...................
ULUSAL HAREKET

Joseph Stalin
Çeviri: Muzaffer Ardos
MARKSİZM ve ULUSAL SORUN (1) (1913)
Sol Yayınları 1977

                         
...................
...................

Ulus, yalnızca tarihsel bir kategori değil, ama belirli bir çağın, yükselen kapitalizm çağının tarihsel bir kategorisidir. Feodalizmin tasfiye ve kapitalizmin gelişme süreci, aynı zamanda insanların uluslar biçiminde kuruluşu sürecidir de. Örneğin, Batı Avrupa'da bu böyledir. İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar vb. feodal parçalanmayı yenen kapitalizmin muzaffer yürüyüşü sırasında ulus olarak kurulmuşlardır. Ama ulusların oluşması, orada, aynı zamanda onların bağımsız ulusal devletler durumuna dönüşmeleri anlamına da geliyordu. İngiliz, Fransız ulusları ve öbür uluslar, aynı zamanda, İngiliz vb. devletleridirler de. Bu sürecin dışında kalmış bu­lunan İrlanda, genel tabloda hiç bir şeyi değiştirmez.

Doğu Avrupa'da durum biraz başkadır. Batıda, uluslar, devletler biçiminde gelişirlerken, Doğuda, çokuluslu devletler, birçok milliyetlerden bileşik devletler kurulmuş bulunuyordu. Avusturya-Macaristan gibi, Rusya gibi. Avusturya'da, Almanlar, siyasal bakımdan en gelişmiş milliyet olarak göründüler; bunun sonucu Avusturya milliyetlerini bir devlet içinde birleştirme işini onlar yüklendiler. Macaristan'da, Macar milliyetlerinin çekirdeği olan Magyarlar, devlet biçiminde Örgütlenmeye en yatkın milliyet olarak göründüler; ve Macaristan'ın birleştiricileri de onlardır. Rusya'da, milliyetlerin birleştiricileri olma rolü, başlarında örgütlü ve tarihsel olarak oluşmuş soyluluğun güçlü bir askeri bürokrasisi bulunan Büyük-Ruslar tarafından üstlenilmiştir.

Doğu Avrupa'da da böyle olmuştur.

Devletlerin bu özel kuruluş biçimi, ancak henüz tasfiye edilmemiş feodalizm koşullarında, belli belirsiz gelişmiş bir kapitalizm koşullarında, geri plana itilmiş bulunan milliyetler, uluslar biçiminde kurulmak üzere, henüz iktisadi bakımdan sağlamlaşmaya vakit bulamadıkları zaman görülebilirdi.

Ama kapitalizm, Doğu Avrupa devletlerinde de gelişmeye başlar. Ticaret ve ulaştırma yolları gelişir. Ortaya büyük kent­ler çıkar. Uluslar iktisadi bakımdan sağlamlasın Ezilmiş milliyetlerin dingin yaşamına birdenbire giren kapitalizm, onları et­kiler ve harekete getirir. Basın ve tiyatronun gelişmesi/Avusturya'da) Reichsrat ve (Rusya'da) Dumanın faaliyeti, "ulusal duygu"ları pekiştirmeye katkıda bulunurlar. Oluşmuş bulunan intelligentsia, "ulusal görüş"ü benimser ve o yönde davranır...

Ama kendilerine özgü bir yaşamın bilincine varmaya başlamış bulunan ezilmiş uluslar, henüz bağımsız ulusal devletler biçiminde örgütlenmezler: yolları üzerinde, egemen ulusların, artık uzun zamandan beri devletin başına geçmiş bulunan yö­netici katmanlarının sert direnci ile karşılaşırlar. Artık çok geç!

Avusturya'da Çekler, Polonyalılar vb.Macaristan'da Hırvatlar vb. Rusya'da Letonyahlar, Litvanyahlar, Ukraynalılar, Gürcüler, Ermeniler vb. ulus olarak işte böyle oluşurlar. Batı Avrupa'da bir istisna olan şey (İrlanda), Doğuda kurul durumuna gelmiştir.

Batıda, İrlanda, istisnai rejime bir ulusal hareketle karşılık verdi. Doğuda, uyanmış bulunan uluslar da aynı biçimde kar­şılık vereceklerdi.

