|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
REJİMİN SINAVLARI |
Etyen Mahçupyan
Zaman
Gazetesi, 23 Haziran 2011 |
|
|
................... |
|
................... |
Kemalist cumhuriyet projesinin
iki önemli sınavı vardı ve sınavların ikisinde
de başarısız kalındı. Aslında imparatorluğun
son dönemlerinde ileriye bakan biri,
muhtemelen üç sınavdan söz edecek ve
gayrimüslimlerin eşit vatandaşlar olarak
entegre edilmesi konusuna da dikkat çekecekti.
Ama Balkan Savaşı sonrasında imparatorluk
hükümetleri, bir insanlık suçunun ağırlığını
yüklenme pahasına, sistemli bir biçimde
gayrimüslimleri 'azaltma' siyaseti sayesinde
bu muhtemel sınavdan kurtuldular. Diğer iki
sınav ise yaşanmak zorundaydı. Bunlardan biri
Kürtlerin bir biçimde Türkleştirilmesi
projesiydi ve Müslümanlığın kendiliğinden bir
geçişle Kürtlerin asimilasyonuna hizmet
edebileceği öngörülmüştü. Ayrıca
gayrimüslimlerden kurtulma süreci içinde
Kürtlerin de devletle işbirliği içinde
olmaları, üzerinde konuşulmayan ama
içselleştirilen bir suç ortaklığı zemini
sağlamaktaydı.
Bugün geldiğimiz
noktada Cumhuriyet'in söz konusu sınavda
başarısız kaldığını görüyoruz. Burada 'başarı'
kelimesinin belirli bir zihniyetin içinden
üretildiğine dikkat çekmekte yarar var.
Kürtlerin asimilasyonu bir 'başarı' olarak
görülmekteydi, çünkü Cumhuriyet rejimi
otoriter zihniyete sahipti. Oysa farklı bir
zihniyete sahipseniz, böyle bir 'başarının'
tarihsel ve insanî açıdan büyük bir zül olduğu
fikrine sahip olmanız şaşırtıcı olmaz. İşin
sosyolojik açıdan ilginç yanı, Kürtlerin
Müslümanlık üzerinden asimilasyonunun aslında
epeyce gerçekçi bir tarafının olmasıdır. Bu
halkın önemli bir kısmı halen dindarlığı
sürdürmekte, AKP'nin aldığı oyun işaret ettiği
üzere, etnik milliyetçiliğin cazibesine
kapılmamakta inat etmekte ve en azından
dindarlığı karşısına alan bir siyasi duruşa
sıcak bakmamaktadır. Dolayısıyla Kürtlerin,
etnik kimlikleri çoğul bir yapı içinde kuşatan
bir dindarlık sayesinde devlete yakın
tutulmaları mümkündü.
Ne var ki
Kemalist rejimin asıl sınavı başka yerdeydi ve
bu sınav Müslümanlığı öne çıkarmayı değil, tam
tersine başka bir kimliğin hamuru olarak
kullanmayı gerektiriyordu. Söz konusu kimlik,
tabii ki Türklüktü... Rejimin meşruiyeti
birbirini tamamlayan ve besleyen iki ayak
üzerinde oluşmaktaydı: Biri dindarların
Türkleştirilmesini, diğeri ise aynı
dindarların laikleştirilmesini öngörmekteydi.
Bu paralel süreçler sayesinde ortaya 'Türk ve
laik' makbul vatandaş çıkacak ve böylece hem
rejimi destekleyen 'yeni' bir toplum
üretilecek, hem de bu kimliğin asli taşıyıcısı
ve önderi olan kadroların iktidarı meşruiyet
kazanacaktı.
Ancak dindarların
Türkleştirilmesi ve laikleştirilmesine yönelik
ana hedef, Kürtlerle ilgili beklentinin
gerçekleşemeyeceğinin de garantisiydi. Çünkü
Kürtlerin Türk olmayı kabullenmeleri zaten çok
güçken ve bu ancak dindarlık sayesinde hayata
geçebilecekken, rejimin ana projesi bizzat
dindarlığı da mahkûm etmekte ve 'dinsizlik'
olarak yorumlanmaya çok müsait bir laikliği
savunmaktaydı. Kısacası Cumhuriyet rejimi daha
baştan, birlikte başarılması mümkün olmayan
iki sınavla karşı karşıyaydı ve bunlardan
birini şiddete havale etmekte beis görmedi.
Daha Cumhuriyet'in birinci yılı
dolmuşken Kürtler kıpırdanmaya başlamıştı ve
on beş yıl içinde irili ufaklı yirmi küsur
isyan yaşandı. Kürtler zorunlu asimilasyona
direndikleri ölçüde cezalandırıldılar.
Devletin çeperinde büyümekte olan yeniyetme
'Türk ve laik' cemaat ise olayları görmezden
geldi, öğrenmeyi reddetti, giderek içe kapandı
ve hatta Kürtlere karşı öfke, dışlama ve
aşağılama duyguları geliştirdi. Eğer karmaşık
Osmanlı halk bakiyesinin tümünün laikleştirme
üzerinden 'Türk' kılınması mümkün olabilseydi,
belki de bugün Kürt meselesinin tek çözümü
ayrılıkçılık olacaktı ve iç savaşın
kaçınılmazlığıyla yüz yüze kalınacaktı. Ama
tarihin cilvesi olarak, Kemalist rejim ana
sınavdan da başarıyla çıkamadı... Yani
dindarları tümüyle laikleştiremedi. Ve bugün
bu sayede Kürt meselesinin barış içinde çözüm
ihtimalinden söz eder olduk.
Nitekim
çözümün AKP iktidarında aranması bir tesadüf
değil. Kürt meselesini ancak rejimle arasına
mesafe koyabilen ve çoğunluğu temsil yeteneği
olan bir hükümet çözebilir. Bu ise tarihsel
olarak 'laikleştirilememiş' Müslümanları ima
ediyor. Eklemek gerek ki mesele laikliğin
kendisi değil... Türkiye'deki rejimin bu
kavramı otoriter zihniyet içinde, özgürlüğü ve
çoğulluğu yok eden biçimiyle benimsemiş
olması.
Rejimin acil meşruiyet
ihtiyacı onu otoriterliğe sevk etti. Ancak bu
tercih her iki sınavda da başarısızlığı
getirdi... Bugün farklı bir zihniyete doğru
evriliyoruz ve rejimin nesneleri artık özne
olmuş durumdalar. AKP iktidarında Kürt
meselesinin barışçı çözümü rejimin 'manen'
sonu demek olacak. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|