Bu sayfada fotoğrafını
gördüğünüz dünyalar güzeli kadının adı Nazlıgül. 29
yaşında hayata veda etti. Kayseri’de. Nazlıgül
askerdi. Ordudan atıldı. Gerekçe, ahlaksızlık ve
disiplinsizlikti. Ertesi gün intihar etti.
Silahını çıkardı. Göğsüne dayadı. Tetiği çekti.
Ardında 4 yaşındaki dünyalar güzeli oğlu Egemen’i
bırakarak bu dünyadan göçüp gitti. Bir insanın, bir
annenin, çocuğunu bırakarak gitmesi için gerçekten
kendisini çok çaresiz hissetmiş olması gerekiyor.
Çıkış yolu bulamamış olması gerekiyor. Onun
üzüntüsünü yüreğimde hissediyorum. Çünkü bu ülkede
kadın olmak ne demek biliyorum. Allah kahretsin!
Nazlıgül’in ölümüne sebep olanları Allah kahretsin.
Onların erkeklikleri batsın. Ahlak anlayışları
batsın. Bunun adı ‘intihar’ mı bilmiyorum. Bir
kadını ahlaksızlıkla suçlarsanız, bu kadar köşeye
sıkıştırırsanız... Bütün bir erkek güruhu olarak,
abuk sabuk ahlak değerlerinizle, üzerine çöker,
sorarsanız... - Neden evlendin? - Neden
boşandın? - Çocuğun velayeti neden sende? - Arif
neden sana mesaj atıyordu? - Evren’le aranda ne
vardı? - Milli güvenlik derslerinden sonra neden
sivil öğretmenlerle görüşüyordun? - O erkekler seni
neden arıyordu? - Ne yapıyordun onlarla? - Neden
makyaj yapıyorsun? Onu seçeneksiz bırakıyorsunuz
demektir. “Öl” diyorsunuz ona. Bunun için de
lanet olsun size!
O TEPEDEN BAKTIM
Kayseri’de o tepeye gittim, Nazlıgül’ün intihar
ettiği tepeye. Onun durduğu yerde durdum, o tepeden
Kayseri’ye baktım. “Nazlıgül niye yaptın, niye
kıydın kendine?” dedim. Ama ne fayda. Ordudan
atıldığı günün ertesinde, evden çıkarken, annesine
silahını teslim etmeye gittiğini söylüyor, hatta
yoldayken bir arkadaşı arıyor, “Geliyorum” diyor ama
hava üssüne değil, o tepeye gidiyor. Arabasını
otoparka bırakıyor. Üzerinde bir penye bir bluz,
bir kot pantolon ve ayağında botlar. Otoparkın
bitiminde korkuluklar var, aşağıda da ağaçlar, o demir
korkulukların arkasına geçiyor. Görgü tanıklarına
göre manzarayı şöyle bir süzüyor. Ve cebinden
silahı çıkarıp tetiği çekiyor.
SİLAHI YANINA
DÜŞMÜŞTÜ Şu anda tam onun durduğu yerde
duruyorum. Onun bastığı çimlerde basıyorum.
Hayal etmeye çalışıyorum: Nasıl bir ruh halinde o
tetiği çekiyor? Nasıl bir sıkışmışlık bu? Nasıl bir
yalnızlık bu? Nasıl bir çaresizlik bu? Nazlıgül
için ağlıyorum. Oğlu için ağlıyorum.
Yaşayamadıkları yıllar için ağlıyorum. Niye yapar
insan bunu? Onu nasıl bu hale getirdiniz? Sadece
ölümden medet umar hale. Allah kahretsin!
Otopark görevlisiyle görüşüyorum. “Silah sesini
duyunca koştum” diyor, “Uzun boylu, üzerinde kot ve
botlar olan bir kadın yerde yatıyordu. Yaşıyordu.
Silahı da yanına düşmüştü. Göğüsün tam orta yerinde
bir delik vardı. Kanlar akıyordu. Hırıltılar
çıkarıyordu. Onu kucağıma aldım. Hiçbir şey söylemedi.