Doğu Avrupalı genç ulusları savaşıma iten koşullar, işte böyle oluşmuş bulunuyor.

Savaşım, uygunca söylemek gerekirse, ulusların tümü arasında değil, efendi uluslar ile ezilmiş ulusların egemen sınıf­ları arasında başladı ve alevlendi. Savaşım, genel olarak ya ezilen ulusun kentli küçük-burjuvazisi tarafından efendi ulusun büyük burjuvazisine karşı (Çekler ve Almanlar); ya ezilen ulu­sun kırsal burjuvazisi tarafından egemen ulusun büyük toprak sahiplerine karşı (Polonya'daki Ukraynalılar); ya da ezilen ulusların tüm "ulusal" burjuvazisi tarafından efendi ulusun hükmeden soyluluğuna karşı (Rusya'da Polonya, Litvanya, Ukrayna) yürütülmüştür.

Burjuvazi, başlıca rolü elinde tutar.

Pazar işte, genç burjuvazi için ana sorun. Genç burjuvazinin ereği, metamı pazara sürmek ve bir başka milliyetin burjuvazisi ile rekabetten zafer kazanmış olarak çıkmaktır. Kendi  "öz", "ulusal" pazarının sağlama  bağlama isteğinin nedeni budur. Pazar, burjuvazinin milliyetçiliği öğrendiği ilk okuldur.

Ama işler her zaman pazarla sınırlanmaz. Savaşıma, "bilek gücü ve salt savunma" yöntemleri ile, egemen sınıfın yarı-feodal, yarı-burjuva bürokrasisi de katılır. Efendi bir ulusun burjuvazisi, ister küçük, ister büyük olsun, önemli değil, rakibinin hakkından "daha çabuk" ve "daha korkusuzca" gelme olanağını kazanır. "Güçler" birleşir ve "başka ırktan" burjuvaziye karşı, baskı biçiminde yozlaşan, bir dizi kısıtlayıcı önlemler uygulanmaya başlanır. Savaşım, iktisadi alandan siyasal alana aktarılmıştır. Yer değiştirme özgürlüğünün kısıtlanması, dilin kullanılmasına karşı engeller, seçim haklarının kısıtlanması, okul sayısının azaltılması, dinsel inançlara karşı engeller vb. "rakip"in başına dolu gibi yağar. Kuşkusuz, bu türlü engeller yalnızca egemen ulusun burjuva sınıflarının çıkarına yaramakla kalmaz, ama egemen bürokrasinin Özgül ereklerine, deyim yerindeyse kast ereklerine de yararlar. Ama sonuçlar bakımın­dan, bunun hiç bir önemi yoktur; ister Avusturya-Macaristan, ister Rusya söz konusu olsun, burjuva sınıflar ile bürokrasi, bu konuda el ele yürürler.

Ezilen ulusun dört bir yandan sıkıştırılan burjuvazisi, elbette harekete geçer. "Kendi halkı"na başvurur ve kendi sorununu tüm halkın sorunuymuş gibi göstererek, avaz avaz "vatan"ı yardıma çağırmaya başlar. Kendi "yurttaş"ları arasından, kendisi için... "vatan" yararına bir ordu toplar. Ve "halk", çağrılara her zaman kayıtsız kalmaz, onun bayrağı yöresinde toplanır: Yukardan gelen baskı onu da ezer ve onda da hoşnutsuzluk uyandırır.

Ulusal hareket, işte böyle başlar.

Ulusal hareketin gücü, ulusun geniş katmanlarının, proletarya ile köylülüğün, bu harekete katılma derecesine bağlıdır.

Proletaryanın burjuva milliyetçiliği bayrağı altında saflara girip giremeyeceği, sınıf çelişkilerinin gelişme, proletaryanın bilinç ve örgütlenme derecesine bağlıdır. Bilinçli proletaryanın kendi denenmiş bayrağı vardır ve onun için burjuvazinin bayrağı altında saflara girmenin hiç bir gereği yoktur.

