Önceden
göremediğiniz ve çözüm için teorik bir model
oluşturamadığınız bir sorunu başarıyla çözmeniz,
imkansız olmasa bile, zordur. Birinde başarılı olsanız
bile bir başkasında, kazandıklarınızın hepsini birden
kaybedebilirsiniz. Mesela bir soru soralım ve buna
cevap arayalım: Ülkesi işgal edilen Iraklılar ABD ile
mücadele ederken, halkın ortasına bomba atmalı mıdır?
Batı ile ihtilafları olan kimseler metroları, halkın
yoğunlukla yaşadığı yerleri bombalamalı mıdır?
Bu sorunun iki cevabı var. Karşı taraf insafsızca
sizi sömürüyor, özgürlüklerinizi elinizden alıyor,
inançlarınıza ve değerlerinize saygı göstermiyorsa
onunla her yola baş vurarak mücadele etmek en doğal
hakkınızdır. Sıradan halk bunu desteklediği ve
sonuçlarından faydalandığı için hedef olması doğaldır.
Aslında sorun bir ahlak ve hukuk sorunu
değildir. Bu yol başarı şansının olup olmadığı
açısından da irdelenmelidir. Benim kanaatim izlenen
yol karşı tarafın rahatsız olduğu ve korktuğu bir yol
değildir. Mücadele edenler, bilerek ve istenerek, bu
yola sevk edilmektedir. Batı dünyası modern silahlar,
üstün teknolojiler peşinde koşarken onunla mücadele
edenlerin sadece vatanseverlik, inançlara bağlılık ve
onun için her türlü fedakarlığa hazır olmakla
yetinmesi ve başarı şansının kendi tarafında olduğuna
inanması aymazlıktan öte bir anlam taşımaz.
Bir insan savaş aracı olarak neyi kullanıyorsa onu
tüketir. Bir taraf çatışmada silahlarını kullanıp onu
tüketirken öbür taraf vatanseverliğini, inançlarını
kullanırken onu tükettiğinin farkına varmaz. En üstün
ideallere sahip olanlar, bir süre sonra, hiçbir değer
yargısı olmayan ölüm makinelerine dönüşür. Giderek
kendisi gibi düşünmeyen, inançlarını paylaşmayan
herkesi düşman olarak görür ve çevresini tasfiyeye
başlar. Tek kişi kalıncaya kadar.
Artık
insanlar yaptıklarına ve düşündüklerine göre değil kim
olduklarına göre sınıflandırılır. Bir Sünni için Şii
yabancı hatta düşmandır. Onun düşüncelerinin sizinle
benzeşip benzeşmediğinize bile bakmazsınız. İnsanları
birbirinden faklılaştıran bir çok faktör olduğu için
ayrışmaların sınırı yoktur ve düşmanlarınız hiçbir
sınır tanımadan çoğalır.
Bu ayrıştırma bazen
herhangi bir itham taşımadan ve düşmanlık içermeden
yapılır ama sonuç bundan tamamen farklı olabilir.
Mesela son zamanlarda ortaya atılan Sabetaycılık
iddiaları neyi amaçlamaktadır? İddia sahipleri kimseyi
itham etmediklerini söyleseler bile bir genelkurmay
başkanı atmasında bunun kullanıldığı ve Sabetay
olmanın bir sakınca olduğu söylenmedi mi? İnsanların
böyle bir geçmişi olsa bile, bunun bir anlamı
olmadığını söylemek yerine olmadıklarını savunmaya
kalkışması yeterli değil mi?
Türkiye bu ve
benzeri musibetlerden kurtulmalıdır. Uzun zamandır
kullandığım bir sloganın yaygınlaşmasını çok isterdim.
Ben bir insanı değerlendirirken kim olduğuna değil ne
yaptığına bakarım.
Bir konuda nasıl
davranacağımızı açıkça ilan etmenin zamanıdır.
Kendimize , herhangi bir nedenle yakın
hissettiklerimizi, ne yaparlarsa yapsınlar,
destekleyecek miyiz yoksa yapılanlar da taraf olurken
değerlendirilecek mi?
Ülkemizde bir isyan
çıkarsa ya da bir huzursuzluk söz konusu olursa bunu
bertaraf etmek için hiçbir kurala bağlı olmadan mı
hareket edeceğiz yoksa bir devletten beklenen şeyleri
mi yapacağız. Tekrar ediyorum: Bunları sadece ahlaklı
ve demokrat olmak için söylemiyorum. Başarının
büyüklerin hakkı olduğunu, büyüklüğün davranışlarla
şekilleneceğini düşünüyorum. Susurluklarla hiçbir
sorunun çözülebileceğine inanmıyorum.
Çevremizde her türlü ilkesizliğin olduğu bir mücadele
cereyan ediyor. Petrol zengini ülkeler paralarını
finans piyasalarında kullanıyor ya da lüks oteller
yapıyor. Ne teknolojiyle ne de üretimle bir ilgileri
yok. Onların değer yargılarını, mücadele metotlarını
benimseyerek varılacak bir yer yok.
|