Özet
SSCB’nin dağılmasından sonra Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasında
ortaya çıkan yeni devletlerle kurulacak ilişkiler meselesi, Soğuk
Savaş döneminde Batı ile kurduğu güvenlik bağlantılarını temel
alan ve göreli olarak statükoculuğa dayanan geleneksel dış
politikasını sürdürmenin imkansız olduğunu gören Türkiye’nin
1990’lar boyunca dış politika gündeminde önemli bir yer tuttu.
Yeni kurulan devletler için “model” olma konusunda, bölgeye komşu
Rusya, İran ve Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı çekişme, dış
politikada bu yeni ortaya çıkan devletlerle ekonomik, sosyal ve
kültürel işbirliğini sağlayacak yeni ve daha dinamik bir
yapılanmanın gerekliliğini gösterdi.
Bu çalışmada, Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin Orta Asya ve
Kafkaslarda izlediği politikalarda, daha etkili ve dinamik
işbirliği süreçleri geliştirmek üzere kurulan TİKA’nın dış
politikadaki yeri açıklanıp, 1990’lardaki faaliyetleri ile 2000’li
yıllarda geçirdiği dönüşümün Türkiye’nin dış politikasında yaşanan
değişimlerle olan paralelliği ve bunun niteliği tartışılmaya
çalışılacaktır.
1. GİRİŞ
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle uluslararası sistem yeniden bir
yapılanma sürecine girmiştir. Bu süreç içerisinde, kuruluşundan
beri dış politikasını “Batı ittifak sistemleri içinde yer alma” ve
“statükoculuk” ekseninde oluşturan Türkiye, Soğuk Savaş süresince,
Batı ile “jeostratejikönemini” kullanarak kurduğu ekonomik,
politik ve askeri ilişkilerin devamlılığının mümkün olmadığını
fark etmiştir. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle, özellikle Avrupa
ülkeleri giderek daha“güvenli” bir ortama kavuşurken, Türkiye, üç
yanında ortaya çıkan yeni çatışma bölgelerinin yarattığı
sorunlarla karşı karşıya gelmiştir.
1980’lerde AT ile ilişkilerin tıkanması, 1990’larda SSCB’nin
dağılması ve Kafkasya’da, Orta Asya’da yeni devletlerin ortaya
çıkması, Türkiye’nin dış politika gündeminde “Avrasya seçeneği”ni
tartışmaya açmıştır. Kafkaslar ve Orta Asya’da ortaya çıkan yeni
devletlerle kurulan ilişkiler,Türkiye’nin geleneksel dış politika
çizgisinde köklü bir değişime işaret etmektedir. Bu yazıda, bu
değişim sürecinin ulusal ve uluslararası dinamikleri incelenip,
Türkiye’nin bölgeye olan ilgisinin başladığı 1990’ların
başlarından itibaren yürüttüğü politikalarında, hem nitelik hem
nicelik olarak yaşanan gelişmeler ortaya konulacaktır.
Bölgede yeni kurulan devletler ile kurulan ilişkilere
baktığımızda, değişim sürecini kapsayan1989-1991 döneminde
Türkiye, henüz belirsizliğini koruyan ve nereye gideceği belli
olmayan Sovyet cumhuriyetlerindeki milliyetçi hareketlere karşı
ilgisiz, Moskova merkezli bir dış politika izledi. Orta Asya -
Kafkas ülkelerinin birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan
etmelerini takip eden1991-1995 döneminde ise Türkiye bu devletleri
tanıyan ilk devlet olarak bölgede model ve lider olma çabasına
girişti. Rusya Federasyonu’nu göz ardı eden, hatta bölgedeki Rus
etkisini kırmaya yönelik aktif bir politika izledi. Aynı dönemde
Türkiye, Rusya ve İran ile bir rekabete girmiş, Türkçü-Turancı
söylemlerin eşliğinde ve bölgede yaşanan değişimlerin heyecanıyla,
plansız, programsız bir dış politika izlemiştir. Bunu takip eden
süreçte ise SSCB’nin dağılmasından doğan boşluğu Rusya
Federasyonu’nun dolduracağı anlaşılmış, Türkiye kendi
yetersizliklerini ve sınırlılıklarının farkına varmıştır. 1995’ten
günümüze gelen süreç içinde Türkiye’nin, hem kendi gücünü hem de
bölgesel gerçekleri daha iyi tahlil eden, Rusya’yı dışlamayan,
daha gerçekçi, dengeli ve karşılıklı işbirliğine dayalı
politikalar geliştirme çabası içinde olduğu gözlemleniyor.
