Diaspora ülkelerinde yaşayan Adigelerin genel
durumları, yaşam şartları hakkında bilgimizin olmadığı
zamansal dönemler oldu. Ancak bu dönemleri geride
bıraktık. Hayat şartlarımızda değişti. 1989-1990
yıllarında diasporada yaşayan Adigelerin sesleri
duyulmaya başladı. Büyük bir özlem duyulan anavatanı
görmek isteyen bazı kişiler anavatanı ziyaret etme
şansını elde ettiler. Şimdi yavaş yavaş anavatana
yerleşmeye başladılar. Bugün soydaşlarımızdan
anavatana dönüş yapan bir çok kişi var.Onlar
çalışıyor, üretiyor ve Adige ulusunun kazanımlarını
arttırıyorlar. Bu şekilde anavatana dönüş yapmış olan
Çetawo ailesinden (Meretıkho) Fatim ile bir
söyleşi gerçekleştirdik.
|
Çetawo Fatim, Kızı Nadir ve Oğlu İbrahim
|
Guç’el’ Zuhra: Adige
ülkesinden uzakta diasporik olarak
yaşarken , büyüklerinizden bu durumdan kaynaklanan ve
onların hissiyatını ifade edebilecek, anavatana dair
ne gibi hikayeler duydunuz?
Çetawo Fatim:
Büyüklerimizin bu konu hakkında çok şey konuştuklarını
hatırlamıyorum. Fakat kayın validemin (Goşexhuray)
anlattıklarından bazılarını kısmen hatırlıyorum.
Kayınvalidem 8 yaşındayken anavatanı terk etmişti.
“Doğduğum köyün adı Hacemıkhohabl, köyün yakınından
akan büyük nehir, bugün hala gözümün önünde” diye
çokça anlatırdı. Mensubu olduğu Haç’ets’ık’u soyu
hakkında bilgisi olmaması ve onların az sayıda
olmalarından dolayı çok üzülürdü.
Guç’el’
Zuhra: Türkiye’de yaşadığınız köy tamamen Adigelerden
mi oluşuyordu?
Çetawo Fatim: Yaşadığımız
köy Türkiye’nin bir köyüydü. Köyler çoğunlukla
Türklerden oluşan köylerdi. Az sayıda Adige köyü
vardı. Daha çoğu Türk’tü. Böyle olsa da, bize karşı
kötü olduklarını söyleyemeyiz. Bir araya geldiğimiz
zamanlar oluyordu.
Guç’el’ Zuhra: Ailenizde
Adigece’ye ne kadar önem veriyordunuz, yeni
nesillerinizin Adigece’yi yeteri kadar
öğrenememesinin, konuşamamasının nedeni neydi?
Çetawo Fatim: Biz Adige'yiz ve bunu bir gün
bile unutmadık. Aile içinde de Adigece’den başka dil
konuşulmazdı. Ancak oturduğumuz köyün okulunda Adigece
eğitim verilmiyordu. Bu durum bize çok zor geliyordu.
Çocuklarımız Türkçe bilmeden, Adigece dışında bir dil
bilmeden okula gittiler. Bu durum kendileri içinde çok
zordu. Bizim de onlara destek olma imkanımız yoktu.
Türkçe’den anlamıyorduk. Büyük oğlum İbrahim ve
kayınbiraderimin kızı Mediha ilk okula beraber
başladılar. Adigece’yi güzel konuşuyorlardıysa da,
Türkçe hiç bilmiyorlardı. Öğretmenin anlattığını da
anlamıyorlardı. Dinlemeden, sınıfta otururken Adigece
konuşmaya başladılar. Mediha ” Adigece konuşmayın,
Türkçe konuşun.” diyen öğretmene döndü ve: “Sen
dilimizi kopartamazsın, Biz Adige'yiz Türk değiliz.
Konuşacağız!” dedi. Öğretmen de cevap olarak: “Ben
sizin dilinizi koparmanın peşinde değilim. Ancak senin
dilin ile bir gelecek sağlamak, maişet edinmek
mümkün değil. Türkçe ile ekmek var! Türkçe ile gelecek
var.” dedi. Daha sonra okulda Türkçeden başka dil
duymayınca, Adigece’yi yavaş yavaş unutmaya
başladılar.
Guç’el’ Zuhra: Köyde otururken
Adigece’den başka dil konuşmadığınızı söylediniz.
Peki Türkçe’yi nasıl öğrendiniz?
Çetawo Fatim:
Türkçe’ye yatkınlık kazanmam çocukların okumalarıyla
ilintilidir. Onlar okurlarken Türkçe’yi daha çok
kullanınca, bende biraz konuşmaya başladım. Dil
bilmenin fazlası olmaz, bir çok dil bilmen çok iyi.
İmkanım olsaydı Rusça öğrenecektim. Fakat olmadı.