Öylece durdu. Sonra zaten hırıltıları kesildi, nabız
gitti. Hayatını kaybetti...”
EN SON ANNESİ
ÖĞRENİYOR O arada, Nazlıgül’ün annesi evde koli
topluyor. Küçük Egemen de koşturup duruyor. Anne
henüz kızını kaybettiğini bilmiyor. O arada
telefonlar çalıyor. Millet, anne öğrendi mi acı
haberi diye yokluyor. Çünkü Nazlıgül’ün intihar
haberi 20 dakika sonra internete düşüyor. Ve en son
onun haberi oluyor. Oysa, bir gece önce, Nazlıgül
annesine ordudan atıldığını söyleyince, “Oh be
kurtuldun meleğim” diyor annesi, “Döneriz Osmaniye
Bahçe’ye rahat ederiz.” Kızı, yeni bir hayata
başlayacak diye seviniyor. Ama işte asker olmayan,
askerin halini bilemiyor. Bilenler de konuşmuyor.
Bu haberi hazırlarken sadece kadınlarla konuştum.
Nevin Daştanoğlu, Karslı aydın bir öğretmen...
Acılı bir anne, eriyip gitmiş bir anne, haplarla
ayakta durabilen bir anne... Ve kız kardeşleri Nil
ve Güldane... Bu üç kadına ek olarak yine ordudan
aynı sebeple atılmış bir kadın subayla, M.Y’yle
konuştum. Ama erkeklerle de konuşmam gerekiyordu.
Nazlıgül’ün adının ahlaksıza çıkabilmesi için bu
olayın içinde en azından bir erkeğin adının isminin de
olması gerekmiyor muydu? Mesela ona Genelkurmay
bilgisayarından ilan-ı aşk mailleri atan o askerin de
konuşması gerekmiyor muydu? Ne yazık ki olayda adı
geçen erkekler, kadınlar kadar cesur çıkmadı. Biri
“Evliyim, çocuğum var aman beni bulaştırmayın” dedi,
diğeri köşe bucak gizlendi. Yazıklar olsun böyle
adamlara. O kadın öldü. Her şeyin yükünü üzerine
alarak. Mermiyi kendi bedenine sıktı ve gitti.
Yazıklar olsun size!
ANNE NEVİN
DAŞTANOĞLU Yetmedi bu ülkedeki ikiyüzlü ahlak
yüzünden kadınların ödediği bedel!
Nazlıgül
nasıl bir çocuktu? - Neşeli, yetenekli ve çok
zeki. Herkesin taklidini yapardı. Kendi kendine fen
lisesini kazandı. Hep başarılıydı. Sonra “Hava Harp
Okulu’na gideceğim” demeye başladı. Her sabah 4.00’te
kalkıyor koşuyordu, şınav, mekik, barfiks... Bir şeyi
kafaya koydu mu yapardı, vazgeçirebilene aşk olsun.
Ailede onu askerliğe özendiren biri var mıydı?
- Yok, öyle biri yok. Osmaniye’nin Bahçe
ilçesindeyiz, orada kadın asker mi var? Nereden çıktı
bu askerlik sevdası bilmiyorum. Hiç zorlanmadan Hava
Harp Okulu’na girdi. Nasıl gururlandığımızı anlatamam.
360 kişi arasında sekiz kızdılar.
O dört
yılda kişiliği değişti mi? - Hayır. Hep asiydi
kızım. Bir şekilde göze çarpardı. Erkeklere de taş
çıkarırdı.
Güzel olması, işini zorlaştıran
bir özellik miydi? - Ne yazık ki evet. Çok uzun
boylu oluşu, kendi güzelliği, vücudunun güzelliği,
gösterişli oluşu... Bedenine oturan şeyler giyerdi,
bol salaş şeyler sevmezdi. Makyaj yapması, erkeklerle
konuşması, sosyal olması, işine bisikletle gitmek
istemesi hepsi battı insanlara. Zaten atılış nedeni de
bu: “Sen neden bu erkekle konuştun? Neden o erkekle
mesajlaştın?”