Köylülere gelince, onların ulusal harekete katılmaları, her şeyden önce baskının niteliğine bağlıdır. Eğer baskı, İrlanda'da olduğu gibi, "toprak" çıkarlarına zarar veriyorsa, büyük köylü yığınları hemen ulusal hareket bayrağı altında yer alırlar.

Öte yandan, eğer, örneğin Gürcistan'da, az buçuk ciddi Rus-düşmanı bir milliyetçilik yoksa, bunun başta gelen nedeni, orada yığınlar içinde, böylesine bir milliyetçiliği besleyebilecek Rus büyük toprak sahipleri ya da Rus büyük burjuvazisinin bulunmayışıdır. Gürcistan'da Ermeni-düşmanı bir milliyetçilik vardır; ama bu da, orada hala, henüz güçlenmemiş bulunan Gürcü küçük-burjuvazisini alt ederek, onu Ermeni-düşmanı milliyetçiliğe iten bir Ermeni büyük burjuvazisi bulunduğu içindir.

Bu etkenlere göre, ulusal hareket ya durmadan genişleyerek, bir yığın niteliğine bürünür (İrlanda, Galiçya) ya da bir küçük çekişmeler dizisi durumuna dönüşür ve dükkan tabelaları uğruna utanç verici "savaşım" biçiminde yozlaşır (bazı küçük Bohemya kasabaları).

Ulusal hareketin içeriği, elbette her yerde aynı olamaz: Bu içerik, hareket tarafından formüllendirilen çeşitli istemlere bağlıdır. İrlanda'da, hareket, tarımsal bir niteliğe; Bohemya'da, bir "dil" sorunu niteliğine bürünür; şurada, yurttaş eşitliği ve din özgürlüğü; burada, "kendi" memurları ya da kendi diyeti istenir. Çeşitli istemler, çoğu kez, genel olarak ulusu nitelendiren çeşitli belirtileri (dil, toprak vb.) gösterir gibi olur­lar. Akılda tutulacak şey, bauerci evrensel "ulusal karakter"e ilişkin bir istemin hiç bir yerde görülmemesidir. Ve bu da kolay anlaşılır: Kendi başına alınmış "ulusal karakter", kavranılamaz bir şeydir ve J. Strasser'in de haklı olarak belirttiği gibi, "siyaset yapmak için bundan yararlanılamaz."25

Ulusal hareketin biçimleri ve karakteri, özet olarak, budur.

Bu söylenenlerden, açıkça, yükselen kapitalizm koşullarındaki ulusal savaşımın, burjuva sınıfların kendi aralarındaki bir savaşım olduğu sonucu çıkar. Bazan, burjuvazi, proletaryayı da ulusal hareket içine sürükleme başarısını gösterir, ve o zaman ulusal savaşım, görünüşte, ama ancak görünüşte, hir "genel halk hareketi" niteliğini kazanır, özünde, ulusal savaşım, her zaman burjuva nitelikte, yalnızca burjuvazi için yararlı ve istenir olarak kalır.

Ama bundan, proletaryanın, milliyetlerin ezilmesi siyasetine karşı savaşmaması gerektiği sonucu çıkmaz.

Yer değiştirme özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, seçim haklarından yoksunluk, dilin kullanılmasına karşı çıkarılan engeller, okul sayısının azaltılması ve öbür önlemler, işçilere de burjuvazi kadar, hatta daha da çok zarar verir. Böyle bir durum, egemenlik altında yaşayan uluslar proletaryasının manevi güçlerinin özgürce, gelişmesini engellemekten başka bir sonuç veremez. Toplantı ve konferanslarda ana dilini konuşmasına izin verilmezken, okulları kapatılırken, Tatar ya da Yahudi işçinin manevi yeteneklerinin tam gelişmesinden ciddi olarak sözedilemez.

