1.Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Meclisi'nin Ermeni
milletvekilleri sistematik şekilde öldürülmüştü, şimdi
sırada Kürtler mi var? Suriye'deki savaş ortamının
Türkiye'deki izdüşümü Kürtlerin yok edilmesi mi
olacak?
Anadolu'da nereye giderseniz gidin çeşitli
medeniyetlerin kalıntılarına rastlarsınız. Bunca
zengin bir geçmişten günümüze kalan ise, sünni
Türkler. Diğerlerine ne olduğunu bilip acılarını
hissetmediğimiz sürece, adım atamayacak bir noktaya
geldik. Nesim Ovadya İzrail'in kitabı “1915 Bir Ölüm
Yolculuğu Krikor Zohrab” tarihi sorgulamamıza,
geçmişte yaşananları öğrenip olayları kavramamıza
yardım edecek, önemli bir kitap*. Zohrap yüz yıl önce
yaşamış bir Hrant. Bize anlatacak o kadar çok şeyi var
ki... Bu yıl Hrant Dink ödülü İsmail Beşikçi'ye
verildi.
Kürt
sözcüğünün telaffuz bile edilemediği günlerde,
araştırmalarıyla Kürt meselesinin kökenlerine inen
İsmail Beşikçi, Ermeni ve Kürt konularının ilişkisini
ortaya çıkaran, bildiğim ilk isim. 20. yüzyılın
başlarında, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı Devleti’ni
Türk esasına göre yeniden düzenleme hedefine dikkat
çeken Beşikçi, Ermenilerin tehcir denilerek imha
edildiğini, Rumların sürgüne, Süryaniler ve Kürtlerin
Türklüğe, Alevilerin Müslümanlığa zorlandığını,
asimilasyona uğradığını anlatır kitaplarında.
1915'te ne yaşanmış? Tehcir, soykırım, kıyım, katliam?
Hangi kelimeyi seçerse seçsin, gerçeklerin yanında saf
tutmak isteyen herkes, yolun uzun ve engebelerle dolu
olduğunu bilir. Taşlara takılıp tökezledikçe, gerçek
düşmanlarının hakaretlerini savuşturup sabrettikçe,
gerçeği dillendirebilmenin zorluğunu fark ettikçe,
durup düşünmeyi tavsiye eder. Nesim Ovadya İzrail bunu
yapmış. Yazmış. Belgelerle anlatıyor. Sıkıcılığa
düşmeden, tarihsel gerçekleri gözardı etmeden, hatta
çoğu yerde hiç araya girmeden, Zohrap üzerine yazılan
kitaplar, Zohrab'ın eserlerinden alıntılar, mektuplar,
telgraflar aracılığıyla karanlık bir döneme ışık
tutuyor.
Ve biz, ders kitaplarında anlatılan,
ünlü tarihçilere yazdırılan "resmî tez"in doğru
olmadığını okuyup öğreniyoruz. Belgelerin arasına
sıkıştırılmış binlerce trajedinin yakıcı
hâtıralarından hâlâ kan damladığını görüyoruz. Bazı
insanlar ölümlerinden sonra da yaşar; Hrant Dink öyle
bir insan. Ermeni konusunda okuyup yazarken,
sanki hep yanı başımda oturmuş, bana bakıyor gibi
gelir. Şimdi onun yanına bir de Krikor Zohrab
yerleşti. Elinde kadehi, hafif çakırkeyif, üstelik
müzik çalsın istiyor. Zohrab'la tanışmamı sağlayan
yazara ne kadar teşekkür etsem az.
Nesim Ovadya
İzrail, 500 yıl kadar önce İspanya'daki baskılardan
kaçarak Osmanlı İmparatorluğuna sığınan Sefarad
Yahudilerinin torunlarından. Ortalama Türkiyeli okurun
tepki duymadan okuyabileceği bir dil kullanmış.
Dramatize edip roman havası da yaratmamış. Keskin
cümleler yok. Kimseyle kavga etmiyor yani, Krikor
Zohrab'ı bugüne getirip ders çıkarmamızı, durup
düşünmemizi sağlıyor.
