|
|
................... |
|
................... |
KAMU DİPLOMASİSİ |
Bekir Aydoğan
Politika
Dergisi |
|
|
................... |
|
................... |
Stratejik bir iletişim aracı
olarak kamu diplomasisi, "kamuoyunun anlaşılması,
bilgilendirilmesi ve etkilenmesi´" faaliyetlerinin toplamı
olarak tanımlanmaktadır..
İletişim alanında yaşanan teknolojik gelişmeler, aynı anda hem
küreselleşen hem de yerelleşen dünyamızda zaman ve mekân
kavramlarını birer değer olarak karşımıza çıkartıyor, soğuk
savaş döneminin tek boyutlu ikliminden sıyrılan uluslararası
sistem, her geçen gün demokrasi, etnisite, din ve insan
hakları odaklı taleplerle karşı karşıya kalırken, literatüre
çok uzun zaman önce giren ama son dönemlerde çok sık
zikredilen kamu diplomasisi kavramı; uluslararası arenada
artık sadece devletlerin değil kamuoyunun da önemli bir aktör
olabileceğini, geleneksel diplomasi yönteminin yeterliliğini
yitirdiğini, politik süreçlerin devletlerarasında yaşanan
bürokrasiye ek olarak, sivil toplum örgütleri ve halk
kitlelerini de kapsadığını ileri sürmektedir.
Kültür ve tarihin, bilgi ve iletişimle tüm dünyaya
yayılabilmesi, devletlerin iç ve dış politikada etkinliklerini
ve çalışmalarını meşrulaştırmak için aktif bir kamu
diplomasisi gütmelerine ve yerli- yabancı kamuoyu nezdinde
imaj kaygısı taşımalarına neden olmuştur.
Joseph Nye, kamu diplomasisini yumuşak gücün bir kullanım
alanı ve politikası olduğunu, otoriter devletlerin yerlerini
demokrasilere bıraktığı bugünlerde, her ne kadar yabancı
liderler ile dost olunsa da, halkın ve meclisin nezdinde
olumsuz bir izlenim bırakıldığı anda liderlerin etkinliğinin
kısıtlanabileceğini belirtmiştir. Nye, bu gibi durumlarda
kamuoyunda hedeflenen diplomasinin, sonuçlar açısından,
liderler arasındaki geleneksel küçük diplomatik iletişimlerden
daha önemli hale gelebileceğini de eklemiştir. (1)
Anna Tiedeman’ın; bir hükümetin kendi ulusunun ideallerini,
fikirlerini, kurumlarını, kültürünü aynı zamanda ulusal
hedeflerini ve hali hazırdaki politikalarını yabancı kamuoyuna
anlatmak için girdiği bir iletişim süreci (2) olarak
tanımladığı kamu diplomasisini, Evan Potter bir hükümetin
başka bir ulusun halkını, kanaat önderlerini ve aydınlarını,
kendi ulusal politikaları için avantaja dönüştürmek amacıyla
etkilemeye çalışması (3) şeklinde belirtmiş. Hans Tuch ise
hükümetlerin kendi ulusunun politikalarını, düşüncelerini ve
ideallerini, kurumları ve kültürlerini, ulusal hedeflerle
güncel politikalarını başka halklara anlatmayı amaçlayan bir
iletişim süreci (4) şeklinde tanımlamıştır.
Stratejik bir iletişim aracı olarak kamu diplomasisi,
"kamuoyunun anlaşılması, bilgilendirilmesi ve etkilenmesi´"
faaliyetlerinin toplamı olarak tanımlanmaktadır. (5) Bu
sürecin önemli bir parçası olan siyasi iletişim ise "siyasi
bir imkân ve kaynak olarak bilginin devletler, örgütler yahut
bireyler tarafından üretilmesi, dağıtılması, kontrolü,
kullanımı ve proses edilmesi" olarak tasvir edilmektedir. (6)
Kamu diplomasisine ilişkin yapılan farklı tanımlamalar, bu
kavramın bir devletin mevcudiyetini sürdürmesi ve bu süreci
yönetirken olabildiğince kazançlı çıkabilmesiyle de ilgilidir.
Bilginin yaşanan telekomünikasyon devrimiyle tüm dünyaya
rahatça ulaşabilmesi, bilgiye ve bu dolaşım ağına sahip
olanları da güçlü kılmaktadır. Cristopher Ross, Amerika’nın
dış hizmetler görevlilerinin, izole olmuş izleyicilere çift
makaralı filmleri göstermek için jiplerle Latin Amerika’nın iç
bölgelerine ve dünyanın diğer uzak bölgelerine gittikleri
günlerin çok gerilerde kaldığını söyleyerek (7), günümüzde
bilgi yayılımının daha kolay olduğunu belirtmektedir.
Herbert A. Simon’a göre, teknolojik gelişmeler, bilgiyi işleme
ve iletme masraflarının oldukça azalmasına neden olmuş, bunun
sonucunda da “bolluk paradoksu”nun oluştuğu bir bilgi
patlaması meydana gelmiştir. (8) Nye, bilginin çokluğunun
ilginin azalmasına neden olduğunu, insanların karşılarına
çıkan bilginin büyüklüğü altında ezilerek, neye
odaklanacakları konusunda ayırt etmede zorlandıklarını
belirterek; bilgiden ziyade ilginin nadir bulunan bir kaynak
olduğunu öne sürmüştür. Nye’e göre, bu kargaşa ortamında
değerli bilgileri ayırt edebilenler ve dikkatimizi nereye
odaklayacağımızı söyleyebilenler bu güç kaynağına sahip
olacaktır.