Ama milliyetçi baskı siyaseti, proletarya davası için bir başka yönden de tehlikelidir. Bu siyaset, nüfusun geniş katmanlarının dikkatini, toplumsal sorunlardan, sınıflar savaşımı sorunlarından, ulusal sorunlara, proletarya ile burjuvazinin "ortak" sorunlarına doğru çevirir. Ve bu da, "çıkarların uyumu" yalanını yaymak için, proletarya sınıf çıkarlarına gölge düşürmek için, işçileri manevi bakımdan köleleştirmek için, elverişli bir alan yaratır. Böylece, tüm milliyetler işçilerinin birleşme işinin önüne ciddi bir engel dikilmiş olur. Eğer Polonyalı işçilerin önemli bir kesimi, bugüne kadar, burjuva milliyetçileri tarafından manevi bakımdan köleleştirilmiş bulunuyorsa, eğer bu kesim bugüne kadar uluslararası işçi hareketinin uzağında kalmış bulunuyorsa, bu, özellikle, "iktidar sahiplerinin geleneksel Polonya-düşmanı siyasetleri böyle bir köleliğe alan hazırladığı, işçilerin bu kölelikten kurtulmalarını güçleştirdiği içindir.

Ama baskı siyaseti bununla da yetinmez. Bu siyaset, ezme "sistem"inden çoğu kez, ulusları birbirine karşı kışkırtma "sistem"ine, insan kırımları ve pogromlar "sistemine geçer. Bu sonuncusu, elbette, ne her zaman, ne de her yerde olanaklıdır ama olanaklı olduğu yerde -temel özgürlüklerin yokluğunda-, çoğu kez, işçilerin birleşme işini kan ve gözyaşları içinde boğmakla tehdit eden, korkunç ölçülere varır. Kafkasya ve Güney Rusya, bunun çok sayıda örneklerini verirler. "Egemen olmak için bölmek"- kışkırtma siyasetinin amacı, işte budur. Ve böyle bir siyaset başarı kazandığı ölçüde, proletarya için en büyük kötülüğü, devleti birleştiren tüm milliyetler işçilerinin birleşme işi karşısındaki en ciddi engeli oluşturur.

Ne var ki, işçilerin çıkan, bütün yoldaşlarının tek bir uluslararası ordu içinde iyiden iyiye kaynaşmalarında, burjuvazi karşısındaki manevi kölelikten bir an önce ve kesin olarak kur­tulmalarında, hangi ulustan olursa olsun, yoldaşlarının manevi güçlerinin tam ve özgür gelişmesindedir.

Bundan ötürü, işçiler, en incesinden en kabasına kadar, bütün biçimleri altındaki baskı siyasetine karşı da bütün biçimleri altındaki kışkırtma siyasetine karşı da savaşırlar ve savaşacaklardır.

Bundan ötürü bütün ülkelerin sosyal-demokrasisi, ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkını ilan eder.

Kendi kaderini tayin etme hakkı, şu anlama gelir: Kaderini kararlaştırma hakkına, yalnızca, ulusun kendisi sahiptir, kimse­nin, ulusun yaşamına zorla karışmak, okullarını ve öbür kurumlarını yıkma, alışkanlık ve geleneklerini yoketme, dilini kullanmasını engelleme, haklarını kısıtlama hakkı yoktur.

Elbette, bu, sosyal-demokrasinin, ulusun tüm olanaklı ve düşünülebilir alışkı ve kurumlarını destekleyeceği anlamına gelmez. Ulus üzerinde uygulanan zorbalıklara karşı savaşım veren sosyal-demokrasi, söz konusu ulusun emekçi katmanlarının onun zararlı alışkı ve kurumlarından kurtulmasını sağlamak için bu alışkı ve kurumlara karşı ajitasyon yapmaktan hiç bir zaman geri kalmayarak, sadece ve sadece ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını savunacaktır.

Kendi kaderini tayin etmesi demek, ulusun istediği biçimde örgütlenebilmesi demektir. O, kendi yaşamını özerklik ilkelerine göre örgütleme hakkına sahiptir. O, öbür uluslarla federatif bağlar kurma hakkına sahiptir. O, büsbütün ayrılma 19. yüzyıl sonlarında, Polonyalı Marksistler, daha o zamandan Polonya'nın ayrılmasına karşı çıktılar ve son elli yıl boyunca, Rusya ile Polonya'nın iktisadi ve kültürel bir yaklaşması yönünden derin değişiklikler ortaya çıkmış bulunduğuna göre, onlar da haklıydılar. Ayrıca, bu dönem boyunca, ayrılma sorunu, pratik bir konu olmaktan çıkmış, belki yalnızca yurtdışındaki aydınlan heyecanlandıran akademik bir tartışma konusu durumuna gelmişti. Ama bu, Polonya'nın ayrılma sorununun yeniden gündeme girebileceği bazı iç ve dış konjonktürler olanağını elbette dışlatamaz.

