|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ŞİDDETİN NEDENLERİ ve PSİKOLOJİSİ
|
Prof.Dr. Oğuz Polat
psikoloji.gen.tr |
|
|
................... |
|
................... |
İnsan psikolojisinde
evrensel olarak varlığı kabul edilen ve cinsellikle
birlikte en güçlü iki dürtüden biri olan saldırganlık
ve onun sonucu şiddet, toplumda pek çok boyutta
gözlemlenen bir olgudur. Şiddet içgüdüsel olarak
varolan ve çevre etkenlerden kaynaklanan bir davranış
olarak görülür. Şiddete yol açan temel etkenler
anne,baba, çocuk, aile ilişkisi, nesillerdir
sürdürülen şiddet içeren davranışlardır. Sosyal,
kültürel ve ekonomik faktörler şiddet oluşumunda rol
oynarlar. Her geçen gün şiddetin günlük yaşamımızda
daha çok yer aldığı görülmektedir. Şiddetin bu denli
yoğun olarak günlük yaşamda yer alması da şiddetin
kanıksanmasına yol açmaktadır. Şiddet ayrıca bir
problem çözme aracı olarak kullanıldığından, bu
kanıksama şiddetin birçok boyutta kullanılmasına ve
çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkmasına neden
olmaktadır.
Son yıllarda yoğun olarak çalışılan
şiddetin farklı sınıflamaları bulunmaktadır. Şu
sınıflama genel olarak kabul gören bir sınıflamadır:
Saldırgan şiddet Kadına yönelik şiddet
Aileiçi şiddet Çocuğa yönelik şiddet Yaşlılara
yönelik şiddet İntihar (kişinin kendine yönelik
şiddeti)
Saldırgan Şiddet
Bir
kişinin başkasına zarar verme, yaralama veya öldürme
amacına yönelik, fizik kuvvet uygulayarak yaratılan,
ölümcül olabilen kişisel saldırganlıktır. Saldırgan
şiddetin en uç noktası cinayettir. Cinayet, bir
kişinin başkasına yönelik yaralama veya öldürme amacı
ile yaptığı ve sonuçta ölümün meydana geldiği
olaylardır. Öldürme olayları bazen kendini savunma ya
da ihmale bağlı olarak meydana gelen olaylar şeklinde
de görülmektedir. Saldırgan şiddet olguları adli
tıbbın en çok karşılaştığı olgu tiplerinden birisini
oluşturmaktadır. Çünkü adli tıp temelde zorlamalı
ölümleri incelediği için saldırgan şiddet sonucu
ortaya çıkan kişiye yönelik şiddet olguları yaralama
veya ölüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Öldürücü
olmayan saldırgan şiddet 4 sınıfa ayrılarak incelenir:
Basit saldırganlık, planlanmış saldırganlık, ırza
geçme, hırsızlık. Basit saldırganlık silah veya
alet olmadan yapılan, kişide küçük lezyonlar yaratan
olaylardır. Bunlar sıyrıklar ile ekimozlardır. Başka
bir tanımla ayaktan tedavi ile iyileşen olgular olarak
da tanımlanabilir. Küçük bir problemin büyütülmesinden
ortaya çıkabilen küçük çapta tartışma ile itişmeler bu
tip olaylara örnektir.
Planlanmış
saldırganlık ise 3 şekilde meydana gelebilir:
1. Bir silahla yapılan saldırılar: Burada
yaralanma olabilir veya olmayabilir. 2.
Silahsız yapılan ama önemli hasarlara yol açan
saldırılar: Diş kaybı, kemik kırığı, iç organ
yaralanmaları, bilinç kaybı ya da teşhisi konamayan
ama hastanede yatmayı gerektiren lezyonların oluştuğu
durumlardır. 3. Silahla yapılan planlanmış
saldırılar: Bu konuda yapılan çalışmalar, saldırı ve
cinayeti genellikle aynı davranış grubunda
değerlendirmekte ve cinayeti tam bir saldırı olarak
tanımlamaktadır.
Irza geçme zor kullanarak ya
da tehdit ederek, cinsel amaçlı doyum sağlamaya
yönelik eylemlerdir. Bu konuda kitapta, detaylı olarak
cinsel suçlar bölümünde anlatılmıştır.