(Aydın,2004:379)
Bu
süreç içinde Türkiye’nin bölgedeki dış politikası siyasi nüfuz
elde etme arayışından giderek ekonomik işbirliğini geliştirme
eksenine kaymış, Türkiye bölgede kendini Rusya’nın yerine
geçebilecek “yeni bir büyük ağabey” olamayacağını anlayıp, bölge
ülkelerinin yeniden yapılanmaları ve kalkınmaları için ekonomik
işbirliği alanları yaratan bir yumuşak güç (soft power) olarak
varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Bu politika değişimin önemli bir
ayağı Türkiye’de TİKA’ nın kurulmasıdır. 27 Ocak 1992’de Dışişleri
Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyete başlayan TİKA’nın bu değişim
sürecinde, Türkiye’nin kurumlar arası bürokratik mücadele alanı
içerisinde, kuruluş metninde belirtilen amaca yönelik
faaliyetlerini hayata geçirmekte etkin olamadığını görüyoruz.
1990’lar boyunca TİKA, yukarıda bahsedilen dönemlendirmeye
paralellik gösteren bir şekilde hem yapısında hem de işleyişinde
önemli dönüşümlerden geçmiş ve 2000’li yıllarda kuruluşunda model
olarak alınan Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı’nın (JICA)
işleyişine benzerlik göstermeye başlamıştır. (Balcı,Yeşiltaş,
2005: 172)
Bu
çalışmada Türkiye’nin bölgeye yönelik politikaları
değişim/süreklilik ekseninde incelenecek ve teknik yardım kuruluşu
olarak kurulan TİKA’nın Türkiye’nin dış politika hedeflerinin
belirlenmesinde ve bu hedeflere ulaşmada etkin olup olmadığı ve
bunların nedenleri üzerinde durulacaktır.
2. SOĞUK SAVAŞ SONRASI DIŞ POLİTİKA’DA YENİ ARAYIŞLAR
1980’ler hem uluslar arası sistemde hem de Türkiye’de gerçekleşen
köklü değişimlere sahne oldu.
Öncelikle Reagan’ın ABD başkanı olmasıyla Soğuk Savaş, 1960’larda
başlayan 20 yıllık yumuşama döneminin ardından tekrar sertleşen
bir ivme kazandı. Yine aynı süreç içinde, neoliberal politikaların
yaygınlaşması uluslararası sistemin işleyişinde yapısal bir
dönüşüm yarattı.
Uluslararası siyaset, giderek keskin çift-kutuplu sistemden,
finansal hareketlerin merkezi bir rol oynadığı, serbest ticaretle
ülkeler arası karşılıklı bağımlılığın arttığı, ABD hegemonyasında
işleyen tek-kutuplu bir yapıya dönüştü.
Türkiye’de 12 Eylül dönemine denk düşen bu süreçte, özellikle 24
Ocak Kararlarıyla birlikte bu yapıya uygun dönüşümler
gerçekleştirildi. İthal İkameci Sınaileşme modeli, yerini Özal’ın
ihracatı geliştirme merkezli kalkınma modeli aldı. Özal döneminde,
geleneksel dış politikanın değişeceğine yönelik ilk sinyaller
verilmeye başlanmıştı. Özellikle Özal’ın dış politika belirleme ve
uygulama süreçlerinde geleneksel Dışişleri bürokrasisini by-pass
etme çabaları bu sinyallere örnek olarak gösterilebilir.
Özal dönemi Türk dış politikası komşularla yaşanan sorunların
kıskacında gelişti. Yunanistan ileEge ve Kıbrıs sorunları,
Bulgaristan’da Türklere yönelik baskılardan kaynaklanan
sorunlar,İran’da gerçekleşen İslami devrimin yayılmasından duyulan
korku, Kürt ve Ermeni Sorunlarının uluslararasılaşması, Türkiye’yi
çok-yönlü dış politika üretme konusunda tıkanma noktasına getirdi.