Guç’el’ Zuhra: Ailenizde Adige isimleri takmak
için özel bir gayret sarf eder miydiniz?
Çetawo
Fatim: Tabi ki. Benim 3 oğlum ve iki kızım var.
Onların hepsinin adını takan eşimdi. İlk oğlum
olduğunda, kayın validem Mustafa ismini takmak istedi.
Ancak eşim o ismi beğenmedi. Çocuğa İbrahim diye
seslendiler. Diğerlerine Zinnur, Ahmet, Nuran ve Nadir
isimlerini taktılar. Bunlar Arap isimleri içlerinde
hiç Türk isimi yok.
Guç’el’ Zuhra:
Türkiye’de yaşarken Adige örf-adetlerini uyguluyor
muydunuz, örf ve adetlerin uygulanmasında nasıl bir
durum içersindeydiniz?
Çetawo Fatim:
Uygulamaz olur muyuz, bir çok iyi örf-adeti
uyguluyorduk. Ancak aralarında insanlara zahmet veren
bazı adetlerde vardı.
Guç’el’ Zuhra: Zahmet
veren örf-adetlerden hangilerinin adını söyleye
bilirsiniz?
Çetawo Fatim: Teyzeme gelin
getirmişlerdi. Ben küçüktüm onu hatırlamıyorum,
anlatırlarken duydum . Aralarına katıldığı aile adıyla
hitap etmeden ona Nıse-Gelin diyorlardı. Öyleyken bir
gün ağır hastalanan küçük çocuğu: “Annemi bana bir
gösterseniz olmaz mı? “ diye yalardı. Anneyi çocuğun
yanına getirdiler. “Anneciğim, şöyle bir sarılsana
bana.” diyen çocuğun isteğini anne yerine getiremedi
ve çocuk o gece öldü. Büyüklerin yanında çocuğuna el
sürmek, hoş tutmak, sarılmak gibi davranışlar Adige
xabzeye uymuyordu. Daha da ötesi çocuğun ölmüş olsa
dahi, sesli ağlama özgürlüğüne sahip değildin. Bu gibi
geleneklerin uygulanması ve tahammül edilmesi
gerçekten zor.
|
Çetawo İbrahim’in Torunu Neris
|
Guç’el’ Zuhra:
Uyguladığınız hangi örf-adetlerin isimlerini söyleye
bilirsiniz?
Çetawo Fatim: Kayınbaba veya
kayınvalidenin yanında çocuklarımıza isimleri ile
hitap etmiyorduk. Ailede kayınbaba büyük bir yere
sahipti, danışılan kişiydi. Gelin kayınbabanın yanına
girse bile onunla konuşmuyordu. Genelde bulunduğu yere
girmiyordu. Aile bireyleri hep beraber yemek
yemiyorlardı. Aile büyüğünün ilk yemek yemesi
gerekiyordu, onun ardından diğer aile bireyleri. Eve
gelen misafir babanın misafiri ise oğullarından biri
kapı önünde beklemeliydi. Baba bir şey isterse bunu
uygulaması gerekiyordu. Bayana büyük hürmet
gösterilirdi. Kuyudan su getirmeye giderken, oturan
ihtiyarların yanından geçtiğimizde babamız akranı
yaşlı başlı thamade ihtiyarlar ayağa kalkarlardı. İşte
bu şekilde bizi onurlandırıyorlardı.
Guç’el’
Zuhra: Adige bayanının baş örtüsü takması
gereklimiydi?
Çetawo Fatim: “Saç çok
değerlidir. Onu örtünerek gizlersen, buna dikkat
edersen, saç tellerinin ağırlığı kadarı sevap
kazanırsın” diye büyükler söylerken duyardık.
Türklerin baş örtüş şekilleri ile biz Adigelerin
başlarını örtmeleri farklıydı. Adige bayanı alnı çok
gizlemezdi. Türkler alnın yarısını baş örtüsü ile
gizliyorlar. İster gelin, ister küçük kız olsun bütün
Adige bayanlarında baş örtüsü vardı. Bugün hala başımı
açtığımda, kayınvalidem görecek sanıyorum. Bana
uygunsuz geliyor ve hala tedirgin oluyorum.
Guç’el’ Zuhra: Anavatana dönene kadar sürekli Gökdoğan
köyünde mi yaşadınız?
Çetawo Fatim: Hey
gidi hey, hep orada yaşamadık. 1988 yılında su taşkını
oldu, evlerimizi sürükleyip tahrip etti. Ömür boyu
yaşadığımız köyü terk edip İzmit’e gitmiştik.
Guç’el’ Zuhra: Anavatana dönmeyi aklınıza kim
getirdi?
Çetawo Fatim: O büyük oğlumun
aklına geldi. Adige tarihini araştırıyor ve
öğreniyorlardı. Onların anavatana dönüş yapma
kararlarına, ben hiç karışmadım. Çünkü, çocuklarımın
istediğini bende istiyorum, gittikleri yere de
gideceğim.