Hırsızlık ise birisinden, para veya malın zor kullanma
veya başka bir şekilde silahlı veya silahsız olarak
alınmasıdır.
Saldırgan şiddet farklı şekillerde
de sınıflanmaktadır. Kurban-saldırgan ilişkisi, ortama
göre olmak üzere farklı şekillerde görülmektedir. Aile
içi, tanıdık olması ya da yabancı olmasına göre de
sınıflandırılmaktadır. Ancak son 30 yıldır önemli bir
toplumsal problem olarak kabul edilen şiddet, kriminal
sistemin temel problemi olarak kabul edilmesine
karşın, üretilen çözümlerin her geçen gün şiddete
bağlı olayların artışını engellemediği görülmektedir.
Şiddetin nedenleri üzerinde farklı görüşler
bulunmaktadır. Ama tüm nedenlerin ve biyolojik,
psikolojik, sosyolojik faktörlerini incelenmesi ile
kurbanlar ve saldırganlar hakkında bilgi edinilebilir.
Biyolojik faktörlerin incelenmesinde öne sürülen
faktör, bu tür suçu işleyenlerin ve olay kurbanlarının
çoğunun genç erkekler olmasının şiddetin, erkeklik
hormonu ve yaşın getirdiği biyolojik değişimlerle
ilgisi olduğunun göstergesi sayılabileceği
şeklindedir. Yapılan çalışmalarda, artan yaşla
birlikte saldırganlığın azalmasının bunu destekleyen
bir faktör olarak görülmesine karşın, bunun doğru
olarak kabul edilmesini sağlayacak veriler
bulunmamaktadır.
Psikolojik yaklaşım ise bu
konuda iki teori öne sürmektedir. Bunlardan birisi
sosyal öğrenme teorisine göre, bu tür davranışların
taklit yoluyla öğrenildiğidir. Gelişimsel teoriye göre
ise şiddeti azaltan etkenler olduğu sürece, görülme
olasılığının da azaldığı şeklindedir. Bu etkenler;
çocuk ile onu yetiştiren arasındaki sevgi bağı,
istismardan ve aşırı sert disiplinden uzak bir
çocukluk dönemi ve esnek bir iç kontrolü güçlendiren
deneyimlerin varlığıdır.
Sosyolojik yaklaşıma
göre 4 temel grupta şiddetin incelenmesi gerekir.
Bunlar; Kültürel, yapısal, ilişkisel (interaksiyonist)
ve ekonomik etkenlerdir. Kültürel nedenlere göre,
şiddetin toplumda kimi durumlarda ve belli kişilere
karşı kullanımının kabul gördüğünü ve bu çarpık
yargının kuşaktan kuşağa aktarıldığı savunulmaktadır.
Yapısal neden, yoksulluğun ve olanaksızlıkların
insanları kanuni olmayan yollardan isteklerine
ulaşmaya ittiğini öne sürmektedir. İlişkisel
yaklaşımda ise şiddetin bir dizi tahriksel davranış ve
sözler sonucunda ortaya çıktığı teorisi öne
sürülmektedir. Buna göre, eğer ortamda şiddete yönelik
davranışlar varsa, bunu gören diğer kişiler de bundan
etkilenerek aynı davranışa yönelecektir. Ekonomik
yaklaşım, kişilerin şiddet sonucunda elde
edeceklerinin kâr ve zarar hesabı yaparak, bu tür
davranışlara yöneldiklerini öne sürmektedir. Eğer kişi
yapacağı davranışın, kendisine kâr zarar bazında
yararlı olacağını düşünürse bu tip davranışa
yönelecektir. Şiddet hareketlerinin daha çok alkol ve
uyuşturucu bağımlılarında, kendilerine bu maddeleri
elde etmek için yaptıkları gözlenmektedir.
Şiddetin Nedenleri
Şiddet hangi
nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır? sorusu
üzerinde çok araştırmalar yapılan bir konudur.
Özellikle bireyin özellikleri, insanın doğasına bağlı
etmenlerin neden olabileceği yaklaşımı bugün kabul
gören görüşlerin başında gelmektedir. Bu açıdan
şiddetin oluşumundaki nörofizyolojik etmenler önemle
irdelenmesi gereken bir konu olarak dikkati
çekmektedir. Şiddet çalışmalarında ön plana çıkan
kavram saldırganlıktır. Saldırganlık saldırmaya ve
çatışmaya eğilimli olma durumu olarak tanımlanabilir.