Bu
dönemde Özal’ın ihracatı bir dış politika aracı olarak görme
eğilimi, mevcut iktisat politikalarının planlı olmayan, çarpık
yapısından dolayı işlevsellik kazanamadı. 24 Ocak kararlarıyla ile
başlayan Türkiye’nin dışa açık serbest piyasa ekonomisine
geçişinde, o dönem için radikal sayılabilecek bazı politikalar
izlenmiştir. Öncelikle ithal ikamesinden ihracata yönelik
sanayileşme modeline geçiş süreci yabancı sermayenin ülkeye
çekilmesiyle güçlendirilmeye çalışılmış. Program dahilinde kambiyo
rejimi serbestleştirilmiş, kotaların kaldırılmaya başlanmasıyla
ithalat serbest bırakılmıştır. Ayrıca bu dönemde Türk Lirasının
sürekli değer kaybetmesi, Türk menşei ürünlerin yurt dışı rekabet
edilebilirliğinin yükselmesi anlamında olumlu karşılanmış,
ihracatın artması için yeni teşvikler ve düzenlemeler uygulamaya
sokulmuştur. Bütün bu yapısal değişime rağmen üzerinde durulması
gereken, Türkiye’nin hem 1980’ler boyunca hem de 1990’larda
ödemeler dengesini neden düzeltemediği ve ekonomik darboğazdan ve
krizlerden neden kurtulamadığı sorunudur. Bu sorunun iktisadi
parametreleri üzerinde detaylı bir inceleme yapmak bu yazının
konusunu oluşturmamakta, ancak bu sürece dış politikada yaşanan
açmazların ve sorunların etkisi üzerinde durulması önem arz
etmektedir. (Bilgin,2005:91)
Dış politika’nın özellikle komşularla yaşanan sorunlardan dolayı
bir tıkanma sürecine girdiği dönem, aynı zamanda SSCB’nin o dönem
için beklenmeyen dağılma süreciyle birleşmiş ve Türkiye ihracat
temelli politikasını sağlıklı bir şekilde yürütmesine engel olan 3
önemli çatışma bölgesiyle çevrelenmiştir. Bu bölgelerden biri,
Türkiye’nin geleneksel dış politika çerçevesinde o güne kadar
ihmal edilen Avrasya bölgesidir. Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin
Kafkasya-Orta Asya politikasının içinde oluştuğu çerçeve şöyle
çizilebilir:
•
İşbirliği Fırsatı ve Risk Arttı
•
İstikrarsızlık Arttı
•
Sistemsel Değişim, Model Tartışmaları ve Bölgesel Rekabet Başladı
1991’ in sonuna gelindiğinde Türkiye, bölgede yeni ortaya çıkan 15
yeni devleti tanıyan ilk devlet olma özelliğini kullanarak
özellikle Türki cumhuriyetlerle sıkı diplomatik ilişki içerisine
girdi.
Bağımsızlıklarını yeni kazanan devletler o dönem için Türkiye’nin
uluslar arası alanda vereceği desteğe ihtiyaç duyuyorlardı. Kısa
bir zaman içinde Türkiye bölgedeki devletlere daha sonradan yerine
getiremediği iktisadi ve siyasi vaatlerde bulundu. Yeni kurulan
devletlere model olma konusunda hem ABD’nin hem de AB’nin
desteğini alan Türkiye, kendisini bu konuda başta Rusya olmak
üzere bölgeye komşu İran gibi güçlü devletlerle rekabet halinde
buldu. (Aydın,2004:367)
Bu
rekabet içerisinde Türkiye’nin yaptıkları ve yapamadıkları
ayrıntılı olarak aşağıda incelenecektir.
2.1. Bir Alternatif mi Yoksa Zorunluluk mu? : 1990’larda Kafkasya
–Orta Asya ile İlişkiler
Eylül 1991’de bölgedeki gelişmeleri daha sağlıklı
değerlendirebilmek ve daha doğru kararlar verebilmek için Türkiye
incelemelerde bulunmak üzere bölge ülkelerine iki heyet gönderdi.
