|
|
................... |
|
................... |
LİZBON SONRASI
AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİNİN KAPSAMI
|
Dr. Bahadır Yakut
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 9, No:2 (Yıl: 2010),
s.169-207 |
|
|
................... |
|
................... |
Genel Olarak
Ceza hukuku alanındaki yetkisini kullanarak özgürlük, güvenlik
ve adalet alanı oluşturma amacı doğrultusunda çabalayan1
Avrupa Birliği, Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) hariç
kendi mahkemelerine sahip bir yapı değildir. Bunun yerine
tümüyle ulusal mahkemelerin işleyişine dayanmaktadır.2
Dolayısıyla denilebilir ki, AB’nin kendi vatandaşları için
oluşturmaya çalıştığı özgürlük, güvenlik ve adalet alanı,
özerk bir ceza adaleti sistemi değildir. Bununla yapılmak
istenen, üye ülke özerk ceza adaleti sistemleri arasındaki
işbirliği vasıtasıyla oluşturulacak bu alanı, iç sınırları
olmayan bir Avrupa haline getirmektir. Dolayısıyla ulusal
hukuk sistemleri çerçevesinde ceza hukukunun etkin
uygulanmasına olan ihtiyaç ve bireyler üzerindeki devlet
yetkisinin sınırlanmasından müteşekkil iki tane tartışmalı
parametreye, AB tartışmaları bir üçüncü parametreyi ilave
etmektedir. Bu üçüncü parametre ise AB’nin cezai yetkisinin
kapsamıdır. AB’nin ceza hukuku konusunda etkin bir uygulamayı
sağlayacak yasal çerçeve oluşturma hedefi, bu yetki
meselesinin bir boyutunu teşkil etmektedir. Diğer taraftan
cevaplanması gereken kritik soru ise, yargılamanın tarafları
olan bireylerin temel haklarını garanti edecek şekilde
yeterince açık bir ceza hukuku yetkisi var mıdır? AB’nin
geleceğini şekillendirecek olan Lizbon Antlaşması tatmin edici
şekilde açık bir cezai yetki çerçevesi sağlamakta mıdır?3
Bu sorular ışığında AB’nin cezai adli işbirliği kapsamında
maddi ceza ve usul hukuku konusundaki yetkilerinin gelişimi üç
ana döneme ayrılabilir. Birincisi 1992 Maastricht Antlaşması
öncesi dönem, ikincisi Maastricht Antlaşması ile başlayan ve
Amsterdam Antlaşması 1997-1999 ve 2001 Nice Antlaşmasından
günümüze olan dönem ve üçüncüsü ise başarısız Anayasal
Antlaşma girişimi4 ve Anayasal Antlaşmanın Lizbon Avrupa
Konseyi Zirvesinde yeniden revize edilerek imzalanan ve 1
Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması dönemi
olarak görülebilir.
Bu konuda kritik soru, yürürlükteki Antlaşmalar bakımından
gerek maddi ceza hukuku gerekse ceza usul hukuku yönünden
AB’nin açık bir cezai yetkisi bulunmakta mıdır? Cezai
meselelerde adli işbirliği kapsamında, klasik karşılıklı adli
yardımlaşmadan karşılıklı tanımanın cezai adli işbirliğinin
merkezine yerleştiği bu yeni dönemde ve harmonizasyonun
karşılıklı tanımayı kolaylaştırıcı bir vasıta olarak görüldüğü
süreç içerisinde bu enstrümanlar bakımından yürürlükteki
Antlaşmalar, Anayasal Antlaşma ve yeni imzalanan ve 2009
yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması nasıl bir yaklaşım
sergilemektedir? Lizbon Antlaşması şu ana kadar Birincil
mevzuat olan Antlaşmalarda yer almamış olan karşılıklı tanıma
ve karşılıklı tanımanın,
mahkeme kararlarının ve ceza soruşturmalarının serbest
dolaşımını sağlamada ceza yargılamasında bireyin savunma
hakları açısından ve delillerin serbest dolaşımı bakımından
AB’nin açık cezai yetki sorununa çözüm sunmuş mudur?
Bu bölümde her iki maddi hukuk ve ceza usulü açısından ve
özellikle de usule uygun haklar açısından AB’nin cezai
meselelerde işbirliği alanındaki yetkisinin kapsamı ele
alınacak ve mevcut Antlaşmalar çerçevesinde maddi ve ceza usul
hukuku bakımından AB’nin yetkisinin sınırlarını irdeleyecek ve
Anayasal Antlaşma ve Lizbon Antlaşması bakımından bu konudaki
problemlere ne ölçüde çözüm sağlamaktadır? sorusuna cevap
bulmaya çalışılacaktır.
Lizbon Antlaşmasının Kurumsal Yapıya İlişkin Getirdiği Temel
Değişiklikler
Lizbon Antlaşması, demokratik hesap verebilirliğin ve Avrupa
Birliği’nin karar alma süreçlerinin etkinliğinin
geliştirilmesini hedeflemektedir. Bunun yanında genişlemiş
Birliğin işleyişine yönelik yasal bir altyapı oluşturulması
amaçlanmıştır. Bu doğrultuda Lizbon Antlaşması kurumsal yapıya
ilişkin çok önemli değişiklikler getirmektedir. Bu
değişiklikler, Birliğin işleyişi ve vatandaşların demokratik
katılımı açısından çok önemli sonuçlar doğuracaktır.
Lizbon Antlaşmasının Birliğin kurumsal yapısı bakımından
getirmiş olduğu temel değişikler şöyle sıralanabilir: Birlik
tüzel kişilik kazanmış, sütun yapısının arz ettiği parçalı
yapı üç sütunun birleştirilmesi ile ortadan kaldırılmış ve
karar alma usulünde çifte çoğunluk kuralı5 benimsenmiştir.6
Lizbon Antlaşmasının sağladığı yeni kurumsal yapı ve karar
alma sürecinin ve diğer ilgili yeniliklerin getireceği en
önemli sonuçlardan bir tanesi demokratik katılımın
güçlendirilmesidir. Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Konseyi
arasında ortak karar usulü, olağan yasama usulü olarak teyit
edilmiştir. Bu usul Birliğin karar alma mekanizmasına
Parlamentonun ortak karar alıcı olarak dahil edilmesi, Birliğe
getirilen eleştirilerden demokrasi eksikliğini gidermeye
yönelik olarak atılan önemli bir adımdır. Böylelikle Birlik
içerisinde Avrupa Parlamentosunun ve ulusal parlamentoların
yetkilerinin artırılması demokrasi eksikliğini gideren ve
hukuk devleti ilkesini ve demokratik katılımı güçlendiren
yeniliklerdir. Antlaşmanın demokratik katılım açısından
getirdiği yeniliklerden bir tanesi de Birlik vatandaşlarına
inisiyatif hakkı verilmiş olmasıdır. Bunun yanında AB
içerisinde hukuk devleti ilkesini güçlendirmek suretiyle insan
hakları ve özgürlüklerinin korunması mekanizmasını güçlendiren
unsurlardan Temel Haklar Şartının tekrar hayata döndürülmesi
bu paralelde önemli bir gelişmedir.7
Bu yeni Antlaşma, Birliğin kurumsal yapısının işleyişi ve
karar mekanizmasının etkinliğini artıracaktır. Birlik, bu
yeniliklerle vatandaşlarının çoğunluğu için önem arz eden
uluslararası terörizm, sınır aşan suçlar gibi global
problemlerin üstesinden gelmeyi hedeflemektedir.8
Dış politikada AB’nin etkinliğinin artırılması için bir kısım
yenilikler öngörülmüştür. AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası
Yüksek Temsilciliği makamı oluşturulması ve Yüksek
Temsilcinin, AB Dışişleri Bakanları Konseyi’ne de başkanlık
etmesi bu çerçevede yapılmış yeniliklerdendir. Bunun yanında
altı aylık dönem başkanlıkları yerine, Üye ülkeler tarafından
oy birliğiyle 2,5 yıllık süre için bir AB Konseyi Başkanı’nın
seçilmesi öngörülmüştür.
Lizbon Antlaşmasının Getirdiği İki Temel Değişiklik
AB, başarısız Anayasa girişiminden sonra, tekrar Maastricht ve
Amsterdam Antlaşmalarında olduğu gibi tadil antlaşması
geleneğine geri dönmüştür. Lizbon Antlaşması ‘Anayasa’ adını
taşımamasına rağmen, anayasal karakterli bir Antlaşma olmakla
birlikte, daha önceki antlaşmalar gibi bir tadil
antlaşmasıdır. Antlaşma, Anayasal bir Antlaşma değil ise de
Anayasal Antlaşmanın önemli kazanımlarını devam ettirmiştir.9
Bu çerçevede Lizbon Antlaşması Avrupa Birliği Antlaşmasını (AB
Antlaşması) ve AT Antlaşmasını tadil etmektedir. Buna ilaveten
AT Antlaşmasının ismini ise Avrupa Birliğinin İşleyişi
Antlaşması (ABİ Antlaşması) olarak değiştirmektedir.10 Bu her
iki Antlaşma arasında herhangi bir hiyerarşik üstünlük söz
konusu değildir.11 Kurucu Antlaşmalarda yapılan bu
tadilatlarla Birliğin demokratik, etkin ve şeffaf bir yapıya
kavuşturulması ve kurumsal işleyişe ilişkin güçlüklerin
giderilmesi amaçlanmıştır.
Lizbon Antlaşmasının getirdiği en önemli değişikliklerden
biri, ‘Avrupa Topluluğu’ ve ‘Topluluk’ ifadelerinin ‘Birlik’
ile yer değiştirmesidir. Diğer bir ifade ile AT sona ermekte
ve yerini AB almaktadır. Bununla Anyasal Antlaşmada olduğu
gibi, Birliğe tüzel kişilik tanınmaktadır. Tek tüzel kişilik
haline gelmiş olması, uluslararası bir sözleşmenin parçası
olarak veya uluslararası bir organizasyonun üyesi olarak
sözleşme yapma yetkisini ifade etmektedir.
Birliğin parçalı kurumsal yapısı Lizbon Antlaşmasıyla yapılan
reformların en önemli gerekçelerinden birini teşkil
etmektedir. Önceki sütun yapısına genel hatlarıyla bakacak
olursak, bu parçalılığı çok net bir şekilde görebiliriz:
Eski sütun yapısında, Birinci sütun, üç adet Topluluğa tekabül
etmektedir. Bunlar sırasıyla; Avrupa Topluluğu (EC); Avrupa
Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM); ve üçüncü olarak 50 yıl
önce oluşturulan ve 22 Temmuz 2002 den beri mevcut olmayan
eski Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğudur. İkinci sütun Ortak
Dış ve Güvenlik
Politikasına tahsis edilmiştir. Üçüncü sütun ise Polis ve ceza
işlerinde adli işbirliği başlığı altındaki konulara ayrılmış
işbirliği alanıdır.
Gerçekten AB’nin üç sütunlu yapısı, Maastricht Antlaşmasıyla
ortaya çıkmış ve Lizbon Antlaşmasıyla sona ermiştir. Lizbon
Antlaşmasında Birliğe tanınan tüzel kişiliğin antlaşmalarda
öngörülen yetkilerin ötesinde, yasama işlemleri yapabileceği
ve faaliyet gösterebileceği anlamına gelmeyeceği
vurgulanmaktadır.
Lizbon Antlaşması ile Avrupa Toplulukları ve Birliğin üç
sütunlu yapısı en azından şeklen ortadan kalkmaktadır.12 Ancak
sütun yapısı ortadan kalkmasına rağmen dış politika alanının
hükümetlerarası karakteri sürdürülmektedir.13
AB’nin Lizbona Göre Yetki Çeşitleri
Lizbon Antlaşması ile üye ülkeler tarafından Birliğe verilen
yetkilerin sınırları daha açık ve kesin bir şekilde
belirlenmiştir.14 Birlik üç çeşit yetki kullanmaktadır. Bu
yetki çeşitleri münhasır, paylaşılan, tamamlayıcı ve
destekleyici şeklinde sınıflandırılmaktadır. AB’nin cezai
yetkisinin özgürlük güvenlik ve adalet alanı kapsamı
içerisinde olması nedeniyle paylaşılan yetki alanı içerisinde
olduğu söylenebilir. AB’nin yetkileri her durumda Anlaşmalar
tarafından açıkça atfedilen alanlarla sınırlıdır ve tam yetki
verilmeyen alanlarda ilgili yetki kullanımı subsidiarite
(yetki ikamesi veya hizmette yerellik ilkesi) ve orantılılık
ilkeleri çerçevesinde belirlenir. Dolayısıyla AB’nin cezai
meselelerdeki yetkisi, Antlaşmalarda çerçevesi çizildiği
ölçüde yetkilidir denilebilir.15
Lizbon Öncesi Yapıda Birinci Sütun-Üçüncü Sütun Yetki Ayrımı
Maddi ceza hukuku üzerinde Topluluğun birinci sütun yetkileri
ve Birliğin üçüncü sütun yetkileri ciddi anlamda tartışılmış
ve bunun sonunda Komisyon, iki adet çerçeve kararın Topluluk
yetki alanı içerisinde olduğu iddiasıyla iki adet iptal davası
açmıştır.16 İlk dava talep gibi kabul edilmiştir. Fakat
Komisyonun ileri sürdüğü argüman, Konseyin eski birinci ve
üçüncü sütun arasındaki ayrımın uygulamasını temelden gözden
geçirmesine neden olmuştur.17
Bu durum bizi maddi ceza hukuku bakımından, eski Topluluk
hukukunun kapsamı konusuna getirmektedir. Komisyon tarafından
ileri sürülen birinci ve üçüncü sütun ayrım noktasının
temelden yeniden düşünülmesini beklerken, hiçbir Topluluk
kuralı açık bir şekilde üye ülkeye cezai yaptırım empoze
edemeyeceği ve hiçbir AT Kurumu gerçek veya tüzel kişilere
karşı önlem aldıklarında, cezai yaptırım uygulanmasını talep
edemeyeceği öngörülmüştü. Fakat bu alanda eski birinci ve
üçüncü sütun enstrümanları
arasında yakın ve yarışan bir ilişki vardı. Bu yüzden üçüncü
sütun maddi ceza hukuku, Topluluk mevzuatının ilgili
enstrümanları incelenmeden anlaşılamaz.18
Özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturma amacı, hem eski
AB Antlaşması (madde 2 ve 29), hem de eski AT Antlaşmasında
(madde 65) öngörülmüş bir amaçtı. Bu amacı elde etmeyi
hedefleyen mevzuat sadece AB Antlaşması değil aynı zamanda AT
Antlaşması çerçevesinde de kabul edilmekteydi. Bununla
birlikte Antlaşmalar Birlik kurumlarını birinci ve üçüncü
arasında seçim yapma konusunda serbest bırakmamıştır. AB
Antlaşması Başlık VI çerçevesinde özgürlük, güvenlik ve adalet
alanına ilişkin mevzuat kabul edilebilmesi bu konunun AT’nin
yetkisi dışında olmasına bağlıydı.19
AB Antlaşması madde 47’de, Başlık VI kapsamında kalan konular
üzerinde Topluluk hukukunun üstünlüğü veya önceliği
vurgulanmıştır. Birlik, mevzuat kabul ederken Topluluk
mevzuatına tümüyle uygun davranmak zorundadır. Prensip olarak
birinci ve üçüncü sütun arasında çakışma olamaması kuralı
kabul edilmişti. Bu yüzden, Topluluk hukuku tarafından
oluşturulmuş bir mevzuat bulunduğu müddetçe üçüncü sütun
enstrümanına yer bulunmamaktaydı.20
Lizbon Öncesi Topluluğun Maddi Ceza Hukuku Konusundaki Yetkisi
AT’nin üye ülkelerin ceza adalet sistemlerinde düzenleme
yapılmasını dikte etme yetkisi var mıydı? Eski AT
Antlaşmasının 135 ve 280inci maddeleri Amsterdam Antlaşması
ile yeniden düzenlenmişti. Bu maddelerde, gümrük ve mali
çıkarlarının korunması ile ilgili AT mevzuatının ulusal ceza
hukukunun uygulanması veya ulusal adalet yönetimi ile ilgili
olamayacağı belirtilmekteydi. Diğer taraftan, Amsterdam
Antlaşması ile kabul edilen AT Antlaşması madde 63(3) (b)
Topluluğa yasa dışı göç ve oturumla ilgili 135 veya 280inci
maddelere benzer yasal temel oluşturan hükümler bulunmadan,
düzenleme yapma yetkisini vermekteydi.21
Komisyon ve Avrupa Parlamentosu, Amsterdam Antlaşması
yürürlüğe girmeden önce ve yürürlüğe girdikten sonra, bazı AT
Antlaşması hükümlerinin Topluluğa, üye ülkelerin ceza
hukuklarının belirli bölümlerinin harmonize edilmesi
(uyumlulaştırma veya yeknesaklaştırma) konusunda yetki
verdiğini iddia etmişlerdi. Bu görüşler belirli mevzuatın
iptaline ilişkin açılmış davalarda ifade edilmiştir. Bununla
birlikte, üye ülkelerin Topluluğun ceza hukuku üzerinde
yetkili olduğu hususuna politik ve yasal itirazları nedeniyle
Konsey, Topluluğun AT mevzuatında, tüzüklerle belirli
hususları yasaklayan veya direktiflerle üye ülkelerin belirli
hususları yasaklamasına ilişkin yasal
tedbirler geliştirmişti. Tüzükler kendi kendilerine hukuk
kaynağı olmaları ve doğrudan etkili olmaları nedeniyle üye
ülkelerin prensip olarak paralel yasal düzenlemeler yapmaları
gerekmemektedir. Tüzükler bu yasaklamaların iç hukuka
yansıtılması konusunda hangi yaptırımların devreye
sokulacağını ve sokulmayacağına ilişkin çok nadir olarak
hükümler içerirler. Bu nedenle bu tüzüklerin getirdiği
yasaklamaların iç hukuka yansıtılmasını sağlamak genellikle
üye ülkenin sorumluluğundadır.22
Direktifler, cezai yaptırım öngörülüp öngörülmeyeceğinin
takdirini üye ülkeye bırakmaktadır.23 Üye ülkelerin Topluluk
hukuku kurallarını cezai yaptırımlar düzenleyerek iç hukuka
yansıtma yükümlülüğü bulunduğuna ilişkin AT hukukunun genel
prensibi, ATAD tarafından oluşturmuştu. ATAD bir kararında,
üye ülkenin yargı sınırları içerisinde işlenen suçlara, kendi
ulusal maddi ve ceza usul hukuku kurallarını uygularken,
Topluluk hukuku kurallarını göz önüne alma yükümlülüğü
bulunduğuna hükmetmiştir.24
Yaptırımların eşitliği prensibi, Maastricht Antlaşmasıyla
Topluluğun mali çıkarlarına karşı dolandırıcılık suçları için
geçerli bir prensip olarak AET Antlaşmasına dâhil edilmiştir.