Ömrünü bu
topraklarda hukukun yerleşmesine adamış, anayasanın
hayata geçmesi için mücadele etmiş, milletvekili
kimliği taşıyan hukuk fakültesi hocası, ünlü avukat ve
edebiyatçı Krikor Zohrab'ın İstanbul'dan alınıp uzun
bir yolculuğa çıkarılması ve Anadolunun ıssız bir
köşesinde infaz çetelerinin önüne bırakılmasını gün
gün anlatıyor. Avukat, yazar, Osmanlı Meclis-i
Mebusanı'nda üç dönem milletvekilliği yapmış son
Osmanlı aydınının 47 gün süren ölüm yolculuğuna
tanıklık ediyoruz. Yazarın da vurguladığı gibi, sanki
bir gerilim filmi. Kaçınılmaz sonu bilerek, asla
kaçmayı düşünmeden yürünen bir yol. Başının taşla
ezilerek vahşice öldürülmesi, sahte raporlar ve
katilin yakalandıktan sonra gördüğü muamele hiç de
yabancı gelmiyor.
Evet, soykırım ağır bir kelime. İnsan altında
eziliyor; ama 24 Nisan 1915'de yaşananları kimse inkar
edemiyor artık. Bahaneler bulmaya çalışılıyor belki.
Bu arada içimizden birilerini vaktiyle din ve kimlik
değiştirmeye mecbur bırakmak iftihar edilecek bir şey
değil, aksine zorbalığın en önemli delili. Tarihçilere
havale edilerek üstü kapatılmaya, ötelenmeye çalışılsa
da, yaşananları öğrenmek ve gerçeklerle yüzleşmek
zorundayız. Neyse ki anılar yazılıyor, belgeler
taranıyor, tarih tekrar yazılıyor ve geçmişin
karanlığı yavaş da olsa aydınlatılıyor. 'Ermeni
meselesi'nin 100. yılı yaklaşırken oturup düşünmemiz
gerekiyor.
Bütün dünya bizi anlamıyor; anladık
sevenimiz yok, ama hiç mi şüphe duymayacağız, hiç mi
sorgulamayacağız? Bu meş'um hadiselerden bahsedenlere,
"ama onlar da en zayıf ve çaresiz anımızda bizi
arkadan vurmuşlardı" bahânesine sığınarak itiraz etmek
bile esaslı bir zaaf işareti. Tıpkı kadınların cinsel
taciz ve tecavüze uğradıklarında 'sen ne yaptın da,
başına bu geldi' denmesi, söylediklerine inanılmaması,
hal ve tavırlarının sorgulanması gibi.
İktidar
duygusu, insanlara hakikate sahip olduğu zannı
yaratır. Erkek/devlet o yüzden kendinden emin konuşur,
hiçbir konuda tereddüt etmez, ikircikli davranmaz;
kibirlidir, şüpheye düşmez. Öteki tasavvurunu
yaratarak birilerini tahakküm altına alır. İtelenen,
kakılan, şiddet uygulanan, ezilen, yok sayılan,
öldürülen ötekiler kadın/yoksul/ermeni/kürt iktidar
sahiplerinin kurbanı olur.
Nesim Ovadya
İzrail'in kitabında anlattığı yurtsever, aydın Zohrab
ile resmi tarihçilerin Taşnak, Rus işbirlikçisi diye
tanımladığı Zohrab arasında uçurumlar var. Talat
Paşanın 'ölüm öpücüğü' ile yola çıkan Zohrab'ı tanımak
için kitabı okumanızı öneririm. Ben burada, sadece bir
iki özelliğine dikkat çekmek istiyorum.
1893'de
bir gece Kadıköy'deki evinde yangın çıkıyor, her şeyi
yanıp kül oluyor. Zohrab ise ertesi sabah doğru
matbaaya gidiyor ve başyazısını yazıyor. Evvela
gazeteci.
Batı Ermeni edebiyatının
yaratılmasında, Ermeni dilinin gelişmesinde önemli bir
isim. Bir romanı, onlarca hikayesi, çoğu Ermenice
basılmış 16 kitabı var. Ona 'Ermeni öykücülüğünün
prensi' deniyor.