Guç’el’ Zuhra: Türkiye’yi özlüyor
musunuz?
Çetawo Fatim: Ben Türkiye’de
doğdum. Orada büyüdüm, çalıştım. Annem, babam ve
eşimin mezarları var. Kardeşlerim yaşıyor. Bütün
onları özlemez olur muyum, sıkça aklıma geliyorlar,
onları düşünüyorum.
Guç’el’ Zuhra: Türkler
ile nasıl bir ilişkiniz vardı?
Çetawo Fatim:
Esas Türkler bize karşı iyiydiler. Bir aile gibi bir
aradaydık. Zorlukları ve sevinçlerimizi paylaşırdık.
Kendileri de bizimle paylaşırdı. Köyde otururken Türk
bir kadın komşum vardı. Onun gibi bir bayanın
günümüzde olduğunu sanmıyorum. Evde olsam da olmasam
da benim için odun kırardı. Su getirmeye gidince bana
da su getirirdi ve eve koyardı. Sofrası, gönlü herkese
açık bereketli bir kadındı.Türkiye’de yaşadığımız süre
içersinde hiçbir kötülükle karşılaşmadık. Bize
olmayacak, kaldıramayacağımız bir davranışta
bulunmadılar. Bizde onlara karşı olumsuz
davranışlar içinde olmadık.
Guç’el’ Zuhra:
Çocuklarınızın hepsi iyi eğitim gördüler. Onların
okumaları size zor gelmiyor muydu?
Çetawo
Fatim: Zor gelse de eğitimden daha önemli bir şey
olmadığını kabul ediyorduk. “ Biz cahil kaldık, siz
öyle olmayın” diyorduk. Şimdide kadar
torunlarıma: “Ben eğitimsiz kaldım. Bu nedenle
iyi okuyun, okumayan dünya gerçeklerinden geri kalır
bihaber olur.” diyorum.
Guç’el’ Zuhra:
Türkiye’deyken eşiniz ve siz nerede çalışıyordunuz?
Çetawo Fatim: Kendi işimizi
yapıyorduk.Ürettiğimiz ürünleri yiyorduk. Mısır,
fasulye, kabak, biber, buğday, pirinç, karpuz ve kavun
ekiyorduk. Büyük bir meyve bahçemiz vardı. Bütün
meyveleri yetiştiriyorduk. Sığırlar, atlarımız vardı.
Tavuk, kaz ve ördeğimiz de çoktu. Kış boyunca
yiyeceğimizi yazdan kendimiz hazırlıyorduk.
Guç’el’ Zuhra: Evinizde hangi Adige yiyeceklerini
yapıyordunuz?
Çetawo Fatim: Yaptıklarımızın
hepsi Adige yiyecekleriydi. Sürekli süt vardı.
Halıjjü, kurutulmuş et, mamrıs, şıps, pasta, şepasta,
yoğurt gibileri yiyeceklerimizdi. Eşim avcılık
yapıyordu. Sık sık geyik ve tavşan avlıyordu. Onları
da kış boyunca yiyorduk.
Guç’el’ Zuhra: Türk
yiyeceklerinden yaptığınız oluyor muydu?
Çetawo
Fatim: Onlardan da yapıyorduk bazen. pirinçten
mamul çeşitli yemekleri onlar yapıyorlardı. Bizde o
yiyecekleri hazırlıyorduk.
Guç’el’ Zuhra:
Günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Çetawo Fatim:
Kendi kendime küçük çaplı işler buluyorum. Örgü
örüyorum, dikiş dikiyorum, sıkıldığım olmuyor.
Guç’el’ Zuhra: Anavatanda huzur buldunuz mu?
Ailenizde hangi günleri kutluyorsunuz?
Çetawo
Fatim: 1993 yılından beri Maykop’ta yaşıyoruz,
Allah’a şükür burada rahatım, huzurda buldum. Ramazan
ve Kurban bayramlarını ailece geniş çapta
kutluyoruz. Çocuklarım ve torunlarım hepsi yanımıza
geliyor, bir arada oluyoruz.
Guç’el’ Zuhra:
Oruç tutuyor musunuz?
Çetawo Fatim: 83
yaşındayım. Hayatım boyunca oruç tutmadığım hiçbir yıl
olmadı. Şükürler olsun Allah yardım ediyor.
Guç’el’ Zuhra: Bugün gerçekleşmeyen, fakat ileride
gerçekleşmesini istediniz bir dileğiniz var mı?
Çetawo Fatim: Dünyamızın huzurlu olmasını,
çocuklarımızın geleceğinin iyi olmasını, kimseye
muhtaç olmamalarını, insanların sağlıklı, mutluluk
içinde olmasını umuyor ve diliyorum.
|