PEŞİNE İSTİHBARATÇI TAKMIŞLAR
Mezun olduktan sonra nereye gitti? -
Malatya’ya teğmen olarak gitti. Orada Erman’la
tanıştı. Eski eşi. O da havacı, bu da havacı. Bizimki
Erman’dan rütbeli. Meğer askeriyede subayla astsubay
evlenemezmiş. Nazlıgül, malzeme komutanından yardım
istiyor, yardım edeceklerine peşlerine istihbaratçı
takıyorlar. Apar topar 2006’da evlendiler, 2008’de
Egemen doğdu. Çocuk 10 aylıkken de boşanma davası
açtı.
Sonra... - Ne anlatayım ki?
Bir kasım ayında Nazlıgül burada doğdu, kadere bak ki
yine bir kasım ayında burada öldü.
Niye
burada doğdu? - Öğretmendim, Kenan Evren
döneminde buraya, Kayseri’ye sürüldüm. Benim gibi
sürülen bir başka öğretmenle evlendim, 1983’te kızımı
burada dünyaya getirdim. Dün de doğum günüydü...
Size, ordudan atılmasıyla ilgili ne anlattı?
- “İki kişiyle ilgili şüpheleniyorlar benden”
dedi. Biri ondan daha küçük bir erkekmiş, diğeri
boşanmak üzere olan bir erkek. Binlerce soru
sormuşlar. Meğer telefonlarını dinlemişler, mesaj
dökümlerini çıkartmışlar. “Çok aşağılayıcıydı” dedi
Nazlıgül. Neden evlendiğini, neden boşandığını,
kocasıyla ne tür problemlerinin olduğunu, çocuğun
velayetinin kimde olduğunu, Arif’in neden ona mesaj
attığını, milli güvenlik derslerine giderken sivil
öğretmenlerle neden görüştüğünü falan sormuşlar. Bir
de ellerinde ona ait görüntüler olduğunu söylemişler.
Ama nedir, ne değildir bilmiyorum.
Sizce
bütün bunların sebebi ne? - Bilsem, “Arif neden
sana mesaj gönderiyordu? Boşanmak üzere olan Evren’le
niye görüşüyordun?” Koca koca adamların dertleri bu!
Temmuz’dan beri kızın üzerine geliyorlardı. 6 Kasım’da
“Seni Askeriye’den attık” dediler, 7 Kasım’da canına
kıydı.
Ordudan atıldığı gün... - O
gün nöbetçiydi. Ama akşam 17.00’de kapı çaldı, geldi,
“Hayırdır Nazlı sen nöbetçi değil misin?” dedim.
“Anne, beni ordudan attılar” dedi. “Hayırlı olsun
meleğim kurtulduk!” dedim. Gülümsedi. “Üzülmedin mi
anne?” “Yok” dedim. “Offf” dedi, “Şimdi rahatladım.”
Şuraya oturdu, bacaklarını uzattı, “Omzumdan bir yük
kalktı” dedi. Tamamen kızımın yanındaydım yani. Ah vah
demedim. Onun bir daha evlilik yapmasını bile
istemiyordum. “Birlikte yaşa” diyordum. Benim için vız
gelir tırıs gider birilerinin kızımı ahlaksızlıkla
suçlaması, kızımı benden iyi kim tanıyacak? “Dava
açarız, hakkımızı ararız” dedim. Sonra eşyalar üzerine
konuşmaya başladık. Hangisi kalsın, hangisi gitsin.
“Buzdolabını ve giyeceklerini alırız, gerisi kalsın
boş ver” dedim.
EGEMEN’İ İSTANBUL’A
GÖTÜRECEKTİ
Görünürde anormal hiçbir şey yoktu
yani... - Hayır. Cuma günü oğlu Egemen’i
İstanbul’a reklam ajansına götürecekti. Resimlerini
yollamış, kabul etmişler, “Görüşelim” demişler. Bilet
almıştı. Onları burada bekleyecektim, İstanbul dönüşü
Osmaniye’ye gidecektik. Ertesi gün de silahını teslim
edecekti...