Savaş karşıtı Zohrab, farklı kimliklerin Osmanlılık
temelinde bir aradalığını savunuyor. Özellikle
Ermenilerle Türklerin kardeşliği için mücadele ediyor.
Kendini bu yüzden hem Ermeni, hem de Osmanlı olarak
tanımlıyor. Yalnızca Ermeni toplumunun sorunlarını
dile getirmiyor, bir bütün olarak Osmanlı toplumunun
ve devlet yapısının modernleşmesi için çalışıyor.
31 Temmuz 1908’de, Taksim Belediye Bahçesi’nde,
Meşrutiyet-i Osmaniye Kulübü adına 10 bin kişilik bir
topluluğa Türkçe hitap ediyor. “Ey hür Osmanlılar! Hür
vatandaşlar!” seslenişiyle başlayan konuşmasını şu
sözlerle bitiriyor: “Dinimiz muhtelif, mezhebimiz
birdir. Hepimiz hürriyet mezhepdaşlarıyız.” Özgürlük
tutkusu tartışılmaz.
Siyasetçi Zohrab, üç dönem
milletvekili seçiliyor. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının
“sosyalist” olarak anılan, en aktif
milletvekillerinden biri ve etkileyici konuşmalarıyla
ünlü. Osmanlı toplumunun ve devlet yapısının hukuk
temelinde çağdaşlaşması için çalışıyor. Partiler üstü.
Bağımsız.
Günümüzde yakın zamanda uygulanmaya
başlanan, zanlının avukatı olmadan yargı karşısına
çıkarılmaması, avukat tutma imkanı olmayanlara
devletin ücretsiz avukat tutması, yani 'savunma hakkı'
ilkesini yüz yıl önce Zohrab savunuyor. Uluslararası
davaların ve her milletten siyasinin avukatı.
Ölüm yolculuğu ise şöyle özetlenebilir:
24
Nisan 1915 – Bir gecede 250 Ermeni aydın tutuklanarak
Çankırı ve Ayaş’a tehcir ediliyor. Beyin takımı yani;
düşünen, tartışan, diğerlerine yol gösteren
Ermeniler...
26 Nisan 1915 – Zohrab,
Ermenilerin dini lideri Patrik Zaven’e koşuyor, kaleme
aldığı yazıyı, Patrik ve diğer delegelerle birlikte,
Sadrazam Sait Halim Paşa’ya sunuyor.
28 Nisan
1915 – Tutuklamaları durdurmak için Talat Paşa’ya
tekrar yazılı başvuru yapıyor. Kaçıp canını
kurtarabilecekken son ana kadar bir şeyler
yapabileceği umudunu yitirmiyor ve temaslarına devam
ediyor.
2 Haziran 1915 – Ve sıra ona geliyor.
Erzurum milletvekili Vartkes Serengülyan ile birlikte
tutuklanarak Diyarbakır’a doğru yola çıkarılıyor.
Yolda, eşi Klara’ya yazdığı 15 Temmuz 1915 tarihli
mektubu şu sözlerle bitiyor:
“Sevgilim, bir
tanem, artık bizim için son perde başlıyor. Daha fazla
gücüm kalmadı. Sağ kalmazsam, çocuklarıma son öğüdüm
şu ki daima birbirini sevsinler, sana tapsınlar ve
kalbini acıtmasınlar ve beni de hatırlasınlar.”
19 Temmuz 1915 – Diyarbakır'a giderken Urfa
yakınlarında İttihat tetikçisi Çerkez Ahmet ve Nazım
tarafından başı taşla ezilerek öldürülüyor. Hükümet
Zohrab'ın ölüm ilanını ve dini töreninin yapılmasını
yasaklıyor. Bugüne kalan bir mezar taşı yok.
Birinci Dünya Savaşı, İttihatçıların aradığı fırsatı
yaratmış. Savaş başlar başlamaz Rum-Pontus sürgünleri
başlamış, savaşın ilk yılı içinde de Ermeni sorunu
halledilmiş!
Ermenilerden ve Rumlardan kalan
taşınmaz mallar üzerinde, büyük bir yağma
gerçekleştiğini bilmeyen yok artık. Ekonomimiz
millileşmiş oldu ya, ne gam!.. Oysa, Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e geçişin en önemli boyutu Ermeni meselesi.