Mahkemenin bu yaptırımların etkili, orantılı ve caydırıcı
olmak zorunda olduğu şeklindeki yorumu ise daha sonra
Amsterdam Antlaşması ile AT Antlaşmasının 280. maddesine
‘ulusal tedbirler etkili, caydırıcı olmalı ve AT’nin mali
çıkarlarını etkileyen diğer eylemlere uygulanır’ şeklindeki
hükmü dahil edilmişti.25
Konseyin muhalefetine rağmen, Komisyon belirli eylemlerin suç
olarak düzenlenmesini öngören Topluluk mevzuatı önerilerinde
bulunmaya devam etmiştir. Özellikle Amsterdam Antlaşmasından
sonra AB bütçesine karşı işlenen dolandırıcılık suçlarıyla
ilgili Amsterdam Antlaşması öncesi üçüncü sütun Sözleşme ve
Protokollerine ilaveten, AT Antlaşması madde 280’e dayanan
Topluluk mevzuat önerilerinde bulunmuştu.26 Bunların yanında
fikri mülkiyet hakları, çevre cezaları, kara para ve pazarın
kötüye kullanımı konularında direktiflerin yanında ve gemi
taşımacılığının neden olduğu kirlilikle ilgili çerçeve karar
ve direktif önerileri sunulmuştur. Komisyon, Konseyin üçüncü
sütun kapsamında insan kaçakçılığının bazı yönlerine ilişkin
çerçeve karar ve seyahat dokümanları sahteciliği konusunda
karar, siber suçlar konusundaki düzenlemeler ve ırkçılık ve
yabancı düşmanlığının AT Antlaşmasının 13. maddesiyle verilen
AT’nin anti-ırkçılık yetkisi kapsamında olması nedeniyle
yetkisiz olduğunu iddia etmiştir.27
Konsey cevabında, AT bütçesine karşı dolandırıcılıkla mücadele
ve çevre suçlarıyla ilgili direktif önerilerini
mevzuatlaştırma amacıyla gündemine almayı reddetmiştir. Bunun
yerine AT Bütçesine Karşı Dolandırıcılıkla ilgili bir Sözleşme
ve Çevre Suçlarıyla ilgili de bir Çerçeve Karar kabul
etmiştir. Sonunda Konsey kabul edilen fikri mülkiyet hakları,
kara para aklama ve pazarın kötüye kullanımıyla ilgili
direktiflerden ceza hükümlerini çıkarmıştır.28
Bununla birlikte, Komisyon uyuşmazlığı, ATAD önüne getirerek
çözmeye karar vermiştir. AB Antlaşması 35. maddeye dayanarak
çevre suçlarıyla ilgili çerçeve karara karşı başvuruda
bulunmuş ve AT’nin çevre suçlarıyla ilgili mevzuat kabul etme
yetkisini elinden aldığını iddia etmiştir. ATAD Komisyonun
iddiasını haklı bulmuş ve çerçeve kararı iptal etmiştir. ATAD,
AB Antlaşması hükümleri, AT Antlaşması hükümlerini etkilemez
şeklindeki kararında eski AB Antlaşması 47. maddeye atıf
yapmıştır. Bu hüküm eski AB Antlaşması madde 29 içerisinde
tekrarlanmıştı.29
Mahkemenin önceki içtihatlarına göre AB Antlaşması Başlık VI
hükümleri, Topluluk yetkilerine üstünlüğü veya önceliği söz
konusu değildi. ATAD’ın devam edegelen tutarlı içtihatlarına
göre, mevzuatın yasal dayanağı amaç ve içeriğine göre
yorumlanmalıdır. Bu davada çerçeve kararın amacı çevrenin
korunmasıdır ve temel olarak içeriği ulusal ceza hukukunun
harmonizasyonunu ilgilendirmektedir. Mahkeme genel kural olan
ne maddi ceza hukukunun ne de ceza usul hukuku kurallarının
Topluluğun yetki alanına girmediğini tekrar etmiştir. Mahkeme
bu olayda çerçeve karar belirli eylemleri çevreye zararlı
olduğu için suç olarak belirlemesine rağmen, verilecek
cezayı seçme hususunu üye ülkeye bırakmaktadır. Bu bağlamda
cezalar etkili, orantılı ve caydırıcı olmalıdır.30
Son olarak, AT Antlaşması 135 ve 280. maddelere dayanan ve
yasal dayanağı AT’nin mali çıkarlarına karşı dolandırıcılık ve
gümrük işbirliğiyle ilgili, AT’nin ulusal ceza hukukunun
uygulanması ve adalet yönetimini etkileyen Topluluk
yetkilerini yasaklayan karşı argümanı mahkeme reddetmiştir.
Mahkeme çerçeve kararın belirli suçlar için üye ülkeye gerçek
kişiler için cezai sorumluluk ve tüzel kişiler için cezai ve
idari sorumluluğa tabi tutma sonucunu doğuracak yasal
düzenleme yapma yükümlülüğü ortaya koyan madde 1-7
hükümlerinin Topluluk hukuku alanına tecavüz etmiş olduğuna
hükmetmişti. Komisyon çerçeve kararın 8. ve 9. maddelerin
soruşturma ve yargısal görev alanı ile ilgili hususların
Topluluk yetkisi kapsamında olmadığını kabul ederek geriye
kalan hükümlerine itiraz etmemiş olsa da, Mahkeme çerçeve
karar hükümlerinin bölünemez olduğu gerekçesiyle iptal
etmiştir.31
ATAD’ın bu kararının eski sütun yapısı açısından sonuçları
nelerdi? Kurumsal açıdan eski üçüncü sütun enstrümanı yerine,
eski birinci sütun enstrümanı kullanma yükümlülüğü, farklı bir
karar alma prosedürü gerektirmekteydi: üye ülke ve Komisyonun
paylaştıkları insiyatif başlatma yetkisi yerine, Komisyonun
insiyatif tekeli söz konusudur. Bunun yanında Avrupa
Parlamentosu için ortak karar yetkisi ve Konseyde nitelikli
çoğunluk oyu gerekli olacaktı. AT hukuku daha güçlü bir yasal
etkiye sahip olmasının yanında ATAD’ın AT enstrümanı üzerinde
daha geniş bir inceleme yetkisi söz konusu olacaktır. Kısaca
ceza hukuku birinci sütun kapsamında kaldığı sürece
hükümetlerarası karakterli olmayacaktır. Bu da şu anlama
gelmektedir: Üye ülkelerin mutlak egemenlik alanları içinde
gördükleri ceza hukuku kapsamında suçların belirlenmesine
ilişkin yetkisi sınırlanmış olacaktı. AB üçüncü sütun
tedbirleri üye ülkeler üzerine ceza hukuku yükümlülüğü
yükleyemez anlamına gelmemekteydi. Üye ülkenin veto yetkisi ve
üçüncü sütun’un hükümetlerarası özelliği nedeniyle bu
yükümlülük üzerindeki egemenlik hakkından doğan kontrol
yetkisini elde tutmaya devam etmiştir. Bu nedenle Karar
pratikte üçüncü sütunun bir bölümünün birinci sütuna transferi
anlamına gelmektedir. İnsiyatif tekelini Komisyona bıraktığı
için, bu transfer Anayasal Antlaşmanın önerdiği transferden
daha ileri bir insiyatif yetkisi transferi olmuştur. Bu
nedenle Mahkeme içtihadının kapsamının net olarak ortaya
konması çok önemlidir. 32
Komisyon kararın ardından kararla ilgili görüşlerini
yayımlamıştır. Komisyona göre Karar, söz konusu davanın çok
ötesinde ilkeler ortaya koymuştur. Aynı gerekçeler diğer ortak
politikalara ve dört iç pazar özgürlüğüne uygulanabilir.
Sadece Topluluk amaçlarının gerçekleştirilmesi; ciddi
sorunlarla mücadele etmekte gerekli olması; Topluluk
politikalarının etkinliğinin sağlanması; veya iç pazarın
sağladığı serbest dolaşım haklarının sağlanması için, gerekli
sektörel seviyede ceza hukuku tedbirleri benimsenebilir. Ancak
Topluluğun ceza hukuku konusunda genel bir yetkisi
bulunmamaktaydı. Yukarıda sayılan şartların varlığı halinde,
Topluluğun cezai yetkisi sadece suçların tanımlanmasında
değil, cezai yaptırımların belirlenmesi, cezai yaptırımın
niteliği, aralığı ve ceza hukuku ile ilgili diğer hususlar
içinde geçerliydi.33
Bu yüzden Komisyona göre, üçüncü sütun yetkisi ceza hukukuyla
ilgili genel, yatay (horizontal) tedbirler içeren enstürmanlar
için kullanılabilir nitelikteydi. Buna karşılık Topluluk
yetkisi sadece Topluluk amaçlarını gerçekleştirmek için ceza
hukuku kurallarının kullanımını içermekteydi. Bu nedenle,
Komisyon tarafından listelenen bir çok AB mevzuatının bir
bütün olarak veya bazı hükümlerinin, tümüyle veya kısmen
yanlış yasal zeminlere dayanarak kabul edildiğini iddia
etmekteydi.34
Bu nedenle Komisyon, bu mevzuattan birinin iptali için dava
açmaya karar vermiştir. Gemilerin yol açtığı kirliliğe ilişkin
çerçeve karara karşı açılan dava ATAD’ın önüne gelmişti.35
Yasal temelin yanlışlığı nedeniyle kabul edilen diğer yasal
tedbirlere gelince, Komisyon, Konsey ve Avrupa Parlamentosunun
önemli ölçüde değişikliklere gitmeden bunları Topluluk
mevzuatı olarak kabul etmesini önermekteydi. Olmazsa Komisyon
bunların yerini alacak mevzuatı önemli değişikliklerle
müzakereye sunabilecekti. Para sahteciliği, karapara aklama,
göçmen kaçakçılığı, özel sektör yolsuzluğu, bilgi sistemlerine
saldırı suçları konularında yanlış yasal temele dayanarak
mevzuat kabul edilmiştir. Terörizm, insan kaçakçılığı, cinsel
sömürü ve çocuk pornografisi, ve uyuşturucu kaçakçılığı ile
ilgili çerçeve kararlar bu içtihattan etkilenmemişlerdir.36
Komisyon ırkçılık yabancı düşmanlığı, organ kaçakçılığı, kamu
alımlarında sahtecilik konularındaki durdurulan çerçeve karar
önerilerini değerlendirmiş ve Topluluk hukuku kapsamında bir
konu olan ırk ayrımcılığı için öngörülen cezanın yeniden
düzenlenmediği sürece, ilgili ilk önerinin yasal dayanağının
doğru olduğunu
ifade etmiştir. Diğer iki önerinin yasal dayanağı konusunda
Komisyon görüşünün ne olduğu çok açık değildi.37
Bu durumda Komisyonun analizleri isabetli miydi? İlk olarak,
içtihadın kapsamı bakımından çerçeve kararın çevre konusunun
ötesinde yansımaları olduğu açıktır. ATAD AT’nin ceza hukuku
konusunda genel yetkisizliğinin Topluluğu çevre hukukuyla
ilgili cezai önlemler benimseyip uygulamasına engel
olmadığının nedenlerini ifade etmese de, Mahkeme kararının
gerekçesinde çevre hukukuyla sınırlı olması gerektiğini
gösterecek hiçbir şey bulunmamaktadır. Bunun yerine Mahkemenin
Topluluğun amaç ve görevlerinin kıyaslama yoluyla referans
verilen AT Antlaşması madde 2 ve 3’teki Topluluk
politikalarına uygulanabileceği için içtihat tersi sonuca
işaret etmekteydi. Mahkeme aynı zamanda eski AT Antlaşmasının
çevrenin korunması konusundaki genel hükümlerine de
değinmektedir, fakat bunun tali bir gerekçe olduğu ortaya
çıkmaktadır.38 Her durumda benzer genel hükümler diğer
Topluluk politikası alanları için de sözkonusu olmaktadır.39
Eski Madde 135 ve 280’deki hususi durumlar dışında, Topluluk
politikalarıyla ilgili yasal tedbirlerin uygulanmasının bunu
gerektirmesi durumunda AT ceza hukuku
tedbirleri kabul etme yetkisine sahipti.40 Bununda ötesinde
Hukuk Sözcüsünün görüşü açık bir şekilde Topluluk yetkisinin
kapsamında olan her alanda eski AT mevzuatının etkin bir
şekilde uygulanmasını sağlamak üzere üye ülkelere cezai
düzenlemeler dikte edebilir demekteydi. Fakat eski Topluluğun
cezai yetkileri, Topluluk yetkileri üzerindeki diğer genel
sınırlamalara uygun olmalıydı. Örneğin, ceza hukuku
yaptırımlarının amacı iç pazarı düzenlemeye ilişkin olabilir.
Ancak iç pazar kurallarının uygulanmasının kolaylaştırılmasına
ilişkin olamaz. Bu durumda yasal tedbir eski madde 95’in
kapsamı dışında olacaktır. Çünkü madde iç pazarın
düzenlenmesine ilişkin yetki vermektedir, kolaylaştırılması
konusunda değil.41
Bu analizin sonucu olarak, Komisyonun çerçeve kararlar
listesinin kısmen veya tamamen yanlış olduğuna ilişkin görüşü
doğruydu ve çerçeve karar listesi, kaçakçılık bir çeşit
illegal göç olduğu ölçüde, insan kaçakçılığına ilişkin çerçeve
kararı da içermeliydi. Yasa dışı göçle ilgili eski Topluluk
yetkisine ilişkin güçlü bir dayanak vardı, çünkü bu alan AT
Antlaşması tarafından illegal aktivitelerle ilgili açık bir
şekilde yetki verilmiş bir alandı.42 Kamu alımlarına ilişkin
dolandırıcılıkla ilgili çerçeve karar önerisi şüphesiz bir
şekilde eski Topluluk yetkisi kapsamındaydı ve organ
kaçakçılığına ilişkin öneri eski AT Antlaşması madde 152(4)(a)
organlara, insan orijiniyle ilgili maddeler, kan ve kan
ürünlerine ilişkin yüksek kalite ve güvenlik standartları
oluşturmak diyerek Topluluğa bu konuyla ilgili yetki verdiği
düşünülebilir.43
Bu konuda en karmaşık soru, Topluluğun alacağı ceza hukuku
tedbirlerinin doğası bakımından içtihadın kapsamının ne olduğu
sorusudur. Bu bakımdan çevre suçlarına ilişkin çerçeve karar
sıradışıdır, çünkü üye ülkenin ulusal hukuk düzeninde
uygulaması gereken özel suçun ceza aralığını kesin olarak
belirlememiştir. Fakat maddi ceza hukukuna ilişkin çerçeve
kararlarının çoğu, üye ülkenin suç olarak düzenlemesi gereken
suç tiplerine ilişkin cezaların miktarlarıyla ilgili
yükümlülüklerini belirlemektedir.44
ATAD Hukuk Sözcüsünün görüşü, Topluluğun üye ülkenin
kriminalizasyon dikte etmesine ilişkin yetkisi olduğunu ancak
uygulanacak ceza aralığını empoze etme yetkisi olmadığını
ifade etmektedir.45 Bu analizler mantıksal olarak çevre
haricindeki alanlara kıyasen uygulanabilir. Mahkeme ise bu
şekilde açık bir ayrım yapmamıştır. Fakat çerçeve kararın üye
ülkelerin düzenleme yapmakla yükümlü tutulacağı ceza miktar
aralıklarına ilişkin detaylı hükümleri bulunmadığına açıkça
değinmiştir.46 Yine de Komisyon Mahkemenin bu konuda Hukuk
Sözcüsü’nden daha ileri gittiğini ve topluluğun detaylı ceza hukuku yaptırımları oluşturma yetkisi
olduğu sonucuna varmıştır.47
Bu noktada Komisyonun isabetli bir görüş ortaya koyup
koymadığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Mahkeme, Hukuk Sözcüsü
ile tersi bir görüş içerisinde değildir. Ancak bu noktayı
muğlak bırakmıştır. Konuya ilk prensipten yaklaşırsak
Mahkemenin bu kararından kıyas yoluyla Topluluk hukukunu
uygulamak için gerekli olduğunda suçların oluşturulması
bakımından yetkisi olduğu gibi ceza miktarlarının aralıkları
bakımından da yetkisi olduğu söylenebilir. Bunu söylerken
Topluluk için eğer ceza miktar aralıklarını detaylandırmak
isterse yetki ikame ilkesi (subsidiarite) ve orantılılık
ilkelerini gerektiği şekilde uygulamak zor olabilir.48
Ceza hukukunun diğer yönlerine gelince, Komisyon, ceza
hukukundaki coğrafi yer itibariyle yargılama yetkisinin
Topluluk hukukunun yetki alanı dışında kaldığını ifade
etmiştir.49 Konseyin hukuk servisi, Mahkeme kararının
Topluluğun bu yetkilere sahip olmadığına işaret ettiğini
zannetmiştir.50 Bununla birlikte Mahkeme açık bir şekilde
Komisyonun görüşünü onaylamamıştır. Bunun yerine cezai yetki
konusu Topluluğun cezai yaptırımların harmonizasyonu yetkisi
(uyumlulaştırılması veya yeknesaklaştırma)51 açısından tali
bir husus olduğu söylenebilir. Eğer Topluluğun temelde yetkisi
varsa, cezai yargılama yetkisi açısından boşluk oluşmasını
önlemek ve Topluluk hukukunun uygulanması konusunda çifte
yargılanma tehlikesini bertaraf etmek için, Topluluğun
inisiyatif başlatma yetkisi vardır. Gerçekten Komisyon
Bildirisinde hangi çerçeve kararların tamamen ve hangilerinin
kısmen geçersiz olduğunu belirtmemiş olduğundan durum çok açık
değildir. Komisyon’un Bildirisinde hedef alınan çerçeve
kararların tamamı, karapara aklamaya ilişkin çerçeve karar
hariç, ceza yargılama yetkisine ilişkin hükümler içermektedir.
