Nihayet yazabilecek kadar mesafe koydum, Özgecan’ın
yarattığı travma ile arama. Öfkemizi, acımızı Özgecan
için işe yarar hale getirmeyi becerebilmeliyiz çünkü.
Özgecan’ı bir daha getiremeyeceğiz, elbette. Ama onu
aramızdan alan alçakları, o alçakları yaratan sistemi
en ince ayrıntısına kadar teşhir etmeyi, bütün
karanlık noktaları aydınlatmayı ve cinayetteki
yanıtlanmamış bütün soruların yanıtlarını bulmayı, her
birimiz birer görev olarak görmeliyiz.
Bu da yetmez; Özgecan’ı aramızdan alan alçakları
yetiştiren ‘aile’yi, o “aile baba”larını, o babalara
“aile reisliği” unvanı veren zihniyeti, o aile
reislerine karısını, kızını hatta annesini malı gibi
görmesini sağlayan toplumsal değerleri, o toplumsal
değerlerin kaynağında yer alan dini kültürü, o dini
kültürü bir sopa gibi kullanarak yasaların ruhuna
geçiren devleti, devleti oluşturan bütün kurumları ve
o kurumları işgal eden İslamcılığı, İslamcı
argümanlarla erkek şiddetini meşrulaştıran iktidarı
tek tek masaya yatırmalıyız. Özgecan’ın katilleri tam
da bu sistematik şiddet aygıtının yetiştirdiği en
çarpıcı örneklerden biridir.
Tek tek saymayacağım; “Kadınlar tarlanızdır”dan
başlayıp “Kocasına itaat etmezse hafif şekilde
dövülür”e, neredeyse kadınlarla ilgili bütün hadis ve
yorumlarında kadına, erkeğe hizmet etmek dışında başka
hiçbir rol vermeyen ve kadın hizmette kusur ederse
dayak atmaktan, öte dünyada cehennem ateşinde yanmaya
binbir cezayla korkutmaya ve sindirmeye çalışan din
alimlerinin tarif ettiği o dinle bizim ilgimiz olamaz.
Bana bir kadın olarak, bu dünyada da, öte dünyada da
cehennemden başka hiçbir vaatte bulunmayan bir dinin
benimle ilgisi olamaz.
Hele ki; cuma namazını kaçırmayıp, ağzından
inşallah-maşallahı düşürmeyen Özgecan’ın katili gibi
inanmışlar varken, bir cinayeti, bir cinsel saldırıyı
kadının kılığına-kıyafetine ya da yaşam biçimine
bağlamaya çalışan dini bütün Müslümanlar varken,
tecavüzcüsünün serbest bırakılışını ağlayarak anlatan
başörtülü genç kadını, her gün en az bir başörtülü
kadının kocası tarafından katledişini, 5 yaşındaki
küçücük bir bebeğin, 10 yaşındaki bir erkek çocuğunun,
80 yaşındaki bir kadının uğradığı cinsel saldırıyı
görmezden gelen o dindarların diniyle benim ilgim
olamaz.
Hayat, her gün bir başka örnekle bütün tezlerini
çürütür, bütün hamasi nutuklarını boşa çıkarırken,
bütün rakamlar, kadının en çok kısıtlandığı Suudi
Arabistan, İran gibi ülkelerde idama rağmen taciz ve
tecavüzün laik ülkelerden kat be kat fazla olduğunu
ortaya koyarken, bahsedilen medeniyet hangisidir?
Mesela karısını doğradıktan sonra, kanlı ellerini
yıkayıp, kravat takarak karşısına geldiği hakimlerin,
kadına değil kendilerine saygı gösterdiği için hak
ettiği cezayı vermeye kıyamadıkları hemcinslerini en
kısa yoldan sokağa bırakma gayretleri mi, sizin
medeniyetin hukuku?
Yoksa, “Kadını beden, erkeği baş” olarak tarif ederek,
kadını beyinsiz, sadece ihtiyaçları gidermek için
yaratılmış bedenden ibaret varlıklar olarak gördüğü
için mi, Hukukçu Hülya Gülbahar’ın çok güzel
özetlediği gibi “Türkiye’de kadınlarla ilgili hukuki
mevzuat askıya alınmıştır. Onun yerine yargı
sürecindeki erkeklerin, devletin atadığı, bütün
bürokratların ve yönetimi elinde tutan siyasetçilerin
kafalarının içinde erkekler arası gizli bir hukuk
yürürlükte. Türkiye’nin resmi hukuk sistemi değil,
kafalardaki gizli hukuk sistemi uygulanıyor.”
Bahsettiğiniz o medeniyetten kastedilen; çocuk
istismarını hafifleterek, çocukların bedenine, ruhuna
saldıranları bile iki aylık cezalarla kurtaran yasayı
çıkarırken, hiç utanç duymadan onay veren vekillerin
her gün bir başka biçimiyle medyaya yansıyan şiddet
diliyle inşa etmeye çalıştığınız o “Yeni Türkiye” mi?
Yoksa, AKP iktidarına kadar en önemli delil olarak
mahkemelerce kabul edilen, tecavüze uğrayan mağdurun
yaşadığı travmayı ispatlayan psikolojik rapor
zorunluluğunu kaldırarak, tecavüzcüleri kurtaracak
binbir yoldan birinin daha uygulamaya konması mı?
Evet, kadına yönelik şiddet kaynağını bu erkek egemen
sistemden alıyor ve AKP’den önce de vardı. Ama yüzde
1400 artmasının nedeni, bu erkek-egemen sistemi
İslamcılıkla yoğurup, koyulaştırarak, kadının
fıtratında erkeğe itaat olduğunu savunan dinci
siyasettir.
Ne yazık ki; bu siyasetin taşıyıcıları ve hatta
bezirganlığını yapan kadınlar ise, uzun vadede kendi
varoluş koşullarını bile riske atan, konforları uğruna
iktidar diline sahip çıkan, erkeklerle eşit
olmadıklarını, hatta başlarını iktidara kiralamış
birer bedenden ibaret olduklarını kabul etmekte
sakınca görmeyen, mutasyona uğramış birer araç
görünümündedir. İnsana en fazla koyan da, kadınların
kadınlara ihaneti oluyor.
Hiç olmazsa Özgecan’ın katledilmesine karşı, o
inandığınız din adına küçücük bir merhamet
gösterseydiniz, sizin de bir vicdanınız, bir kalbiniz
olduğunu görebilseydik. O üstün medeniyetinizin,
değerlerinizin, inancınızın gereğini yerine
getirseydiniz. Getiremiyorsanız hiç olmazsa birkaç gün
sabredip “çenenizi kapasaydınız”! Biz sizden “fatiha”
bile beklemiyoruz, susun yeter.
Biz “fatiha” okumak yerine, kadınları tesettüre
sokarak , “iffetli-iffetsiz” diye ayırmanıza, çalışan
kadınları fuhuş yapmakla eşdeğer gören karanlığınızla,
“kadın-erkek eşit değildir” diyerek erkekleri
kadınların üstüne salan zihniyetinizle, kısaca o
ortaçağdan devraldığınız ‘medeniyet’inizle mücadele
edeceğiz.
Hiç kolay değil ama, başka Özgecanları kurtarmanın
başka yolu da yok.
|