Peki o sabah? - Uyandı.
Kartlarımı verdim ona, bankaya para yatıracaktı.
Oğlunu öptü, “Silahımı teslim edip döneceğim” dedi.
Gitti. Yolda Arif armış, “Seni bekliyoruz üste” demiş,
o da “Hemen geliyorum” diye cevap vermiş. Oysa yolda
değilmiş, intihar edeceği yerdeymiş. Beş Tepeler diye
bir piknik yeri. Sabah sekiz buçuk sularında göğsüne
kurşunu orada sıkıyor ve çimlere düşüyor.
Bu
olup bitene ne anlam veriyorsunuz? -
Veremiyorum. Temmuz’da burnunu yaptırdı, iki gün önce
kıyafet aldı. Eğlence nerede, Nazlıgül oradaydı.
‘Gangnam Style’ı açıp oğluyla bir dans edişi vardı,
çok tatlılardı. Üst üste yaşadıkları onu çok yıprattı.
Bu son soruşturma da tüy dikti, kendini köşeye
kıstırılmış hissetti. Bize de göstermedi. İyi
oyuncuydu. Sivil hayatta ne yapacağını da düşünmüş
olabilir. Oysa endüstri mühendisliği diploması vardı.
Pilotluk eğitimi de almıştı. İş bulurdu.
Haberi nasıl aldınız? - Bir sürü insan telefon
açıyor, saçma sapan şeyler söylüyorlar kapatıyorlar.
“Nazlıgül nerede, orada mı?” Sonra içime bir kurt
düştü, internete baktım, “Yoksa bu benim Nazlı mı?”
dedim. Çığlığıma komşular koştu. Ağla ağla, kızımı
göstermiyorlar bana da bir şey söylemiyorlar. Akşam
kızımı cenaze aracında gördüm. Çok güzeldi, sakin
sakin orada yatıyordu. Sebep olanları parçalayasım
geliyor. İlaçla ayakta duruyorum. Olaydan iki gün
sonra da kalbimle ilgili operasyon geçirdim
En başa dönseniz, asker olmasına izin verir miydiniz?
- Asla! Olan kızıma oldu, toprağın altında yatan
o! Birtakım adamların kararı yüzünden. İki binbaşı,
bir yüzbaşı karar vermiş. Nasıl karar verebilirler
Nazlı’nın ahlaklı olup olmadığına? Etek boyu mu
ahlaksızlık? Yazışma, görüşme midir? Nedir? Yetmedi bu
ülkedeki ikiyüzlü ahlak yüzünden kadınların ödediği
bedel!
HAMİŞ: Nazlıgül intihar
ettiği gün, Facebook’undaki her şeyi siliyor ve sadece
bir Sezen Aksu şarkısı bırakıyor. Kayseri’ye son bir
kez bakıyor ve göğsüne kurşunu sıkıyor. Şarkının adı
‘Son Bakış’. 12 Eylül’de özel kanunla yaşı büyütülerek
idam edilen 17 yaşında Erdal Eren’e yazılan bir şarkı.
Sözleri çok acıklı: “Aman aman yandım aman/ Kurşun
gibi izler/ Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda...”
NAZLIGÜL’LE AYNI
KADERİ PAYLAŞAN M.Y. Az kalsın ben de intihar
edecektim
Bir kadın, neden asker olmak
ister? - İnsanın içinden gelen bir şey bu.
Kendimi bildim bileli, “Subay olacağım” diyordum, Hava
Harp Okulu’na girmeyi her şeyden çok istiyordum...
Neden Kara, Deniz değil de, Hava? - Bu
soruyu onlar da sordu. “En iyisi olmak istiyorum! O
yüzden buraya başvurdum” dedim. Benim için, “O olmazsa
buna gireyim, bu olmazsa şuna” yoktu. Üniversite
sınavında kimya mühendisliğini kazanmıştım, kayıt bile
yaptırmadım.