Bundan şu sonuç çıkar ki, ulusal sorunun çözümü, ancak kendi gelişmeleri içinde göz önünde tutulmuş tarihsel koşullara göre mümkün olur.

Belli bir ulusu çevreleyen iktisadi, siyasal ve kültürel koşullar, şu ya da bu ulusun nasü örgütleneceğini, gelecekteki anayasasının hangi biçimlere bürüneceğini bilme sorununu çözmek için tek anahtar, işte budur. Her ulus için, sorunun özel bir çözümünün kendini zorla kabul ettirmesi mümkündür. Ulusal sorunda, sorunu diyalektik bir yönde koymanın zorunlu olduğu yer, işte burasıdır.

Bu böyle olduğuna göre, ulusal sorunu, kökeni bunda kadar çıkan çok yaygın, ama çok da dar düşünceli bir "Çözüm" yoluna kesinlikle karşı çıkmalıyız. Ulusal sorunu sözüm ona çözüme bağlamış bulunan ve Rus sosyal-demokratlarının onlardan bu çözümü almaktan başka yapacakları bir şey olmadığı söylenen Avusturya Sosyal-demokrasisi ile Güney Slavları27 sosyal-demokrasisine başvurmaya dayanan o kolay yöntemden söz ediyoruz. Bu yönteme göre, Avusturya için doğru olan her şey, diyelim, Rusya için de doğru sayılır. Bu durumda, en önemli ve kesin olan şey, gözden yitirilir: Genel olarak Rusya'da, özel olarak da Rusya içinde ayrı ayrı alınan her ulusun yaşamında varolan somut tarihsel koşullar.

Örneğin, ünlü bundcu V. Kossovski'yi dinleyin:

"IV. Bund Kongresinde
28 sorunun [yani ulusal sorunun —J.S.] ilke yönü tartışıldığı zaman. Güney Slavları Sosyal Demokrat Partisi'nin anlayışı içinde, delegelerden biri tarafından önerilmiş bulunan sorunun çözümü, herkesçe onaylandı."29

Sonuç: "Kongre, oybirliği ile..." ulusal özerkliği "kabul etti".

Hepsi bu! Ne Rus gerçekliğinin çözümlenmesi, ne de Rusya'daki Yahudilerin yaşam koşullarının incelenmesi: Önce Güney Slavları Sosyal-Demokrat Partisi'nden hazır çözüm alındı, sonra "onaylandı", en sonra da "oybirliği ile kabul edildi". Bundcular Rusya'da ulusal sorunu işte böyle koyar ve işte böyle "çözerler"...

Bununla birlikte, Avusturya ile Rusya birbirinden çok başka koşullar sunarlar. Brünn'de (1899),30 Güney Slavları Sosyal-Demokrat Partisi anlayışı içinde, (gerçi önemsiz birkaç değişiklik ile) bir ulusal program kabul ermiş bulunan Avusturya sosyal-demokrasisinin, soruna, deyim yerindeyse, tamamen Rus-olmayan bir biçimde yanaşmasını ve onu, elbette, aynı biçimde çözmesini de, işte bu durum açıklar.

Her şeyden önce, sorunun konuş biçimi. Avusturyalı ulusal özerklik teorisyenleri, Brünn ulusal programı ve Güney Slavları Sosyal-Demokrat Partisi karan yorumcuları, Springer ve Bauer, sorunu nasıl koyarlar?

"Burada -der Springer-, genel olarak bir milliyetler devletinin mümkün olup  olmadığı ve özel olarak da Avusturya milliyetlerinin   tek bir siyasal bütün oluşturma zorunluluğu içinde bulunup bulunmadıklarını bilme   sorununu yanıtsız bırakıyoruz;   bu sorunları çözülmüş sayalım. Sözü geçen ola­nak ve zorunluluk ile aynı düşüncede olmayan biri için araştırmamız elbette temelsiz olacak. Bizim konumuz şu: Belirli uluslar ortak bir yaşam sürme  zorundadırlar: Onların daha iyi yaşayamamalarını hangi hukuksal biçimler sağlayacak" (İtalikler Springer'in, -J.S.).

