O ne acayip laf öyle!
Kim madeni
paralamış? Nerden çıkınlaştırmışlar?
İngilizce şarkılarda 'Love me or leave me' var
diyelim. 'Sev beni, ya da bırak.' Ama aşkı bir
durum söz konusu.
Yeterince Sevilmediğine İnanan (hep öyle 1
taraf vardır) bu 'eksik bırakılmışlık'
duygusuna daha fazla katlanamıyor. Madem tam
sevmeyeceksin/ruhumu doyuracak kadar.
Eee, iyi çek git o zaman bütünüyle. Beni de
süründürme durumları. Git ki, daha fazla
parçalama yüreğimi, hadisesi.
Yani
böylesine 'özel'-'iki kişiye ait' bir duygu
kartopulanması olarak haddinden fazla
anlıyorum bu lafı.
Ama hangi faşist
ideologlar ithal ettiler tercümenlendirip?
Sonra nasıl milliyetçi yığınların eline geçti?
Diline düştü? Nasıl spreylendi duvarlara?
Kurumsallaştı? Askeriyeleşti filan? Maçlarda
bez afişlere yazılır hale geldi? Ancak iki
kişilik bir ilişkinin özelinde
dillendirilebilecek 1 nevi sızlanma hali,
sonra nasıl bazı 'takımların' birilerine, ya
da tek bir kişiye haykırabildiği bir slogana
dönüştü. O korkutucu laftan 'YA SEV YA TERK
ET'ten söz ediyorum. Anladınız.
Kim
bunu haykıranlar? Ellerinde sevgi kantarı mı
var? Ya da eczacıların/kuyumcuların kullandığı
hassas tartılardan? Gramını bile tespit
edebiliyorlar? Diyelim beş miligramın altında
seven herkesin defolup gitmesini istiyorlar.
Bekliyorlar. BU topraklardan.
Peki
hakikaten kim onlar? Memleketin gerçek
sahipleri mi? Çok seven kalpleri mi?
Üstün sevgileri mi onlara sevgi baremini
geçemeyenleri kovma hakkını tanıyor? Maddi:
mülk sahipleri mi yani onlar; manevi: kalp
sahipleri mi? Tam olarak NE onlar?
'Sen
kimsin ve kimi, kimin memleketinden
kovuyorsun?' demek istiyorum kısaca. NE HAKLA?
Bir de bu lafı özellikle haykıranların
gidecek hiçbir yerinin olmaması ilginç tabii.
Diyelim Pelitli beldesinde, stadyumlarda,
Yozgat'ta, Mersin'de bi yerlerde bi yerlerde
birileri hayali kiracılarına bu sloganı
bağırma cüretini kendinde buluyorsa,
bulabiliyorsa- Bu yığınların pasaportu yok
diyelim. Pasaport alsalar, vize almalarının
imkânı yok. Ama vize aldıkları anda
-herhangi bir yere- topuklamaları da an
meselesi. İstatistikler bunu gösteriyor. Ha
bire.
Zira bu topraklarda bu sloganı
haykırarak ruhlarını doyurmaya/kendilerini iyi
hissetmeye çalışanların işleri yok,
dolayısıyla güçleri yok, sağlık güvenceleri
yok, kendilerine ait evleri yok, tarlaları
yok, tahsilleri yok- yok babam yok. En can
alıcısı da (bu yüzden can alıyorlar ya da
almak istiyorlar belki de) GELECEKLERİ YOK.
HİÇBİR gelecekleri YOK.
"Şurada şişme
bi bot var. Doluşun da Yunanistan'a kaçıralım"
desen, atlayıp kaçmaya çalışacak on
binlercesi. Yüz binlercesi. O denli hiçbir
'şeyleri' yok. Geleceğe dair en ufak bir
umutları. Yok oğlu yok.