Girerken zorluk çektin mi?
- Hayır, zaten sporcuydum. Fiziksel olarak hiç
zorlanmadım. Yapım da müsaitti, hiçbir
disiplinsizliğim olmadı.
Müracaat ettiğin
dönemde, ‘kadın-asker’ olabilmenin şartları neydi?
- Seçilecek kadın askerlerin güzel olması
önemliydi. Bunu da gizlemediler. “Madem kadın
alıyoruz, hem akıllı hem güzel olsun” dediler. Benim
dönemimdeki bütün kızlar, hem yetenekli hem de çok
güzeldi. O dönemde, 8 bin kişi arasında ilk 10’a
girdim, gazetelere çıktım.
O dört yıl bir
kadın için ne kadar zordu? - Askerlik zor.
Sürekli ast-üst ilişkisi, emir-komuta zinciri,
mantıklı şeyler var, olmayan şeyler var. Ama bir
şekilde itaat ediyorsun. Ben de hep öyle yaptım. Ama
tabii ki erkeklerin çoğunlukta olduğu bir yerde,
azınlık olmak zor. Hava Harp Okulu’nda 256 kişi
arasında 13 kadındık. Askersin ama aynı zamanda
kadınsın, etrafındakiler de erkek. Dikkat etmen
gerekiyor. Şort giyemezsin, dar giyemezsin. Ne
yaparsan yap, aşık olan oluyor, bazıları musallat
oluyor. Ama asıl kabus okuldan sonra başladı...
KAPININ ÖNÜNE KOYDULAR
Nasıl bir kabustu
yaşadığın? - Yüksek lisansımı yaptım. Kurmay
olmaya hazırlanıyordum. İkmalciydim. Rütbem de
yüzbaşı. Lojmanda kalıyordum. Bir siville nişanlıydım.
Bir anda, beni kapının önüne koydular. Ordu yuvam,
askeriye ailemdi. Sivil hayat nedir bilmem. Sebebini
bile söylemeden attılar. Sonradan öğrendim:
‘Ahlaksızlık, disiplinsizlik’. Ben de aynı Nazlıgül
gibi intihar edecektim. Kendimi oturduğum apartmanın
balkonundan atmayı düşündüm. O kadar umutsuzdum.
Bir dakika şunu baştan anlat... - 2011
Haziranı. Dediler ki, “İkmal Grup Komutanlığı’nda
silah sayımı yapılacak, M.Y. sen topla, say.”
“Emredersiniz” dedim. O arada bana da sordular,
“Silahın nerede?” “Depoda” dedim, “Onu da getir.”
Getirdim. Sonra birlik komutanım beni çağırdı, “M.Y,
seni ordudan ayırıyoruz” dedi. Şoke oldum. “Ne
yapmışım komutanım?” dedim, “Biz de bilmiyoruz” dedi.
“Avukatın aracılığıyla Hava Kuvvetleri genel
sekreterliğine gerekli yazışmaları yapar, öğrenirsin.”
Bu kadar! Kimseyle vedalaşamadım bile. ‘İlişki kesme
kağıdı’nı herkese imzalatmışlar. Silahım da onlarda,
kimliğimi alıp beni kapıya koydular.
Ne
yaptın? - Hava Kuvvetleri’ne dava açtım.
Peki neymiş hikâye? - Bir erkek beni
şikayet etmiş. Ahlaksızmışım güya. Önüme gelenle
yatıyormuşum. Lojmana adam alıyormuşum. O yüzden. Ama
şikayet eden kim, kimler ifade verdi, neler
söylediler, bunlar yok. Her şey gizli. Askeri İdare
Mahkemesi böyle bir şey. Kendini doğru düzgün
savunamıyorsun bile. Dedim ki, “Yaptığım bir
ahlaksızlık varsa, bunu ispat edin!” Hiçbirini
ispatlamadılar, bana soru bile sormadılar.
Nasıl oluyor böyle bir şey? - Oluyor işte.