İnsanların propaganda konusunda daha tedbirli ve duyarlı
davrandığı bugünlerde, editörler ve fikir liderleri arasında,
güvenirlik ciddi ve önemli bir yumuşak güç kaynağıdır. Zira,
itibar geçmişte olduğundan daha önemli bir hâle gelmekte ve
güvenirliğin oluşturulması ve yok edilmesi konusunda siyasi
mücadeleler yaşanmaktadır. Devletler, güvenirlik için, sadece
diğer devletlerle değil, haber medyasını, anonim şirketleri,
sivil toplum örgütlerini, uluslararası kuruluşları ve bilimsel
topluluklar ağını kapsayan çok sayıda alternatifle de rekabet
etmektedir. Siyasetin rekabete dayanan bir güvenirlik
yarışması haline gelmesi geleneksel güç politikalarının
değişime uğradığını da göstermektedir. (9)
Nye, dünya siyasetinde itibarın her zaman önemli olduğunu;
fakat “bolluk paradoksu” yüzünden güvenirliğin rolünün, daha
önemli bir güç kaynağı hâline geldiğini, propaganda gibi
görünen bilgilerin, sadece reddedilmekle kalmadığını, bir
ülkenin güvenirlik konusundaki itibarına zarar verdiği
taktirde ters de tepebileceğini belirtmiştir. Saddam
Hüseyin’in kitle imha silahları tehdidi ve El Kaide
bağlantılarının gücüyle ilgili abartılı iddialar, Irak
Savaşı’nda, yerel desteğin harekete geçmesine yardımcı olmuş
olabilir; fakat sonradan iddiaların abartılı olduğunun ortaya
çıkması, İngiltere’nin ve Amerika’nın güvenirliğine, bedeli
ağır bir darbe vurmuştur. (10) Bilgi çağının geniş haber
kaynağı sunan mevcut koşulları, yumuşak gücün bir politikası
olan kamu diplomasisinin etkinliğinin kısa vadeli hesaplar
güdüldüğünde uzun vadede uygulayıcılarının aleyhine sonuçlar
doğurabileceği de önemli bir noktadır.
Kamu Diplomasisinin Tarihi
Kamu diplomasisi kavramı ilk olarak 1965 yılında Tuft
Üniversitesi’ne bağlı olan Edward Murrow Merkezi’nin başkanı
olan Edmund Gullion tarafından gündeme getirilmiştir.
Gullion’a göre kamu diplomasisi; kamuoyu davranışlarının dış
politika oluşumunda ve yürütmesindeki etkisidir. Geleneksel
diplomasinin ötesinde uluslararası ilişkilerin farklı
boyutlarını (diğer ülkelerdeki kamuoyunun etkilenmesi,
bilginin ve fikirlerin akışı, ülkelerdeki çıkar gruplarının
etkileşimi gibi) kapsamaktadır. (11)
Kavram olarak şekillenmesi yakın dönemlerde gerçekleşmiş olsa
da kamu diplomasisinin izlerine uygulamada 19. yüzyıla kadar
rastlayabiliriz. Joseph Nye, Fransa’nın Prusya savaşında
aldığı yenilgiden sonra, bu savaşla sarsılan imajını düzeltmek
adına 1883 yılında Alliance Française’i kurarak, bu kurum
aracılığıyla; dilini, edebiyatını ve kültürünü yurtdışına
taşıyıp, Fransız diplomasisinin oluşumunda etkili olduğunu
belirtmiştir. (12) Tiedman ise, ABD Başkanı Woodrow Wilson’un
1917 yılında “Commitee on Public Information” adlı bir kurum
oluşturarak, başına gazeteci George Creel’i getirdiğini ve
daha sonra Creel Komitesi adını alacak olan bu organizasyonun
amacının ise Amerika’nın savaştaki amaçlarını dünya çapında
bilinir hale getirmek olduğunu dile getirmiştir. (13) Birinci
Dünya Savaşı sırasında birçok devletin farklı ülkelerde
açtıkları ofisler ile yerel halk tabanında etkinlik kurmaya
çalıştığını, savaş sonrasında ise 1920’de radyonun bulunmuş
olmasıyla devletlerin yabancı dilde yaptıkları yayınlarda
-özellikle komünizm ve faşizm gibi ideolojilerin yaygınlık
göstermesiyle- yabancı kamuoyuna ulaşmak ve etkinlik kurmak
için farklı yöntemleri de kullandığını söyleyebiliriz.
Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB tarafından birçok alanda
yürütülen rekabet, “düşüncelerin, kalplerin ve akılların
savaşı” olarak adlandırılan kamu diplomasisi alanında da
varlığını en yoğun şekilde sürdürmekteydi. Zira Thomas
Bailey’e göre, düşünceler dayanıklıdır, silahlarla veya
bombalarla yok edilemez. Uluslararası sınırları ve okyanusları
aşan düşüncelerle başa çıkmak, daha iyi düşünceler üretmeyi
gerektirir. (14)
1950 yılında ABD Başkanı Truman, komünizm ile mücadelede batı
düşüncesi ve fikirlerini yaymayı amaçlayan “Hakikat
Kampanyası” olarak da anılan bir kampanya sırasında yaptığı
konuşmada; özgürlüğün “emperyal komünizm” tehlikesiyle karşı
karşıya olduğunu, bu mücadelenin insanlığın aklı için önemli
olduğunu ve komünist propagandaya karşı zafer kazanmanın
yolunun da tüm dünyada duyulur hale gelerek gerçekleri ortaya
çıkarmaktan geçtiğini dile getirmiştir. (15)
Joseph Nye; televizyon ve sinemanın, Berlin Duvarı’nı, 1989
yılından çok daha önce delip geçtiğini, duvarı yıkmadan önce
ihlal eden Batının, popüler kültürüne ait imgelerin uzun
yıllar boyunca iletilmesinin, çekiçler ve buldozerler ile
kıyaslanamayacağını belirtmiştir. (16)
Fransız sosyolog Dominique Wolton’un Nisan 2003’te L’Express
dergisine verdiği röportajda: “Küreselleşme üç etapta
gerçekleşmiştir: birincisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Birleşmiş Milletlerin kuruluşu ile uluslararası düzenin
temellerinin atılması; ikincisi, sınırların açılması ve
serbest piyasa ile gerçekleştirilen uluslararası ekonomik
alan; şu anda içinde olduğumuz üçüncüsü ise enformasyon ve
kültür çağıdır.” (17) diyerek içinde bulunulan bilgi çağına
vurgu yapması, telekomünikasyon devriminin yaşandığı,
kültürler arası iletişimin ve yabancı düşmanlığının üst
safhalara çıktığı bu dönemde, etkin bir kamu diplomasisi
gütmenin kaçınılmazlığını göstermektedir. Çünkü, devletin,
sahip olduğu kültür ve değerleri, farklı toplumlara
ulaştırmaya çalışması hem kültürel imajını geliştirmekte, hem
de kendisi hakkında gerçekleri iyi bilmeyen yabancı toplumlar
üzerinde olumlu etki bırakabilmesine olanak sağlamaktadır.
Geleneksel Diplomasi ve Kamu Diplomasisi İlişkisi
Anna Tiedeman’ın farklı ulusların hükümetleri arasında siyasi
ilişki kurmak suretiyle dış siyasetin hayata geçirilmesi (18)
olarak tanımladığı ve kapalı kapılar ardında yüksek düzeydeki
hükümet görevlileri tarafından yürütülen diplomasi; İkinci
Dünya Savaşı ve özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde bağımsız
devletlere ek olarak, küresel sistemde; uluslararası örgüt,
sivil toplum kuruluşları ve uluslararası etkinliği olan
bireylerin de aktör olarak yer almasıyla bir değişim
yaşamıştır.