Komisyonun ceza usulüne ilişkin, örneğin mağdurların durumu,
önceki mahkumiyetlerin etkisine ilişkin çerçeve kararların
diğer yönlerinin Topluluk hukuku yetkisinin dışında kaldığına
ilişkin görüşü açık değildir. Fakat Komisyonun görüşü ortak
soruşturma ekipleri, malların müsaderesi ve cezai yargılamanın
başlatılmasıyla ilgili hükümler içeren fikri mülkiyet
haklarına ilişkin Direktif önerisinden çıkarılabilir.52
Eski AT Antlaşması dönemindeki Topluluk mevzuatı, ulusal ceza
hukukunun uygulanması ve ulusal yargı siteminde yargının
yönetimiyle ilgili değildir diyerek, ceza hukuku yetkisini
açık bir şekilde sınırlandırdığı istisnai hükümleri nasıl
değerlendirmek gerekir? Bu hükümler Topluluk mevzuatını ceza
usul ve kolluk bakımından sınırlandırmaktadır (ceza hukukunun
uygulanması ve yönetimi), yoksa maddi ceza hukuku bakımından
değildir.53
Lizbon Öncesi AB’nin Maddi Ceza Hukuku Yetkisinin Kapsamı
Diğer önemli bir husus ise AB’nin ulusal ceza hukuklarını
harmonize etme yetkisinin boyutudur. AB Antlaşması 31. madde
‘AB’nin yetkilerinin organize suçlar, terörizm, ve uyuşturucu
kaçakçılığı suçlarının belirli alanlarında suçların
tanımlanması ve ilgili cezaların harmonizasyonu hususunda
yasal tedbirlerin benimsenmesini içerir’ demektedir.
AB’nin maddi ceza ve ceza usul hukukuna ilişkin farklı yasama
enstrümanlarının konusu çok çeşitlilik arz eder ve üye
ülkelerin ortak menfaatleri ile bağlantılıdır. Özellikle
organize suçlar, terörizm, kara para aklama, uyuşturucu
kaçakçılığı suçlarına atıfta bulunulan mevzuat bulunmaktadır.
Bu doğrultuda Birliğin menfaatlerine ilişkin, sınırların
korunması, mali menfaatler, para v.s. ve uluslararası seviyede
korunabilecek menfaatlere ilişkin kamu ve özel sektörde
yolsuzluk, çevrenin korunması, insan kaçakçılığı, çocukların
cinsel sömürüsü, piyasa manipülasyonu, ırkçılık,
dolandırıcılık ve nakit olmayan ödeme vasıtalarında sahtecilik
ve siber suçlar konularında yasal enstrümanları bulunmaktadır.
Bunlara ilaveten Avrupa tutuklama müzekkeresi çerçeve kararı,
Topluluğun mali menfaatlerinin ceza hukuku vasıtasıyla
korunması, Avrupa savcılığının kurulması, ceza yargılamasında
sanık ve şüphelilerin usuli güvenceleri gibi işbirliği ve
karşılıklı yardımlaşma alanlarındaki düzenlemeleri ve
önerileri bulunmaktadır.54
Bu sayılanlara genel bir bakış göstermektedir ki, hemen hemen
her AB mevzuatı belirli problemlere referans yapmaktadır. Bu
da ulusal maddi ceza ve usul hukukunun harmonizasyonu ve
yakınlaştırılması konusunda genel bir bakış açısı
vermemektedir. Bunun sebebi de Birliğin etrafının genel bir
ceza hukuku yetkisine sahip olmamasıdır. Fakat bu durum kabul
edilse bile, ulusal hukuk sistemlerinin yapısal farklılıkları
dikkate alınmamaktadır. Gerçekten bu farklılıkları takip
etmenin güçlüğü kabul edilmek zorundadır. Bu durum hukukun
dağınıklığına neden olmaktadır. Çünkü birçok alanda
dolandırıcılık ve sahtecilik gibi geleneksel suçlar uygulama
alanlarını kaybetmekte ve yeni suçlarla yer değiştirmektedir.
Topluluğun mali menfaatlerinin veya Topluluk parasının
korunmasına ilişkin suçlar veya yolsuzluk ve piyasa
manipülasyonuna ilişkin suçlar buna örnek olarak
verilebilir.55
Eski Madde 29 ve 31 içeriğinde sayılan suçların örnek
kabilinden sayılan suçlar mı yoksa sınırlı sayı ve tipte mi
olduğu konusuna gelince; bu hükümler suç tiplerini
saymaktadır.
AB Antlaşması madde 29 ‘AB’nin üçüncü sütun amacının diğerleri
yanında farklı listedeki suçlar bakımından özellikle:
terörizm, insan kaçakçılığı, çocuklara karşı suçlar,
uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, yolsuzluk ve
dolandırıcılık suçları bakımından ulusal hukukların
yakınlaştırılması vasıtasıyla elde edileceğini ifade’
etmektedir.
Avrupa Konseyi Tampere Zirve kararı AB’nin maddi ceza
hukukunun harmonizasyonu bakımından çabalarını odaklaması
gereken üçüncü bir liste ortaya
koymaktadır. Bu alanlar: mali suçlar (karapara aklama,
yolsuzluk, Euro sahteciliği), uyuşturucu kaçakçılığı, insan
kaçakçılığı, kadın sömürüsü, çocukların cinsel istismarı,
ileri teknoloji suçları ve çevre suçlarıdır.56
Görünüşte, maddelerde belirtilen suç tipleri açısından sınırlı
sayı ve tipe bağlılık (numeraus clauses) var gibi görünse de
gerçekte öyle değildir. Eğer bu üç listedeki suçlar sınırlı
sayı ve tipe bağlı olsaydı, AB’nin 29. maddedeki amacıyla, 31.
maddedeki yetkilerini uzlaştırmak güç olabilirdi ve AB’nin
hukuki yetkilerinin sınırları ışığında Tampere Zirve sonucunda
belirtilen politik gündemi gerekçelendirebilmek zor
olabilirdi. Bunun yerine listenin sınırlı sayı ve tipe bağlı
olmadığı açık olarak görünmektedir. ‘İçerecektir’, ‘özellikle’
ve ‘gibi’ sözcüklerinin kullanılışından açıkça anlaşıldığı
gibi, AB’nin ulusal hukukları harmonize etme yetkileri
belirtilen katalog suç listesiyle sınırlı değildir.57
Diğer taraftan, AB’nin üçüncü sütun yetkileri subsidiarity
(ikincillik veya talilik ilkesi) ile sınırlanmıştır. Bu ilke
AB’nin eylemlerini maddi ceza hukuku alanı bakımından minimum
sınıraşan etkiye zorlamaktadır. Bununda ötesinde, AB’nin
yetkisi üye ülkeyi AB’nin üçüncü sütun enstrümanlarının
belirlediği suçların tanımını daha geniş bir şekilde ele almak
açısından serbest bırakarak veya AB mevzuatının öngördüğü
minimum seviyeyi aşan cezalar uyugulayabilecek şekilde, bu
alanda sadece minimum standartların (madde 31’in seçtiği ifade
biçimine göre minimum kurallar) oluşturulması için
kullanılabilir.58
Örnek olarak siber suçların durumunu bu madde de sayılan ve
sayılmayan suç tipleri açısından değerlendirecek olursak;
Maddenin görünüşteki ifadesinde eğer mevzuatın veya suçun
listede sayılan suçlarla bağlantısı olduğu düşünülmezse, siber
suçların bu madde kapsamında olmadığı şeklinde anlam
çıkmaktadır. Gerçekte Antlaşmanın yapıcısı bu madde de sayılan
suçlarla Topluluk eylemlerinin sınırlarını detaylı bir şekilde
sınırlamamaktadır ve bunlar gösterge amaçlıdır.59
Lizbon Öncesi AB’nin Ceza Usulü Yetkisinin Kapsamı
AB’nin Lizbon öncesi yasal temelde ulusal ceza usul
hukuklarının harmonizasyonu konusunda yetkisinin bulunup
bulunmadığı hususu tartışmalı bir konuydu. Özellikle eski AB
Antlaşması madde 31(1) (a) dan (d)’ye kadar temel olarak sınır
aşan konulara değinmektedir. Sadece madde 31(1)(c) bu tür
işbirliğini geliştirmek için gerekli olan, üye ülkelerde
uygulanacak kuralların uyumluluğunu sağlamak konusundaki
yetkiye işaret etmektedir. Bununla birlikte madde 31(1)’in
başlangıç ifadesi cezai meselelerde adli işbirliğinde ortak
eylemler, takibeden listedeki tedbirleri içerir demektedir ve
bu listenin sınırlı sayıda olmadığını açıkça ifade etmektedir.
Madde 31(1) (c)’nin geniş yorumlanması öngörülebilir ve
özellikle şüphelilerin usuli
güvenceleri konusunda harmonizasyon sağlanması, üye ülke
mahkemelerinin diğer üye ülke mahkemeleriyle işbirliği
konusunda daha istekli davranmalarını sağlayabilecektir.60
Eski üçüncü sütun karışık yetkilerin klasik örneğini teşkil
eden bir politika alanıdır. Burada ilk olarak açıklığa
kavuşturulması gereken husus, cezai meselelerde adli
işbirliğinin üçüncü sütun kapsamında ele alınması gerekip
gerekmediğidir.61 Cezai meselelerde işbirliği alanında
düzenleme yetkisi AB Antlaşması çerçevesinde hükümetlerarası
düzenleme kapsamı içerisinde bulunmaktadır.
Birliğin cezai konulardaki yetkisiyle ilgili en önemli
tartışma konusu ceza usulü alanında yasama yetkisi ile ilgili
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu konudaki ileri sürülen argüman,
AB içerisindeki cezai işbirliğinin ayrı bir ceza adalet
mekanizması olmadığı, bunun yerine Birlik çapında bağımsız
ceza adalet sistemleri arasındaki meseleleri çözmeye dönük bir
işbirliğinden ibaret olduğu şeklindedir. Burada AB’nin bu
sınırlı yetkisiyle usuli haklar bakımından yasalaştırma
çalışması yapma yetkisi bulunup bulunmadığı ve mevzuat kabul
edip edemeyeceği sorusu ortaya çıkmaktadır.
Eski AB Antlaşmasının 29. ve 31. maddelerin kullandığı
terminolojinin ve anlatım biçiminin ortaya koyduğu ‘cezai
meselelerde adli işbirliği konusunda ortak eylem’ ifadesi; hem
kurumsal, yargılama usulü ve mahkeme kararlarının yerine
getirilmesi ve işbirliği kurallarının uyumluluğu bakımından
usuli basitleştirme, hemde yasal tedbirlerin
uyumlulaştırılması öngörülmektedir. Bu yasal tedbirler,
suçları oluşturan unsurlar bakımından minimum kriterleri ve
terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlar
alanlarındaki yaptırımları ilgilendirir.62 Bu yüzden, üçüncü
sütun sadece işbirliğini geliştirmeyi amaçlamaz aynı zamanda
Topluluk enstrümanıyla uyuşan yeni yasal önlemler
oluşturulmasını amaçlamaktadır. Böylece ceza hukukunun
harmonizasyonu cezai meselelerde adli işbirliğinin amaçlarının
gerçekleştirilmesinin metotlarından birini oluşturmaktadır.
Bu madde harmonizasyon için açık yasal bir temel oluştururken,
ceza hukukunun bazı yönleri ve harmonizasyonun derecesini
ifade eder şekilde sadece minimum kriterler oluşturulması
açısından onu sınırlar. Maddenin sınırlaması açık bir şekilde
ifade edilen alanlar haricinde harmonizasyona izin vermez.63
Eski AB Antlaşmasının 29 uncu maddesinin anlatımları ışığında,
usul hukukunun bu sütununun spesifik bir amacı olarak açıkça
belirtilmediği sonucu çıkarılabilir.
Bununla birlikte eski AB Antlaşmasının 30, 31 ve 32. maddeleri
vasıtasıyla ceza usulünü ele almak için kapı açık bırakılmış
mıdır sorusu gündeme gelmektedir.64
Karşılıklı tanıma prensibini cezai işbirliğinin köşe taşı
kabul eden Tampere Zirvesi Sonucundan sonra, karşılıklı tanıma
ilkesi açısından hem cezaların infazının, hem de sanık ve
şüphelilerin haklarının korunmasının önemine işaret
edilmiştir.65 Ceza adaletinde karşılıklı tanıma ilkesinin
uygulanması konusunda çok önemli gelişmeler kaydedilmesine
rağmen, savunma haklarına yeterince önem verilmemiştir.66
Karşılıklı tanımanın (cezai meselelerde negatif yasal
entegrasyonda), savunma haklarında minimum seviyede
harmonizasyonun ihmal edildiği fark edilebilir.67 Avrupa
tutuklama müzekkeresi çerçeve kararının uygulanmasında usul
açısından kayda değer bir başarı elde edilmiştir. Bununla
birlikte, kararı veya müzekkereyi icra edecek devletin, ilk
bakışta talep eden devletin usuli haklar konusundaki durumunu
kontrol zorunluluğu bulunmamaktadır.68
Öte yandan, iddia edilebilir ki, karşılıklı tanımanın
işbirliğinin köşe taşı olarak kabul edilebilmesi için AB
Antlaşmasının mevcut hükümleri sağlam dayanaklara sahip
değildir. AB Antlaşmasında bir metot olarak zikredilen daha
yakın işbirliği Konseyin politik bir tercihidir. Bununla
birlikte Gbandi’ye göre ceza hukukunun özel karakteri
nedeniyle ve bu yeniliğin AB Antlaşmasının yapıcıları
tarafından bu kastedilmediği için karşılıklı tanımayı
işbirliğinin köşe taşı saymak kendi başına bunu ispat etmeye
yetmez. Bu yüzden, bunun her kullanımının, alınacak yasal
tedbirler AB Antlaşmasının diğer maddeleri hükümlerine
dayanmaması durumunda Birlik organlarınca yetkinin aşılması
teşkil edecek69 ve usuli hakların dayanağı bakımından
şüphelere neden olacaktır. Bunun nedeninin ise Lizbon öncesi
AB Antlaşmasında açık bir yasal temel bulunmamakta, ancak
karşılıklı tanıma açısından işari yetki olduğu söylenebilir.70
Avrupa tutuklama müzekkeresi çerçeve kararında niçin şüpheli
ve sanıkların usuli hakları bakımından minimum seviyede
harmonizasyon standartları göz önünde bulundurulmamıştır.
Bunun yasal yetki eksikliğinden dolayı olduğunu iddia edenler
olmuştur. Lizbon öncesi AB Antlaşmasının 31(1)(b) maddesi
suçluların iadesinin kolaylaştırılması için yetki verirken,
usuli haklar bakımından açık yetki bahşetmemektedir. Komisyon
bunu aşmak için bir yol bulmuştur ve maddeyi işari yetki
veriyormuş gibi yorumlamıştır.71 Komisyon ceza yargılamasında
belirli usuli haklar
konusunda bir çerçeve karar önermiştir.72 Karşılıklı tanımanın
gereklerini ve AB Kurumlarının bu konudaki görüşlerini
açıklama yöntemlerini yorumlayarak, Komisyon, önerilen usuli
haklar konusundaki çerçeve kararda AB Antlaşmasının 31(1) (c)
maddesinin yasa koyucusunun AB’ye ceza usulü konusunda yetki
vermek niyetinde olduğu şeklinde yorumlamıştır.73
Morgan mevcut üçüncü sütun’un tartışmalı yorumlanmasına
dayanan Usuli Haklara ilişkin Çerçeve Karar’ın önerilmesinin
AB’nin usuli haklar konusundaki yetkisi çevresindeki
müphemliği açıklığa kavuşturabileceğini iddia etmiştir.74
Diğer taraftan, Nilsson’a göre usuli haklar konusunda AB’nin
yetkili görülmesinin arkasındaki ana fikir üçüncü sütunun
hükümetlerarası karakteri ve bunun doğal sonucu olarak bu
Sütundaki karar alma sürecinin oybirliği şeklinde olması
yönüdür. Üçüncü sütun AB’ye yasalaştırma konusunda yetki
vermemekte ve atfedilen yetki sistemini yaratmaktadır. Bu
nedenle sınırlı bir yetkisi vardır. Hükümetlerarası Konsey
neye karar verirse o konuda yasalaştırma yetkisi olduğu
düşünülebilir demektedir.75
Buna karşılık, Hukuk Sözcüsü Kokot, Pupino Davasında, AB
Antlaşmasının 31(1) maddesi sınırlı yetki açısından ‘cezai
meselelerde adli işbirliği konusunda ortak eylem…içerecektir’
derken müphem bir anlatım biçimi kullanmamakta olduğunu
savunmaktadır.76 Schutte ise AB Antlaşması 29. maddenin
ifadesi ışığında usul hukukunun bu sütunun spesifik amacı
olarak belirtilmediği sonucu çıkarılabilir demektedir. Bununla
birlikte AB Antlaşmasının 30, 31 ve 32. maddeleri ceza usulü
yargılamasının taraflarının haklarını ele aldığı için kapının
açık bırakıldığını söyleyebiliriz demektedir.77 Lööf bu konuda
herhangi bir müphemlik bulunduğunu kabul etmemekte ve AB
Antlaşması 31(1) maddesinin ifadesinde usuli haklar açısından
tatmin edici yasal dayanağın bulunduğunu iddia etmektedir.78
Kanaatimizce, usuli hakların düzenlenmesi açısından AB’nin
açık bir yasal dayanağı olduğunu söylemek kolay değildir.
Ancak karşılıklı tanıma ilkesinin fonksiyonelliğinin
sağlanması için gerekli olduğunda usuli güvenceler sağlayan
mevzuat kabülü için kapının açık olduğu söylenebilir. Öte
yandan, Antlaşma hükümleri kapsamında bulunmamasına rağmen
Konseyin her ne isterse ona ilişkin yetkisi olduğunu düşünmek,
AB Hukukunun Antlaşmaya dayanan karakteri nedeniyle ve
Antlaşmaların belirli bir kabul ediliş ve yürürlüğe giriş
prosedürü olduğu için makul görünmemektedir.