Bugün, büyük burjuvazinin zenginliğinin kaynağı Ermeni
malları, Rum malları. Kürt bölgelerinde Kürt
ağalarının, aşiret reislerinin, şeyhlerinin
zenginliğinin kaynağı Ermeni malları, Süryani
malları...
Anadolu'da aşağı yukarı her şehirde
etnografya müzeleri var; Ermenilerden, Kürtlerden
bahsetmeyen, kültürel mozaik söyleminin sınırlarını
çizen müzeler. Soykırım tartışmalarının dışında tam
bir yok saymayla karşı karşıya bırakır insanı.
Çok kültürlülük, çok renklilik düşüncesinin en vefalı
ve son savunucusu herhalde Krikor Zohrab olmuş. Nesim
Ovadya İzrail “Son nefesini verdiği yerin,
Osmanlıcılık fikrinin de mezar yeri olduğu
söylenebilir,” diyor. Oralarda şu sıralar bombalar,
mayınlar patlıyor. Kürt savaşı devam ediyor.
İsmail Beşikçi'ye göre, Kürtlerin durumunu iki safhada
ele almak gerekir. İttihatçılar, devamında Kuvayı
Milliye, Ermenilerle, Süryanilerle olan sorunları
Kürtleri tetikçi olarak kullanarak çözdüğü birinci
safha. Savaş bitip devlet güçlenince, özellikle
Lozan’la birlikte uluslararası garanti gerçekleşince
Kürtlerin inkârı-imhası dönemi ikinci safha. Bu ikinci
dönemde inkar tutmadı, imha başladı; ancak öldür,
öldür bitmiyor.
Çatışma, şehit haberleri
arasında Nesim Ovadya İzrail'in Zohrab'ı anlattığı
kitabını okurken, açlık grevlerinin şov sayılması, BDP
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılma
çabası, idam tehditleri arasında, Ermenilere
yapılanlar Kürtlere de yapılıyor diye düşünmeye
başladım.
1915 Ermeni soykırımıyla ilgili bir
internet sitesinde 'unutma'nın yanı sıra 'unutursan
tekrarlarsın' yazıyor. Bu söz yöneticilere,
iktidardakilere de yönelik, ne var ki anlayan yok.
Evet, hepimiz dikkat etmeliyiz 'unutursak
tekrarlanır'. Ancak neyi unutmamamız gerektiğini tam
bilmiyoruz.
Tarihte yaşanmış acıları önce
öğrenmek, sonra o acıya saygı göstermek lazım. 'Ama'
demeden konuşup duyguları paylaşmalı, 'seni anlıyorum'
diyebilmeliyiz. Acılar yarıştırılamaz, mukayese
edilemez, ancak saygı gösterilebilir. İktidarda
olanların sorumluluğu ise ayrıca önemli. Bu noktada,
soykırımı kabul ederek pişmanlığı ifade etmek, özür
dilemek sünni müslüman literatürde tevbe etmek anlamı
taşıdığını hatırlatmak isterim. Her fırsatta
müslümanlığını öne çıkaran bir başbakanımız ve hükümet
var ya...
Tevbe kapısının hep açık olduğu
söylenir. Taksim Gümüşsuyu'nda Zohrab'ın yaşadığı son
eve bir plaket asmakla o kapıdan gireriz belki; Nesim
Ovadya İzrail'in önerisi bu. Sonra Zohrab'ın yazdığı
roman ve hikayeler türkçe basılabilir belki...
Eserleri, söylevleri 22 cilt halinde yayımlanan Krikor
Zohrab, bu topraklarda yaşayanlarla tanışmalı.
*1915 Bir Ölüm Yolculuğu Krikor Zohrab. Yazar: Nesim
Ovadya İzrail. Pencere Yayınları. Birinci baskı, Mayıs
2011.
KAYNAKÇA:
http://birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=890&makale=Ermeni%20Soyk%FDr%FDm%FD%20%DDnkar%20Edildi%F0i%20S%FCrece%20K%FCrt%20Sava%FE%FD%20Devam%20Edecektir
|