Böylece Türkiye’nin bölgeye yönelik aktif politikası başlamış
oldu. Ardından 1991 yılının sonunda Türkiye yeni kurulan 15
devleti tanıyarak, bu devletlere uluslar arası alanda destek sözü
verdi. Sonraki süreçte ise Türkiye Rusya’yı karşısına alarak
bölgede siyasi nüfuz elde etmeye ve bölge ülkeleri, özellikle de
Türki Cumhuriyetler için model olmak için çalıştı.
İzlenen bu siyasetin belirli bir plan-program dahilinde
gelişmemesi 1990’lar süresince Türkiye’yi bölge ülkeleri nezdinde
zor duruma düşürdü. Özellikle Rusya ve İran, Türkiye’yi bu dönem
boyunca Turancı politikalar peşinde olmakla suçladılar. Türkiye iç
siyasetinde kendini göstermeye başlayan “Adriyatik’ten Çin Seddine
Türk Dünyası” ve 21. Yüzyılın “Türk Yüzyılı” olacağına dair
söylemler, bu suçlamaları adeta destekler boyutlara ulaştı.
(Tellal,2005:50) Ancak kısa zaman sonra fark edildi ki Türkiye,
Rusya’nın bölge üzerindeki etkinliğini hesaba katmadan bölge
devletleriyle hiçbir alanda işbirliği süreçleri geliştiremezdi.
Sovyet döneminden kalan ekonomik ve askeri bağımlılık, Rusya’yı
bölge ülkeleri nezdinde en önemli aktör konumunu korumasını
sağlamıştır. Ayrıca başta Kazakistan olmak üzere Türkiye’nin bölge
ülkelerine “model” olma konusunda bu ülkelerin güvenini
kazanamadığı da aşikardır. Bunun en açık örneği 1992’degerçekleşen
“Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi” dir. Bu zirvede
Türkiye’nin bölge için düşündüğü politikaların çoğunun daha baştan
uygulanamaz olduğu anlaşıldı. Öncelikle gelen liderlerin çoğu
Rusça konuşuyordu ve bölgede Türkiye’nin öngördüğü Rusya’yı
dışarıda bırakan politikalara setçe karşı çıktılar. Demirel’in
bölge ekonomilerinin Rus Rublesi’nin etkisinden çıkmasına yönelik
talepleri reddedildi. Özal’ın bölgenin zengin petrol ve doğalgaz
kaynaklarının Rusya’yı dışarıda bırakacak şekilde Türkiye
üzerinden dünya pazarına sunulması önerisi ise, Rusya’nın bölge
devletlerine yönelik sert uyarıları doğrultusunda sonuçsuz kaldı.
Ayrıca Türkiye’nin Türk dünyasının faaliyetlerini eşgüdümleşecek
ulus-üstü bir mekanizmanın oluşturulmasına yönelik önerisi,
bağımsızlıklarını yeni kazanan bu devletlerin tepkisiyle
karşılandı. Bu zirvenin Türkiye için hayal kırıklığıyla
sonuçlanmasının en önemli nedeni Türk yöneticilerin yanlış
hesaplarıydı. (Aydın,2004:389)
Bağımsızlıklarını kazandıkları süreçte Türkiye bu ülkelerde
yaşanan gelişmeleri iyi tahlil edemedi.
Öncelikle bölge genelinde her ülkede Rus azınlıkların oluşu – ki
Kazakistan nüfusunun %41'ini Ruslar oluşturur- bölge ülkelerinin
izleyeceği dış politikayı belli bir çerçevede Rus dış
politikasıyla uyumlaştırma eğilimine yöneltmiştir. Ayrıca
Türkiye’nin sahip olduğu sınırlı ekonomik kaynakları fark eden
yeni cumhuriyetler, Türkiye’nin kendilerine ne ekonomik ne de
siyasi yönden model olamayacağını ve ikili ilişkilerin gelişme
sürecinde verilen vaatlerin gerçekleşemeyeceğini anladılar.