Cezai meselelerde adli işbirliğinin uluslarüstü mü yoksa
hükümetlerarası yetkiye mi dayandığı sorusuyla ilgili olarak;
öncelikle, Antlaşmanın taslağını hazırlayanlar sürekli olarak
AB Antlaşmasının ilgili bölümleri boyunca işbirliği,
operasyonel işbirliği, daha yakın işbirliği terimlerini
kullanmış ve AT Antlaşmasının 61-69 maddeleri arasında da aynı
terimler kullanılmıştır.79 Bu durum yasa koyucunun niyetini ve
AB’ye bu konuda ne çeşit bir yetki bahşetmeyi amaçladığını
göstermesi açısından önemli bir noktadır ve işbirliği kavramı
hükümetlerarası karakteri hemen belli etmektedir. Dolayısıyla
Amsterdam Antlaşması döneminde üçüncü sütunun arkasındaki
temel hümümetlerarası mantığa dokunmamıştır ve polis ve adli
işbirliği oybirliğini gerektiren hükümetlerarası özelliğini
sürdürmüştür.80
İkinci olarak, hükümetlerarası veya uluslarüstü yapıların
altında yatan destekler sadece bir taneye indirgenemez. Bu çok
boyutlu bir fenomendir ve bir çok faktör entegrasyonun
seviyesini yansıtır. İlk parametre insiyatif başlatma hakkını
çevreleyen yasal yetkinin kullanımı olabilir.81 Lizbon öncesi
AB Antlaşmasının 34. maddesi insiyatif kullanma hakkını üye
ülkelere vermektedir ve sınırlı bir ölçüde AB Kurumlarını ve
Komisyonu yetkilendirmektedir.
Üçüncü olarak, yasal enstrümanların kabul edilmesi yetkisi
Konseye verilmiştir ancak iç hukuka aktarılmasının metodu üye
ülkenin takdirine bırakılmamıştır. Bütün kararların üye
ülkelerin katılımlarıyla gerçekleşmesi üçüncü sütunun genel
özelliğidir. Parlamentonun katılımı veya ortak karar alma
imkanı bulunmamaktadır. Üçüncü sütun AB’ye Birlik ölçeğinde
Komisyona veya Parlamentoya çok sınırlı bir takdir yetkisi ve
yargısal gözden geçirmeye çok sınırlı bir alan bırakarak üye
ülkeler için iç hukuk düzenlerine aktarmak yükümlülüğünde
oldukları mevzuat kabul etme yetkisi vermektedir. Bu durumu
biz kendine özgü (sui generis) uluslarüstü yetki olarak
adlandırabiliriz.82 Üçüncü sütun yapısı içerisinde bu yetki
AB’yi yarı uluslarüstü ceza adaleti sistemine doğru
sürüklemiştir. Bu uluslarüstü özellikler örneğin Komisyonla
ilişkiler, Parlamentoya danışma, yasal enstrümanların
bağlayıcı özelliği hükümetlerarası yapının sınırlarını
genişlemeye doğru itmiştir. Bu yetki Topluluğun münhasır ve
paylaşılan yetkilerinden değildir.
Enstrümanların özellikleriyle ilgili olarak, özellikle çerçeve
karar centilmenlik antlaşması olarak adlandırılabilir.83
Bağlayıcı özellikleri vardır ve geçerlilikleri ve yorum
açısından ön inceleme prosedürüne tabidirler. Fakat doğrudan
etkili olma
özellikleri yoktur. ATAD Pupino84 Davasıyla çerçeve kararların
dolaylı etkili olduğuna hükmetmiştir. Yargısal inceleme
yetkisi sınırlı bir alanda hükümetlerarası ilişkilere
bırakılmıştır. Etkili olma bakımından cezai işbirliğinin karar
alma mekanizmasının başlıca başarısı olduğu söylenebilir.
Son olarak, AB Antlaşmasının 34. maddesinde ifade edilen karar
alma metodunu üye ülkenin inisiyatifiyle oybirliği olarak
belirlenmiştir.85 Bu durum bazılarınca, AB’nin uluslarüstü
sisteminin dayandığı hükümetlerarası karar alma usulünün
uluslarüstü alana doğru stratejik kaymasından dolayı kendine
özgü uluslarüstü-hükümetlerarası olarak adlandırılmaktadır.
Gerçekten Konsey organizasyonu açısından hükümetlerarası
olmasına rağmen çalışma yöntemi ve ortaya koyduğu yasal
enstrümanların sonuçları itibariyle üye ülkeleri bağlayıcılığı
yönüyle uluslarüstüdür.86
AB’nin ceza işleriyle ilgili bağımsız bir ceza adalet
sisteminden ziyade bağımsız ceza adalet sistemleri arasında
işbirliği olarak gören görüşle ilgili olarak, Birlik
hükümetlerarası özellik üzerine dayanan kendine özgü bir
uluslarüstülük üzerine inşa edildiği için, tümüyle bağımsız
Birlik ceza adalet sisteminin ortaya çıkışını beklemek
rasyonel bir yaklaşım değildir ve böyle bir sistemin
sağlanması gerekli de değildir. Birliğin temel fikrinde işaret
edildiği gibi farklılıklar içinde Birlik AB’nin ceza
politikasını anlamak için en elverişli yaklaşımı yansıtır.
Lizbon öncesi dönemde kendine özgü veya bazı yarı uluslarüstü
özellikleri olmasına rağmen, bu çok boyutlu resim göz önünde
bulundurularak cezai meselelerde adli işbirliğinin temel
karakterinin adı üzerinde hükümetlerarası olduğu söylenebilir.
Daha doğrusu hükümetlerarası özellik ağır basmaktadır.
Anayasal Antlaşma Kapsamında Cezai Yetki
Anayasal Antlaşmanın I-11(2) maddesince AB’nin yetkisi
atfedilmiş, açıkça belirli ve sınırlanmış olarak
tanımlanmıştır. Bununla birlikte belirli ölçüde madde III-270
ve takibeden maddelerdeki cezai meselelerde adli işbirliği
madde I-14(2)’ye göre AB ve üye ülkeler arasında paylaşılan
yetki içerisinde şeklinde belirlenmiştir. Madde I-12(2)’ye
göre üye ülkeler yetkilerini Birlik kullanmadığı durumlarda
veya kullanmayacağının belirtildiği durumlarda kullanır. AB
cezai meselelerde adli ve polis işbirliği alanında yetkinin
ana kontrol edicisi olarak ortaya çıktığı sonucu yukarıdaki
madde hükümlerinden çıkarılabilir. Anayasal Antlaşma madde III-362(3)
ile üye ülkelere Lizbon öncesi durumdan daha etkili cezai
tedbirler empoze edilmesi öngörülmüştü.87
Ceza Usul Hukukunun Uyumlulaştırılması (Harmonizasyonu)
Yetkisi
AB’nin ceza usul hukuku konusundaki yetkileri Anayasal
Antlaşmada madde III-270’de öngörülmüştü.88 Madde metninde
görülebileceği gibi Konseyde nitelikli çoğunluk oyu gerektiren
ortak karar prosedürü ile maddi ceza hukuku mevzuatı
benimsenmesi mümkün olabilecekti. Bununla birlikte ulusal ceza
usul hukuklarının harmonizasyonu durumunda, maddi ceza hukuku
alanında olduğu gibi bir özel prosedür hükmü olan ve acil
durum fren usulü olarak bilinen, üye ülkeye belirli sebeplerle
süreci durdurmaya izin veren mekanizma söz konusu
olabilecekti. Ortaya çıkan uyuşmazlığın çözülmesinin imkansız
olması durumunda istekli olan üye ülkeler arasında esneklik
mekanizmasının otomatik olarak devreye girmesine izin
verilmiştir. Komisyon ve ATAD bu alanda üye ülke
inisiyatifleri için sınırlı bir yetki, mahkemelere verilen
normal yetkiler ile ve kanun uygulama açısından sadece özel
bir sınırlama ile tüm polis ve ceza hukuku tedbirleri
bakımından sahip olabilecekleri geniş kapsamlı bir rol
oynayabilirler. Buna karşılık ATAD’ın normal yetkisinin
uygulanması tüm üye ülkelerden gelecek başvurular üzerinde
yetkili olmayı gerektirmenin yanında, Komisyonun Avrupa
Tutuklama Müzekkeresinin uygulanması konusunda şikayet ettiği
hususlar ışığında daha sık gerçekleşme olasılığı olabilecek
olan Komisyon tarafından getirilecek ihlal davaları üzerinde
yargı yetkisini de gerektirecektir. 89
Ulusal ceza usul hukuku bakımından Çerçeve yasasının
kullanılması Amsterdam Antlaşması yürürlüğe girdiğinden beri
çerçeve kararlar zaten kullanılageldiği için (Eurojustla
ilgili kararları hariç tutarsak) bu alandaki, mevcut durumun
tanınması anlamına gelebilecekti. Sınır aşan usuli meselelerin
ele alınması için Tüzüklerle yer değiştirecek olan Avrupa
yasasının kulanılması bu alanda şu ana kadar çerçeve kararlar
kullanıldığı için yeni bir husus olacaktır. Her iki durumdada
Avrupa Yasası veya Çerçeve Yasası çerçeve kararlardan bireyler
için ilgili AB mevzuatını ulusal mahkemeler önünde ileri
sürebilme hakkını doğurma anlamına gelen daha güçlü bir hukuki
etkiye sahip olacaktı (özellikle doğrudan etki ve görünürde
üstünlük-supremasi). Topluluk hukukunun zararın tazminini de
içeren etkili kanun yolu çözümü prensibinin uygulanacağı
hususu da tartışma götürmeyecekti. 90
AB’nin sade ulusal ceza usulü bakımından yetkisi şu anda
uygulanmayan sadece minimum kurallarla sınırlanabilirdi.
Minimum kuralların gerektirdiği sınırın ne olduğuna ilişkin
spesifik bir tanım olabilirdi. Bundan başka AB’nin harmonize
etme yetkisinin bulunduğu iç usuli meseleler açık ve muğlak
olmayan bir listeyle sınırlandırılabilirdi. Şüphesiz bu liste
maddi ceza hukukunda olduğu gibi muvcut durumdan farklı olarak
sınırlı sayı ve tipte bir liste olabilecekti ve yetki
üzerindeki bu sınır şüphesiz nitelikli çoğunluk oyunun bu
alandaki yaygınlaşması yönünde bir değişimdir. Liste AB’nin
zaten mevzuatı bulunduğu, mevzuat önerisinin müzakere
aşamasında olduğu veya düzenleme için kesin plan bulunduğu
alanlarla örtüşür.91 Bununla birlikte, AB Konseyinde oybirliği
uyuşmasından sonra Antlaşmanın revize edilmesine veya ulusal
onaylamaya gerek olmadan ulusal ceza usul hukuku konusunda
AB’ye daha fazla yetki vermek için 2 inci paragrafın kapsamını
genişletme konusunda yetki sahibi olabilirdi. Böyle bir
genişleme, gereklilik testi ve sınır ötesi sonuçlarından
oluşan ve AB’nin ulusal hukuku ve AB’yi sadece minimum
kurallar benimseme konusunda sınırlamada dikkate almayı
gerektiren madde III-270 (2) nedeniyle sınırlı kalabilirdi.92
Maddi Ceza Hukukunun Uyumlulaştırılması (Harmonizasyon)
Yetkisi AB’nin maddi ceza hukukundaki yetkisi Anayasal
Antlaşma madde III-270’de öngörülmekteydi.
Madde metninde görülebilecegi gibi Konseyde nitelikli çoğunluk
oyu gerektiren ortak karar prosedürü, maddi ceza hukuku
mevzuatı benimsenmesi için kullanılabilirdi. Bununla birlikte,
üye ülkelere belirli sebeplerle süreci durdurmaya izin
verebilecek olan ve acil durum fren mekanizması olarak bilinen
özel bir usul hükmü bulunmaktadır. Eğerortaya çıkan
uyuşmazlığın çözümü imkansız ise ulusal ceza hukukunun
harmonizasyonuna uygulanabilecek olan aynı sistemle, bu
durumda istekli üye ülkeler arasında esneklik mekanizmasına
otomatik olarak yetki verilmiştir. Komisyon ve ABAD üye ülke
inisiyatifleri için sınırlı bir ehliyetle ve Mahkemeye
verilmiş normal yetki üzerine kanun uygulayıcılar için
konulmuş özel sınır ile bu alanda tüm polis ve ceza hukuku
önlemleri bakımından geniş bir rol oynayabileceklerdi. İkinci
sınırlama maddi ceza hukuku mevzuatı ile ilgili değil sadece
polis işbirliği için söz konusu olacaktı. Buna karşılık
ABAD’ın normal yetkisinin uygulanması tüm üye ülkelerden
gelecek başvurular üzerinde yetkili olmayı gerektirmenin
yanında, Komisyonun Avrupa tutuklama müzekkeresi çerçeve
kararının uygulanması konusunda şikayet ettiği hususlar
ışığında daha sık gerçekleşme olasılığı olabilecek olan
Komisyon tarafından getirilecek ihlal davaları üzerinde yargı
yetkisini de gerektirecektir.93 Direktifle yer değiştiren
Çerçeve yasasının kullanılması Amsterdam Antlaşması yürürlüğe
girdiğinden beri çerçeve kararlar zaten kullanılageldiği için
(sentetik uyuşturucular hakkındaki kararı hariç tutarsak) bu
alandaki mevcut durumun tanınması anlamına gelebilecektir.
Yukarıda açıklanan nedenle bunun sonucu maddi ceza hukuku
bakımından etkisi sınırlı olabilecekse de, Çerçeve Yasası
çerçeve kararlardan daha
güçlü bir hukuki etkiye sahip olacaktır (özellikle doğrudan
etki ve AB hukukunun önceliği veya üstünlüğü açısından).94
AB’nin bu alandaki yetkisi şu an olduğu gibi, yine minimum
kurallarla sınırlı olabilecekti. Bundan başka, harmonize
etmeye yetkili olduğu açık ve muğlak olmayan spesifik suç
listesiyle sınırlı olabilirdi. Bu liste şu ankinden farklı
olarak şüphesiz, sınırlı sayı ve tipte bir liste olabilecekti
ve yetki üzerindeki bu sınırlama ile birlikte nitelikli oy
çokluğu bu alana yaygınlaştırılmış olacaktı. Listenin kendisi
genel olarak belirtilmeyen çevre suçları ve mali suçlar hariç
mevcut üç liste ile yani Tampere Zirve Sonucu, AB Antlaşması
madde 29 ve 31’deki listelerle aynıdır.95
AB’nin ceza yetkisi kapsamında olması gereken suç tipleri
açısından, önceki sınırlamalar iki yolla kaldırılabilir. İlk
olarak Antlaşmada değişiklik veya ulusal onaylamaya gerek
olmaksızın Konseyde oybirliği ile anlaşılması ile
kaldırılabilir ve listeye daha fazla suç eklenebilir. Bununla
birlikte söz konusu suçların özellikle ağır suçlar olması,
suçların doğası ve etkileri bakımından sınır aşan boyutu
olması veya ortak bir zeminde mücadele etmek için özel bir
ihtiyaç duyulmasını gerektiren madde III-271 nedeniyle bu
türdeki her genişletme sınırlı kalacaktır.96 İkinci olarak
harmonizasyon, Antlaşmanın başka bir hükmüyle bağlantılı
olması durumunda, birliğin belirli bir alandaki
politikalarının etkili uygulanmasının sağlanması
gerekliliğinin ispat edilmesi ve ilgili alanın harmonizasyon
tedbirlerine tabi olması şartıyla sınırlama kaldırılabilir.
Suçların sınır aşan boyutu olan veya özel bir gerekliliği olan
özellikle ağır suç olması gerekliliği yoktur. Bunun yerine iki
tane yer değiştirme testi bulunmaktadır. Birliğin
politikalarının etkili uygulanması ile bağlantılı olarak, AB
hukukunda düzenlenen ihlal yasağının cezai yaptırıma tabi
olması için yeteri kadar önemli olduğu düşünülebilir.
Fakat bu tür tedbirler etkin bir uygulama için hayati bir
gerekliliktir ve Greek Maize97 davası prensipleri dikkate
alınsa bile, AB’nin konuyu üye ülkelere bırakması durumunda
ilgili yasağın uygulanması için üye ülkelerce farklı
yaptırımların uygulanmasının büyük ölçüde etkisiz uygulama
riski sonucunu doğuracağını ortaya koymak zorunda kalacağı
görülmektedir. Üye ülkelerce yapılacak uygulamanın etkisiz
olduğunu ortaya koyma hususunda, AB mevzuatının eylemi
yaptırıma tabi olan ilgili failin mevzuat ve uygulamanın en
zayıfını bularak bundan yararlanmak için üye ülkeler arasında
hareket etmesinin kolay olduğu ölçüde bunu gerekçelendirmek
kolay olabilir. Bu, aşağı doğru yarış testidir.98 Politika
alanının harmonizasyon mevzuatına tabi olması gerektiği
kriterine gelince, bu AB’nin politika alanı tamamıyla
harmonize edilmiş olması gerektiği ölçüde inisiyatif
kullanabileceği anlamına gelmemektedir. Antlaşma taslağını
hazırlayanlar Antlaşmada ve Hükümetlerarası Zirve Sonuç
kararında bu alanda AB’nin yetkilerini sınırlamayı ve AB’nin
yetkilerini kesin olarak göstermeyi düşünüyorlardı ve eğer
AB’nin uygulama ile ortaya çıksın veya kendiliğinden olsun,
münhasır yetkili olduğu alanlarda AB’nin bu yetkilerini
kısıtlamayı kast etmişlerse, böylece şüpheye mahal kalmayacak
şekilde bu etkiyi doğuracak açık ifade biçimini dahil etmiş
olacaklardı. Fakat bu yetkinin kullanılması için, Antlaşmanın
ifade biçimi açıkça AB’nin ceza hukuku mevzuatı
harmonizasyonla ilgili kaynak kuralların kapsamı ötesine
geçemeyeceğini göstermektedir.
Bu yüzden çevre hukuku kurallarını uygulamak için herhangi bir
AB ceza hukuku yaptırımı, ulusal çevre hukukunu değil sadece
AT veya gelecekte AB çevre hukukunu ilgilendirebilir.99 Bu
yetki AT hukukuyla ilintili ceza hukuku tedbirleri üzerindeki
yetki ile ilgili mevcut tartışmalar bu şekilde sona erseydi,
AB’nin mevcut ikinci sütun (Dış ve Güvenlik Politikası) ile
ilgili ceza hukuku tedbirleri benimsemesine izin verebilirdi.