Bilgi üretimi, dağıtımı ve etkileşiminin çok daha hızlı ve
kolay yaşandığı son dönemlerde, telekomünikasyon alanındaki bu
gelişmeler devletler tarafından da kullanılmış, Tiedeman’ın
deyişiyle, iletişimdeki bu ilerleme diplomasinin yürütülme
şeklini de etkileyerek, geleneksel metotların terk edilmesine,
geleneksel olmayan sektörlerin diplomasiyi etkilemeye
başlamasına ve son olarak da diplomasinin gidişatının ivme
kazanmasına imkân tanımıştır. (19) İletişim alanındaki tüm bu
gelişmeler ve diplomasinin yaşadığı dönüşüm, yabancı
kamuoyunun etkilenmesi sürecini devletlerin dış politikadaki
amaçlarının gerçekleşmesi ile yakın tutmuştur.
15-16 Eylül 1987 tarihinde ABD’de danışma komisyonunun
konferansındaki konuşmasında Başkan Reagan: “Bu bilgi çağında,
kitle iletişimi ve mikroçip çağında, telekomünikasyon uyduları
ve yeraltındaki fiber optik kablolar ile bu yeniçağ da tek
başına geleneksel diplomasi yeterli değildir. Birleşik
Devletler, toplayabildiğimiz tüm beceri ve kaynaklar ile kamu
diplomasisine eğilerek, sadece yabancı hükümetlere değil,
onların halklarına da hitap edebilmelidir. İnanıyorum ki
ülkemizin Kamu Diplomasi’si büyük bir güç, Dünya tarihine
şekil verebilecek olan, elimizdeki en büyük bir güçtür…” (20)
diyor, Carl Botan ve Vincent Hazleton ise Puplic Relation
Theory isimli kitaplarında; resmi politikaların artık
hükümetler arası görüşmeler yerine hükümetler ile diğer
ülkelerin halkları arasında yaşanan siyasi bir sürece
dönüştüğünü öne sürmektedir. (21)
Diplomasi algısında yaşanan bu değişimle ortaya çıkan yumuşak
güç kavramı, literatüre bu kelimeyi kazandıran Joseph Nye’e
göre, söz konusu devletin, kendi ulusal çıkarlarını, liderlik
ettiği ülkelerin ulusal çıkarlarıyla örtüşecek bir biçimde
sunabilme ve diğerlerini de hoşnut edecek bir biçimde
izleyebilme kapasitesi demektir. (22) Yumuşak gücün
kullanımında birçok unsur karşımıza çıkmaktadır. Bunlar asker
sayısından yahut ekonomik yaptırım gücünden çok bir ülkenin
kültürü, sanatı, sineması, mimarisi, müziği, eğitim sistemi,
rekabet ortamı, özgürlükleri, demokrasisi, yaratıcı düşüncesi,
insan kalitesi ve sosyal sermayesi, tarihi birikimi, kültürel
zenginliği, bilim ve teknoloji altyapısı, inovasyon
kapasitesi, diplomatik becerisi ve kendini anlatabilme
yeteneğinin toplamıdır. Bu unsurları bir araya getiren bir
ülke, bir cazibe merkezi haline gelir. Takip edilen,
konuşulan, "hikâyesine kulak kabartılan" bir ülke haline
gelir. (23)
Devletlerin yumuşak gücün kullanımında kamuoyuna nüfuz
edebilmek için kullandığı kamu diplomasisini İbrahim Kalın;
"devletten-halka" ve "halktan-halka" iletişim olmak üzere iki
ana çerçevede toplamıştır. Kalın’a göre; Devlet-halk
eksenindeki faaliyetler; devletin, izlediği politikaları,
yaptığı faaliyetleri ve açılımları, resmi araçları ve
kanalları kullanarak kamuya anlatmasıdır. Halktan halka
doğrudan iletişim faaliyetlerinde ise STK'lar, araştırma
merkezleri, kamuoyu araştırma şirketleri, basın, kanaat
önderleri, üniversiteler, mübadele programları, dernek ve
vakıflar gibi devlet dışı sivil araçların kullanılması
esastır. Bu manada kamu diplomasisi, kavramın orijinal
anlamında mündemiç olan "diplomatlar" ile “yabancı kamuoyları”
arasında cereyan eden iletişim faaliyetlerinin ötesine geçer,
"kamu diplomasisi "diplomatik iletişim"den daha geniş bir
alanı kapsar. Kamu diplomasisi çift taraflı bir iletişim ve
etkileşimi öngörür. Öncelikli hedef, muhatap kitlenin
dinlenmesi ve önceliklerinin tespit edilmesidir. İkinci olarak
bilgilendirme, paylaşım, ikna ve etkileme amaçlanır. Bu yüzden
kamu diplomasisi dinamik ve çok boyutlu bir iletişim
sürecidir. Konuşmak kadar dinlemek, anlatmak kadar anlamak,
iletmek kadar iletişime açık olmak önemlidir. (24) Kalın’ın
değindiği çift taraflı diplomasi methodunu, Gifford Malone;
eğer kendi toplumumuzu ve politikalarımızı anlatmak istiyorsak
öncelikle iletişime geçmek istediğimiz halkın kültürünü,
tarihini, psikolojisini ve özellikle de dilini öğrenmeliyiz
(25) diyerek vurgulamıştır.
Kamu diplomasisi, geleneksel diplomasiden farklı olarak birçok
grup ve çıkarı beraberinde getirirken, karşılıklı güvenirlik
uzun vadeli politikalarda temel bir esas olmuştur.
Joseph Nye’e göre, bu ilişkiler kilit rollerdeki kanaat
önderleri ve toplumsal aktörlerle uzun bir zaman dilimi içinde
çeşitli eğitim, öğretim, toplantı ve organizasyonlarla medya
aracılığı ile kurulmalı ve geliştirilmelidir.
Sürekli bahsettiğimiz bilgi devriminin akabinde geniş kullanım
alanı bulunan ve birçok aktörün kamu diplomasisi sürecine
dâhil olduğu uluslararası sistemde; kamu diplomasisinin kavram
olarak nasıl şekillendiğine, tarihine, geleneksel diplomasi ve
kamu diplomasisinin ilişkisine değinerek bir giriş yaptığımız
bu makalemizde, bölgesinde bir güç, küresel arenada ise aktör
olmayı hedefleyen Türkiye’nin, hikâyesini diğer toplumlara
iletmesi sürecinde bazı uygulamalarıyla yakın dönemde gündeme
çok sık gelen kamu diplomasisi kavramını ele almış olduk.