Türkiye açısından yukarıda basitçe çerçevesini çizdiğim dış
politika algısının merkezinde, tıkanan dış politika üretme
sürecinde Avrasya bölgesinin yeni fırsatlara açık bir alan olarak
görülmesi vardır. Bu algı çerçevesinde Avrasya dış politika için
yukarıda saydığım gelişmelerden ötürü bir alternatif olmaktan çok
uzaktır. Yetmiş yıllık dış siyasetini Batı ile gerçekleştirdiği
ekonomik,siyasi, askeri işbirliği çerçevesinde gerçekleştirmiş,
Türkiye için Avrasya her anlamda yabancı topraklardır. Ortak dile,
kültüre ve tarihe vurgu yaparak Türki cumhuriyetlerle kurulmak
istenen ilişkilerin gelişim sürecinin de gösterdiği üzere Türkiye
ile bu coğrafyada ortaya çıkan yeni devletler arasında
–Azerbaycan’ı ayrı tutarsak- derin bir kopukluk mevcuttur. Bunun
yanı sıra bölge ülkelerinin ortak sosyalist geçmişi, Rus dilinin
ortak dil olarak kullanılması ve bölge içi ekonomik bağların güçlü
olması gibi unsurlar, başta Rusya olmak üzere, bölge ülkelerinde
Türkiye’yi, hem kültürel hem de siyasi tanımlamada Avrasya dışı
bir ülke olarak görme eğilimi mevcuttur. Bunun en somut örneği,
içinde Türkiye’nin yer almadığı Avrasya Ekonomik Topluluğu’nun
2000 yılında kurulmasıdır.
Türkiye’nin Kafkasya-Orta Asya bölgesi üzerinde siyasi nüfuz elde
etme politikalarının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, bu
bölgeyle kurulacak ilişki özellikle belirsizliğini koruyan AB ile
bütünleşme sürecinin zorunlu ve tamamlayıcı bir parçasına dönüştü.
Avrasya ile kurulacak ilişkilerin bir zorunluluk olarak
algılanmasından sonradır ki Türkiye bölgeye yönelik politikalarını
değiştirmiş ve kendisini bölgede ekonomik temelli işbirliğine
öncelik veren bir yumuşak güç olarak sunmuştur. Bu zorunluluğun
arkasında, başta petrol ve doğalgaz gibi Türkiye’nin ihracatını
artırmaya yönelik ekonomik gelişme modeli için elzem nitelikte
olan ucuz enerji ihtiyacı vardır.
TİKA, böylesi bir politik değişikliğin oluşmasının gerekliliğinin
anlaşılmaya başlandığı bir ortamda 1992 yılında Dışişleri
Bakanlığı’na bağlı teknik yardım kuruluşu olarak kuruldu. Kuruluş
amacı, öncelikle Türk dilinin konuşulduğu ülkelerle ekonomik,
sosyal ve kültürel faaliyetler yürütmek, gelişim yolunda olan
ülkelerin kalkınmasına yardım etmekti. Kuruluşu takip eden yıllara
baktığımızda özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik
darboğazdan dolayı TİKA’nın faaliyetlerine kaynak bulmada sıkıntı
yaşandığını görüyoruz. Ayrıca 1995’e kadar geçen süreçte TİKA’nın
bürokrasi içi çekişmelere sahne olduğunu Türkiye’nin çok yanlış
bir şekilde izlediği Kafkasya-Orta Asya bölgesinde siyasi nüfuz
sağlama adına girişilen ya da düşünülen darbe planlarının bir
aracı olduğunu görüyoruz. Özbekistan’da Kerimov’a, Azerbaycan’da
Aliyev’e yönelik darbe planlarında TİKA görevlilerinin yer aldığı
söylentileri, O dönem itibariyle TİKA’nın imajını bölge devletleri
nezdinde sarsmaya yetmiştir.
1995’ten sonra TİKA’nın bölgeye yönelik faaliyetlerinin
yoğunlaştığını, özellikle eğitim vekültürel işbirliği
çerçevesinde, bölgede okulların ve kültür merkezlerinin
açıldığını, Türkiye’de yükseköğrenim görmek üzere Türki
Cumhuriyetlerin vatandaşlarına bursların tahsis edildiğini
görüyoruz. Bu gelişmelere paralel olarak Türkiye ucuz enerji
ihtiyacını karşılamak adına bu dönemde faaliyetlere başlamış,
bunun neticesinde Bakü-Ceyhan boru hattı projesi gerçekleşmiştir.
