Hafta
sonunda İstanbul’da Haliç kıyısındaki eski Silahtarağa
Elektrik Santralında kurulu Bilgi Üniversite’nin
‘Santral İstanbul’ kampusunda yaşananlara basit bir
‘hayat tarzı kavgası’ demek yanlış olur.
Bu
Osmanlı’dan bize miraz kalmış olan ve bir türlü
birlikte yaşayacak bir olgunluğa gelemediğimiz bir
ahlaki sistem kavgasıdır. Daha doğrusu, birilerinin
kendi benimseyip hayatlarında uyguladıkları ahlakı
diğer bütün ahlaklardan üstün görüp herkesi aynı
ahlakın içinde yaşatmaya çalışma kavgasının son
tezahürüdür.
Önce haftasonu ne olduğunu bir
hatırlayalım:
Santral İstanbul kampusuna
kilometrelerce ötedeki Eyüp Sultan türbesini ve
camisini bahane eden birileri, ‘Eyüp’te bira festivali
yaptırmayız’ dedi.
Oysa festival bira değil
müzik festivaliydi ama ana destekçisi bir bira
firmasıydı, oraya müzik dinlemeye gelecek gençlerin
eğer isterlerse ne içebilecekleri de belliydi.
Festival ilk kez yapılmıyordu; kaldı ki festival alanı
olan üniversite kampusunda zaten müzikli gece kulübü
olarak hizmet veren ve 365 gün içki satışı yapılabilen
üç tane de mekan vardı.
Sonuçta, büyük ölçüde
İstanbul’daki yerel yöneticilerin ve Ankara’daki
yöneticilerin de desteğini alan ‘Eyüp’te bira
festivali yaptırmayız’ diyenler galip geldi. İçki
ruhsatı olan o üç işletme gördükleri baskılardan ötürü
festival sırasında içki vermeyi reddetti.
Bir ahlak diğerini dövmüş oldu.
Buna yerel
bir kavga gözüyle bakabilir ve olan biteni çok da
fazla önemsemeyebilirsiniz ama öyle değil. Aslında
Silahtarağa Santralında yaşanan, bu topraklarda en az
200 yıldır yaşanan daha büyük kavganın bir parçası.
Büyük resmi göremezsek, küçük resmin önemini
anlamayabiliriz. Çoğulcu olma iddiasındaki
toplumların çoğulluğu, sadece ekonomik sınıf
farklarından, etnik farklılıklardan veya dini
farklılıklardan doğmaz; farklı ahlak anlayışlarından
da doğar. Hatta genellikle çoğulluk, çoğul ahlak
anlayışı anlamına gelir.
Elbette ortak bir
ahlak da vardır; hiçbir ahlak öldürmeyi, yalan
söylemeyi, hırsızlığı onaylamaz. Ama zaten fark da
küçük gibi gözüken meselelerdedir.
Mesela, bir
ahlak kızların evlilik öncesi flört etmesini
onaylamaz, diğeri umursamaz. Bir ahlak içkiyi her
durumda zararlı bulur, diğeri ölçülü içilmesini
öğütler. Bir ahlak için erkeklerin dizden yukarısını
gösteren şort giymesi kötüdür, diğeri için hiç önemli
değildir. Bir ahlak, kadınların şort giymesine bir şey
demez, diğeri saçının bile gözükmesini istemez.
Mesele, bir ahlakın diğerinden üstün görülmesi, kendi
kurallarını herkese (gerekirse zorla) uygulatmak
istemesidir.
Türkiye, bir ahlakın diğerine
zorla dayatıldığı bir kötü totaliter dönemi 30’lu ve
40’lı yıllarda bir kez yaşadı. Bugünün Başbakanı hala
o dönemin kötü hatıraları üzerinden oy toplamaya
çalışıyor.
Başka bir açıdan benzer bir
totaliter dönemi yeniden yaşamaya bu toplumun ihtiyacı
yok.
İşe tek bir ahlak olmadığını kabulle
başlamak gerek
Bütün
toplumu bir tek ahlak anlayışına uymaya zorlamak
totaliterizmdir. Faşizmdir.
‘Benim ahlakım,
inancım budur, herkes de benim gibi olmalıdır’ diyen
her siyasi anlayış da son kertede totaliterdir,
faşisttir.
Bizim Cumhuriyetimiz iyi, adil ve
herkese açık bir Cumhuriyet olarak kurulmuş olsaydı,
Osmanlı’dan devraldığımız en büyük kavga olan ahlak
kavgasını bugüne kadar bir çözüme kavuşturmuş olur,
birden fazla ahlak anlayışının bir arada yaşamasını
sağlamış olurdu.
Ama hayır, öyle olmadı. Onun
yerine bir ahlak diğerlerine üstün tutuldu, diğer
ahlaklar susturuldu, yer altına itildi, direnişe
zorlandı.
Bugün ucundan ucundan ortaya çıkan,
bir zamanların hakim ahlak anlayışının sahiplerinin
direnişe geçmeye başlamaları, bir zamanlar yer altına
itilmiş olanların da ‘Biz çoğunluğuz’ kibiriyle gelip
kendi ahlaklarını yegane ahlak olarak herkese dayatmak
istemeleri.
Bu kavgaya sadece din-laiklik
ekseninden bakanlar fena halde yanılırlar. Bu optik
yanılgı çok feci sonuçlara da yol açabilir.
Mesele, hakimiyet kavgası vermekte olan ahlak
anlayışlarının kendilerinden başka ahlaklar da
olabileceğini kabullenmesiyle bir çözüm yoluna
girebilir ancak. Çözmek de kolay değildir ama çözüm
yoluna girebilmiş olmak bile bir aşama olacaktır.
Unutulmaması gereken şu: Hakimiyet kavgası veren
iki ahlak anlayışının dışında da ahlak anlayışları
yaşıyor bu ülkede. Ve aslında bu kavga gürültüde, her
zaman en ağır biçimde baskılanan, zulme uğrayan
anlayışlar da bunlar.
Rumlar neden barınamadı
da gitti, Yahudiler neden kayboluyor, Ermeniler neden
yaşayamıyor bizimle birlikte? Romanlar neşeli
olmazlarsa görülmüyorlar bile. Aleviler hâlâ
ibadethanelerinin varlığını kabul ettiremiyor?
Sadece dini ahlaklar değil. Bu ülkede hayatını ateist
olarak yaşayanlar bile neden camiden uğurlanır? Neden
homoseksüeller gizlidir? Bir kez daha tekrar
edeyim: Biz yakın tarihimizde bir totaliter ahlak
dönemi yaşadık, benzerini yeniden yaşamaya ihtiyacımız
yok.
|