'Başka
coğrafyalarda olduğu, zaman özgürlük
mücadelesi olan bize geldi mi terörist
faaliyet oluverir. Tutarlılık konusunda
fıkradaki kadından farksızız.'
Meşhur
fıkradır. İki kadın oturmuş, evlatlarının
ahvalini konuşmaktadırlar. Kadın, gelininden
bahsederken başlamış yakınmaya.
“Ah o cadıyı
hiç sorma! Allah’ın bıçağına gelir inşallah!”
demiş. “Onu bize Allah bir hışım, bir bela
olarak gönderdi! Bir gün olsun elini sıcaktan
soğuğa değdirdiğini görmedim. Ama suç benim
sümsük oğlumda, adeta önünde pervane!” diyerek
devam etmiş sızlanmasına.
Sıra kızını
anlatmaya geldiğinde “Allah damadımdan razı
olsun” diye söze başlamış. “Kızımın elini bir
gün sıcaktan soğuğa değdirmedi. ‘Hanım sen
otur, ben önünde pervane olurum’ diyor da
başka bir şey demiyor!” diyerek bitirmiş.
Sağcısından solcusuna, devletlisinden
kuluna, iktidarından muhalefetine ‘tutarlı
olmak’ bu topraklara men edilmiş sanki.
Muhteşem sefaletimiz
Muhteşem Yüzyıl dizisi üzerine tartışmaları
izledim, bir yazıda fikrimi de belirttim.
Sinema ve dizi sektöründe çalışmış ve halen
çalışan birisi olarak, bu alan üzerine yazı
yazmak hep bana sıkıntılı geldi. Övgü ya da
yergi fark etmez, diğer meslektaşlarımla
haksız olmayan bir zemin üzerinden yürümüş
olur diye düşündüm. Çünkü benim yazdığım bir
gazete var, onların yok...
Meral Okay,
benim ilk projemi gerçekleştirmemde en önemli
pay sahiplerinden birisidir. Kendisiyle başka
dizi projelerinde de birlikte çalışma şansım
oldu.
Bu bir güzelleme yazısı
değildir! Meral’le dövüşmelerimiz,
gülüşmelerimizden bir hayli fazladır. Bu
diziyi de ideolojik olarak istediğimiz kadar
tartışabiliriz. Sorun orada değil, sorun bu
sektörde Meral Okay’ın, yönetmen Durul ve
Yağmur Taylan biraderlerin, yapımcı Timur
Savcı’nın ve oyuncular başta olmak üzere tüm
ekibin yalnız bırakılmalarıdır.
Ne için?
İktidarın ve
egemenlerin gazabına uğramamak için! Polis
kordonunda çekilen dizi!
“Şanlı
ceddimiz sütten çıkmış ak kaşıktı” diyenler
kapsama alanımın dışındalar.
Onlar
halen Süleymaniye Külliyesi’nin yanındaki
Hürrem’in mezarına adak adayıp, çaput
bağlamaya devam edebilirler. Nasıl olsa mala
davara bir zararı yok.
Ülkemizdeki
‘bidat’ rezaletlerinin ne ilkidir ne de
sonuncusu olacaktır. Böyle düşünmeyen,
böyle düşünmediğini gösteren üretimler yaptığı
ya da yapacağı iddiasında olanlaradır sözüm.
Meral Okay, polis korumasında evine
gidip geliyor.
Bu ülkenin en başarılı,
çalışkan ve dürüst iki yönetmeni, sete
başlamadan önce alınan güvenlik önlemlerini
kontrol etmek zorunda kalıyorlar. Bu proje
için 1 yıldan beri bekleyen, başka proje kabul
etmeyen oyuncular, işsiz kalma ve can
güvenliği endişesiyle çalışmak durumundalar.
Set emekçileri bir yandan işlerini
yaparken diğer yandan “taş nereden gelecek?”
dikkatiyle evlerine bir parça ekmek götürme
derdindeler. Dünyanın neresinde olursa
olsun, adına en zaliminden ‘linç ve sansür’
denecek bir durum karşısında siz ne
yapıyorsunuz?
Ben söyleyeyim:
Oluşturulan küçük iktidar adacıklarında kendi
selametleriyle meşguller.
Ellere var bize yok mu?
Cafer Penahi, İran yönetimi tarafından imha
edilmekte! Bir sanatçının iş göremez duruma
getirilmesi imhası demektir. Penahi için
evrensel bir dayanışma duygusuyla seferber
olmak bir boyun borcudur. Ülkemiz sinemacıları
da seferber oldular.
İyi güzel de
Meral Okay ve arkadaşlarının durumunun öz ve
biçim olarak Penahi’den ne farkı var diye
sorarlarsa, yüzümüz kızarmadan verecek bir
cevap biliyor musunuz?
Tutarlılık
meselesinde hepimiz sakatlanmış durumdayız.
Che Guevera söz konusu olduğunda coşup
taşan bir yürek, çoğu zaman Kaypakkaya, Deniz,
Mahir ve binlerce adsız yiğit söz konusu
olduğunda parazit yapmaya başlar.
Tahrir Meydanına methiye düzmek kolaydır ama
Diyarbekir için düt demeye dudak ister.
Paris banliyöleri ya da Selanik sokakları
hak arayanlarla çınladığında aşka gelenler,
‘Torba Yasa’yla emekçilerin çuvallanmasına
kayıtsız kalmaktan hiç sıkılmazlar.
Başka coğrafyalarda olduğu zaman özgürlük
mücadelesi olan bize geldiğinde terörist
faaliyet oluverir.
Tutarlılık
bahsindeki halimiz, fıkradaki kadından çok da
farklı değildir.
Sınıf bilinci zorunluluğu
Bu mesleğe başladığımdan beri gözetmeye
çalıştığım bir ilke var. DİSK’e bağlı
Sine-Sen üyesiyim ve sendikadan başka hiçbir
örgütlenmeye sıcak bakmadım.
Sınıfsal
bir manifesto içermeyen örgütlenmelerin, derde
deva olacağına inanmam.
Sine-Sen başta
olmak üzere bütün emek örgütleri bu saçmalığa
kayıtsız kalmayacaklarını en etkili biçimde
göstermek durumundadır. Hele bir yol bu
tepkiyi gösterelim, dizinin içeriğini her
platformda ve günlerce tartışabiliriz. Üstelik
sadece böyle olması durumunda tartışabiliriz.
Kendi günlük kaygılarıyla tepkilerini
cılız ve mahcup tutanlar, yarın tepki vermeye
bile vakit bulamayabilirler çünkü...
|