Böylece, Avusturya devletinin birliği, çıkış noktasıdır.

Bauer de aynı kanıdadır:

"Avusturya uluslarının bugün oldukları gibi, şu anda yaşadıkları devlet içinde birleşik olarak kalacakları varsayımından hareket ediyor ve bu birlik çerçevesinde, ulusların kendi aralarındaki ilişkiler ile hepsinin devlete karşı ilişkilerinin ne olacağını soruyoruz."32

Burada da: her şeyden önce, Avusturya'nın birliği.

Rus sosyal-demokrasisi, sorunu böyle koyabilir mi? Hayır. Ve çünkü, daha baştan beri, ulusların kaderlerini kendilerinin tayin etmesi hakkı görüşünü, ulusun ayrılma hakkına sahip bulunduğu yolundaki görüşü benimsediği için bunu yapamaz. Hatta bundcu Goldblatt bile, Rus sosyal-demokrasisinin II. Kongresinde, Rus sosyal-demokrasisinin, ulusların kaderlerini serbestçe tayin etme görüşünden vazgeçmeyeceğini kabul etmişti. O zaman Goldblatt şöyle diyordu: "Ulusların kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkına karşı hiç bir şey söylenemez. Herhangi bir ulusun kendi bağımsızlığı için savaşım verdiği durumda, buna karşı çıkılamaz. Eğer Polonya, Rusya ile 'meşru nikahlı' olarak evlenmek istemiyorsa, onu sıkıştırmak bize düşmez."

İyi. Ama o zaman, bundan, Avusturya ve Rus sosyal-demokratlarındaki çıkış noktalarının, özdeş olmak şöyle dursun, tersine, taban tabana karşıt oldukları sonucu çıkar. Bundan sonra da, Avusturyalılardan, onların ulusal programını alma olanağından söz edilebilir mi?

Devam edelim. Avusturyalılar, "milliyetlerin özgürlüğü" nü, küçük reformlar yoluyla, yavaş yavaş gerçekleştirmeyi düşünürler. Ulusal özerkliği pratik önlem olarak öneren Avusturyalılar köklü bir değişikliğe, ufukta görmedikleri demokratik bir kurtuluş hareketine hiç mi hiç bel bağlamazlar. Ama reformlara bel bağlamak için bir nedenleri bulunmayan Rus Marksistleri ise, "milliyetlerin özgürlüğü" sorununu olası bir köklü değişikliğe, demokratik kurtuluş hareketine bağlarlar. Ve bu da, Rusya'daki ulusların olası kaderine ilişkin olarak, işleri temel­den değiştirir.

"Elbette -der Baue-, ulusal özerkliğin, büyük bir kararın, yürekli, gözü pek bir eylemin sonucu olması pek olası değildir. Avusturya, ulusal özerkliğe adım adım, yasama ve yönetimi süreğen bir kötürümlük durumuna düşürecek sert bir savaşım arasında, yavaş ve güç bir süreç aracıyla yürüyecektir. Hayır, yeni bir devletin hukuk düzeni, hiç bir zaman büyük bir yasama eylemi aracıyla değil, ama ayrı ayrı bölgeler, ayrı ayrı topluluklar için çıkarılmış bulunan birçok ayrı ayrı yasalar aracıyla kurulacak tır."33

Springer de aynı şeyi doğrular:

"Çok iyi biliyorum ki -diye yazar-, bu tür kurumlar [ulusal özerklik örgütleri, -J.S.] ne bir, ne de on yıl içinde kurulurlar. Prusya yönetiminin yeniden örgütlenmesi, tek başına, uzun bir zaman dönemini zorunlu kılmıştır... Belli başlı yönetim kurumlarını kesin olarak kurmak için, Prusya'ya bir yirmi yıl gerekti. Bundan ötürü, Avusturya'ya ne kadar zaman gerekeceğini ve ne güçlüklerle karşılaşacağını bilmediğim sanıl­masın."34