Bunlar kısmen Topluluk politikası olmasına rağmen, özellikle
ekonomik ve mali yaptırımlar söz konusu olduğu durumlarda
ilgili olabilir. Dış politika mülahazalarıyla belirli
bölgelere satış konusundaki yasakları da içeren silahların
kontrolü kurallarının ihlali ile beraber (her durumda yasadışı
silah kaçakçılığının AB’nin ceza yetkisinin kapsamında kaldığı
iddia edilebilir) ve AB, sürekli olarak Mahkemeyi bir çok dış
politika mevzuatı ile birlikte desteklediği için, muhtemelen
Uluslararası Ceza Mahkemesinin görev alanı ile bağlantılı
suçlar (soykırım, savaş suçları, ve insanlığa karşı suçlar)
için de söz konusu olabilir.
Benzer şekilde, işkenceye karşı AB dış politika tedbirleri bu
alanda AB’nin ceza hukuku yetkisinin kullanımının haklı
gerekçesi olabilir. Diğer taraftan, AB’nin dış politika
tedbirlerinin ulusal hukukun harmonizasyonu olarak
değerlendirilemeyeceği düşünülebilir.100 Antlaşmanın diğer
politika alanlarında geçerli karar verme prosedürü olan
nitelikli oy çoğunluğu ve ortak karar prosedürü, bazı
durumlarda söz konusu olacaktır. Buna karşılık vergi
kaçakçılığı, ırkçılık, ve yabancı düşmanlığı konularında ceza
hukuku mevzuatının harmonizasyonunda, Konseyde oybirliği
kuralları geçerli olacaktı.101 Benzer şekilde dış politika
tedbirlerinin uygulanması ile ilgili ceza hukuku tedbirlerinin
karar verme süreci oybirliğine tabidir. Çoğunlukla nitelikli
oyçokluğuyla birlikte ve bazılarında dış politika acil durum
frenine tabidir.102 Üye ülkelerin öneride bulunma ihtimalinde
olduğu gibi,103 her durumda ceza hukuku acil durum freni bu
alana uygulanabilirdi.104 Her iki karar verme prosedürü
kuralının aynı anda uygulanmasını engelleyecek bir durum
olmadığı için üye ülkelerin veto haklarını ileri sürme veya
acil durum freni (örneğin vergi kaçakçılığı suçunda) veya dış
politika veyahutta ceza hukuku acil durum freni (dış
politikada nitelikli oyçokluğunun uygulanma şartlarının
bulunması durumunda) kullanabilme beklentisi söz konusu
olabilirdi. Belki her ikisini de aynı anda uygulanma durumu da
olabilirdi.105
Son olarak Anayasal Antlaşmanın açıklamasında, üye ülkelerin
ceza hukuku alanındaki uluslararası Antlaşmaları, bu tür
Antlaşmalar Birlik hukukuna uygun olduğu sürece müzakere
edebilecekleri ifade edilmektedir.106 Bu, halihazırda AT’nin
dış ilişkiler yetkisini düzenleyen prensiplerinin basit bir
şekilde yeniden teyit edilmesi olarak gözükmektedir.107
Lizbon Sonrası Cezai Yetki
Lizbon Analaşması 1 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girmiş
olması nedeniyle mevcut yapıyı anlamak için arz ettiği önem
nedeniyle, getirdiği yeni yapıya bakacak olursak, genel olarak
mevcut eksikleri giderme yönünde önemli gelişmeler içerdiği
fikrini vermektedir.
Öncelikle Lizbon Antlaşması Sütun ayrımını kaldırarak yapıyı
birleştirmektedir. Lizbon Antlaşmasının yeniden isimlendirdiği
Avrupa Birliğinin İşleyişi Antlaşması madde 2C (j)’ye göre;
özgürlük, güvenlik ve adalet alanı konusunu Anayasal
Antlaşmada olduğu gibi AB ile üye ülkeler arasında paylaşılan
yetki alanına dahil etmekte olup, bu alan AB’nin münhasır
yetki alanında değildir. Dolayısıyla ceza hukuku alanındaki
AB’nin yetkisi son derece açıktır ve tereddüt bulunmamaktadır.
Bundan başka paylaşılan yetki kavramı bizi AB ve üye ülkelerin
rollerinin eşit düzeyde olduğu basit sonucuna
götürmemelidir.108 Cezai meselelerde adli işbirliği, polis
işbirliği ve idari birimler arasında işbirliği konusunda,
Komisyon ve üye ülkelerin dörtte biri arasında inisiyatif
kullanma konusunda paylaşılan yetki söz konusu olacaktır.
Anayasal Antlaşma madde III-264’te bu hususta ‘bu bölümün
içerdiği alanlardaki idari işbirliğini sağlayacak madde III-
263’te belirtilen tüzükle birlikte, Bölüm 4 ve 5’te bahsedilen
yasal tedbirler Komisyon tarafından yapılacak öneri veya üye
ülkelerin sayısının dörtte biri tarafından inisiyatif alınması
üzerine benimsenecektir’ demektedir. Bu AB mevzuatı önerme
yetkisinin Komisyona tanınması kuralının kısmi bir istisnasını
teşkil etmektedir.109 İlke olarak karar verme süreci
bakımından olağan yasama usulü olarak adlandırılan özgürlük,
güvenlik ve adalet alanında standart karar verme prosedürü
Komisyonun inisiyatif alma hakkı ve Konseyde nitelikli
çoğunluk oyu olan ortak karar alma prosedürüdür.110 Bu yolla
Anayasal Antlaşma tarafından önerilen değişiklik geçerlilik
kazanmış olacaktır.111 Böylece AB’nin cezai meselelerdeki rolü
artmış olacaktır. Bu anlamda AB’nin bu öncü ve ceza hukuku
gibi hassas bir alanda yetkisinin açıklığa kavuşturulması çok
büyük öneme haizdir.
AB’nin ceza hukuku ile irtibatı Lizbon Antlaşmasıyla revize
edilen yeni AB Antlaşması madde 2 (2) ile çizilmiştir. Bu
özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturulması amacı ile
ilgilidir ve iç sınırlar olmadan Birlik içerisinde suçluluğun
kontrolü ile sağlanacaktır denmektedir.AB’nin ceza hukuku ile
ilgili hükümleri, Başlık IV ‘Özgürlük, Güvenlik ve Adalet
Alanı’ adı altında 4.üncü Bölüm içinde cezai meselelerde adli
işbirliği alt başlığı kapsamında düzenlenmiştir. Fakat bunu
ceza yargılama usulü ve maddi ceza hukuku iki başlık altında
incelemek uygun olacaktır.
Ceza Yargılama Usulüne İlişkin Yetki
Cezai meselelerde mahkeme kararlarının ve diğer yargı
kararlarının karşılıklı tanınması ilkesi, ilk defa birincil
hukukta temel bir ilke olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan
Lizbon Antlaşması ile yeniden isimlendirilen ABİ Antlaşması
madde 69A hükümlerinde, cezai meselelerde adli işbirliğinin,
üye ülkelerin maddi ceza hukuku ve ceza usul hukuku
mevzuatının harmonizasyonunu da içereceği belirtilmiştir.
Ancak bu
ilkenin ceza hukuku alanında ilk uygulaması elbette Avrupa
tutuklama müzekkeresi çerçeve kararında gerçekleşmiştir.
Bu ilke ceza hukuku alanında maksimum etkinliği minimum
basitleştirme ile sağlayabilecek niteliktedir. Çünkü bir
mahkeme veya diğer yargısal bir kararın karşılıklı tanınması
için talep eden üye ülkenin mevzuatı yargılama sürecinde
dikkate alınmak zorunda değildir veya yargılama sürecini
etkilemez. Antlaşma, suç çeşitlerinin tanımlamaları ve cezai
yaptırımlar, delil hukuku, usulî güvenceleri ve ceza usulünün
münhasır bazı konularına ilişkin minimum kuralları Fakat
burada iki nokta gözden kaçırılmamalıdır: ABİ Antlaşması madde
69A,1.inci cümle ile mahkeme ve diğer yargı kararlarının
karşılıklı tanınması tüm suç çeşitlerini kapsayacak şekilde
koşulsuz olarak düzenlenmiştir. Buna karşılık 69A 2.inci cümle
ve 69B 1 ve 2 ile ise üye ülkeler arasında minimum kurallar
vasıtasıyla sadece belirli alanlarda maddi ve ceza usul
hukukunun harmonizasyonu öngörülmüştür.
Antlaşmada böyle bir harmonizasyonun bulunmadığı alanlarda
bile mahkeme kararlarının karşılıklı tanınması ihtimali göz
önünde bulundurulmaktadır. Diğer taraftan, direktifler
vasıtasıyla delillerin karşılıklı tanınması, mağdur hakları,
ceza yargılama usulünde bireylerin savunma hakları konularında
minimum kuralları oluşturan usulü kolaylaştırma tedbirlerinin
ortaya çıkaracağı bir kısım hususlar da göz ardı
edilmemelidir. Bu tür AB mevzuatı daha yüksek seviyede usulî
güvenceler sağlayabilir ve bu kurallar zorunlu olarak üye
ülkenin iç hukukuna iktibas edilecektir.113 Karşılıklı tanıma
ilkesinin uygulanmasını kolaylaştırmak için farklı koruma
standartları taşıyan usulî güvenceler ortaya çıkmış olacaktır:
Birincisi AB tarafından kabul edilen standartlar, ikincisi ise
bazen ortaya çıkabilen ve daha yüksek standartlar sağlayan üye
ülkenin kendi kuralları aynı ülke sınırlarında geçerli
olabilecektir.
Bir üye ülke ceza usul hukuku sistemi içerisinde yararlanılan
bir haktan, AB içinde de uluslarüstü hale getirilmiş bir
şekilde yararlanılabileceği sonucu çıkarılamaz. AB içinde üye
ülkeler arasında konsensüsü oluşturmayı başarmak amacıyla
usulî güvenceler bakımından harmonizasyonu sağlamak için kabul
edilecek seviyenin, uzun vadede düşük bir seviye olması
kaçınılmazdır. ABİ Antlaşması madde 69 A (3)’teki düzenleme
temel prensiplerin ihlalini önlemeye yeterli olacak bir
güvence değildir. Madde 69A (3) hükmü, tüm Konsey üyelerine
minimum usul kurallarına ilişkin direktif önerisinin, kendi
ceza adalet sistemini temelden etkilediği gerekçesiyle, AB
Konseyi tarafından incelenmesini isteme hakkı vermektedir.
Bu durumda olağan yasama prosedürü askıya alınabilir.
Tartışmalar sonrası eğer konsensüse ulaşılırsa 4 aylık askı
sonrası, taslak Konseyde askı süresi sona erdirilerek gündeme
alınabilir. Bu süre içinde anlaşamama durumunda ise eğer en az
dokuz üye ülke taslak direktifle ilgili güçlendirilmiş
işbirliği mekanizmasına başvurma istemeleri durumunda, Avrupa
Parlamentosu tarafından Konsey ve Komisyon bu konuda
bilgilendirilir. Bu durumda AB Antlaşması madde 10(2) ve ABİ
Antlaşması madde 280D(1)’deki güçlendirilmiş işbirliğine gitme
yetkisinin verildiği kabul edilerek buna ilişkin hükümler
uygulanır. Lizbon Antlaşması üye ülkelere ceza adalet
sisteminin temeline aykırı bir direktifi engelleme hakkı
vermektedir. AB’nin ihtiyacı olan sadece üye ülkeler arasında
mahkeme kararlarının tanınması için minimum kurallar değildir.
Aynı zamanda usuli hakların korunması bakımından veya diğer
bir deyimle etkinlik veya basitleştirme saikleri ile değil,
fakat bir hukuk toplumu için ulusal anayasalar ve AİHS’den
kaynaklanan prensiplerle makul seviyede korunma modeline
ilişkin iradelerin uyuşmasıdır.114
Mahkeme kararlarının karşılıklı tanınması ilkesi, usuli
güvenceler için minimum standartlar ile basitleştirilmiş
etkili bir ceza hukukunun ön habercisi gibidir ve Lizbon
Antlaşmasına göre AB ceza hukuku yetkisi alanı vasıtasıyla
güvenlik sağlama amacına ilişkin gelişmeleri teşvik edip
destekleyen temel enstrüman haline gelmiştir. Lizbon
Antlaşmasına göre ceza usul hukuku AB içinde mahkeme
kararlarının karşılıklı tanınmasını kolaylaştırmak amacıyla
geliştirilecektir. Ceza usulü yetkisi ile ilgili olarak,
Lizbon Antlaşması sonucunda ABİ Antlaşması madde 69A(2),
Anayasal Antlaşma madde III-270(2)’ye paralel olarak mahkeme
kararlarının (sınır aşan etkiye sahip cezai meselelerde polis
ve adli işbirliği ve yargısal kararlarda dahil olmak üzere)
karşılıklı tanınmasını kolaylaştırmak için gerekliyse minimum
kuralları açıkça belirleyen direktif (Anayasal Antlaşmada
Çerçeve yasası) kabul edilebilir demektedir. Bu direktifin
delillerin karşılıklı kabul edilebilirliğini, ceza usulünde
bireylerin haklarını yani sanık ve mağdur haklarını ve diğer
ceza usulünün spesifik yönleri ile ilgili olarak da Konsey
tarafından Avrupa Parlamentosunun rızasını aldıktan sonra
‘karar’ alabileceğini belirtmektedir.115 Bu maddenin Lizbon
Antlaşması metnine dahil edilmesiyle, karşılıklı tanıma
prensibinin uygulanmasında usuli güvence tedbirlerinin yaygın
kullanımını teşvik etmek ve uygulanmasını kolaylaştırmak
amacıyla ve yargılamanın taraflarına yeterli düzeyde koruma
için yasal güvenceler sağlamak maksadıyla minimum kriterler
kabul edilmiş olmaktadır.
Maddi Ceza Hukuna İlişkin Yetki
AB’nin maddi ceza hukuku alanındaki yetkisine gelince,
Anayasal Antlaşmanın III-271 maddesine paralel olarak ABİ
Antlaşması 69B maddesinde, ‘direktif’, (Anayasal Antlaşma da
Çerçeve Yasası)’ kabul edilmesi yoluyla harmonizasyonu
sağlayacak şekilde sınır ötesi boyuta sahip belirli
alanlardaki suçların ve cezalarının belirlenmesi bakımından
minimum prensiplerin düzenlenmesi öngörülmektedir. Bu alanlar:
terörizm; insan kaçakçılığı ve kadınların ve çocukların cinsel
sömürüsü, uyuşturucu kaçakçılığı, kara para aklama, yolsuzluk,
sahte para, siber suçlar ve organize suçlar olarak
sayılabilir.116 Anayasal Antlaşma madde III-272’ye paralel
olarak ABİ Antlaşması madde 69C suçların önlenmesine yönelik
eylemleri teşvik eden ve destekleyen tedbirlere izin veren
fakat mevzuatın harmonizasyonunu engelleyen mevcut hükümleri
tekrar etmektedir. Direktifin cezalandırma kavramında bir
mutabakat sağlamak
varsayımıyla oluşturduğu minimum standartlar hem suçların
tanımını hem de cezaların belirlenmesini içermektedir.117
Bununla birlikte, harmonizasyon, minimum standartlar için
öngörülmüştür ve karşılıklı tanımayı kolaylaştırmak için
gerekli olduğu ölçüsünde kullanılması amaçlanmıştır.118 ABİ
Antlaşması Madde 69A (2)’ye göre mahkeme kararlarının
karşılıklı tanınmasını kolaylaştırmak için olduğu kadar, yeni
AB Antlaşması madde 2 (3)’te belirtilen bireyler için yüksek
seviyede bir hukuki güvence sağlama amacını gerçekleştirmek
için maddi ceza hukuku alanında da insiyatif kullanılması
öngörülmektedir.119 Bu madde hükümlerine göre ağır suçların
sınıraşan nitelik arz boyutuna ilişkin üye ülkelerin mevzuatı
konusunda insiyatif başlatmayı gerektirmektedir. Lizbon
Antlaşması Avrupa Ceza Kanunu modelinin oluşturulması
beklentisine kapı açmamaktadır. Bununla birlikte gelecekte
Avrupa Parlamentosunun onayının alınması şartına bağlı olarak,
Konsey’de oybirliğiyle AB’nin yetkisinin kabul edildiği
alanlar genişletilebilecektir.120 Antlaşma, ceza hukuku
alanında ortak bir temelde sınır aşan ağır suçların
harmonizasyon kapsamında düşünülen alanları, terörizm, insan
kaçakçılığı ve kadınların ve çocukların cinsel sömürüsü,
uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, karapara aklama,
yolsuzluk, ödeme vasıtaları sahteciliği, bilgisayar suçları ve
organize suçlar olarak belirlemektedir.121
Lizbon Antlaşması tarafından karşılıklı tanıma prensibi,
AB’nin cezai yetkisi vasıtasıyla, özgürlük, güvenlik ve adalet
alanı amacını gerçekleştirmenin temel yasal bir zemini olarak,
ceza adaleti alanında entegrasyonun kolaylaştırıcı unsuru olan
usuli savunma hakları sağlanması için asgari kuralların
oluşturulmasıyla güçlendirilmiştir. Eski AB Antlaşmasının 31.
maddesine kıyasen, Lizbon Antlaşmasının en önemli yönlerinden
biri ceza adaleti alanında çok net bir yetki alanının
oluşturulmasıdır. Lizbon Antlaşması hükümleri ile özellikle,
şüpheliler ve sanıklar için usuli savunma haklarıyla ilgili
yetki konusunda hiçbir şüphe kalmamıştır. Lizbon Antlaşması
cezai alanda adli işbirliğinin köşe taşı niteliğinde olan
karşılıklı tanıma Birincil hukuk çerçevesinde çok sağlam bir
yasal zemine kavuşmuştur ve bu Antlaşma ile çok açık ve net
bir şekilde ifade edilmiştir.122 Bu madde hükümlerinde sayılan
suç alanlarını mevcut AB Antlaşması madde 29 ve 31 ile
karşılaştırırsak, minimum kurallar vasıtasıyla suçların tanımı
ve cezalar bakımından ceza hukuku alanındaki AB yetkisinin
muhtemel genişleme yetkisi de gözönünde bulundurulduğunda
önemli ölçüde genişletildiği göze çarpmaktadır.