Doğaya bakıldığında en basit organizmaların bile
yaşamlarını, içinde bulundukları çevreden gelen ve
hepsi birer saldırı olarak nitelendirilebilecek
etkilere tepki göstererek sürdürdükleri görülmektedir.
Bu konuda önemli araştırmalar yapmış olan Selye,
karmaşık organizmaların strese, yani çevreden gelen
baskılara uyum özelliklerini araştırmıştır. Doğal
yaşam koşulları içinde gerilime neden olan koşullar
(stressors) çeşitli mikroplar ya da ısı, gürültü, ışık
gibi çevre koşullarıdır. Bu yukarıda örneklenen
koşullarda çeşitli nedenlere bağlı olarak
değişiklikler olabilir. Bu değişim olduğunda vücut
bunu dışarıdan bir saldırı olarak değerlendirir ve
buna bir tepki gösterir. Bu durumda oluşan değişik
tepkilere Genel Uyum Sendromu (UGS) ismi
verilmektedir. Bu durum saldırıya uğrayan
organizmaların genel tepkisidir (İç salgı bezlerinin
işleyişindeki değişiklikler, bünyesel değişiklikler,
ateş, kalp damarlarındaki sorunlar, bayılmalar gibi
organik tepkiler). Yerel Uyum Sendromu (YUS) ise
lokal, belli bir bölgede olan iltihabı durumları
kapsamaktadır. (Ülserler, çıbanlar). Organizma önce
bir alarm evresi geçirir sonra da direnişe başlar.
Daha sonra direnç, yavaş ya da hızlı bir şekilde yok
olur.
Gerilim ile saldırganlık arasındaki
ilişki iki türlü oluşabilir. Saldırıya uğrayan
organizma, karşılık vermek için bir hedef arar ve ilk
bulduğuna yönelir. Öte yandan saldırganlığın kendisi
de, sinirlenme özellikle de kızgınlığın dışa
vurulamaması ile şiddetlenen mide, onikiparmak barsağı
ülserleri ve kalp sorunları gibi belirtilerle
gerilimin başladığı gözlenmektedir.
Delgado'nun
beyin bölgesine gönderdiği elektriksel uyarılarla
yaptığı araştırmalar, saldırganlıkları başlatan ve
durduran bölgelerin haritasının oluşturulmasını
sağlamıştır. Bu da saldırganlığın denetlenebilme ve
yönlendirilebilmesine olanak tanımıştır. Örneğin
beyincikte belli bir bölgenin uyarılması, saldırganlık
krizlerine yol açarken beyinde ön bölgede belli bir
odak uyarıldığında içtenlik ve gülümseme
sağlanmaktadır. Delgado'nun deneylerine örnek olarak,
beyinlerine uzaktan kumandalı elektrotlar
yerleştirilen boğaların saldırılarının birdenbire sona
ermesi verilebilir.
Beyin bölgeleri ile
saldırganlık arasındaki bu bağlantı, saldırganlığın
önlenebilmesi için ilaç kullanımında yararlı olmuştur.
Ruhsal denge bozukluklarının tedavisinde ya da genel
olarak sakinleştirici olarak kullanılan Fenoltiazin,
Metrobamat veya Diazepam gibi maddelere sıkça
başvurulmakta bu ile benzeri ilaçlardan saldırganlığın
önlenmesi ve denetlenmesi için yararlanılmaktadır.
Hayvanlar arasında yapılan şiddete yönelik
araştırmalar ise ilginç sonuçlar vermiştir.
1. Türler arası şiddetten söz etmek olası
değildir. Değişik türden hayvanlar doğal ortamda
dağılırlar ve birbirleriyle karşılaşmamaya gayret
ederler. Çatışmalar sadece avlanma amacıyla çıkar ve
vahşet düzeyi çok yüksek olmamaktadır. Avcı avını
öldürmeye, av ise ya kaçmaya ya da kendini savunmaya
çalışır. 2. Gerçek saldırganlık tür
içindedir. Yani aynı türün bireyleri arasında görülür
ve bir içgüdüye benzer. Başka bir deyişle
programlanmış ve otomatik bir görünümü vardır.
