bölgelerin emekçi öğelerinin ellerinde yoğunlaşması temeli üzerinde oturtulmuştur; Rus komünistlerinin ulusal politikası böyledir.

İktidarı ellerine geçiren Rus işçileri, bu ulusal politikayı gerçekleştirmek isteklerini davranışlarıyla göstermiş olmasalardı, Finlandiya üzerindeki "hak"tan vazgeçmeselerdi. İran'ın Kuzey'indeki askerleri geri çekmeselerdi, Rus emperyalistlerinin Moğolistan ve Çin'in bazı bölgeleri üzerindeki isteklerini ortadan kaldırmamış olsalardı, eski Rus imparatorluğunun geri uluslarına ulusal dilde devlet kurumlarını ve kültürlerini geliştirmelerine yardım etmemiş olsalardı, başka ülkelerdeki yoldaşlarının ve, her şeyden önce, haklarına tam sahip olmayan ezilmiş ulusların yığınlarının sempatisini ve güvenini kazanamazlardı.

RSSFC'nin halkları arasındaki çözülmez ittifak, ancak bu güven temeli üzerinde kurulabilmiştir. Bu ittifaka karşı girişilen her türlü "diplomatik" oyunlar ve büyük bir özenle kurulmuş "ablukalar" güçsüz kalmışlardır.

Dahası var. Eski Rusya'nın çevre-bölgelerinin ezilmiş yığınlarının Rus işçilerine gösterdikleri bu sempati ve bu güven olmasaydı, onlar, Kolqak'i, Denikin'i, Vrangel'i yenemezlerdi. Bu asi generallerin harekat alanının daha çok Rus-olmayan ulusların bulunduğu çevre-bölgelerle sınırlı olduğunu unutmamak gerek; oysa, bu bölgeler, emperyalist ve Ruslaştırma siyasetleri yüzünden Kolcak, Denikin ve Vrangel'i mutlaka lanetleyeceklerdi. Savaşıma kansan ve bu generalleri destekleyen Antant, yalnızca çevre-bölgelerdeki Ruslaştırma yandaşlarına dayanabilirdi. Böylelikle çevre-bölgeler halkının asi generallere olan kinini körüklemekten ve Sovyet iktidarına duyulan sempatiyi derinleştirmekten başka bir şey yapmadı.

Bu durum, Kolcak, Denikin ve Vrangel'in gerilerinin iç zayıflığını, ve bundan dolayı cephelerinin zayıflığını, yani en sonunda bozgunlarını belirledi.

Ama Rus komünistlerinin ulusal politikasının yararlı sonuçlari RSSFC'nin ve ona bağlı Sovyet cumhuriyetlerinin sınırlarında kalmıyor. Bunun, dolaylı olarak, komşu ülkelerin RSSFC'ye karşi tutumlarında da bir etkisi var. Türkiye'nin, İran'ın, Afganistan'ın, Hindistan ve başka Doğu ülkelerinin eskiden bir korkuluk olarak kabul ettikleri Rusya'ya karşı tutumlarının kökten değişmesi, Lord Curzon gibi gözüpek bir politikacının bile yadsıyamayacağı bir olgudur, Sovyet iktidarının dört yıllık ömrü süresince, yukarda ana çizgileri belirtilen ulusal politika, RSSFC içinde sistemli bir biçimde uygulanmasaydı, Rusya'ya karşı komşu ülkelerin tutumunda köklü değişikliğin meydana gelmeyeceğini göstermeye pek gerek yoktur.

Komünistlerin ulusal politikasının sonuçları özet olarak böyledir. Bu sonuçlar, özellikle bugün, çetin savaşın sona erdiği, büyük bir kuruluş işinin başladığı bugün, Sovyet iktidarının dördüncü yıldönümünde, ve alınan yolu bir bakışta kavrayabilmek için geriye bakıldığında, bambaşka bir parlaklıkla beliriyor.

Pravda, n°251, 6-7 Kasım 1921.

 

1      2      3      4      5