ÖNGÖRÜ

Mahir Kaynak

Star Gazetesi, 20 Ağustos 2006

                         
...................
...................

Önceden göremediğiniz ve çözüm için teorik bir model oluşturamadığınız bir sorunu başarıyla çözmeniz, imkansız olmasa bile, zordur. Birinde başarılı olsanız bile bir başkasında, kazandıklarınızın hepsini birden kaybedebilirsiniz. Mesela bir soru soralım ve buna cevap arayalım: Ülkesi işgal edilen Iraklılar ABD ile mücadele ederken, halkın ortasına bomba atmalı mıdır? Batı ile ihtilafları olan kimseler metroları, halkın yoğunlukla yaşadığı yerleri bombalamalı mıdır?

Bu sorunun iki cevabı var. Karşı taraf insafsızca sizi sömürüyor, özgürlüklerinizi elinizden alıyor, inançlarınıza ve değerlerinize saygı göstermiyorsa onunla her yola baş vurarak mücadele etmek en doğal hakkınızdır. Sıradan halk bunu desteklediği ve sonuçlarından faydalandığı için hedef olması doğaldır.

Aslında sorun bir ahlak ve hukuk sorunu değildir. Bu yol başarı şansının olup olmadığı açısından da irdelenmelidir. Benim kanaatim izlenen yol karşı tarafın rahatsız olduğu ve korktuğu bir yol değildir. Mücadele edenler, bilerek ve istenerek, bu yola sevk edilmektedir. Batı dünyası modern silahlar, üstün teknolojiler peşinde koşarken onunla mücadele edenlerin sadece vatanseverlik, inançlara bağlılık ve onun için her türlü fedakarlığa hazır olmakla yetinmesi ve başarı şansının kendi tarafında olduğuna inanması aymazlıktan öte bir anlam taşımaz.

Bir insan savaş aracı olarak neyi kullanıyorsa onu tüketir. Bir taraf çatışmada silahlarını kullanıp onu tüketirken öbür taraf vatanseverliğini, inançlarını kullanırken onu tükettiğinin farkına varmaz. En üstün ideallere sahip olanlar, bir süre sonra, hiçbir değer yargısı olmayan ölüm makinelerine dönüşür. Giderek kendisi gibi düşünmeyen, inançlarını paylaşmayan herkesi düşman olarak görür ve çevresini tasfiyeye başlar. Tek kişi kalıncaya kadar.

Artık insanlar yaptıklarına ve düşündüklerine göre değil kim olduklarına göre sınıflandırılır. Bir Sünni için Şii yabancı hatta düşmandır. Onun düşüncelerinin sizinle benzeşip benzeşmediğinize bile bakmazsınız. İnsanları birbirinden faklılaştıran bir çok faktör olduğu için ayrışmaların sınırı yoktur ve düşmanlarınız hiçbir sınır tanımadan çoğalır.

Bu ayrıştırma bazen herhangi bir itham taşımadan ve düşmanlık içermeden yapılır ama sonuç bundan tamamen farklı olabilir. Mesela son zamanlarda ortaya atılan Sabetaycılık iddiaları neyi amaçlamaktadır? İddia sahipleri kimseyi itham etmediklerini söyleseler bile bir genelkurmay başkanı atmasında bunun kullanıldığı ve Sabetay olmanın bir sakınca olduğu söylenmedi mi? İnsanların böyle bir geçmişi olsa bile, bunun bir anlamı olmadığını söylemek yerine olmadıklarını savunmaya kalkışması yeterli değil mi?

Türkiye bu ve benzeri musibetlerden kurtulmalıdır. Uzun zamandır kullandığım bir sloganın yaygınlaşmasını çok isterdim. Ben bir insanı değerlendirirken kim olduğuna değil ne yaptığına bakarım.

Bir konuda nasıl davranacağımızı açıkça ilan etmenin zamanıdır. Kendimize , herhangi bir nedenle yakın hissettiklerimizi, ne yaparlarsa yapsınlar, destekleyecek miyiz yoksa yapılanlar da taraf olurken değerlendirilecek mi?

Ülkemizde bir isyan çıkarsa ya da bir huzursuzluk söz konusu olursa bunu bertaraf etmek için hiçbir kurala bağlı olmadan mı hareket edeceğiz yoksa bir devletten beklenen şeyleri mi yapacağız. Tekrar ediyorum: Bunları sadece ahlaklı ve demokrat olmak için söylemiyorum. Başarının büyüklerin hakkı olduğunu, büyüklüğün davranışlarla şekilleneceğini düşünüyorum. Susurluklarla hiçbir sorunun çözülebileceğine inanmıyorum.

Çevremizde her türlü ilkesizliğin olduğu bir mücadele cereyan ediyor. Petrol zengini ülkeler paralarını finans piyasalarında kullanıyor ya da lüks oteller yapıyor. Ne teknolojiyle ne de üretimle bir ilgileri yok. Onların değer yargılarını, mücadele metotlarını benimseyerek varılacak bir yer yok.