İspatsız, kanıtsız beni önüne gelenle yatan biri
haline getirdiler. Bundan daha onur kırıcı ne
olabilir?
10 YILDA DOKUZ KİŞİ
Sence
bütün bunların sebebi ne? - Eşimle tanışmadan
önce bir yüzbaşı sevgilim vardı. Birkaç ay birlikte
olduk. Beni dövmeye başladı. Ayrılmak istedim. “Hiçbir
kadın bana tekmeyi vuramaz. Ben istersem ayrılırım”
dedi. Psikolojik problemliydi. Ben uzaklaşmaya
çalışıyorum, o üzerime geliyor. Bir de üstümdü.
Psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladı. Bunu adı
‘mobbing’. “Seni orduda barındırmayacağım” dedi, “Seni
attıracağım” dedi, “Herkesle yattı diyeceğim” dedi.
Ben ihtimal vermedim. Ama yaptı.
Peki ona
ne oldu? - Hiçbir şey. Çünkü o erkek. İsmi bile
ifşa edilmedi. Bir suç işledimse bunu bir kişiyle
işledim değil mi? Bir erkekle. O neden ortada yok?
Yok. İkincisi bu suçu işlediysem beni mahkemeye çıkar,
yargıla ve adalete teslim et. Beni yargılamadan kapalı
kapılar ardından onun bunun ifadesini alarak, üç
kişinin imzasıyla ahlaksızlıkla suçlama.
13
yılını resmen çöpe attılar öyle mi? - Evet.
Dahası 82 bin TL tazminat talep ediyorlar. Hava Harp
Okulu’nda benim için harcadıkları paraymış. Madem bir
disiplinsizliğim var, önce ihtar ver, hapse sok çıkar.
Yine adam olmuyorsam, o zaman at. Uyarılmamışım,
disiplin cezası almamışım, kınama almamışım beni
atıyorsun...
Ben de tam sana, ahlaksızlık
gerekçesiyle ordudan atılıp intihar eden Nazlıgül’ü
soracaktım. Onu en iyi sen anlarsın diye... -
Evet, okulda Nazlıgül’ün lideriydim. Benden üç-dört
yaş küçüktür. Güzelliği bir tarafa inanamayacağın
kadar hayat dolu, neşeli, cıvıl cıcıl kızdı. Herkesin
taklidini yapar, bizi gülmekten kırar geçirirdi.
Yaşadığı baskıları tahmin edebiliyorum.
İyi
ama insan 4 yaşındaki çocuğunu arkada bırakıp intihar
edebilir mi? - Eder. Ben de edecektim.
Sivillerin bunu anlaması mümkün değil. Asker oldum
diye bu kadar gururlandıktan sonra, saçma sapan bir
gerekçeyle ordudan atılınca, hayatın da çöpe atılıyor.
İntihar dahil her şeyi düşünürsün. Beni nişanlım
kurtardı. O olmasaydı, şimdi yaşamıyor olacaktım.
Atıldıktan sonra sivil hayata alışamadım. Uyum
sağlayamadım. Bir askerin sivilde yeni bir hayat
kurması çok zor. Nazlıgül’ü de en son bir eğitimde
gördüm...
Neler konuştunuz? - Dedi
ki, “Abla, kendimden rütbece kıdemsiz birini sevdim.
Arkamıza istihbaratçılar taktılar, apar topar,
alelacele evlendik. Flört etmemize biraz zaman
tanısalardı, ikimiz de birbirimizle yapamayacağımızı
anlayacaktık. Bedelini boşanarak ödedim. Ama dünya
tatlısı bir oğlum var.” dedi. Çok çok yazık oldu.
Nazlıgül’ü de nasıl sıkıştırdıklarını tahmin ediyorum.
Silahını da almaları gerekirken almamışlar. Ertesi gün
o silahı teslim etmek yerine, kendini öldürmeyi tercih
etmiş. Ben araştırdım, son on yılda dokuz kişi böyle
intihar etmiş. Çünkü artık son nokta geliyorsun. Seni
o son noktaya getiriyorlar...
|