Bilgi içinde yüzen bu çağda kalpleri ve akılları kazanmak;
bilgiyi ve modern teknolojiyi mevcut değerlere ve gelecek
odaklı eğilimlere yansıtarak, bilgi etkileşiminin ve olumlu
imajın pazarlanmasının yanı sıra, hem devletler hem de
toplumlar arasında, devlet politikalarına uyum sağlayan uzun
vadeli ilişkiler kurmayı gerektirir.
Dört yüzyıl önce realist bakış açısıyla Niccolo
Machiavelli’nin İtalya’daki prenslere, zulüm ve korku
politikalarını öğütleyerek öne sürdüğü askeri güç, 1939’da
İngiliz realist E.H.Carr’ın uluslararası gücü; askerî,
ekonomik ve fikirler üstündeki güç olarak üç kategoriye
ayırması ile boyut kazanmış (26), Joseph Nye tarafından 1990
yılında ortaya atılan “yumuşak güç”, Nye tarafından; devletin,
kendi ulusal çıkarlarını, liderlik ettiği ülkelerin ulusal
çıkarlarıyla örtüşecek bir biçimde sunabilme ve diğerlerini de
hoşnut edecek bir biçimde izleyebilme kapasitesi şeklinde
tanımlanmıştır (27). Gücün en son tanımlanan “akıllı güç”
konseptinde ise Amerika’da kurulan Akıllı Güç Komisyonu
bünyesinde, Joseph Nye ile L. Armitage gibi önde gelen
uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından üretilen “akıllı
güç” kavramı; sert ve yumuşak gücün sadece birleşmesinden
oluşmamakta, gücün uygulanacağı aktörün davranışlarına uyum
sağlayacak şekilde önceden hazırlanmış bir zeminde ölçülü bir
tepki öngörmektedir. Komisyonca oluşturulan rapor, sert gücün
gerekliliğini belirtirken, bunun bir ülkenin yumuşak gücünün
de garantisi olacağını; ama tek başına bir ülkenin çıkarlarını
garantiye almaya yeterli olmadığını, bunun için ‘korku’
stratejisinin bir yana bırakılıp, ‘iyimser’liğin ihracının ve
yeni ittifaklar ile ortaklıkların gerçekleştirilmesi
gerektiğini belirtmektedir (28).
Gücün Dönüşümü
Gücün doğasında yaşanan bu değişimler; gücün kendisi,
kaynakları ve kullanımı hakkında yeni gelişmeleri de
beraberinde getirmiştir. Nye’e göre; bilgi devrimi ve
ekonominin küreselleşmesinin sonucunda ulusal sınırları aşan
sanal toplumlar ve ağlar oluşmuş, uluslararası kuruluşlar ve
sivil aktörler (teröristler de dâhil) daha büyük roller
edinmişlerdir. İnsanları, ulusal sınırları tanımayan
koalisyonlara çektikleri için, bu organizasyonların çoğunun
kendi başlarına yumuşak güçleri de vardır. Böylece, politika,
kısmi olarak çekicilik, meşruluk ve güvenilirlik kazanmak için
bir yarış halini alarak önemli çekicilik ve güç kaynağı haline
gelmiştir (29). Çeşitli iletişim kanalları ve çekiciliği olan
kültüre sahip olma ve bu normlar üzerinden görüş beyan
edebilme, uluslararası geçerliliği olan değerlere (liberalizm,
çoğulculuk, demokrasi, özgürlük, özerklik vurgusu ve liberal
ekonomi) yakın ve güvenilir icraatlar gerçekleştirebilmek,
yumuşak gücün bir politikası olarak hükümetlerin kamu
diplomasisi faaliyetlerinde somut adımlar halini almıştır.
Devletler, tehlikelere karşı koymak, becerilerini ve
şanslarını kullanarak uygun bir zamanda istedikleri sonuçları
elde etmek için askerî güçlerini kullanırlar. Ekonomik gücü
kullanmak da, çoğu zaman aynı şekilde basit bir iştir.
Devletler, bir gece içinde yabancı banka hesaplarını
dondurabilir ve çok hızlı bir biçimde rüşvet veya yardım
dağıtabilir (fakat ekonomik yaptırımlar ve istenilen sonuçlara
ulaşmak uzun zaman alabilir). Yumuşak gücü kullanmak ise
zordur; çünkü önemli yumuşak güç kaynaklarının çoğu
devletlerin kontrolü dışındadır ve etkileri büyük ölçüde alıcı
izleyicilerin kabul etmesine bağlıdır. Dahası, yumuşak güç
kaynakları, çoğu zaman, politikalar için ortam hazırlayarak
dolaylı yoldan işler ve bazen istenilen sonuçları elde etmek
yıllar alır (30).
Bu güç formları üzerinden uygulanan davranışlar ve bu
davranışların kaynakları, sert ve yumuşak güç arasındaki farkı
da göstermektedir. Nye’e göre, davranış spektrumunda soldan
sağa gidildikçe sert ve yumuşak güç formları arasında bir dizi
geçiş noktaları vardır. Sert güç; emir, zorlama, ikna etme
noktalarından oluşurken yumuşak güç; gündem yaratma, cazibe ve
yanına çekme özelliklerine sahiptir. Bu davranışların
gerçekleşebilmesi için de sert güçte; baskı, yaptırımlar,
rüşvet ve ödemeler kullanılırken yumuşak güçte; kurumlar,
değerler, kültür ve politikalar kullanılmaktadır. Bazen aynı
güç kaynakları zorlamadan cazibeyle bütün davranış spektrumunu
etkileyebilir. Ekonomik ve askerî alanda gerileme yaşayan bir
ülke, sadece sert güç kaynaklarını değil, aynı zamanda
uluslararası gündemi oluşturma becerisini ve çekiciliğini de
kısmen kaybedebilir (31).
Güç algısında beliren bu değişim, hükümetlerin iç ve dış
politika yöntemlerini derinden etkilediği gibi uluslararası
örgütlerin ve sivil toplum kuruluşlarının küresel sistemde
aktör olarak varlık kazanmasını da sağlamış; uluslararası
sistemin çok aktörlü yapısı, devletlere geleneksel diplomasi
yöntemine ek olarak, devlet dışı aktörlere ve diğer
devletlerin vatandaşlarına yönelik faaliyetler yürütülmesi ve
onlarla etkileşim içerisinde olunarak değer odaklı diplomasi
çalışmaları yapılmasını gerektirmiştir.