Tüm bu faaliyetler, Türkiye’yi dışında kalma riski taşıdığı
Avrasya bölgesi için, bölgesel dengeleri iyı okuyan ve ekonomik
işbirliğini ve karşılıklı bağımlılığı geliştiren Joseph Nye’ın
kullandığı anlamıyla bir yumuşak güce (soft power) dönüştürme
süreci olarak da okunabilir.
2000’li yıllara girilirken iç siyasette yaşanan dalgalanmalar,
bölgeyle kurulan ilişkileri de etkileyecek, peşi sıra gelen siyasi
ve ekonomik krizler Türkiye’nin bölgeye yönelik politikalarının
yoğunluğunu azaltmasına neden olacaktır.
3. 2000’Lİ YILLAR : YENİ BÜYÜK OYUNDA TÜRKİYE
1990’lar boyunca koalisyon hükümetleriyle yönetilen Türkiye,
2000’li yıllara ağır ekonomik krizler eşliğinde girdi. İç siyaset
koalisyon ortaklarının uyuşmazlıkları çerçevesinde yaşanırken,
11Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi’nin ve Pentagon’un terörist
saldırılara hedef olmasıyla, uluslararası alanda yeniden ama bu
sefer Sovyetlerin dağılması kadar köklü olmayan bir değişim süreci
başladı. ABD Afganistan’a açtığı savaşla Avrasya bölgesine
yerleşmeye başladı. 2003’te ABD’nin Irak’a girmesiyle şekillenen
politikanın temelinde, zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına
sahip bölgenin çevrelenmesi ve denetlenmesi olduğu söylenebilir.
(Erhan,2005:134)
Türkiye’de AKP’nin iktidara gelişiyle Türkiye, Kafkasya-Orta Asya
ile olan ilişkilerini yeniden yoğunlaştırmıştır. ABD’nin bölgeye
nüfuz etmeye başlamasıyla bölge üzerine başlıca aktörlerin Rusya,
ABD, Çin, Türkiye, İran olduğu yeni bir ekonomik ve siyasi çekişme
başlamıştır. ABD’nin1995’ten itibaren desteklediği “bölgeden
çıkarılan petrol ve doğalgazın Türkiye üzerinden uluslararası
pazarlara taşınması” politikası Türkiye’nin bölgeye yönelik
çıkarlarıyla örtüşmektedir. ABD ve Türkiye’nin bölgeye yönelik
politikalarının giderek uyumlaşması 2000’lerde başta Rusya olmak
üzere bölge devletlerinin Türkiye’yi ABD politikalarının
uygulayıcısı olarak görmesini beraberinde getirmiş ve Türkiye
1990’ların ortalarından itibaren geliştirmeye çalıştığı çok-yönlü
dış politikada, bölgenin hassas dengeleri arasında yine bir
sıkışma sürecine girmiştir.
Bu
süreç içerisinde TİKA’nın yapısal bir dönüşüm geçirdiğini
görmekteyiz. 1999’da önce Başbakanlığa ardından 2001’de ilgili
devlet bakanlığına bağlı tüzel kişilik durumuna gelen TİKA,
böylece Dışişleri bürokrasisinden bağımsız olarak hareket edebilen
ve Türkiye’nin yumuşak güç politikalarında kurumlar arası eşgüdümü
sağlayan bir üst kuruma dönüşmüştür. Ayrıca bu süreç içerisinde
2005/11 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile TİKA dış politika ilke ve
gerekleri doğrultusunda etkin kullanılması için kurumlar arası
işbirliği ve koordinasyonun sağlanması ile dış yardımların
envanterinin tutulması görevi de TİKA’ya verilmiştir. Böylece TİKA,
dış yardımlara fon bulma ve bunların nereye aktarılacağı konusunda
yeni yetkilerle donatılmıştır.
Bu
dönüşümün Kafkasya-Orta Asya politikalarının yürütülmesinde
Türkiye’ye belli bir dinamizm kazandırması olasıdır. Bölgenin
kendine has koşullarından kaynaklı dış politika üretme zorluğu,
Türkiye’yi bölgesel dengeleri gözeten ve bunun için sağlam ve
güvenilir veriler toplayıp bunları bölgenin koşullarını gözeterek
işleyebilen bir kurumsal yapının gerekliliğiyle yüz yüze
getirmiştir.