Diğer bir deyimle Lizbon Antlaşması AB’nin maddi ceza hukuku
alanındaki yetkisini açık bir şekilde genişletmekte ve
derinleştirmektedir.123 Eğer AB’nin mali menfaatlerine karşı
suçları bir tarafa bırakırsak, Lizbon Antlaşmasına göre
suçların tanımı ve cezai yaptırımlar konusunda minimum
kurallara ilişkin harmonizasyonun gerçekleştirilmesi konusunda
AB’nin yetkisi olduğu tespitini yapabiliriz. Bununla birlikte
AB’nin bu konudaki yetkisinin eski şeklinden daha ileride
olduğu söylenebilir. Çünkü Antlaşmaya göre Birlik çerçevesinde
kullanılması bakımından minimum kurallara ilişkin mevzuat
kabul etme yetkisi ve kabul edilecek mevzuat, üye ülke
üzerinde daha fazla yükümlülük doğuracak şekildedir.124
Ceza hukuku alanında minimum kuralların mantığı usul
hükümlerininkinden farklıdır. Burada minimum kurallar suçların
tanımı ve cezai yaptırımları ilgilendirir ve üye ülke
mevzuatının harmonizasyonu için minimum unsurlar bakımından
bağlayıcılığı ifade eder. Çünkü eğer üye ülkeler bunları kendi
iç hukuklarına aktarabilirlerse aynı zamanda ilave olarak bir
suçun oluşumu için minimum olarak diğer unsurları da talep
eder. Bu demektir ki, AB tüm üye ülkelerde bu eylemin suç
olarak düzenlenmesini istemesine rağmen, eylem içinde
işlendiği devlette cezalandırılmayabilir. Bu nedenle üye
ülkeler, insanların usuli haklarının korunma seviyesini
artırarak cezai yaptırımlar için minimum gereklilik olarak, iç
hukuklarında uyarlamalar yapmaları durumunda, orantılı olarak
takdir yetkisine sahip olabilirler. Maddi ceza hukuku alanında
bir üye ülkenin AB’nin minimum kurallara ilişkin
düzenlemelerinden farklı olarak yapabileceği, AB minimum
kurallarının entegre edilebileceği daha geniş bir suç teşkil
eden fiiller alanı oluşturmaktır.125
Böylece yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi pratik
olarak AB Lizbon Antlaşmasıyla suç ve cezaların başlangıç
noktasını belirleme bakımından minimum kurallar oluşturma
yetkisini elde etmektedir. Bu da doğal olarak üye ülke ceza
mevzuatı için çok önemli bir gelişmedir. AB’nin hedefi
insanların özgürlükleri üzerinde ceza hukuku vasıtasıyla baskı
oluşturma ile yüksek seviyede bir güvenlik oluşturma amacı
arasında bir denge oluşturmak olarak sınıflandırılabilir.126
Bununla birlikte üçüncü sütun çerçeve kararları direktifle yer
değiştirecektir. Bunun için de Avrupa Parlamentosu ile ortak
karar usulünün olağan yasama prosedürü olarak takip edilmesini
gerektirmektedir.127
Birlik yasama sürecinde Avrupa Parlamentosunun eşit düzeyde
yasama sürecine dahil olması, ceza hukuku alanında AB’ye
yöneltilen en önemli eleştirilerden biri olan demokrasi
eksikliğini azaltacaktır. AB’nin yasama sürecindeki değişiklik
sadece şekli açıdan olduğu kadar maddi açıdan da önemli bir
değişimdir. Yasama sürecindeki bu geçiş güçlü bir yürütme
organından, Avrupa insanlarının seçtiği yasama organına eşit
düzeyde yasa yapıcı niteliğindeki bir yetkiye geçiş olmasıdır.
Şüphesiz bu, kurumsal açıdan çok önemli bir gelişimdir. Diğer
taraftan, bu meşrulaşma yönünün başka boyutunda ise, üye
ülkelerin yasama sürecine etmektedir. Fakat minimum
harmonizasyon kurallarının benimsenmesi bakımından demokratik
sürecin yeterli olmadığı şeklinde eleştiriler gelebilir. (Nullum
crimen nulla poena sine lege) kanunsuz suç ve ceza olmaz
prensibi anayasal olarak bir çok üye ülkede geçerlidir ve bir
kuralı düzenlemek adına değil demokratik ilkelerin ifadesi
olarak bu yönden hukuki kimliği ifade eder. Avrupa
Parlamentosunun yasama sürecine katılımı, demokratik katılım
açısından bir gelişimi temsil etmektedir. Fakat demokrasi
eksikliği problemini çözmeye yeterli değildir.128
Lizbon Antlaşmasında Ceza Yetkisi-İnsan Hakları İlişkisi
Temel haklar ve bunlar için yargı güvencesi açısından
Lizbon Antlaşmasıyla bağlayıcılığı kabul edilen Temel Haklar
Şartı hükümleri, ceza hukukuyla bağlantılı endişeleri tam
anlamıyla gidermemektedir. Temel Haklar Şartının bağlayıcı
hale gelmesi çok önemli bir gelişmedir. Özellikle AB
organlarını kurumsal olarak bağlayacak ve AB tarafından
korunacak olması çok önemli bir adımdır. Temel Haklar Şartında
bu bağlamda ölüm cezasının yasaklanması (madde 2 (2)),
işkence, insanlık dışı kötü muamelenin yasaklanması veya
cezalandırması (madde 4), kişisel verilerin korunması da
(madde 8) düzenlenmiştir.129
Temel Haklar Şartının VI Adalet Başlıklı bölümünde ceza hukuku
ile ilgili haklar düzenlenmiştir. Bu haklar genel olarak
AİHS’nin 6 ve 7. maddelerindeki hakların biraz değiştirilmiş
halidir. AİHS madde13’te düzenlenen etkili kanun yolu ve adil
yargılanmahakkı Şartın 47. maddesinde düzenlenmiştir. AİHM’nin
özel hukuk ve ceza hukukuna uygulanan AİHS madde 6 ve 7’nin
kapsamı dışında kaldığına hükmettiği130, AİHS madde 13 daha
ziyade idare hukuku alanıyla ilgilidir. Madde 47’nin ikinci
paragrafı AİHS madde 6 (1)’in önemli değişikliklerle birlikte
ana unsurlarını içermektedir. Kim tarafından olduğunun
nitelemesi yapılmadan, bireylerin tavsiyede bulunulma,
savunulma ve temsil edilme haklarını içerir.
Bununla birlikte AİHS madde 6 (3)’teki detaylı hakların dahil
edilmemesi nedeniyle eksik kaldığı söylenebilir.131 Madde 48
(2) masumiyet karinesini ve suçlanan herkesin savunma hakkına
saygıyı düzenler, fakat AİHS madde 6 (3)’te düzenlendiği gibi
bu hakların detaylarını belirlememektedir. Madde 49, AİHS
madde 7’de düzenlenen kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini
öngörmekte ve yeni bir hüküm ilave etmektedir: ‘eğer suçun
işlenmesinden bu suç için sonra daha hafif bir ceza
öngörülmüşse hafif olan ceza uygulanacaktır’ demektedir. AİHS
madde7 (2) ve Şartın 49 (2). maddesi hukukun genel ilkelerine
göre suç teşkil eden herhangi bir kişinin bir eylem veya
ihmali hareketinin yargılanmasına veya cezalandırılmasına izin
vermesi yönüyle hemen hemen aynıdır. AİHS bu hükmü medeni
milletlerin kabul ettiği genel hukuk ilkesi olarak
nitelendirirken, Temel Haklar Şartı milletler topluluğu
tarafından kabul edilen ilkeler olarak nitelemektedir. Şartın
49 (3). Maddesi, suçlar bakımından cezaların orantılılığı
ilkesini ilave etmektedir. Son olarak, Şartın 50. maddesi ile
ne bis in idem ilkesi olarak bilinen bir kişinin daha önce
mahkum olduğu veya beraat ettiği bir suçtan dolayı ikinci defa
yargılanamayacağına ilişkin çifte yargılanma yasağı ilkesi yer
almıştır. AİHS’de bu hüküm 7. Protokol madde 4 (1)’de
düzenlenmiştir. Fakat farklı yer itibariyle yetki kapsamında:
aynı ülkenin sınırları içindeki ceza soruşturmasına uygulanır.
Temel Haklar Şartında öngörülen hüküm ise ülkesel yetkiyi
devletin sınırları dışına genişletmektedir: Birlik içerisinde
yargılanma, mahkumiyet veya beraat herhangi bir üye ülke
sınırları içinde ikinci bir yargılamayı engellemektedir.
İlaveten Şartın AİHS tarafından garanti altına alınan hakları
içerdiği sürece bu hakların kapsam ve anlamı AİHS tarafından
düzenlenen haklarla aynı olacağı ve bu hükmün Birliği daha
geniş koruma sağlamadan alıkoymayacağına ilişkin düzenleme yer
almıştır (madde52/3).132 AİHS 6 ve 7. maddelerde öngörülen
bireysel usulî haklar, Temel Haklar Şartına dahil edilmediği
gibi, 7. Protokolde öngörülen bireysel usulî haklar, ne bis in
idem ilkesi haricinde yer almamıştır. Bu demektir ki,
Protokolün 2. maddesinde ‘bir mahkeme tarafından mahkum
edilmiş herkes mahkumiyeti veya cezasının bir üst mahkemede
kontrol edilmesini isteme hakkı’ özgürlük, güvenlik ve adalet
alanına, en azından Temel Haklar Şartı vasıtasıyla uygulanmaz.
Bundan başka Protokolün 3. maddesindeki haksız mahkum olmadan
kaynaklanan tazminat spesifik olarak ifade bulmamaktadır.
Temel Haklar Şartındaki ceza usul hukukunu ilgilendiren
hükümler, ceza hukuku bakımından devletin sorumluluğu
konusunda ortak kurallar içermektedir. Bu alandaki üye
ülkelerin yükümlülüklerini belirlerken AİHS üzerine eksik bir
şekilde bina edilmesine rağmen, AB’de yetkilerin
güçlendirilmesi söz konusu olmuştur.
Temel usuli hakların sağlanmasına ilişkin kuralların ortak
olduğu üye ülke toprakları boyunca, karşılıklı tanıma
dolayısıyla ortaya çıkan problemler gerektiği gibi
çözülememesine rağmen daha az ciddidir. Birliğin tüm
mahkemeleri, AİHS ve Temel Haklar Şartındaki haklara saygı
gösterilmesini sağlama yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülüğün
ciddiliği bakımından ceza mahkemesi kararlarının karşılıklı
tanınmasını yerine getirirken, aynı zamanda usuli savunma
haklarının korunmasının bir başka üye ülkede ceza hukuku
meseleleri ile ilgili olduğu durumlarda nasıl sağlanacağı açık
değildir. Tüm üye ülkelerde aynı hakların geçerli olduğu
durumlarda sorun bulunmamaktadır. Ancak bir üye ülkenin ceza
mahkemesinin, sanığın usuli haklarının ortak standartlarda
korunmadığı bir mesele ile karşılaştığı ve mahkemenin cezai
meselelerde başka bir üye ülkenin mahkeme kararını tanıması
gereken bir olayla karşılaştığı durumlarda güçlükler ortaya
çıkmaktadır.133 Yukarıda belirtilen hükümlerle ilgili çok
önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen, Temel Haklar Şartıyla
bu hakların özü göreceli hale gelmiştir.
Lizbon Antlaşmasının cezai meselelerde adli işbirliği ve polis
işbirliği hükümleri ile ilgili bir örnek vermek gerekirse,
Europol’ün kişisel verilerin toplanması yetkisine ilişkin
toplanacak kişisel verilerin seçimi ve işlenmesine ilişkin
uygulama esnasında herhangi bir yargısal kontrole tabi
değildir. Kişisel verilerin korunması hususu Temel Haklar
Şartı madde 8’de düzenlenmiştir ve sanıkların savunma hakları
için çok büyük problemler ortaya çıkarabilir. Benzer şekilde
Birlik içinde cezai meselelerde ABAD tarafından yapılması
öngörülen ve bireysel başvuru hakkını verecek şekilde çok
önemli bir şekilde yargısal kontrol genişletilmiştir.
(Anayasal Antlaşma madde III-377’yle Lizbon Antlaşması ilgili
maddeye kıyasla) Lizbon Antlaşması tarafından konulan
sınırlama ile kapsamı sınırlanmıştır. Bu sınırlamalardan biri
genel sınırlama hükümleridir (Anayasal Antlaşma madde II-112-1).
Bu hükümlere göre, orantılılık ilkesi bakımından AB tarafından
kabul edilen genel menfaat açısından hedefleri elde etmek için
veya başkalarının hak ve özgürlüklerini korumak için gerekirse
sınırlamalar empoze edilebilir.
Bununla birlikte hukuk devleti temeline dayanan Birlik içinde
adil veya daha az adil yargılanma arasında ayrım yapmak mümkün
olmadığı için benzer sınırlamaların düşünülemeyeceği
durumlarda, adil yargılanma hakkı gibi haklar mevcuttur.134
Öte yandan Temel Haklar Şartının bağlayıcı nitelikte AB
hukukun parçası haline gelmesi, AB kurumlarının temel hak ve
özgürlüklerin korunması görevini açıklığa kavuşturmaya
yardımcı olacaktır. Şu ana kadar AB Antlaşmalarında özgürlük,
güvenlik ve adalet alanındaki enstrümanlarda uygulanacak
göreceli olarak zayıf, atıfları telafi etme imkanı
olacaktır.135 Anayasa girişiminin başarısız olmasının en sert
sonuçlarından biri Temel Haklar Şartının yürürlüğe girmemiş
olması idi. Lizbon Antlaşmasıyla tekrar bu hususun telafi
edilmiş olması özgürlük, güvenlik ve adalet alanındaki hassas
konular Avrupa normu olarak güçlü bir insan hakları
çerçevesine oturtulmuş olacaktır.
AB içinde mahkemeler önünde birey hakları üzerine dayanan
güçlü bir temel haklar sisteminin gelişimi İkinci Dünya
Savaşından beri demokrasi ve istikrar için en hayati
gelişimdir.136 Lizbon Antlaşmasıyla AB’nin AİHS’e taraf olması
konusuna gelince, AİHM, ABAD’ın tersine temel hakların
korunması konusunda devletlerin ve Birliğin kurumsal yapısı
dışında temel hakların ihlal edildiği sistem yetkilerine karşı
münhasır bir
mekanizma olarak fonksiyon görmüştür. Karşılaştığı güçlüklere
rağmen son zamanlarda elde ettiği yetkileri göz önüne
aldığımızda, AİHM bu hakların korunması modeli olarak sahip
olduğumuz ve AB’nin taraf olmamasının haklı gerekçesi olmayan
dikkate almaya
değer bir sistemdir.137 Bu nedenle Lizbon Antlaşmasıyla AB’nin
AİHS’e taraf olma iradesini açıklamış olması çok pozitif bir
gelişmedir.138
Lizbon Antlaşmasına ilişkin Cezai Yetkinin Değerlendirilmesi
Yukarıda yapılan analizler sonucunda Lizbon Antlaşmasına göre
ceza hukuku alanında AB’nin yetkisi yeniden şekillenmiş ve
somut hale gelmiştir. AB’nin mevcut Antlaşmalara göre cezai
yetki açısından karşılaştığı güçlükleri aşmaya yetecek
derecede açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Lizbon öncesi yapıda
karşılaşılan yetki problemleri ceza hukukunun uluslararası
çerçevede geliştiği göz önüne alınırsa çok önem arz ettiği ve
önemli merkezi eksenleri bulunduğu fark edilecektir. Günümüzün
globalleşen ekonomik ve politik gelişmelerinde ceza hukukunun
bastırıcı özelliği çok daha yoğun bir şekilde kullanılmakta ve
Lizbon Antlaşmasıyla yeni bir aşamaya gelen Avrupa entegrasyon
sürecinde, Avrupa medeniyeti vatandaşlarını eylemlerinin
merkezinde görmektedir.139
AB’nin bu tercihi gereği temel amaçları çerçevesinde
vatandaşlarına yüksek seviyede güvenlik sağlama vasıtası olan
özgürlük, güvenlik ve adalet alanında, vatandaşların
özgürlükler ve adaletten
yararlanmaları ile hukuki mallar (mahkeme kararları ve diğer
yargısal kararlar) için yüksek seviyede korunma yan yana
bulunacaktır.
Gelecek süreç içerisinde ulusal yasama süreciyle belirlenen
ceza hukuku için temel mesele, AB tarafından maddi ceza ve
usul hukuku hükümlerinin belirlenmesinde daha fazla aktif
katılım ve bunun belirlenmesinde ortak karar prosedürüyle daha
demokratik bir yasama sürecinin söz konusu olmasıdır.
Devletler, AB gibi uluslarüstü organizasyonlara katılsa bile,
her AB vatandaşı Avrupa Parlamentosundaki temsilcileri
vasıtasıyla ceza adaleti sistemi içerisinde özgürlüklerini
ilgilendiren düzenlemelerin kapsamını ve şartlarının
belirlenmesi ile maddi ve ceza usul hukuku mevzuatının kabul
edilmesine katılımının sağlanması, hukuk devleti ilkesinin ve
ceza hukukunun meşruluğunun sağlanmasında önemli bir
parametredir.140
Bu yüzden demokratik prensiplerin ağırlığı AB’nin demokrasi
eksikliği çözülerek sağlanmalıdır. Özellikle ceza hukuku
alanında, Avrupa insanının çoğunluğunun iradesini yansıtacak
Avrupa Parlamentosunun çoğunluğunun onayını almadan mevzuat
kabulü söz konusu olmamalıdır.141 Lizbon Antlaşmasının
incelenmesi göstermektedir ki, AB ceza hukuku alanında, AB’nin
hukuki müessese eksikliği bulunmamaktadır, fakat bu
müesseselerin içeriğini dolduracak değerler eksikliği
bulunmaktadır. Bunun başlıca örneği cezai meselelerde adli
işbirliğinin dayandığı temel ilke olan mahkeme kararlarının ve
diğer yargısal kararların karşılıklı tanınması ilkesi yanında,
ceza usul hukukunda bireylerin hakları için öngörülebilir
minimum kuralların kabul edilmesidir. Bu her iki örnek
suçlulukla mücadele de basitleştirme çabaları üye ülkelerin
hukuki geleneklerinin yakınlaştırılması ilkeleriyle ilgili
Antlaşmalar gerektiren bir usuldür, üye ülkeler arasındaki
farklılıkların özüne ve içeriğine ilişkin Antlaşmalardır ve
sadece etkili c eza hukuku uygulanmasını
sağlamak için karşılıklı tanımayı kolaylaştırmak amacıyla
minimum kuralların oluşturulması hakkında basit bir Antlaşma
değil, vatandaşların güvenceleridir.
