Bu içerikteki bir pakete ‘yetmez ama evet’ demek, ömür
boyu aşağılanmayı ve alay edilmeyi kabullenmek
demektir.
Başbakan’ın, çok uzun süredir açıklanması beklenen ve
hafta başında açıkladığı ‘reform paketi’nin ‘eksik’ ve
‘yetersiz’ olduğu konusunda neredeyse bir ‘konsensüs’
mevcut. İktidara destek korosunun farklı seslerinden
tek birisi bile, paketi ‘mükemmel’ bulduğunu ilan
etmedi.
Durum buyken, ilan edilmiş olan bu ‘reform
paketi’ne ilişkin olarak ‘eyetmez ama evet’ tavrının
geçerliliği olabilir mi?
Olmaması gerekir. 2010
yılının 12 Eylülü’ndeki anayasa değişikliği
referandumu sırasında geçerli olabilecek olan bu
‘slogan’, üç yıl sonraki ‘reform paketi’ için geçerli
olamaz; olmamalıdır.
2010 tarihindeki anayasa
referandumunun en önemli veçhesi, Türkiye’de on
yıllardır dolaşımda olan ve ‘kullanma tarihinin
geçmiş’ olması gereken ‘askeri vesayet sistemi’nin en
son ‘direnme noktaları’nın başında gelen ‘yargı’ ile
ilgiliydi. Daha doğrusu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’nun (HSYK) ve ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin
yapısının yeniden düzenlenmesiyle.
Türkiye’nin,
cumhurbaşkanlığı seçimine ‘askeri müdahale’den geçmiş
ve aynı yıl 2007 yılında yüzde 47 ile iktidar olmuş
bir siyasi partiyi ‘yargı marifetiyle’ 2008 yılında
kapatmaya kalkışan bir ülke olduğu ‘arka planı’nı
unutarak, bu kaba anti-demokratik karakterini bir yana
atarak, 2010’da alınmış olan ‘yetmez ama evet’ tavrı
hakkında hüküm verilemez.
Ancak öylesine bir ‘arka
plan’ göz önüne alındıktan sonra, 2010’da yargıdaki
yeni düzenleme şartıyla eksik ve yetersiz ‘Anayasa
değişiklik paketi’ne ‘yetmez ama evet’ sloganıyla
destek vermek açıklanabilir ve anlaşılabilir.
Bununla birlikte, ‘yargı’da yapılan düzenlemelerin
beklenileni vermediği de ortadadır. Dolayısıyla
bugünden geriye bakıp 2010’da ‘yetmez ama evet’in
doğruluğu tartışılır hale gelmişken, Taksim-Gezi
olaylarının ardından, onun gözler önüne serdiği
‘demokrasi açığı’ ve ‘polis rejimine kayış
sinyalleri’nin alındığı 2013 yılında herhangi bir
‘reform paketi’ne ‘yetmez ama evet’ tavrı almak
mecburiyeti yoktur. Hatta, bundan sonra ‘yetmez ama
evet’in Türkiye siyasi gündeminden çıkarılması,
‘demokratikleşme’nin gerçekten selameti açısından
şarttır.
Aksi halde, “Bu paket ilk olmadığı
gibi son da olmayacaktır” iksiriyle Ak Parti iktidarı,
bir ‘yetmez ama evet’ tiryakiliğine yol açacak ve
ülkenin demokrat insanları her aşamada, bir sonraki
aşamada ‘daha iyisi’nin gelebileceği hesabıyla, Ak
Parti iktidarının kuyruğunda, onun ‘gönüllü
propagandistleri’ olarak avare (kimileri açısından ise
hayli kazançlı) bir ömür süreceklerdir.
Böyle
şey olmaz. Bu nedenle bundan sonra ‘yetmez ama evet’
de olmaz. Adam gibi ‘demokratikleşme paketi’ çıkartın,
desteklensin. ‘Yeterli’ olduğu için...
Ahmet
Hakan’ın dünkü Hürriyet’te şu yazdıkları yanlış mıdır?
“Hükümetimiz ‘azıcık’ ama gerçekten ‘azıcık’ bir
şeyler veriyor.
Ve aydınlarımız, medyamız, köşe
yazarlarımız falan... Başlıyorlar sadaka kapmış
dilenciler gibi tekerlemeler sıralamaya:
- Allah
bin bereket versin hükümetim.
- Allah tuttuğunu
altın etsin hükümetim.
- Buna da şükür hükümetim…
Lütuf ve ihsan görmüşlere özgü bir kanaatkârlıkla
eller ovuşturuluyor.