Onun için de
böylesi denetimsiz bir saygısızlıkla bu
topraklara en az onlar kadar ait (ve esasında
daha da ait) insanlara, bu topraklarda en az
onlar kadar hak sahibi (ve esasında daha da
hak sahibi) bu topraklarla en az onlar kadar
ilgili (esasında çok çok daha 'ilgili' ve de
'bilgili') insanlara ciğerlerini paralayarak
bu ne idüğü belirsiz sloganı haykırıyorlar.
Haykırabiliyorlar işte. Maksat kendilerini
azıcık iyi hissedebilsinler. Bir zerkçik. Bir
miligramcık. Bir dozcuk. Yeter. Yeter.
(Sonra daha da, daha da fazlasını istemek ve
haykırmak üzre zehrin.
Bünye tabii- böyle.)
Ben oysa vatanımla
ilişkimi en çok annemle olan ilişkime
benzetirim. (Adı üstünde: Ana vatan.)
Nasıl annemi bazen çok, bazen az seversem,
sevdiysem; annem nasıl bazen utandırdıysa
beni, ona benzememeye ant içtiysem, yemin
ettiysem ya da annem aklıyla, yüreğiyle,
cömertliği ve vicdanıyla kimi zaman nasıl
ezdiyse beni; ondan ne denli az olduğum için
yetersizlik duygularıyla kıvrandıysam.
Aynen öyle bir aşk/nefret ilişkisidir
vatanımla yaşadığım. Alabildiğine şahsi bir
ilişkidir. Kimsenin müdahalesini istemem. Ve
alabildiğine girift bir ilişkidir: girintili
çıkıntılıdır, inişli çıkışlıdır. Ama aynen
annemle olan ilişkimde olduğu gibi, hayatımın
en mühim ilişkisidir. Hayatımın üstüne kurulu
olduğu derttir.
Bu, benim için öyledir.
Nasıl dışardan birisi annemi
sevmiyorsa, saymıyorsa o insana diş
bileyebilirsem, muhtemelen bileyeceksem;
anneme yapılabilecek herhangi bir saygısızlık
beni derinden yaralayıp çileden çıkarabilecek
ise, annem konusunda çok koruyucu ve korunmaya
muhtaç isem, annemi sevip sevmeme hakkımın da
yalnız ve yalnızca bana ait olduğunun
bilinmesini isterim.
Severim ya da
sevmem- sana ne?
Terk ederim ya da
etmem- keyfim bilir:
Annemle o an
içinde bulunduğum halet-i ruhiye.
Bunca
inişli çıkışlı med cezirli bir ilişkide
diyelim dışardan bakan tuhaf ve kör bir gözün
annemle beni yargılamasını da istemem. Ve asla
kabullenemem. BU benim 'özel' ilişkim.
Yalnızca beni alakadar eder.
Kendi
memleketimizi, kendi memleketimizde eleştirme
hakkına NE kadar sahibiz? İşte mesele tamamen
burada.
Zira anneleriyle hakiki bir
ilişki, samimi bir sevgi bağı kuramayan
çocuklar; eleştiremezler de annelerini. Onunla
ilgili, rahatsız oldukları gerçekleri
dillendiremezler. Oysa annem bana bu özgürlüğü
sonuna kadar tanıdı. Beni sonuna kadar
eleştirdi, ben de onu sonuna kadar eleştirdim,
didik didikledim. Bu yakınlıkta bir ilişkidir,
karşılıklı hakkımızdı bu. Samimiyetimiz evet
acıtıcıydı, ama mutluluğumuzdu.
Kim
daha vatansever yarışmasına çıktığımız, zorla
çıkartıldığımız bu günlerde, benim için 'ana
vatanımın' ne anlama geldiğinden söz etmek
ihtiyacını hissettim. Yarın da başka bir
milliyetçi tip paranoya olan 'Üç Beş Çıkar
İçin Yurdunu/Milletini El Âleme Şikâyet
Etmek'ten bahsedeceğim herhalde.
Dallandırıp budaklandıralım yani.
|