Bütün bunlar çok açık. Ama Rus Marksistleri, ulusal sorunu "yürekli ve gözü pek bir eylem"e bağlamazlık edebilirler mi? "Milliyetlerin özgürlüğü"nü elde etme aracı olarak, parça parça reformlara, "birçok ayrı ayrı yasalar"a bel bağlayabilirler mi? Ve eğer bunu yapamazlarsa ve yapmamaları da gerekirse, bundan, açıkça Avusturyalılar ve Ruslarda savaşım yöntemleri ile perspektiflerin birbirinden tamamen başka olduğu sonucu çıkmaz mı? Bu durumda Avusturyalıların tek yönlü ve melez ulusal özerkliği ile nasıl yetinilebilir? İki şeyden biri: [Avusturya] programını almaktan yana olanlar, ya "yürekli ve gözü pek bir eylem"e bel bağlamıyor, ya da bel bağlıyor, ama "ne yaptıklarını bilmiyorlar".

Son olarak, Rusya ve Avusturya, birbirinden büsbütün başka yakın amaçlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar ve bu da, ulusal sorunun çözümü için, gene başka başka yöntemlerin kendilerini zorla kabul ettirmeleri sonucunu vermektedir. Avusturya, parlamentarizm koşullan içinde yaşar; bugünkü koşullar içinde bu ülkede parlamentosuz bir gelişme olanaksızdır. Ama, ulusal partiler arasındaki zorlu çatışmalar nedeniyle, Avusturya'da parlamenter yaşam ve yasamanın iyiden iyiye durduğu sık sık görülür. Avusturya'nın uzun zamandan beri acı çektiği süreğen siyasal bunalımı da, işte bu açıklar. Bu böyle olduğundan, ulusal sorun, bu ülkede, siyasal yaşamın eksenini, bir ölüm-kalım sorununu oluşturur. Bundan ötürü, Avusturyalı sosyal-demokrat siyaset adamlarının, her şeyden önce, şu ya da bu biçimde, ulusal çatışmalar sorununu çözmeye, bu sorunu el­bette varolan parlamentarizm alanında, parlamenter araçlarla çözmeye çalışmalarında şaşılacak bir şey yoktur...

Rusya'da durum başkadır. Rusya'da, ilkin, "Tanrıya şükür, parlamento yoktur.35 ikinci olarak -ve asıl önemlisi- Rusya siyasal yaşamının ekseni ulusal sorun değil, toprak sorunudur. Bu nedenle Rus sorununun ve dolayısıyla ulusların "kurtuluş" unun yazgısı, Rusya'da toprak sorununun çözümüne, yani feodal kalıntıların kaldırılmasına, yani ülkenin demokratlaştırılmasına bağlıdır. Rusya'da ulusal sorunun bağımsız ve kararlaştırıcı bir sorun olarak değil, ama ülkenin kurtuluşu genel ve en önemli sorununun bir parçası olarak görünmesini de, işte bu açıklar.

"Avusturya parlamentosunun kısırlığı -diye yazar Springer-, her reformun, ulusal partilerin içinde, onların birliğini bozan çelişkiler doğurmasından ileri gelir ve bundan ötürü de, parti önderleri, reform kokan her şeyden kaçınırlar. Avusturya'nın ilerlemesi, genel olarak, ancak ulusların kendilerine za­manaşımına uğramaz tüzel konumlar verildiğini görecekleri durumda düşünülebilir bir şeydir; bu, onları parlamentoda sürekli kavga birlikleri bulundurma zorunluluğundan kurtaracak ve iktisadi ve toplumsal sorunların çözümüne girişmelerini sağlayacaktır."36

Bauer de aynı kanıdadır:

"Ulusal barış her şeyden önce devlet için zorunludur. Devlet, yasamanın, o son derece sersemce bir sorun olan dil sorunu için, ulusal sınırın herhangi bir noktasında kışkırtılmış insanların en küçük bir çekişmesi için, her yeni okul için askıya alınmasına hiç bir zaman hoşgörü gösteremez."37

Bunlar hep anlaşılır şeyler. Ama ulusal sorunun Rusya'da bambaşka bir planda konduğu da daha az anlaşılır bir şey değil. Rusya'da ilerlemenin yazgısını kararlaştıran şey, ulusal sorun değil, toprak sorunudur. Ulusal sorun, bu ülkede ikincil bir sorundur.