Sadaka almışlara özgü bir
mahcubiyetle eyvallahlar çekiliyor.
Kısacası...
Havada sadece ve sadece bir minnettarlık kokusu
var, başka da bir şey yok…
Mahcubiyeti atmanın
yolunu da bulmuşlar.
Hep beraber var güçleriyle
haykırıyorlar:
“Yetmez ama evet... Yetmez ama
evet...”
Bir Allah’ın kulu çıkıp da demiyor ki:
“Yeterini vermeye gücün kudretin bal gibi de yettiğine
göre... Neden yeterini vermiyorsun?”
Kısmen
haklı. Kısmen, çünkü, neyse ki, böyle bir durum yok.
Örneğin Ahmet İnsel, ‘paket’in hemen ardından,
Radikal’de “Temel haklarda azla kifayet meziyet
midir?” başlıklı çok önemli bir yazı yazarak, ‘yetmez
ama evet’in artık geçersizliğini çok önemli
argümanlarla vurguladı.
Ahmet İnsel’in asıl
önemle ortaya çıkarttığı husus, ‘paket’in görünürde
‘en demokratik adımları’ndan biriymiş gibi gösterilen
‘Kürtçe’nin özel okullarda serbest bırakılması’na
ilişkin. Bunun, aslında Kürtlerin ‘eşit yurttaş olarak
tanınma taleplerini azınlık statüsünde tanınmaya
yönlendirme’ anlamına geldiğini ve buna yol açacağını
yakalamış.
Bu, çok önemli, Kürt sorununa
yaklaşımı temelden değiştirecek nitelikte bir tuzağı
barındırıyor. İnsel, ayrıca, ‘paket’in, Türkiye’nin en
temel meselelerinin başında gelen yerel yönetimlerle
ilgili hiçbir açılım içermemesini de şöyle yorumluyor:
“Çoğunluğun, ‘O koparmadı, ben istediğim kadarını
verdim’ hissini tatmin etmek için mi bu yapılıyor?
Herhalde, çünkü Terörle Mücadele Yasası’nın yarattığı
sorunları kısmen bile olsa giderici hiçbir önlemin
alınmamış olması da benzer bir nedene dayanıyor: Şimdi
onun sırası değil!”
Demokrasiye böyle yürünmez.
Bu yolla ‘demokratikleşme’ de olmaz. Zaten, Ahmet
İnsel de “Azla kifayet bir yaşam tarzı olarak meziyet
olabilir ama temel hak taleplerinde azla kifayet
etmeye zorlanmak bir demokrasi için meziyet değildir”
diyor.
‘Paket’te, Kürtlerin ‘eşitlik
statüsü’nün önüne geçilerek ‘azınlık statüsü’ne
yönlendirilmelerinden gayri, gayrimüslim azınlıklara
yaklaşım da ‘sorunlu’dur. ‘Dindar duyarlılığı’ olması
beklenen Ak Parti iktidarının 11. yılında Heybeliada
Ruhban Okulu’nu kapalı tutmaya devam etmesinin izahı
yoktur. Atina’da cami inşaatını bekliyorlarmış.
Dayandıkları ‘mütekabiliyet’ yani ‘karşılıklılık’
ilkesi imiş.
1) ‘Mütekabiliyet’ bir ilke
değildir.
2) Heybeliada Ruhban Okulu, 1971’de
Atina’da cami yapılmadığı için mi kapatıldı ki,
açılması ona bağlanıyor.
Saçma. Saçmanın
ötesinde ayıp.
Midyat yakınındaki Mor Gabriel
Manastırı’nın arazisinin Süryani Kilise Vakfı’na
iadesi konusuna gelince… Zaten onundu! Arazinin gasp
edilmek istenmesiyle ilgili konu, yargıya taşındı. Şu
sıra Yargıtay’da. Başbakan, Yargıtay’ın ne karar
vereceği belli olmadan nasıl vaatte bulunabiliyor? Bu,
bir. İkincisi, bu konu, tam anlamıyla ‘eşeği
kaybettirip buldurmak’ şeklinde açıklanabilecek ‘Şark
kurnazlığı’na örnektir. Demokratikleşmeyle bir ilgisi
yoktur.
Bu içerikteki bir ‘paket’e ‘yetmez ama
evet’ tavrı göstermek, ömür boyu aşağılanmayı ve alay
edilmeyi kabullenmek anlamına gelir.
‘Yetmez
ama evet’ artık yok. ‘Yeter artık’ var.
|