Harekete geçirici belli etkiler tepki görür ve belli
saldırgan davranışlara yol açarlar (belirtiler:
tehdit, olay, sakinleşme). Saldırganlık belirtileri
aynı zamanda birer araştırma tanıma isteğinden de
kaynaklanmaktadır. 3. Bu tip
saldırganlıkların belirli bir işlevi olduğu, fonksiyon
gördükleri izlenmektedir. Bireylerin alana, çevredeki
barınma olanakları ölçüsünde yayılmalarını
sağlamaktadır. Güçlü erkeklerin dişilere daha rahat
yaklaşabilmelerine olanak sağlayarak cinsel alanda
etkili olmakta ve gruplar içinde egemenlik
düzenlerinin oluşmasını sağlamaktadır. Sonuçta şiddet
güçlünün egemenliğini sağlayarak saldırganlığında sona
ermesi sonucunu getirmektedir. 4. Tür içi
saldırganlığın yok edici yanı yoktur. Hem hayvanların
pençe, diş ve boynuzdan ibaret silahları fazla
tehlikeli değildir, hem de saldırganlık belli
ölçülerde yaşanmaktadır. Tüm hayvanlar öncelikle
kendilerini korumaya çalıştıklarından şiddetin
etkisinin azaldığı gözlenir. Öncelikle zayıfın
ortamdan kaçmasını sağlamaya yönelik şiddet gösterisi
gözlenmektedir. Boyun eğme kuralları ise, zayıfa
güçlünün egemenliğini kabul etme ve şiddetinden
korunma olanağını tanır. 5. İçgüdünün yapay
ortamlarla karşılaşması ya da bireyin başarısız olması
gibi özel koşullarda tür içi saldırganlık,
lethalizasyon adı verilen patolojik davranışlara da
yol açabilir. Bu laboratuvar ortamında, hayvanat
bahçelerinde, sirklerde, bazı evcil hayvanlarda
görülen nörotik davranışlara, sapkınlıklara, öldürme
hırsı gibi davranış bozukluklarına neden olmaktadır
Doğal saldırganlık yönelebileceği bir hedef bulamazsa
ya da koşullandırmalar yüzünden etkiler
belirsizleşirse hayvan şiddeti kendine karşı
uygulamaya, yavrularını yemeye, patolojik
davranışlarda bulunmaya başlar ve grup içinde
çatışmalar çıkar.
İnsanlarda da bütün diğer
hayvanlarda olduğu gibi saldırganlık vardır. İlk
insanlarda bu içgüdünün uyumsal bir yanının olduğu
düşünülebilirse de, insanlar çevrelerine egemen olmaya
başladıkça, kalabalık gruplar oluşturacak yaşam
modellerini geliştirdikçe bu içgüdü zararlı olmaya
başlamıştır. İnsanların yaratıcılıkları ve silahların
gelişimi de zararın artmasına neden olmuştur.
Kuralların her zaman işlevsel olmadığı görülmüştür.
Geçen zaman içinde toplulukların boyutları bireyler
arasındaki mesafeyi ve iletişim bozukluklarını
arttırmıştır. Sonuçta insanlığın saldırganlığı türler
arası boyuta taşıdığı gözlenmiştir.
G.
Bataille, insanın yaratıcı, meraklı araştırmacı ve
çeşitli yöntemlerle sınırlarını sürekli zorlayan bir
yaratık olduğunun altını çizmiştir. Alet kullanan
insan, hayvanı doğanın sürekliliğini, bilgisine hizmet
edebilecek ve yönetilebilecek nesnelere ayırır. Burada
ilk şiddet olgusu görülmektedir. Bu şiddet, yaratıcı
bir şiddettir. İnsan süreklilikten, dolaysızlıktan ve
giderek doğadan kopar, kuralların hiçe sayıldığı bir
aşırılıklar dünyasına girer.
Şiddetin
Psikolojisi
Şiddet ve saldırganlık değişik
yaklaşımlarla irdelenmişlerdir. Bunların bir bölümü
genel psikolojiden yola çıkarak saldırganlığı ve
nedenlerini, incelemiş ve saldırgan davranışların
incelenmesiyle oluşan kuramlar önermişlerdir. Bir grup
araştırmacı şiddet yanlısı veya saldırgan kişilikleri
birer klinik olgu olarak görmektedir. Bazı uzmanlar
ise saldırganlığa dayanan ilişkileri toplumsal
etkileşim olarak algılarlar.