Böylece, sorunu koyma biçimi başka olduğuna göre, perspektifler ve savaşım yöntemleri de, ivedi görevler de başkadır. Bu durum karşısında, sadece ulusal sorunu yer ve zaman dışında "çözen" kırtasiyecilerin Avusturya'yı örnek alabilecekleri ve program ithaline kalkışabilecekleri açık değil mi?

Bir kez daha; çıkış noktası olarak somut tarihsel koşullar, sorunu koymanın tek doğru biçimi olarak diyalektik biçim ulusal sorunu çözmenin anahtarı işte budur.


DİPNOTLAR
25)
Bkz: Joseph Strasser, Der Arbeİter und die Natıort, 1912, s. 33.
27) Güney Slavları sosyal-demokrasisi, Avusturya'nın güneyinde uğraş
28) Bundun IV. Kongresi, 1901 Nisanı sonunda Biyelostok'ta toplandı. Kongre, "müln/et kavramının Yahudi halkına da uygulanabilir olduğu"nu; Rus­ya'nın, milliyetlerden herbiri için üzerinde yaşadıkları topraklardan bağımsız olarak, eksiksiz bir özerklik ile bir milliyetler federasyonu durumuna dönüşmesi gerektiğini İlan etti; eski yurttaşlık eşitliği yerine, ulusal eşitlik sloganını ileri sürdü ve RSDtP'nİn federatif temeller üzerinde yeniden örgütlenmesini istedi. Bu kararlar olsun, "ulusal-kültürel özerklik" ile ilgili olarak bu kongrede formüllendirilmiş ve daha sonra da Bund basınında savunulmuş bulunan istem olsun, bilindiği gibi. Bunda karşı, esld-Jsfcra ve özellikle de Lenin tarafından zorlu bir polemiğe yolaçtılar. (Lenin'in Tüm Yapttlart'nm V. ve VI. dillerindeki makalelerine bakınız.) —Ed.
29) Bkz: V. Kossovski, Milliyet Sorunları, s. 16-17,1907.
30) Avusturya sosyal-demokrasisinin Brünn Kongresi, 24-29 Eylül 1899'da toplandı. En Önemli tarbşma konusu, ulusal sorun oldu. Kongre, toprak-dışı ulusal-kültürel özerklik düşüncesini savunan Güney Slavları sosyal-demokra­sisi tarafından önerilmiş bulunan karar tasarısını kabul etmedi. Birleşik yürüt­me komisyonu (Merkez Komitesi) tarafından önerilmiş bulunan ve ulusal bakımdan sınırlandırılmış bölgelerin birliğini isteyen karan kabul etti; bu karar, böylece, merkezileştirilmiş bir devlet düşüncesini savunan Avusturya-Alman sosyal-demokratlan ile, milliyetçi bir tutumu savunan Güney Slavlan, Çek ve öbür sosyal-demokratlar arasında bir uzlaşma (compromis) oldu. Örgüt soru­nuna ilişkin olarak, Brünn Kongresi, partinin merkez yönetimini de, ulusal (Al­man, Çek, Polonyalı, Ruten [Ukraynalı], İtalyan ve Güney Slav) sosyal-demok-rat örgütlerin yürütme komitelerinden bileşik federatif bir orgut durumuna ge­tirerek ulusal sosyal-demokrat gruplann ayrılması yolunda, VVımberg Kongre­sinden de ileri gitti. —Ed.
31) Bkz: Springer, Ulusal Problem, s. 14.
32) Bkz: Bauer, Ulusal Sorun ve Sosyal Demokrasi, s. 399.
33) Bkz: Bauer, Ulusa/ Sorun , s. 422.
34) Bkz: Springer, Ulusal Problem, s. 281-282.
35) Çara maliye bakanı (daha sonra başbakan) V. Kokovtsev tarafından 24 Nisan 1908 günü, devlet dumasmda söylenmiş bulunan sözler.
36) Bkz: Springer, Ulusal Problem, s. 36.
37) Bkz: Bauer, Ulusal Sorun, s. 401.

 

1      2      3      4      5