Sert güç anlayışında başarılı olmak ve hedefe ulaşmak için
kullanılan tehdit ve kuvvet, kitle iletişim araçlarının
gelişmesi ve devletlerin biricik güç ve muhatap odağı olmaktan
çıkması ile değişikliğe uğramış; geniş halk kitlelerinin karar
vericiler üzerindeki etkinliği hükümetlerin yürüttükleri
diplomasi faaliyetlerinde ve her türlü iç/dış politika
hamlesinde kendini göstermiş; iletişim dilinin üslubu,
güvenilirliği, değer odaklı ve meşru olması şart görülmüştür.
Sert, ekonomik ve yumuşak gücün pro-aktif, eş zamanlı ve
dengeli bir formda, birbirini destekleyecek ve meşru kılacak
şekilde dış politikaya aktarılması ise “akıllı güç” ve “kamu
diplomasisi” kavramlarının önemini belirlemiştir.
Joseph Nye ve David A. Welch, dünya politikasını geleneksel ve
uluslar ötesi politika şeklinde ikiye ayırmıştır. Geleneksel
politikada hükümet ile toplum ve hükümet ile bir başka hükümet
arasında yaşanan ilişki, bu iki ülkenin toplumu arasında
yaşanamaz, bir toplum, başka bir toplum ya da hükümet ile
kurmak istediği ilişkiyi ancak kendi hükümetine baskı yaparak
gerçekleştirebilir. Uluslar ötesi politikada (kamu
diplomasisi) ise bir toplumdaki insanlar farklı bir hükümete
ya da o hükümetin toplumuna doğrudan baskı yapabilirler.
Geleneksel politikanın devleti tek aktör kabul eden yapısı,
uluslararası bağlantılar, bireyler, STK’lar ya da hükümetler
ötesi şeklinde tanımlanan; hükümetlerin alt birimleri arasında
giderek çeşitlenen ve önem kazanan doğrudan bağlantılar ile
çok boyutlu bir hale gelmiştir.
Uluslararası politikanın karmaşık yapısı tüm aktörlere ulaşmak
ve nüfuz edebilmek için çok yönlü diplomasi algısını gündeme
getirmiş, bu ilişkilerin başarıyla yürütülmesi ise diplomasi
anlayışının kaynaklarını, boyutlarını ve yöntemlerini büyük
ölçüde değiştirmiştir.
Kamu Diplomasisinin Kaynakları
Bir ülkenin kamu diplomasisi kaynakları; o ülkenin kültürü,
siyasi değerleri, dış politikası, ekonomisi, eğitim düzeyi,
medya, tanıtım ve tanıtma faaliyetleridir. Başarılı bir kamu
diplomasi yürütebilmek; kültürün başka ülkeler üzerinde
oluşturduğu çekiciliğe, siyasi değerlerin iç ve dış
politikadaki uyumuna, dış politikanın meşru ve ahlâki oluşuna,
gelişmiş ekonomi ile yaygın markaların ve çok uluslu
şirketlerin etkinliğine, eğitim kalitesinin cazibesine,
medyanın stratejik kullanımına, tanıma ve tanıtma faaliyetleri
ile doğru bilgi kaynaklarına ulaşabilmesine ve dünya kamuoyunu
kendiniz hakkında doğru karar vermeye sevk edebilmenize
bağlıdır.
1) Kültür
Popüler kültür ve üst kültürün etkisi sanattan eğitime,
spordan markalaşmaya kadar farklı yer ve zamanlarda toplumlar
üzerinde sınır tanımaz bir şekilde kendisini göstermektedir.
Görülmeyen güç olarak da anılan kültür ile ilgili; George
Kenan, olumsuz izlenimlerle savaşmak için kültürel ilişkilerin
önemli olduğunu söylemiş, Eski ABD Başkanı Dwight Eisenhower
ise insanların birbirleri hakkında daha fazla şey öğrenmeleri
için birçok yöntem üzerinde çalışmaları gerektiğinden
bahsederek her şeyin siyasi propagandayla çözülemeyeceğini
belirtmiştir.
Nye’e göre; kültür alışverişi seçkin sınıfı da etkilediği
için, sadece bir ya da iki önemli ilişkinin bile büyük bir
siyasi etkisi olabilir. Örneğin Aleksandr Yakolev, 1958
yılında Kolombiya Üniversitesi’nde, Siyaset Bilimci David
Truman’la yaptığı çalışmalardan oldukça etkilenmiştir. Bunun
sonucunda, Yakovlev önemli bir kuruluşun başkanı, bir
Politbüro üyesi ve Sovyet lider Mikail Gorbaçov’u liberalizm
konusunda etkileyen kişi olmuştur. KGB’de üst düzey görevli
olan, Sovyet öğrenci Oleg Kalugin ise, 1997’den geçmişe
bakarak, “Değişim programları, Sovyetler Birliği için Truva
Atı’ydı. Sovyet sisteminin çöküşünde çok büyük rol oynadı…
Yıllarca giderek daha fazla insana bulaşmaya devam etti.”
demiştir.
Colin Powell’in, 2001’de Uluslararası Eğitim Haftası
konuşmasında; “Ülkemiz için, burada eğitim gören, geleceğin
dünya liderlerinin dostluğunu kazanmaktan daha iyi bir servet
düşünemiyorum.” (32) şeklindeki sözleri ise kendi ülkelerinde
politik süreçleri etkileyebilecek mevkilere gelebilecek
yabancı öğrencilerin önemini göstermektedir.
Popüler kültürün kâr amacı güden ve bilgi odaklı olmayan
yapısı onu politikadan ayrı gibi gösterse de; aslında onun,
önemli siyasi kimlikleri olan bireylerin tercihlerine ve
bilinçaltlarına ulaşabileceği bilinmektedir. Ben Wattenberg’e
göre; Amerikan kültürünün içinde gösteriş, cinsellik, şiddet,
ruhsuzluk ve materyalizm vardır; fakat Amerikan kültürü
bütünüyle bundan ibaret değildir. Bunun yanı sıra açık,
hareketli, bireysel, kurum karşıtı, çoğulcu, iradeci, popülist
ve özgür Amerikan değerlerini de yansıtır. Olumlu ya da
olumsuz yansıtılsın, insanları, gişelere getiren işte bu
içeriktir. Bu içerik, politikadan veya ekonomiden daha
güçlüdür. Politikayı ve ekonomiyi yönlendiren de budur (33).