Diğer bir deyimle AB, Avrupa Tutuklama Müzekkeresi için
uygulamalarda ve usuli haklarla ilgili minimum kuralların
mantığında görüldüğü gibi, karşılıklı tanıma ilkesini
uygulamak istemektedir. Bu konuda merkezi soruşturma sistemi
olarak görev yapacak ve üye ülkeleri aşarak geniş kapsamlı ve
müphem bir şekilde suçlarla ilgili soruşturma yetkisine sahip
olacak Avrupa savcılığının kurulmasını da zikretmek gerekir.
Lizbon Antlaşmasına göre Avrupa Parlamentosunun onayının
alınacak olması yönüyle ilgili usul kuralları bakımından, bu
yetkinin tanınması demokratik meşruluğu sağlayacaktır. Yine de
cezai meselelerde adli işbirliğine ilişkin problemlerin olması
mümkün ve farklı bir şekilde çözülmesi uygun gözükmektedir.142
Lizbon Antlaşmasıyla, Temel Haklar Şartının bağlayıcılığının
tanınması ceza hukuku alanında kayda değer bir gelişmedir.
Aynı zamanda bu gelişme AB’nin AİHS’ne taraf olmasıyla
tamamlanacaktır. Çünkü sadece bu alanda Birliğin üye
ülkelerden daha uygun bir davranışı talep edememesi değil,
aynı zamanda insanların temel haklarının korunması için bu
AİHS mekanizması içinde sağlanan özel koruma seviyesini
kaybetmemesi gerekmektedir. Lizbon Antlaşması münhasıran ceza
hukukunu ilgilendirmeyecek şekilde bu gerekliliği aktif olarak
cevaplamaktadır.
Bununla birlikte Birliğin temel hakların korunması konusunda
tam anlamıyla uluslarüstü (supransyonel) bir korunma sistemi
oluşturarak daha etkili bir koruma sağlaması çok önemlidir143,
çünkü mevcut yapı içerisinde sağlanan temel hakların korunması
supranasyonel ve etkili bir koruma değildir. AB’nin varlığını
devam ettirmesi yanında, hukuk medeniyetinin belirgin özelliği
olan birey özgürlükleri ve özellikle de ceza hukuku
kazanımlarını terk etmemesinin sağlanması önemlidir. Lizbon
Antlaşması bu yönde demokrasi eksikliğinin giderilmesi ve
temel hakların kurumsal olarak korunması yönüyle çok önemli
bir çabadır. Mevcut güvenlik amacına hizmet eden ceza
hukukunun hükümetlerarası yasama süreci, uluslararası olarak
gelişen ceza hukukunun bireylerin haklarını etkili bir şekilde
güvence altına aldığı, cezai adli işbirliğinde usuli
güvencelerin demokratik olarak meşru ceza hukuku kapsamında
sağlandığı yöne doğru dönüşmektedir.144
AB’nin Cezai Yetkisinin Değerlendirilmesi
Karşılıklı tanıma ve harmonizasyon arasındaki çekişmede
bazı üye ülkeler tek AB ceza adaleti sistemini ortaya
çıkaracak maddi hukuk ve usul hukukunun daha fazla
harmonizasyonunu istemektedirler. İngiltere ve İrlanda gibi
diğer bazı üyeler karşılıklı tanımayı tümüyle harmonizasyondan
kaçınacak bir yol olarak görmektedirler. Sonuç olarak Lizbon
Antlaşması adalet ve içişleri politikaları çoğu zaman ulusal-uluslarüstü,
özgürlük-kontrol ve açıklık-kapalılık arasındaki tenakuzlarla
karmaşıklıklar içermekteydi. Bu karmaşıklık üçüncü sütunun
karışık yetkilerin tipik alanı olmasındandır.145 Lizbon
Antlaşması ile ortadan kalkan Sütunlar arasındaki temel yetki
ayrımı atfedilen yetki prensibine dayanmaktadır. Kamu
hayatının hemen hemen tüm yönleri Sütunların biri tarafından
kapsandığı geniş politik yapının gelişiyle subsidiarite
(ikincillik, talilik veya hizmette yerellik ilkesi) ilkesi
anlamının çoğunu yitirmiştir.
Üçüncü sütunda AB ve ulusal devletler arasındaki yetkilerin
sınırı çok net değildi.146 Bu temel çekişme iki tane temel
problem ortaya çıkarmaktaydı. Tüm kararların oybirliği ile
alınması ve kararların doğru ve zamanında uygulanmasının
hükümetlerin takdirine kalmasıydı. İkincisi ise karşılıklı
tanıma ilkesin tek pazarda işlemesidir, çünkü iç pazarda
AB’nin hukuken bağlayıcı düzenlemeler vasıtasıyla minimum
standartları belirleme yetkisi bulunmaktadır. Ceza adaletinde
minimum standartları belirlemek için AB’nin Tek Pazarda olduğu
şekilde bir yetkisi bulunmamaktadır. Bunun yerine üye ülkeler
yüksek yargısal standartlar geliştirmek için birbirine
güvenmektedirler. Ancak bu güven çoğu defa Avrupa hukuk
yapıcıları ve hakimleri arasında bulunmamaktadır.147 Özgürlük,
güvenlik ve adalet alanı oluşturma AB’nin Antlaşmaya dayanan
ve halihazırda uygulama sürecinde olduğu ve daha geniş
anayasal sonuçları ve yansımaları olan en iddialı ve yenilikçi
projesidir. AB’nin geleneksel olarak ulusal güvenlikle
bağlantılı bir alan olan özgürlük, güvenlik ve adalet alanı
sağlayıcısı olarak artan rolü, AB rejimi üzerinde önemli
sorular ortaya çıkarmaktadır. Karar verme sürecindeki zayıflık
ve farklılaşmanın ortaya çıkardığı kırılma hatlarına rağmen,
Lizbon öncesi özgürlük, güvenlik ve adalet alanında Birliğin
bir aktör olarak belirgin gelişim kaydetmesini sağlamıştır.
Özgürlük, güvenlik ve adalet alanı inşasını yeni temel entegrasyonun
parçası haline getirmiş ve Birliği çok çeşitli amaçlarla,
belirli ölçüde yeterli hukuki enstrümanlarla ve güçlendirilmiş
kurumsal yapıyla donatmıştır.148 Amsterdam Antlaşmasından
beri, AB’nin özgürlük, güvenlik ve adalet alanı içinde
vatandaşlarına yüksek seviyede bir güvenlik sağlama politik ve
hukuki yükümlülüğü bulunmaktadır. Özgürlük, güvenlik ve adalet
alanı sağlama konusunda başlıca yükümlülük üye ülkelere
aittir. Lizbon Antlaşması bu hususu daha da
sağlamlaştırmıştır. Güvenlik, özgürlük ve adalet sağlama
konusu politika yapımının tartışmalı alanlarından birisi
olmanın yanında, iç politikada da kazanıp kaybetmenin temel
meselesidir. Dolayısıyla üye ülke hükümetleri Lizbon
Antlaşmasıyla da bir defateyit edildiği gibi özgürlük,
güvenlik ve adalet alanı meselelerini etkili Topluluklaştırma
vasıtasıyla ulusal politik amaçlarla adalet ve içişleri
enstrümanlarının potansiyel kullanımından kendilerini mahrum
etmek istememektedirler.149 Son derece tatışmalı olmakla
birlikte Lizbon öncesi Antlaşma hükümleri bakımından usuli
hakların düzenlenmesi açısından AB’nin açık bir yasal dayanağı
olduğunu söylemek mümkün değildi. Ancak karşılıklı tanıma
kavramının fonksiyonelliğinin sağlanması için gerekli
olduğunda usuli meseleleri çözmek için kapının açık olduğu
söylenmekteydi. Öte yandan, Antlaşma hükümleri kapsamında
bulunmamasına rağmen Hükümetlerarası Konseyin her ne isterse
ona ilişkin yetkisi olduğunu düşünmek, AB Hukukunun Antlaşmaya
dayanan bir karakteri olduğu ve Antlaşmaların belirli bir
kabul ve yürürlük usulü olduğu için makul görünmemekteydi.
Yasal enstrümanların kabul edilmesi yetkisi iç hukuka
aktarılmasının metodu üye ülkenin takdirine bırakılmak
suretiyle Konseye verilmiştir. Üçüncü sütundaki genel durum
bütün kararların üye ülkelerin katılımlarıyla gerçekleşmesi
şeklindeydi. Parlamentonun katılımı veya ortak karar alma
imkanı bulunmamaktaydı. Üçüncü sütunun çerçevesi içinde alınan
yasal önlemler, Komisyona veya Parlamentoya çok sınırlı bir
takdir yetkisi bırakarak ve yargısal gözden geçirmeye çok
sınırlı bir alan bırakmak suretiyle, AB yürütmesine Birlik
çapında iç hukuk düzenleri içerisinde yasalaştırma dikte etme
yetkisi vermekteydi. Bu durum kendine özgü (sui generis
supranasyonel) uluslarüstü yetki olarak adlandırılmaktaydı.150
Üçüncü sütun yapısı içerisinde bu yetki, AB’yi yarı
uluslarüstü ceza adaleti sistemine doğru sürüklemiştir. Lizbon
Antlaşması ceza hukuku alanındaki yasama yetkisinde üçüncü
sütundaki uluslararası seviyeden Topluluk hukukunun
uluslarüstü (supranasyonel) seviyeye geçiş yapmıştır.
Öngörülen yasama enstrümanları için oybirliği yerine, Avrupa
Konseyi ve Avrupa Parlamentosunun nitelikli çoğunlukla karar
vermesi gerekecek ve ilgili mevzuat daha hızlı kabul
edilebilecek ve uygulanabilecektir. Tüm olarak
değerlendirildiğinde, üye ülkelerin maddi ve ceza usul hukuku
sistemleri şu anki olduğundan daha fazla değişiklik geçirecek
ve daha fazla yüksek seviyede bir harmonizasyon söz konusu
olacaktır.151
Şu hususu vurgulamak gerekmektedir ki, AB Anayasal
Antlaşmasının yürürlüğe girmemesi ile AB’nin ceza hukuku
alanındaki yetki tartışmalarının çözümlenmesi konusunda
kaçırılan fırsat Lizbon Antlaşmasıyla telafi edilmektedir.
Lizbon öncesi dönemde üye ülkeler suçların ve cezaların
harmonizasyonuna karşı ihtiyatlı yaklaştıkları için üçüncü
sütun prosedürüne bağlı kalmaya devam etmekteydiler. Özellikle
ulusal mahkemelerin yargılama usulü ve bireylerin yargılama
prosedüründe sahip oldukları hakları içeren ceza yargılama
usulünün harmonizasyonu konusunda daha fazla isteksiz
davranmaktaydılar. AB üyesi ülkelerin hemen hepsinde hukuk
usulü oldukça farklılık göstermektedir. Örneğin İngiltere ve
İrlanda’da Anglo Sakson hukuk sistemi ile Almanya ve Fransa
gibi kıta Avrupa’sı hukuk sistemleri arasında çok büyük
farklılıklar bulunmaktadır. Her ülke kendi sisteminin faydalı
olduğunu düşünmekte olup, bu sistemlerin harmonizasyonun
onlarca yıl alacağı söylenebilir. Halihazırdaki AB
Antlaşmaları da bu çapta bir harmonizasyon için yetki
vermemektedir.152 Birliğin cezai yetkisi vasıtasıyla ceza
adalet sisteminin entegrasyonunun kolaylaştırıcı unsuru olan
karşılıklı tanıma prensibi, Lizbon Antlaşması tarafından
AB’nin özgürlük, güvenlik ve adalet alanı amacını
gerçekleştirmenin temel yasal bir zemini olarak, usuli savunma
hakları sağlanması için asgari gerekliliklerin
oluşturulmasıyla güçlendirilmiştir.
AB Antlaşmasının 31. maddesine kıyasen, Lizbon Antlaşmasının
en önemli yönlerinden biri, ceza adaleti alanında çok net bir
yetki alanının oluşturulmasıdır. Lizbon Antlaşması ile
özellikle, şüpheliler ve sanıklar için usuli savunma
haklarıyla ilgili mevzuat kabul etme yetkisi bakımından hiçbir
şüphe kalmamıştır. Cezai alanda adli işbirliğinin köşe taşı
niteliğinde olan karşılıklı tanıma için Birincil hukuk (Lizbon
Antlaşması) çok sağlam bir yasal zemine kavuşmuş ve AB’nin
cezai yetkisi bu Antlaşma ile açık bir şekilde ifade
edilmiştir.153 Özgürlük, güvenlik ve adalet alanında Temel
Haklar Şartının Lizbon Antlaşmasıyla bağlayıcılığının kabul
edilmesi, Anayasal Antlaşmanın bir parçası olarak bireylerin
temel hak ve özgürlükleri açısından elde edilecek derin ve
faydalı etkilerin sağlanması fırsatı tekrar yakalanmıştır.154
DİPNOTLAR:
1) Lööf, R., Lööf, R., ‘Shooting from the Hip: Proposed
Rights in Criminal Proceedings throughout the EU,’ European
Law Journal 12(3), 2006, s.422.
2) Nuotio, K., ‘Harmonisation of Criminal Sanctions in
the European Union- Criminal Science Fiction’ in Strandbakken,
A., Harmonization of Criminal Law in Europe, Intersentia
Antwerpen-Oxford Publishing, 2005, s.79.
3) Lööf, R., a.g.m., s.422.
4) Perron, W., ‘Perspective of the Harmonisation of
Criminal Law and Criminal Procedure in European Union’ in
Johannes, E., and Strandbakken, Harmonization of Criminal Law
in Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005, s.5.
5) AB Bakanlar Konseyi kararlarında, 2014 yılından
itibaren ‘çifte çoğunluk’ şartının aranması, AB kararlarında
üye ülkelerin %55’inin oyu ve AB’nin toplam nüfusunun %65’ine
sahip ülkelerinin oyunun gerekli olmasının şart koşulması
anlamına gelmektedir.
6) Üye ülkeler su anda geçerli olan sisteme göre oylama
yapılmasını 2017 yılına kadar talep edebileceklerdir.
7) Miller, Vaughne, “EU Reform: a new treaty or an old
constitution?”, House of Common Library Research Paper,
No.07/64, 24 July 2007; Duff, Guide to the Lizbon, s.3
8) Duff, Andrew, “True Guide to the Treaty of Lizbon”,
www.alde.eu (Erişim Tarihi: 15.12.2009) 9 Duff, “Guide to the
Lizbon, s.3
10) AB Antlaşması Madde 1.
11) AB Antlaşması Madde 1.
12) Ibid.
13) Baykal, “Reform Antlaşması, s.53
14) AB İşleyişi Antlaşması Madde 2a-2e ve Paylaşılan
Yetki Konusundaki Protokol.
15) AB Antlaşması Madde 3b.
16) Cases C-176/03 [2005] ECR I-7879 ve C-440/05, karar
verilmemiştir.
17) Peers, S., a.g.e., s.386
18) Erdem, M.R., Avrupa Birliği Hukuku’nun Üye
Devletlerin Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukuna Etkileri, Seçkin
Yayınları, Ankara-2004;.Peers, S., a.g.e., s.386.
19) Wasmeier, M., and Thwaites, N., ‘The ‘Battle of the
Pillars: Does the European Community Have the Power to
Approximate national Criminal Laws,’ European Law Review
29(5), 2004, s.624; Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m.,
s.619.
20) Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619;
Erdem, M.R., a.g.e.
21) Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619;
White, S., ‘Harmonization of Criminal Law Under the First
Pillar’, 31(1) European Law Review, 2006, s. 81-92; Kocasakal,
Ü., Avrupa Birliği Ceza Hukukunun Esasları, Vedat Kitapçılık,
İstanbul- 2004; Erdem, M.R., a.g.e.; AT Antlaşması 135, 280 ve
63(3)(b) maddeleri.
22) Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.617;
Peers, S., EU Justice and Home Affairs Law, Oxford: University
Pres, 2006, s.390; Case 50/76 Amsterdam Bulb [1977] ECR 137;
Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e.
23) Peers, S., a.g.e.,s.390; Kocasakal, Ü., a.g.e.,
s.186-201.
24) Case 68/88 [1989] ECR 2685. Bkz. COM (95) 162, 3
May 1995 ve Konsey İlke Kararı ([1995] OJ C 188/1); White, S.,
a.g.m., s.81-92.
25) AT Antlaşması madde 280; Wasmeier, M., and Thwaites,
N., a.g.m., s.619; Peers, S., a.g.e.,s.390; White, S., a.g.m.,
s.81-92; Erdem, M.R., a.g.e.;
26) COM(2001) 272,22 May 2001; Avrupa Parlamentosunun
oylamasından sonra revize edilmiştir: COM(2002) 577, 16 Oct
2002; Peers, S., a.g.e.,s.390
27) White, S., a.g.m., s.81-92; Peers, S., a.g.e.,s.390;
Erdem, M.R., a.g.e.;
28) Direktif 2004/48 ([2004] OJ L 157/45), 2005/60
([2005] OJ 309/15), ve 2003/6 ([2003] OJ L96/16); Wasmeier,
M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619; White, S., a.g.m.,
s.81-92.
29) Case C-176/03 ([2005] ECR I-7879); Peers, S., a.g.e.,s.390;
White, S., a.g.m., s.81-92; Erdem, M.R., a.g.e.;
30) Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR
I-2763, para. 47-49; Peers, S., a.g.e.,s.391; White, S., a.g.m.,
s.81-92.
31) Radtke, H., ‘The Proposal to Establish a European
Prosecutor’ in in Husabo, E J., and Strandbakken, A., (eds.)
Harmonization of Criminal Law in Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford
Publishing, 2005, s.104; Case C-170/96 Commission v Council
[1998] ECR I-2763, para.23; Peers, S., a.g.e.,s.392; Kocasakal,
Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e.;
32) Peers, S., a.g.e.,s.393; White, S., a.g.m.,
s.81-92; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.98-201; Erdem, M.R., a.g.e.