Çalışmalar belirli
unsurlarla saldırgan davranışlar arasındaki ilişkinin
kurallarını araştırır. Araştırmalar genel olarak
deneysel ve istatistikseldir. Davranışçı
(behaviorist) ya da yeni davranışçı (neo behaviorist)
türden mekanik kuramlar kızgınlık ve saldırganlık
tepkilerine yol açan etkilerden söz ederler.
Hareket olanaklarından, yiyecekten veya içecekten
yoksun bırakılan, genel anlamda kısıtlamalarla karşı
karşıya kalan çocuklarda hiddet belirtileri görülür.
Aşırı sıcaklığın, gürültünün ve nemin saldırganlığa
etkileri deneylerle saptanmıştır. Büyük yerleşim
merkezlerinde ve kalabalık semtlerde ara sıra yaşanan
(gürültücülere karşı ölümcül öfke buhranları gibi) yaz
faciaları genellikle böyle nedenlere dayanır.
Başka bir açıdan bakarak yapılan araştırmalar,
karakter ve psikoloji, bazı ani hareketlerin, keskin
ve düzensiz şekillerin korku ve düşmanlık
uyandırdıklarını göstermiştir. Son olarak saldırganlık
öğreti ve koşullanmalarının son derece dirençli
olduğunu ve kişiliğin bütününü kapsadıkları
görülmektedir.
Psikolojik kuramlardan bazıları
saldırganlığın öğrenilmesinde örneklerin önemini
vurgulamaktadırlar. Saldırganlık ve şiddet, duygusal
yükü fazla birtakım örnekler yolu ile öğrenilir.
Örneğin genç suçluların çoğu, çocukluklarını
geçirdikleri aile çevrelerinde dayak veya şiddet
görmüşlerdir. Bandura'nın araştırmaları basında
yayınlanan saldırgan davranış örneklerinin çocuklar
üzerinde, özellikle de sorunlu çocuklar üzerinde
yaptıkları etkiye dikkat çekmektedir. Saldırganlık ya
taklit yoluyla, ya saldırgan içgüdülerin serbest
kalmasıyla ya geçmişte oluşmuş saldırgan davranış
eğilimlerinin su yüzüne çıkmasıyla ya da genel tahrik
unsurunun artmasıyla oluşmaktadır.
Dinamik
psikoloji açısından J. Dollard'ın bu konudaki
çalışmaları önem taşımaktadır. J.Dollard'ın ana
kuramı, saldırganlığın 'Bir öznenin etkilere karşı
yasak tepkiler gösterme durumu' anlamında huzursuzluk
karşısında gösterilen ilk ve karakteristik tepki
olduğudur. Saldırganlık, huzursuzluğun tahrik gücü,
tepki girişimi (interférance) derecesi ve yol açtığı
tepki ile doğru orantılı olarak azalır ya da çoğalır.
Başka bir deyişle, etki ne kadar güçlü olursa
huzursuzluk o kadar yoğun olur ya da saldırganlık,
huzursuzluğun davranış biçimlerini etkilediği oranda
etkili olur. Şiddet, doğrudan doğruya huzursuzluğun
kaynağına yönelir. O da yasaklanmışsa, dolaylı
saldırganlıklar ya da öznenin kendi kendine karşı
giriştiği saldırganlık hareketleri görülmeye başlar.
Sonuç olarak saldırganlık, huzursuzluğun boşalma ve
patlama şekli olarak kabul edilebilir. Şiddet ve
türevlerinin psikolojisi büyük ölçüde Selye'nin
gerilim ve sonuçları hakkındaki görüşlerine dayanır.
Bu savlar, deneysel yollarla kanıtlanmışlardır.
Örneğin bebeklerin yoksun bırakıldıkları süt miktarı
ile kızgınlık derecelerinin oranları ölçülmüştür.
Buradan çıkarılabilecek yorumlar, J. Dollard ve
yardımcıları tarafından, toplumsal yaşamın çeşitli
yönlerini kapsayacak şekilde geliştirilmişlerdir.
