‘VATAN’ KAVRAMI
Murat Belge
Taraf Gazetesi, 12 Haziran 2011
                         
...................
 
...................
Bütün bu kuru gürültünün çıkardığı tablonun ne olduğunu akşama anlarız. Tablonun ne çıkaracağını da önümüzdeki günlerde anlayacağız. Gene öncelikle Tayyip Erdoğan'ın seçmeyi seçtiği siyasî çizgi nedeniyle Kürt sorununun iyiden iyiye sarpa saracağı belli, ama nasıl olsa bundan sonraki günlerin ikisinden birinde onu yazıyor olacağız.

Tablo ne çıkarsa çıksın ve ayrıca seçim olmasından falan da bağımsız olarak, tarihin şu aşamasında, Türkiye'nin bir kavram üzerinde "vatanperverlik" kavramının tanımı üzerinde ciddi bir anlaşmaya varması gerekiyor. Bu olduğunda bu toplumun siyasî hayatı yavaş yavaş normalleşme yoluna girecek, olmazsa da her çeşit belâ başımızdan eksik olmayacaktır.

"Vatanperverlik"denen şey, bir bireyin (şüphesiz bir grup içindedavranan bir birey) "vatan için yapıyorum"dedikten sonra her şeyi yapabilmesi demek değildir. Bütün bir dünya tarihinin sonunda şekillenmiş ahlâkî değerler ve hukukî ilkeler, kurallar var. "Vatan"ya da çok sevdiğiniz şey neyse, onun uğruna yapacağınız eylem bunlarla gelişemez.

Şu günlerde (Ayhan Çarkın itirafları sürecinde) gene birtakım "faili meçhul"ölüm olayları konuşuluyor, örneğin. "Örneğin"... Ve bunun örnekleri kolay kolay bitmeyecek. Bu insanlar niçin öldürüldü? Kim öldürdü? Fevkalade "vatanperver" birileri "vatan" için öldürdü.

Bir bireyin bilinci uçsuz bucaksız bir ummandır. Freudcu terminolojiyle "id-ego-superego" dengesiyle, daha geleneksel kavramlarla "akıl-vicdan" terazisiyle, bütün bunlarla, gerçekten ne yaptığını anlamak çok zordur; yalnız dışarıdan bakanlar için değil, özellikle kendisi için de. Yıllarca Diyarbakır Cezaevi'nde onca adama o işkenceleri yapan adama sorsak, o da bunları "vatan için" yaptığını söylerdi. "Peki, sen bunları yapmaktan ne kadar zevk alıyorsun" diye sorsak, alacağımız cevap herhalde çok doğru olmazdı. Ama o adam bu soruyu kendine hiç sordu mu? Sorduysa cevabı ne oldu, ne olabilirdi?

Dolayısıyla, göz göre göre insanlık suçu işlerken bunu "vatan için" yaptığını söyleyen adamın kendi tanımına göre "vatanperverlik" ölçülerini aşıp sadizme giren eylemlerini bu bireysel-öznel çerçevede tartışmanın bir anlamı ya da yararı yoktur. Zaten sorun kendisi de öyle fazla "bireysel-öznel" bir sorun değildir. Bu adamın ve bütün bu adamların kafasındaki "vatan" kavramının değişmesi, bunun, "uğrunda her türlü suç işlenir" bir şey olmaktan çıkması gerekiyor.

Şu günlerde, birkaç yıldır, bu anlayışın ve bu "sevgi"nin Ergenekon ya da Balyoz gibi adlarla anılan girişimlerde tezahür etmiş biçimleriyle uğraşıyoruz. Bu girişimlerde çeşitli ölçülerde yer almış insanlar, yukarıda andığım Diyarbakır Cezaevi yöneticileri gibi, sadizmine kanal arayan ruh hastaları falan değil, farklı koşullarda rahat rahat konuşup anlaşabileceğimiz insanlardır, sanıyorum.

Ama sorun, olanca genişliğiyle ele alındığında, o insanlarla da sınırlı değil, onları fersah fersah aşıyor. Bu sorun, ne yazık ki dünyada "Türk milliyetçiliği" diye bir şey peyda olduğundan beri var olan bir sorun. Enver'le ve Teşkilât-ı Mahsusa ile kurumlaşmış bir sorun. Ama yalnız onlarla da sınırlı değil. Başta Ömer Seyfeddin, bu toplumun edebiyatçılarının her türlü "edebî maharet"i devreye sokarak topluma sindirdiği bir anlayış söz konusu. Bu anlayış, adım adım, bugüne kadar bu toplumun "belkemiği" olarak devam edip geliyor. Sonunda, "vatan", uğrunda hattâ suç işlenebilir bir şey olmaktan da çıkıyor. Uğrunda suç işlenmesi gereken bir şey haline geliyor. Durmuyor, uğrunda cinayet işlendikçe güzelleşen bir şey oluyor. İşlenecek "suç"un tanımı da gevşedikçe gevşiyor. "Bunu yapmalıyım. 'Vatan' için yapmalıyım" düşünce sürecinin gerilimi düştükçe düşüyor.

Ama bir toplum, tarihin bu aşamasında, bu anlayışı sürdürerek, "vatan" kavramından bunu anlayarak bu dünyanın saygıdeğer toplumları arasında varolamaz. Onun için, kim iktidar, kim hükümet olacaksa olsun, bu anlayışı marjinalize etmeli, zamanla yok etmeliyiz. Vatanın güzeli öldürerek değil, yaşatarak kurulur.