RİYAKARLAR CENNETİ
Sırrı Süreyya Önder
Radikal Gazetesi, 04 Şubat 2011
                         
...................
 
...................
'Başka coğrafyalarda olduğu, zaman özgürlük mücadelesi olan bize geldi mi terörist faaliyet oluverir. Tutarlılık konusunda fıkradaki kadından farksızız.'

Meşhur fıkradır. İki kadın oturmuş, evlatlarının ahvalini konuşmaktadırlar. Kadın, gelininden bahsederken başlamış yakınmaya.

“Ah o cadıyı hiç sorma! Allah’ın bıçağına gelir inşallah!” demiş. “Onu bize Allah bir hışım, bir bela olarak gönderdi! Bir gün olsun elini sıcaktan soğuğa değdirdiğini görmedim. Ama suç benim sümsük oğlumda, adeta önünde pervane!” diyerek devam etmiş sızlanmasına.

Sıra kızını anlatmaya geldiğinde “Allah damadımdan razı olsun” diye söze başlamış. “Kızımın elini bir gün sıcaktan soğuğa değdirmedi. ‘Hanım sen otur, ben önünde pervane olurum’ diyor da başka bir şey demiyor!” diyerek bitirmiş.

Sağcısından solcusuna, devletlisinden kuluna, iktidarından muhalefetine ‘tutarlı olmak’ bu topraklara men edilmiş sanki.



Muhteşem sefaletimiz

Muhteşem Yüzyıl dizisi üzerine tartışmaları izledim, bir yazıda fikrimi de belirttim. Sinema ve dizi sektöründe çalışmış ve halen çalışan birisi olarak, bu alan üzerine yazı yazmak hep bana sıkıntılı geldi. Övgü ya da yergi fark etmez, diğer meslektaşlarımla haksız olmayan bir zemin üzerinden yürümüş olur diye düşündüm. Çünkü benim yazdığım bir gazete var, onların yok...

Meral Okay, benim ilk projemi gerçekleştirmemde en önemli pay sahiplerinden birisidir. Kendisiyle başka dizi projelerinde de birlikte çalışma şansım oldu.

Bu bir güzelleme yazısı değildir! Meral’le dövüşmelerimiz, gülüşmelerimizden bir hayli fazladır. Bu diziyi de ideolojik olarak istediğimiz kadar tartışabiliriz. Sorun orada değil, sorun bu sektörde Meral Okay’ın, yönetmen Durul ve Yağmur Taylan biraderlerin, yapımcı Timur Savcı’nın ve oyuncular başta olmak üzere tüm ekibin yalnız bırakılmalarıdır.



Ne için?

İktidarın ve egemenlerin gazabına uğramamak için!
Polis kordonunda çekilen dizi!

“Şanlı ceddimiz sütten çıkmış ak kaşıktı” diyenler kapsama alanımın dışındalar.

Onlar halen Süleymaniye Külliyesi’nin yanındaki Hürrem’in mezarına adak adayıp, çaput bağlamaya devam edebilirler. Nasıl olsa mala davara bir zararı yok.

Ülkemizdeki ‘bidat’ rezaletlerinin ne ilkidir ne de sonuncusu olacaktır.
Böyle düşünmeyen, böyle düşünmediğini gösteren üretimler yaptığı ya da yapacağı iddiasında olanlaradır sözüm.

Meral Okay, polis korumasında evine gidip geliyor.

Bu ülkenin en başarılı, çalışkan ve dürüst iki yönetmeni, sete başlamadan önce alınan güvenlik önlemlerini kontrol etmek zorunda kalıyorlar.
Bu proje için 1 yıldan beri bekleyen, başka proje kabul etmeyen oyuncular, işsiz kalma ve can güvenliği endişesiyle çalışmak durumundalar.

Set emekçileri bir yandan işlerini yaparken diğer yandan “taş nereden gelecek?” dikkatiyle evlerine bir parça ekmek götürme derdindeler.
Dünyanın neresinde olursa olsun, adına en zaliminden ‘linç ve sansür’ denecek bir durum karşısında siz ne yapıyorsunuz?

Ben söyleyeyim: Oluşturulan küçük iktidar adacıklarında kendi selametleriyle meşguller.



Ellere var bize yok mu?

Cafer Penahi, İran yönetimi tarafından imha edilmekte! Bir sanatçının iş göremez duruma getirilmesi imhası demektir. Penahi için evrensel bir dayanışma duygusuyla seferber olmak bir boyun borcudur. Ülkemiz sinemacıları da seferber oldular.

İyi güzel de Meral Okay ve arkadaşlarının durumunun öz ve biçim olarak Penahi’den ne farkı var diye sorarlarsa, yüzümüz kızarmadan verecek bir cevap biliyor musunuz?

Tutarlılık meselesinde hepimiz sakatlanmış durumdayız.

Che Guevera söz konusu olduğunda coşup taşan bir yürek, çoğu zaman Kaypakkaya, Deniz, Mahir ve binlerce adsız yiğit söz konusu olduğunda parazit yapmaya başlar.

Tahrir Meydanına methiye düzmek kolaydır ama Diyarbekir için düt demeye dudak ister.

Paris banliyöleri ya da Selanik sokakları hak arayanlarla çınladığında aşka gelenler, ‘Torba Yasa’yla emekçilerin çuvallanmasına kayıtsız kalmaktan hiç sıkılmazlar.

Başka coğrafyalarda olduğu zaman özgürlük mücadelesi olan bize geldiğinde terörist faaliyet oluverir.

Tutarlılık bahsindeki halimiz, fıkradaki kadından çok da farklı değildir.



Sınıf bilinci zorunluluğu

Bu mesleğe başladığımdan beri gözetmeye çalıştığım bir ilke var.
DİSK’e bağlı Sine-Sen üyesiyim ve sendikadan başka hiçbir örgütlenmeye sıcak bakmadım.

Sınıfsal bir manifesto içermeyen örgütlenmelerin, derde deva olacağına inanmam.

Sine-Sen başta olmak üzere bütün emek örgütleri bu saçmalığa kayıtsız kalmayacaklarını en etkili biçimde göstermek durumundadır.
Hele bir yol bu tepkiyi gösterelim, dizinin içeriğini her platformda ve günlerce tartışabiliriz. Üstelik sadece böyle olması durumunda tartışabiliriz.

Kendi günlük kaygılarıyla tepkilerini cılız ve mahcup tutanlar, yarın tepki vermeye bile vakit bulamayabilirler çünkü...