Öyle ki Marshall planıyla Avrupa’ya aktarılan dolarların
Amerikan popüler kültürüyle iletilen fikirler kadar önemli
olduğu söylenir. Örneğin Amerika’daki ulusal basketbol (NBA)
maçları 42 dilde ve 212 ülkede toplam 750 milyon insan
tarafından takip edilmekte, bilgi ve eğlence arasındaki ince
çizgi Amerikan yapımı filmlerin ve ürünlerin içerisinde çoğu
zaman kaybolmaktadır. Nye’e göre Amerika’nın ticari popüler
kültürünün esnekliği ve çekiciliği Berlin Duvarı’nı yıkılmadan
önce ihlal etmiştir.
Popüler kültürün etkileri sadece ABD ile SSCB arasında yaşanan
rekabette ya da ABD’nin Batı Avrupa’daki siyasi amaçlarının
gerçekleşmesinde görülmemiş, Güney Afrika, Latin Amerika ve
Ortadoğu’daki birçok ülke ve hükümete karşı da siyasi zemin
oluşturmak amaçlı kullanılmıştır. Örneğin 1971 yılında Güney
Afrika’nın muhafazakar eski Posta ve Telgraf Bakanı Albert
Hertzog, televizyonu Batının yozlaşmasının bir sembolü olarak
gördüğünü, Güney Afrika toplumunu ahlâksızlaştıracağını ve ırk
ayrımını yok edeceğini söyleyerek televizyonun kullanımına
karşı çıkmıştır (34).
İran’daki liberalleşme açık ekonomik sistemin oluşumu
sürecinde benzer bir gelişme yaşanmış, 1994 yılında İran’ın
ruhani lideri, ucuz bir “ecnebi” kültürü oluşturduğu ve
Batı’nın ahlâki hastalıklarını yaydığı gerekçesiyle, uydu
antenlerine karşı bir fetva yayınlaşmıştır (35).
Popüler kültür, doğrudan hükümetin kontrolünde olmayabilir ya
da kontrolden çıkabilir. Bazen ise aynı ülke içindeki farklı
gruplar üzerinde çelişik yankılar uyandırmaktadır. Nye’e göre
İranlı gençleri çeken videolar, İranlı mollaları rahatsız
edebilmekte ve bu yüzden popüler kültürün çekiciliği uzun
vadede gençler arasında istenen değişikliği teşvik ederken
Amerikan popüler kültürüne duyulan nefret, kısa vadede,
ABD’nin, en önemli gruplardan istediği politik sonuçları elde
etmesini daha da zorlaştırabilmektedir.
Gülriz Büken’e göre Amerikan popüler kültürünün, öncelikle üst
orta sınıf ve daha sonra alt sınıf Türk halkı arasında
yayılışı, ardındaki ideolojiye karşı bir muhalefet
uyandırmaktadır. Bu durum, amerikanlaşmış ayrıcalıklı sınıf,
alt orta sınıf ve fakirler arasında uçurumun açılmasına yol
açmıştır (36). Buna rağmen British Council tarafından dokuz
Müslüman ülkede, 5.000 öğrenci arasında yapılan bir
araştırmada, ABD’nin hâlâ, Mısır’da, Türkiye’de ve Suudi
Arabistan’da, eğitimini dışarıda sürdürmek isteyen gençlerin
birinci tercihi olduğu sonucu çıkmıştır. Nye, ABD’ye ve onun
popüler kültürüne karşı olan grupların içerisinde
kararsızların da bulunduğunu ve bu tepkisel durumun
düzeltilmesinin kamu politikasının faaliyetleri arasında
olduğunu belirtmiştir.
Kültürel kaynaklara sahip her ülkenin herkes için cazibe
merkezi olması ve her daim çekicilik yaratması mümkün
değildir. Bu konuda Nye, Kuzey Kore lideri Kim Jong II’nin
pizza ve Amerikan filmlerini sevdiğini, ancak bunun, onun
nükleer programlarını etkilemediğini, muhteşem şarapları ve
peynirleri Fransa hayranlığını garantilemediğini ve pokemon
oyunlarının popülaritesinin de Japonya’nın istediği politik
sonuçları elde etmesini sağlamadığını söylemiştir. Herhangi
bir güç kaynağının etkileyiciliğinin şartlara göre değişim
gösterdiğini düşünürsek Nye’in; tankın bataklıklarda ya da
balta girmemiş ormanlarda önemli bir askeri güç kaynağı
olamayacağını, McDonald’s yiyen Sırplar’ın Miloseviç’i
desteklemesini, Ruandalıların Amerika logolu tişortler
giyerken insanlara zulmetmesini ve Çin’de ya da Latin
Amerika’da ABD hayranlığı yaratabilen Amerikan filmlerinin,
Suudi Arabistan ve Pakistan’da ters tepki yarattığını
belirtmesi, yumuşak güç unsurlarının çok yönlü ve muhataba
uygun daha akılcıl yöntemlerle yürütülmesi gerektiğini
göstermektedir.
İletişim alanında yaşanan gelişmeleri ve popüler kültür
araçlarının statik olmayışını gözlemlediğimizde, bilgi üretimi
ile gündem yaratma ve yönlendirme yeteneğinin geleceği
belirleyeceği anlaşılmaktadır.
2) Yerel Değerler ve Politikalar
Bir ülkenin kendi hikâyesini başkalarına daha etkili anlatması
ve inandırıcı olması için, demokrasi, insan hakları ve
uluslararası hukuk kurallarına uygun değerler benimsemesi ve
bunları icra etmesi gerekmektedir. Örneğin, ABD eski başkanı
Eisenhower, Amerika’nın güneyinde yapılan ırk ayrımının, Soğuk
Savaş döneminde Batı ve Sovyet ülkelerine yönelik yürütülen
demokrasi ve insan hakları temalı politikalarla çeliştiğini ve
Amerikan politikalarına gölge düşürdüğünü söylemiştir. Ulusal
ve uluslararası politikaların uyumlu ve tutarlı olması, sizi
diğer ülkelerin nezdinde dürüst gösterecek, bu durum kendi
hükümetlerinden yönetimle ilgili reform yapmasını isteyen
milyonlarca insanın ülkenize siyasi değerlerinizden ötürü
hayran kalmasını sağlayacaktır.
Bir hükümetin, ülke içindeki politikalarının, kendi halkı
tarafından meşru karşılanması da önemli bir noktadır. Bu yolla
her bir vatandaşınız, hükümetin dış politikasına manevra alanı
yaratacak ve onu uluslararası arenada meşru kılacak iletişim
yollarını kullanabilir hale getirecektir. İletişim
olanaklarının yaygınlığı, ülkenizin bir köşesinde uluslararası
hukuka aykırı davrandığınız bir insanın ya da grubun, birkaç
dakikalık çaba ile sizi tüm dünyaya farklı ve istemediğiniz
şekilde yansıtmasına imkân tanımaktadır.