Eğitim olanaklarına veya ekonomik ya da cinsel
olanaklara ulaşamamanın, bu olanaklardan yoksun
kalmanın yarattığı huzursuzluklar günümüz
toplumlarında yaşanan saldırganlıkların bir boyutunu
açıklayabilmektedirler.
Klinik araştırmalar,
saldırgan kişiliklerin oluşmasında etkin olan sarsıcı
(travmatik) unsurları, huzursuzlukların rolünü,
parçalanmış ailelerin ve aile bunalımlarının önemini,
kişilik bölünmesi ve paranoya kişilik oluşma
süreçlerinin yerini vurgulamaktadırlar. Bu alanda
Dicks'in Nazi Almanya'sı yenilgisinden sonra savaş
suçlularının kişilikleri üzerinde yaptığı incelemeler,
Fromm ve Bettelheim'in toplama kamplarında durumun,
mağduriyetin ve saldırganlığa karşı direnişin ruh
durumları konularındaki araştırmaları çok önem
taşımaktadır. Psikanaliz, nefret, mazoşizm, sadizm,
paranoyak veya içekapanık (şizoid) kişilik yapıları
gibi kavramların derinlemesine incelenmesine olanak
sağlanmış ve klinik açıklamaların kavramsal
temellerinin yenilenebilmelerinde bu çalışmaların
katkılarından yararlanmışlardır.
İstatistiksel
araştırmalar ise insanın kendine karşı uyguladığı ve
intihara kadar ulaşabilen saldırganlık ile başkalarına
karşı uyguladığı saldırganlık arasında, sanki aynı
saldırganlık, yerine göre öznenin kendisine, yerine
göre de dış dünyasına karşı uygulanmıyormuşçasına bir
bağ olduğunu ortaya koymuşlardır. Aşk cinayetleri ve
buna benzer bazı suç türleri, narsistik tipler için
intiharla özdeştir. Sadece kurban değişmekte, öznenin
kendisi değil de bir başkası olmaktadır. Durkheim'in
büyük araştırması başta olmak üzere, intihar hakkında
yapılan sosyolojik çalışmalar, kişinin kendine ve
başkasına doğru yönlendirdiği saldırganlığın dönüştüğü
konusunda benzer sonuçlara ulaşmışlardır.
Bilimin bu dalı da saldırganlığı ev şiddeti ve buna
bağlı etkileşimsel durumlar bağlamında incelemektedir.
Her ne kadar hiçbir yaklaşım şiddetin ve
saldırganlığın belirli durumlarda oluştuğunu,
saldırgan ve kurban olarak nitelediğimiz tarafları
karşı karşıya getirdiğini, bunların saldırı ve şiddet
olaylarında oynadıkları "kurban ve saldırgan" rolleri
ile birbirlerini karşılıklı olarak
koşullandırdıklarını göz ardı etmemesi gerekir. Bazı
ilginç deneyler, olayların ve grupsal ile erksel
etkenlerin özde toplumsal boyutları üzerinde
yoğunlaşmışlardır.
Fromm tarafından açıklanan
Zimbardo deneyleri, cezaevi yaşamını incelemeyi
amaçlayan bir çalışma sırasında normlar denekleri
rastgele iki gruba ayırmış, bir grup gardiyanlık
görevini üstlenirken, diğer grup da hükümlü rolü
oynamıştı. "Gardiyanlar", rollerini son derece ciddiye
almışlar, hatta bir süre sonra gerçek birer gardiyan
gibi davranmaya başlamışlardı. Mahkumlar ise
tutuklanış biçimleri durumlarını anlamalarına fırsat
vermiyordu. Seçildikten sonra gerçek polisler
tarafından gerçekten tutuklanmışlardı, genel bir
bunalım ve mazoşizm aşaması geçirmişlerdi. Hemen
hepsinde durumlarının belirsizliğinden kaynaklanan ve
suçlulara özgü bir isteksizlik meydana gelmişti.