33) COM(2005) 583, 23 Now 2005, para.8,9 ve 10
34) COM(2005) 583, 23 Now 2005, para. 14
35) White, S., a.g.m., s.81-92; Case C-440/05, pending.
36) COM(2005) 583, 23 Now 2005
37) Peers, S., a.g.e., s.394
38) Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR
I-2763, para. 42; White, S., a.g.m., s.81-92; Kocasakal, Ü.,
a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e.
39) Peers, S., a.g.e., s.395; AT Antlaşması madde 3(2)
cinsiyet eşitliği, 137(2) iş, 151(4) kültür, 152(1) kamu
sağlığı, 153(2) tüketicinin korunması, 157(3) endüstri, 159
kohezyon, 178 gelişim ve madde 14 ve 136 iç pazar ve sosyal
politikanın da benzer politikalar kapsamında olduğu
söylenebilir.
40) Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR
I-2763, para.48; White, S., a.g.m., s.81-92; Peers, S., a.g.e.,
s.394; Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619;
Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e.
41) Case C-376/98 Germany v EP and Council [2000] ECR
I-8419
42) Peers, S., ‘Caveat Emptor? Integrating the Schengen
Acquis into the European Union Legal Order’, 2 the Cambridge
Yearbook of European Legal Studies 87, 2000, s. 112-115
43) Peers, S., a.g.e., s.396; Kocasakal, Ü., a.g.e.,
s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e.
44) Peers, S., a.g.e., s.396; Kocasakal, Ü., a.g.e.,
s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e.;
45) Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR
I-2763, para.81-87.
46) Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR
I-2763, para.49.
47) Para. 5 and 10 of the Communication.
48) Peers, S., a.g.e., s.396.
49) Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR
I-2763, para.23; White, S., a.g.m., s.81-92
50) Peers, S., a.g.e., s.396; Para. 7 of Council doc
12587/05, 23 Sept 2005.
51) Bkz. Erdem, M.R.,a.g.e.; Kocasakal, Ü., a.g.e.,
s.186-201.
52) Peers, S., a.g.e., s.396; COM(2006) 168, 26 Apr
2006.
53) Peers, S., a.g.e., s.396; Cases C-176/03 [2005] ECR
I-7879 ve C-440/05.
54) Perron, W., a.g.m., s. 15.
55) Perron, W., a.g.m., s. 15.
56) Avrupa Konseyi Tampere Zirve Sonuç Bildirisi
57) Peers, S., a.g.e., s.387.
58) Erdem, M.R., a.g.e., s.69; Kocasakal, Ü., a.g.e.,
s.51-201.
59) Walden, I., ‘Harmonising Computer Crime Laws in
Europe,’ European Jornal of Crime, Criminal Law and Criminal
Justice 12(4), 2004, s. 329
60) Bu yorum Case C-105/03, Criminal Proceedings
against Maria Pupino, 16 June 2005 Davasındaki yorum
tarafından desteklenmiştir, para. 48-52.
61) De Hert, P., ‘Division of Competencies between
National and European Levels with regard to Justice and Home
Affairs, in Apap, J., Justice and Home Affairs in the EU,
Edward Elgar Publishing, 2004, s.82
62) AB Antlaşması madde 29 ve 31
63) Weyemberg, A., ‘Approximation of Criminal Laws, the
Constitutional Treaty and Hague Programme’, Common Market Law
Review 42, 2005, s.1569
64) Schutte, J., ‘Unification and Harmonisation of
Criminal Procedures in the EU,’ in Nijboer, J., and Sprangers,
W., Harmonisation in Forensic Expertise, Amsterdam, Thela
Thesis, 2000, s.43-55
65) Mutual Recognition of Final Decision in Criminal
Matters (COM(2000) 495 final), s.2 66 Peers, S., (2000), a.g.e.,
s.187.
67) Peers, S., (2000), a.g.e., s.187.
68) Alegre, S., and Leaf, M., ‘Mutual Recognition and
Judicial Cooperation: A Step Too Far Too Soon? Case Study-European
Arrest Warrant,’ European Law Journal 10(2), 2004, s.200-217
69) Gbandi, K., EU Committee, House of Lords, In a
Memorandum to the UK House of Lord inquiry, ‘Procedural Rights
in Criminal Proceedings’ (Stationary Office; HL Paper; 28), 2
July 2005.
70) Lööf, R., a.g.m., s.430.
71) Lööf, R., a.g.m., s.424.
72) Proposal for a Council Framework Decision on
certain procedural rights in criminal proceedings throughout
the EU(COM (2004) 328 final).
73) Lööf, R., a.g.m., s.424
74) Morgan, C., (Criminal Justice Unit, Directorate D),
‘speech at the Academy of European Law conference in Edinburg’,
1 October 2005
75) Nilsson’dan aktaran; Lööf, R., a.g.m., s.424.
76) Lööf, R., a.g.m., s.425
77) Schutte, J., ‘Unification and Harmonisation,
s.43-55
78) Lööf, R., a.g.m., s.425
79) AT Antlaşması madde 61-69
80) De Hert, P., a.g.m., s.76
81) Walker, N., ‘ In Search of the Area of Freedom,
Security and Justice: A Constitutional Odyssey,’ in Walker,
N., Europe’s Area of Freedom, Security and Justice, Oxford
University Press, 2004, s.16
82) Mitsilegas, V., et al, The European Union and
Internal Security, Houndmills, Palgrave/Macmillan Global
Academic Publishing, 2003, s.93
83) Guild, E., and Carrera, S., ‘No Constitutional
Treaty?, s.3
84) Case C-105/03, Criminal Proceedings against Maria
Pupino, 16 June 2005; 2001/220/JHA Ceza Yargılamasında
mağdurun duruşmaya katılmasına ilişkin Konsey Çerçeve Kararı
15 Mart 2001.
85) AB Antlaşması madde 34 ve 35
86) Ludlov, P., ‘A Commentary on the EU, A View from
Brussels’, Brussels: Centre for European Policy Studies, CEPS
Commentary.
87) Anayasal Antlaşma I-11(2), III-270, I-14(2),
I-12(2), III-362(3) maddeler.
88) [2004] OJ C 310.
89) Peers, S., a.g.e., s.494.
90) Gbandi, M., ‘The Treaty Establishing a Constitution
for Europe and Challanges for Criminal law at the Commencement
of 21st Century’, Criminal Law and Criminal Justice Vol.13/4,
2005, s. 495-496.
91) Peers, S., a.g.e., s.496.
92) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.
495-496.
93) Peers, S., a.g.e., s.424
94) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.
495-496
95) Tampere Zirve Sonucu; AB Antlaşması madde 29 ve 31
ve Anayasal Antlaşma madde III-270
96) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.
495-496; Peers, S., a.g.e., s.425
97) Case 68/88, Greek Maize, [1989] ECR 2965.
98) Peers, S., a.g.e., s.426.
99) Peers, S., a.g.e., s.426.
100) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.
495-496; Peers, S., a.g.e., s.427
101) Anayasal Antlaşma maddeleri II-124(1) ve III-171
ve III-173.
102) Anayasal Antlaşma madde III-300.
103) Anayasal Antlaşma madde III-270 (2).
104) Anayasal Antlaşma madde III-270 (3) ilk cümle.
105) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.
495-496.
106) Anayasal Antlaşma 25inci Deklerasyon
107) Peers, S., a.g.e., s.427
108) Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU
Criminal Law and Justice, Edward Elgar, 2008, s.37-42; Gbandi,
M., ‘Establishing a Constitution, s. 490-491
109) Carrera, S., and Geyer, F., a.g.m., s. 1
110) Mevcut AT/müstakbel ABİ Antlaşması madde 251.
111) Anayasal Antlaşma madde III-396
112) Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU
Criminal Law, s.37-42; ABİ/AT Antlaşması madde 69A 1 ve 2
113) ABİ/AT Antlaşması madde 69A 2
114) Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU
Criminal Law; s.37-42; Gbandi, M.K.,
‘Establishing a Constitution, s. 495-496
115) Anayasal Antlaşma madde III-270; ABİ/AT Antlaşması
madde 69A 1 ve 2
116) Anayasal Antlaşma madde III-271; ABİ/AT Antlaşması
madde 69B
117) Anayasal Antlaşma madde III-272; ABİ/AT Antlaşması
madde 69C
118) Schutte, J., ‘Unification and Harmonisation of
Criminal Procedures in the EU,’ in Nijboer, J.,and Sprangers,
W., Harmonisation in Forensic Expertise, Amsterdam, Thela
Thesis, 2000, s. 1569
119) ABİ/AT Antlaşması madde 69A (2) ve yeni AB
Antlaşması madde 2(3)
120) Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU
Criminal Law, s.37-42; ABİ/AT Antlaşması madde 69B (1)
121) Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU
Criminal Law, s.37-42; ABİ Antlaşması madde 69B (1)
122) Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU
Criminal Law,s.37-42; Guild, E., and Carrera, S., ‘No
Constitutional Treaty?, s.490
123) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498
124) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498.
125) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498.
126) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498.
127) ABİ/AT Antlaşması madde 69B
128) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498
129) Guild, E., ‘Crime and EU, s. 224; Gbandi, M.K.,
‘Establishing a Constitution, s.498
130) Maaoui v France (2001) 33 EHRR 42.
131) Guild, E., ‘Crime and EU, s. 224
132) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498.
133) Guild, E., ‘Crime and EU, s. 226.
134) Vogel, J., ‘The European Integrated Criminal
Justice System and its Constitutional
Framework’, 22 Maastricht Journal of European and Comparative
Law, 2005, s.145
135) Guild, E., and Carrera, S., ‘Constitutional Treaty,
s.7
136) Guild, E., and Carrera, S., ‘Constitutional Treaty,
s.7.
137) Alegre, S., and Leaf, M., ‘Criminal Law and
Fundamental Rights in the EU: Moving Towards Closer Co-operation’,
8 European Human Rights Law Review, 2003, s.333-334
138) ABİ/AT Antlaşması madde 188 N
139) Temel Haklar Şartının Önsözü
140) Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s. 510
141) Vogel, J., ‘Criminal justice, 147
142) Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU
Criminal Law, s.37-42; Mitsilegas, V., EU
Criminal Law, Oxford, Hart Publishing, 2009, s.107-110; Gbandi,
M.K., ‘Establishing
Constitution, s. 513
143) Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU
Criminal Law, s.37-42; Mitsilegas, V., EU
Criminal Law, s.107-110; Gbandi, M.K., ‘Establishing
Constitution, s. 513.
144) Mitsilegas, V., EU Criminal Law, s.107-110;
Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law,s.37-42;
Gbandi, M.K., ‘Establishing Constitution, s. 513.
145) De Hert, P., a.g.m., s.93.
146) De Hert, P., a.g.m., s.93.
147) Brady, H., and Roma, M., ‘Let Justice be done:
Punishing crime in the EU’, London: Center for European
Reform, (policy brief) at.2; at http:www.cer.org.uk, (Erişim
Tarihi: 20 Mart 2008), s.2.
148) Mitsilegas, V., Monar, J., Rees, W., a.g.e., s.41.
149) Mitsilegas, V., Monar, J., Rees, W., a.g.e., s.41.
150) Mitsilegas, V., Monar, J., Rees, W., a.g.e., s.93.
151) Perron, W., a.g.m., s. 12.
152) Brady, H., and Roma, M., a.g.m.,s.3.
153) Guild, E., and Carrera, S., ‘Constitutional Treaty?
, s.490
154) Guild, E., ‘The Variable Subject of the EU
Constitution, Civil Liberties and Human Rights’, 6 European
Journal of Migration and Law n.4, 2004.
KAYNAKÇA:
S. ALEGRE and M. LEAF, ‘Criminal Law and Fundamental
Rights in the EU: Moving
Towards Closer Co-operation’, 8 European Human Rights Law
Review, 2003
Sanem BAYKAL, Reform Antlaşması ve Getirdikleri:
Kurumsal Yapı Çerçevesinde
Genel Bir Değerlendirme, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt 7, No:1,
2007
H. BRADY and M. ROMA, ‘Let Justice be done: Punishing
crime in the EU’, London:
Center for European Reform, (policy brief) at.2; at
http:www.cer.org.uk, (Erişim
Tarihi: 20 Mart 2008).
M.J. BORGERS and T. KOOİJMANS, The Scope of the
Community’s Competence in
the Field of Criminal Law, 16 Criminal Law and Criminal
Justice, 2008.
M.R. ERDEM, Avrupa Birliği Hukuku’nun Üye Devletlerin
Ceza ve Ceza
Muhakemesi Hukukuna Etkileri, Seçkin Yayınları, Ankara-2004.
Judge Baltasar Garzon Real at the Justice Conference,
Eurowarrant: European
Extradition in the 21st Century, London, 5 and 6 July 2003.
P. De HERT, ‘Division of Competencies between National
and European Levels with
regard to Justice and Home Affairs, in Apap, J., Justice and
Home Affairs in the
EU, Edward Elgar Publishing, 2004.
M. FICHERA, The European Arrest Warrant and the
Sovereign State: A Marriage of
Convenience? 15 European Law Journal 1, 2009.
M. FLETCHER, R. LÖÖF and Bill GİLMORE, EU Criminal Law
and Justice, USA,
Edward Elgar, 2008.
M. GBANDI, ‘The Treaty Establishing a Constitution for
Europe and Challanges for
Criminal law at the Commencement of 21st Century’, Criminal
Law and
Criminal Justice Vol.13/4, 2005.
K. GBANDI, EU Committee, House of Lords, In a
Memorandum to the UK House of
Lord inquiry, ‘Procedural Rights in Criminal Proceedings’ (Stationary
Office; HL
Paper; 28), 2 July 2005
E. GUILD and S. CARRERA, ‘No Constitutional Treaty?
Implications for the Area of
Freedom, Security and Justice,’ CEPS Working Document 231,
2005,
http://shop.ceps.be/BookDetail.php?item_id=1266 (Erişim
Tarihi: 25 Haziran
2006).
E. GUILD, ‘The Variable Subject of the EU Constitution,
Civil Liberties and Human
Rights’, 6 European Journal of Migration and Law n.4, 2004
E. GUILD, ‘Crime and the EU’s Constitutional Future in
an Area of Freedom, Security
and Justice,’ European Law Journal 10(2), 2004.
BAHADIR 206 YAKUT
Ü. KOCASAKAL, Avrupa Birliği Ceza Hukukunun Esasları,
Vedat Kitapçılık,
İstanbul- 2004.
R. LOOF, R. LOOF, ‘Shooting from the Hip: Proposed
Rights in Criminal Proceedings
throughout the EU,’ European Law Journal 12(3), 2006
P LUDLOV, ‘A Commentary on the EU’, a View from
Brussels, Brussels: Centre for
European Policy Studies, CEPS Commentary
V. MITSILEGAS, EU Criminal Law, Oxford, Hart Publishing,
2009.
V. MITSILEGAS, J. MONAR and W. REES, The European Union
and Internal
Security, Palgrave Macmillian, 2003.
V. MITSILEGAS, The Competence Question: The European
Community and Criminal
Law, in Guild, E., and Geyer, F., (eds). Security Versus
Justice? A Challenge
for Europe’s Future Aldershot: Ashgate Publishing, 2008.
V. MITSILEGAS, Constitutional Principles of the
European Community and European
Criminal Law, European Journal of Law Reform, vol.8 no.2/3,
2006.
V. MITSILEGAS, Trust-building Measures in the European
Judicial Area in Criminal
Matters: Issues of Competence, Legitimacy and Inter-institutional
Balance, in
Carrera, S., and Balzacq, T., (eds), Security versus
Freedom? A Challenge for
Europe’s Future, Aldershot:Ashgate, 2008.
C. MORGAN, (Criminal Justice Unit, Directorate D),
speech at the Academy of
European Law conference in Edinburg, 1 October 2005
K. NUOTIO, ‘Harmonisation of Criminal Sanctions in the
European Union- Criminal
Science Fiction’ in Strandbakken, A., Harmonization of
Criminal Law in
Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005
S. PEERS, EU Justice and Home Affairs Law, Oxford:
University Pres, 2006.
S. PEERS, ‘Caveat Emptor? Integrating the Schengen
Acquis into the European Union
Legal Order’, 2 the Cambridge Yearbook of European Legal
Studies 87, 2000.
W. PERRON, ‘Perspective of the Harmonisation of
Criminal Law and Criminal
Procedure in European Union’ in Johannes, E., and Strandbakken,
Harmonization
of Criminal Law in Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford
Publishing, 2005.
J.K. PIRIS, The Constitution for Europe: A Legal
Analysis, Cambridge University
Press, 2006.
H. RADTKE, ‘The Proposal to Establish a European
Prosecutor’ in in Husabo, E J., and
Strandbakken, A., (eds.) Harmonization of Criminal Law in
Europe, Intersentia
Antwerpen-Oxford Publishing, 2005
J. SCHUTTE, ‘Unification and Harmonisation of Criminal
Procedures in the EU,’ in
Nijboer, J., and Sprangers, W., Harmonisation in Forensic
Expertise, Amsterdam,
Thela Thesis, 2000.
A. STRANDBAKKEN (Eds), Harmonization of Criminal Law in
European,
Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005.
J. VOGEL, ‘The European Integrated Criminal Justice
System and its Constitutional
Framework’, 22 Maastricht Journal of European and Comparative
Law, 2005
I. WALDEN, ‘Harmonising Computer Crime Laws in Europe,’
European Jornal of
Crime, Criminal Law and Criminal Justice 12(4), 2004.
N. WALKER, ‘In Search of the Area of Freedom, Security
and Justice: A
Constitutional Odyssey,’ in Walker, N., Europe’s Area of
Freedom, Security
and Justice, Oxford University Press, 2004.
N. WALKER, Europe’s Area of Freedom, Security and
Justice, Oxford University
Press, 2004.
M. WASMEIER and N. THWAITES, ‘The ‘Battle of the
Pillars: Does the European
Community Have the Power to Approximate national Criminal Laws,’
European
Law Review 29(5), 2004.
S. WHITE, ‘Harmonization of Criminal Law Under the
First Pillar’, 31(1) European
Law Review, 2006.
A. WEYEMBERG, ‘Approximation of Criminal Laws, the
Constitutional Treaty and
Hague Programme’, Common Market Law Review 42, 2005.
B. YAKUT, The EU Criminal Judicial Cooperation:
Harmonization and Mutual
Recognition, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2008 |
|
|
|
|
|
|
|