Nye’e göre, postmodern toplumların bir özelliği olan daha
fazla bireycilik ve otoriteye karşı azalan saygı, insanların
ülkelerine olan güven duygusuyla birebir ilişkilidir.
Amerika’nın, 11 Eylül’den sonra terörizme verdiği karşılık,
yumuşak güç kaynaklarını azaltması açısından bazı riskler
taşımakta, göçe karşı alnına tavırların sertliği ve yeni vize
prosedürleri, bazı yabancı öğrencilerin gözünü korkutmaktadır
(37).
Ayrıca Nye, Uluslararası Af Örgütü, Guantanamo Körfezi’ndeki
alıkoymalardan “insan hakları açısından bir skandal” olarak
bahsettiğinde ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, ABD’yi, kendi
politikalarını baltalayan ve “başkalarının rızasını almak için
ısrar ederken kendini zayıf bir pozisyona” düşüren
ikiyüzlülükle suçladığında”, böyle bir durumun önceden tahmin
edilebileceğini de söylemektedir.
Financial Times 9 Haziran 2003 tarihli haberinde, “Amerikan
demokrasisinin birçok özelliği değiştirilmiştir. 11 Eylül’den
beri, çoğu ülke özgürlük ve güvenlik arasındaki dengeyi
ayarlama yolunu seçmiştir; fakat Amerika’da, bu ayarlama,
sadece temel değerlerin tehlikeye atılabileceği noktanın
ötesine geçmiştir.” (38) diyerek kaygılarını belirtmiştir. The
Economist’in 12 Temmuz 2003 tarihli haberinde ise, “Başkan
Bush, meclisin ve/veya Amerika’nın yargıçlarının ulaşamadığı
ve sadece kendisine karşı sorumlu olan bir gölge mahkeme
sistemi kurmaktadır. Sayın Bush, Amerikan ideallerinin
dünyadaki diğer insanlar için bir umut feneri olduğunu
söylemiştir ve bu doğrudur. Bu meselede, söz konusu idealleri
tehlikeye atarken, Sayın Bush, sadece Amerika’nın dostlarını
kaygılandırmakla kalmıyor, ayrıca Amerika’nın terörizme karşı
en önemli silahlarından birini de köreltiyor.” (39) şeklinde
ABD hükümetine yönelik eleştiriler bulunmaktadır.
Yumuşak gücün kullanımının bazen devletin kontrolünden
çıkabileceğini, 11 Eylül ve 2003 Irak Savaşı sonrası süreçte
ABD basınında çıkan haberlerden anlayabileceğimiz gibi Vietnam
Savaşı döneminde, Amerikan popüler kültürünün, resmi hükümet
politikalarına karşı çıkan izlenimlerine rastlayabiliriz.
Hollwood filmlerinde konu edilen İslam karşıtı ya da her hangi
bir toplumu küçük düşürücü çalışmalar, her ne kadar ABD
hükümetini direk olarak diğer ülkelerin hükümetleri nezdinde
zor duruma sokmasa da, bilgi bolluğunun yaşandığı bu çağda,
toplumların; sivil toplum kuruluşları, dernekler, vakıflar,
sanatçılar, sporcular ve çok yönlü ilişki ağları içerisinde
hükümetlerini etkileyebileceği, hatta haklarını uluslararası
mahkeme ve basın önünde savunarak diğer ülkenin geri adım
atmasını sağlayabileceği düşünülebilir.
İnsan hakları, idam cezası, silah yasası, doğa ve hayvanları
korumaya ilişkin birçok iç meselenin ülkeyi imaj olarak
etkilediğini ve hükümet politikalarının bir ülkenin yumuşak
gücünün bir anda değişik algılanmasına sebep olabileceğini
söyleyebiliriz.
3) Dış Politika’nın Esası ve Üslubu
Başarılı bir kamu diplomasisi yürütebilmek için kültürel ve
yerel değerlerinizle çelişmeyen, kendi içinde uyumlu esası ve
tarzı olan bir dış politika anlayışı gereklidir. Bütün ülkeler
dış politikada ulusal çıkarlarını gözetirler; ama ulusal
çıkarların ne kadar geniş ve ne kadar dar kapsamlı
tanımlanacağı, o ülkenin başkalarıyla ilişkilerinde
kullanacağı güç formlarını da belirler. Nye’e göre; dar ve
uzağı göremeyen bir perspektifi olan politikalardansa, ulusal
çıkarların, geniş çaplı ve ileri görüşlü tanımlamalara dayalı
politikaları, başkalarının gözünde çekici hâle getirmek daha
kolaydır (40).
Ayrıca, dış politikada kullandığınız değerlerin diğer ülkeler
nezdinde kabul edilebilirliği, atacağınız adımların
meşruiyetini ve çekiciliğini de artıracaktır. Norveçli yazar
Geir Lundestad, Amerika’nın Avrupa’daki başarısı için, “
Değerler bakımından, federalizm, demokrasi ve açık pazarlar,
en önemli Amerikan değerlerini temsil etmiştir. Amerika’nın
ihraç ettiği işte budur.” (41) diyerek, ortak değerlerin
cazibe oluşturabileceğini belirtmiştir.
Ortak değerlere ve başkalarının da bu ortak değerlerle uyumlu
sorumluluklar üstlenmesine önem vermek ve dış politikada tek
yanlı olmak yerine, iş birliği esaslı çalışmak kamu
diplomasisi için önemlidir. Vietnam Savaşı’nın mimarlarından
olan eski ABD Savunma Bakanı Robert McNamara, sonradan: “Eğer,
amaçlarımızın faziletiyle ilgili benzer değerlere sahip
ülkeleri ikna edemiyorsak, mantığımızı tekrar gözden
geçirmemiz gerekir. Bu kuralı Vietnam’da da uygulasaydık,
orada olmazdık. Müttefiklerimizin hiçbiri bizi desteklemedi.”
(42) demiştir. Nye, 11 Eylül 2001’den bir ay önce yapılan bir
araştırmada, daha o zamanlar Batı Avrupalıların, Bush
yönetiminin dış politikadaki yaklaşımını tek yanlı olarak
nitelendirdiklerini ve politikaların bu şekilde devam etmesi
hâlinde gelecek on yılda, ABD’nin tek yanlılık tehdidini,
Kuzey Kore’nin ve İran’ın geliştirdiği kitle imha silahlarının
oluşturduğu tehdide eş değer tuttuklarını belirtmiştir.