Önümüzdeki süreçte dış politikada Türkiye’yi daha farklı açılımlar
bekliyor. Yeni keşfedilen Afrika coğrafyası bunun bir parçasını
oluşturabilir. Bunun en belirgin göstergesi ise, TİKA’nın,kuruluşunda
model olarak alınan JICA’ya benzer bir kurumsal yapı ve faaliyet
alanı geliştirmeye başlamasıdır.
4. SONUÇ
Soğuk savaş’ın bitişiyle başlayan süreçte Türkiye’nin dış
politikada karşılaştığı sorunların kaynaklarına ve bu sorunları
çözmeye yönelik üretilen politikaların neler olduğuna değinilen bu
çalışma, Türkiye’nin bu süreç içerisinde değiştirdiği dış politika
algısını inceleme altına almış,bunu yaparken de Kafkasya-Orta Asya
ile ilişkilerde önemli bir araç ve gösterge niteliği taşıyan
teknik yardım kuruluşu TİKA’nın bu değişim sürecinden nasıl
etkilendiği ve nasıl kullanıldığı anlatılmaya çalışılmıştır.
1990’ların özellikle ilk yarısında bölgedeki dengeleri, özellikle
de Rusya’nın etkinliğinin görmezden gelinerek üretilen
politikaların Türkiye’yi bölge devletleri nezdinde güvenilir
olmaktan uzak bir konuma ittiğini ve Türkiye’nin bu süreçte dış
politikada bir açılım yaratamadığını gördük.
Türkiye bölgeye yönelik politikalarında siyasi nüfuz sağlamaktan
vazgeçip ekonomik işbirliği süreçlerini ön plana çıkaran rasyonel
adımları atmasıyla birlikte bölgedeki dengelerin bir parçası
haline gelebilmiştir.
Bu
dönemde, plansız, bürokrasi ve iç siyasi çekişmelerden fazlasıyla
etkilenen dış politika uygulama süreçlerinde yaşanan aksaklıkları
gidermek adına TİKA’nın kurulması ve giderek yumuşak güç
politikalarında yetkisinin arttırılması, Soğuk Savaş sonrası
Türkiye için elzem olan sağlıklı ve istikrarlı çok-yönlü dış
politika yürütme hususunda önemli ve yerinde bir gelişmedir.
KAYNAKÇA
Aydın, Mustafa “Kafkasya
ve Orta Asya ile İlişkiler”,içinde:
Türk Dış Politikası,(Editör
: BaskınOran), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004. ss.366-439
Balcı, Ali, Yeşiltaş Murat “Bir
Dış Politika Aracı Olarak Dış Yardımların Kullanılaması :
JaponyaÖrneği”,
Uluslararası İlişkiler Dergisi, Sayı 8, Cilt 2, Kış 2005-2006. ss.167-197
Bilgin, Mert
“Türkiye’nin İhracata Yönelik Ekonomi Politikalarında Avrasya’nın
StratejikÖnemi”
Uluslararası İlişkiler Dergisi, Sayı 7, Cilt 2, Güz 2005 ss.87-123
Beng, Phar Kim “Turkey’s
Potential as a Soft Power: A Call for Conceptual Clarity,
InsightTurkey, Volume 10, Number 2 , April-June 2008
Erhan, Çağrı
“ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”
Uluslararası İlişkilerDergisi, Sayı 8, Cilt 2, Kış 2005-2006 ss.123-149
Çaman, Efe “Kafkasya
ve Orta Asya’da Alternatif ile Uyum Arası Türk Bölgesel Politikası
:Kafkasya ve Orta Asya’da Türkiye”,
içinde :
Küresel Güç Mücadelesinde Avrasya’nın değişenJeopolitiği Yeni
Büyük Oyun,
(Editör : Mehmet Seyfettin Erol), Barış Platin Kitabevi,
Ankara,2009. ss. 261-298
Tellal, Erel “Türk
Dış Politikasında Avrasya Seçeneği”
Uluslararası İlişkiler Dergisi, Sayı 5, Cilt2, Bahar 2005 ss.49-70 |