Bu deney, ahlaksal yönü tartışılabilir ise de
sonuçları açısından önemlidir. Hem toplum içinde
yüklenilen rollerin gücüne işaret etmekte hem de
yurtlarından sürülmüş, kamplarda toplanmış kitleler
üzerinde sürdürülen çalışmaların sonuçlarını
doğrulamaktadır. Kişilik tek başına belirleyici
değildir. Durumun yapısına göre, kurbanların
davranışları özellikle de gerçekten suçsuz iseler
büsbütün zavallılaşmakta, gardiyanların saldırgan
tutumları ise katlanma eğilimi göstermektedir.
Milgram'ın ünlü deneyleri de, daha radikal olmakla
birlikte aynı doğrultudadırlar. Milgram deneklerini,
bir bellek deneyi yapma bahanesiyle toplamıştı.
Deneyler bir bilim adamının gözetiminde yapılıyordu.
Deneklerin, kobay olarak belirlenmiş başka deneklerin
öğrenme yeteneklerini sınamaları gerekiyordu. Hata
gördükleri taktirde, ceza olarak, 15 volttan 300 volta
kadar giderek artan şiddetlerde elektrik akımı verme
yetkileri vardı. Gerçekte ise bu bir düzendi. Elektrik
akımı verilmiyordu. Kobaylar denekler tarafından
görülemeyecekleri biçimde yerleştirilmişlerdi ve sözde
elektrik akımı verildiğinde, bir ses düzeninden daha
önce kaydedilmiş gerçek çığlıklar, denekler tarafından
atılıyormuş gibi yükseliyordu. Alınan sonuçlar
şaşkınlık vericiydiler. İlk çarpıcı nokta, ceza verme
yetkisi ile donanan deneklerin hiçbirinin itiraz
etmemesi oldu. Bunlar "işe" başlamadan önce, acı
verici ve tehlikeli olabilecek derecede ceza
aşamalarında duracaklarını belirtmişken, hepsi de
tehlikeli sınırı aşmış, hatta yüzde 60'ı deneyi sonuna
kadar sürdürmüştü. Yüzlerini gergin ve üzgün ifadeler
kaplamış ve kendilerini bilime hizmet ediyor olmakla
savunmaya çalışmışlar fakat gerçek şu ki,
karşılarındaki insanlara elektrik vermekten
çekinmemişlerdir.
Bu deneyler göstermektedir ki
her şeyden önce insanlar kendi itaatkarlık ve
saldırganlıklarını çok kötü değerlendirmektedirler.
Akım gücü tehlikeli düzeylere erişince duracaklarını
söyleyenler, deney sırasında hiç de öyle
davranmamışlardır. Başka bir deyişle insanlar,
özerkliklerine aşırı güven duymaktadırlar. Söz konusu
şiddet olunca, hiç kimse sınırlarını bilememektedir.
Bu deneyden alınması gereken bir başka ders ise,
denekler içinde çok yüksek oranda kişilerin,
yetkililere körü körüne itaat ettiği, giderek
yüklendiği görevi iyi yapmak ve aldığı ücreti hak
etmekten başka bir şey düşünmediği gerçeğidir.
Kendisine itaat edilen kişinin "yetkili" olmasının
önemini iyice vurgulayabilmek için, deneklerin, bilimi
temsil eden bir üniversite öğretim üyesi tarafından
değil de herhangi birisi tarafından verildiğinde, ilk
inlemeleri duyar duymaz deneyden vazgeçtikleri de
dikkati çeken bir gözlemdir. Milgram deneylerinden
alınacak en çarpıcı ders, sadizmle uzaktan yakından
ilgileri bulunmayan, belirgin sapma özellikleri
göstermeyen kişilerin bile, itaat ve yetkililere boyun
eğme ilkeleri uğruna birer işkenceciye
dönüşebilmeleridir. 20.yüzyılda yaşanan toplama
kampları olgusu hakkında yapılan araştırmalar ve
başvurulan tanıklıklar, yetkililere itaatin
ulaşabileceği korkunç boyutların daha iyi
anlaşılabilmesini sağlamıştır. H. Arendt'in, Nazi
Almanya'sındaki Yahudi sorununa bulunan "kesin
çözüm"ün başta gelen örgütleyicilerinden Eichmann gibi
korkunç, bir o kadar da sıradan kişilikler hakkında
kullandığı deyimi anımsatarak sorunun "kötülüğün
olağanlığı" olduğunu ve duruma göre herkesin bir
cellada dönüşebileceği söylemek yanlış olmamaktadır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|