Tek yanlı dış politikanın, meşruiyet ve iş birliği açısından
uzun vadeli olumsuz sonuçları vardır. Müttefiklerinizi bile
ikna edemezseniz, diğer ülkelere karşı yürüttüğünüz diplomasi
faaliyetlerinde başarı yakalamanız kolay olmayacaktır. Nye’in
çizdiği davranış spektrumuna göre, yumuşak güce sahip
olabilmek, ortak değerlere ve uluslararası meşruiyete
dayanmaktadır. Bu şekilde yürütülen bir dış politika, hem
hedeflerin gerçekleşmesinde engelleri ortadan kaldıracak hem
de işinizi kolaylaştıracaktır. Sert ve yumuşak güç arasındaki
dengeyi sağlayamamak, hem yumuşak gücün uygulanmasında
zorluklar çıkaracak hem de sert gücünüzün yıpranmasına sebep
olacaktır. Örneğin, Haziran 2003’te, ABD, Irak’ta
planlandığından daha fazla direnişle karşılaşınca, ordunun
etkin görevde bulunan 33 muharabe tugayı oraya bağlı
kalmıştır. Amerika, Hindistan’dan, Pakistan’dan, Fransa’dan ve
diğer ülkelerden, barışı koruma ve polis kuvvetleri istemiş;
fakat Hindistan, Fransa ve Almanya ve diğerleri, birliklerini
ancak BM’nin himayesinde gönderebileceklerini söylemişlerdir
(43).
ABD Eski Başkanı Teddy Roosevelt, büyük bir sopanız olduğunda,
alçak sesle konuşmanın daha zekice olduğunu söylemiştir. Bir
ülkenin diğerlerine liderlik edebilecek düzeyde, askeri ve
ekonomik alanda güçlü olması, imajı ve meşruluğunun statik
olmayışına sebep olmaktadır. Lider ülkenin alacağı kararlarda
tek yanlı ve kibirli bir politika izlemesi, kararsız ülkeleri
bile kendisinden uzaklaştırır. Bir hükümetin yurt içindeki,
uluslararası kuruluşlardaki ve dış politikadaki tavrı,
savunduğu değerlerin geçerliliğini ve çekiciliğini
belirlemektedir.
Sonuç Yerine
Küreselleşme sürecinin ülkeler arasındaki sınırları ortadan
kaldırması, iletişim ve bilgi kaynaklarında yaşanan değişim,
kültürlerin birbirlerini daha yakından tanımasına, bir ülkenin
kendi kültürünü ve siyasi değerlerini başka toplumlara
ulaştırmak için sadece büyükelçilikleri ya da kısa vadeli
yoğun faaliyetleri değil, sürekli ve çok yönlü kamu
diplomasisi kaynaklarını kullanmasını gerekli kılmıştır.
Uluslararası geçerliliği olan şirketlerin yabancı ülkelerdeki
istihdam olanakları ve talep gören markaların toplumlar
üzerindeki olumlu etkisi, o ülkenin dış politikadaki faaliyet
alanını artırmaktadır. Eğitim kalitesi, öğrenci değişimi,
tanıtım ve tanıtma faaliyetleri, medyanın stratejik, çok yönlü
ve yaygın kullanımı bir ülkenin kamu diplomasisi adına
yürütebileceği diğer kaynaklardandır.
KAYNAKÇA:
1) Joseph S. Nye, Yumuşak Güç, Dünya Siyasetinde Başarının
Yolu, Elips Yayınları s. 106
2) Anna Tiedeman, “U.S. Public Diplomacy in Middle
East”, Seminar on Geography, Foreign Policy and the World
Order, 4 Mayıs 2004, s.6
3) Evan POTTER, Canada and the New Public Diplomacy,
Discussion Papers in Diplomacy, Netherlands Institute of
International Relations, 2002, s. 3
4) Hans N. TUCH, Communicating With the World: U.S.
Public Diplomacy Overseas, New York, St.Martin’s Press, 1990,
s. 3
5) Peter Krause ve Staphen van Evera, "Public Diplomacy:
Ideas for the War of Ideas", Belfer Center for Science and
International Affairs, Harvard Kennedy School (Eylül 2009).
6) Jarol B. Manheim, "The War of Images: Strategic
Communication in the Gulf Conflict", Stanley A. Renshon (ed.),
The Political Psychology of the Gulf War. Leaders, Publics,
and the Process of Conflict içinde (Pittsburgh. Londra:
University of Pittsburgh Press, 1993), s. 166-7.
7) Cristopher Ross, “Public Diplomacy Comes of Age”,
alındığı yer: The Battle for Hearts and Minds, ambridge, Mass,
MIT Press, 2003, s. 252
8) Herbert A. Simon, “ Information 101: It’s Not What
You Know, It’s How You Know It”, Journal for Quality and
Participation, Temmuz-Ağustos 1998, s. 30-33
9) Joseph Nye, a.g.e. s. 106
10) A.g.e. s. 107
11) The Neaman Document, “A Study on Israeli Public
Diplomacy”, Mart 2009, s. 26
12) Joseph S.Nye Jr, “Public Diplomacy and Soft Power”,
The Annals of American Academy of Political and
Social Science, Vol. 616, No. 94, 2008, s. 96
13) Tiedeman, a.g.e. s. 8
14) Thomas A. BAILEY, The Art of Diplomacy: The
American Experience , New York, Appleton-Century- Crofts,
1968, s. 71
15) Tiedeman, a.g.e s. 9
16) Joseph Nye, a.g.e. s. 54
17) Dominique WOLTON, « Le monde n’est pas un village
», L’Express, 24/04/2003, s. 69
18) Tiedeman, a.g.e. s. 4
19) Tiedeman, a.g.e. s. 4
20) Remarks at the 40th Anniversary Conference of the
United States Advisory Commission on Public Diplomacy, 16
september 1987 Bkz. www.reagan.utexas.edu/archives/speeches/1987/091687a.htm
(erişim 22 Aralık 2009)
21) Carl Botan, Vincent Hazleton (haz.), Public
Relations Theory, London, LEA, 2006, s. 436
22) Joseph S.NYE,”Amerikan Gücünün Paradoksu” Literatür
Yayıncılık s. 14
23) Doç. Dr. İbrahim Kalın, Türkiye’nin İnce Gücü, Bkz.
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ibrahim__kalin/2010/01
23/turkiyenin_ince_gucu (erişim 27 Mart 2011)
24) Doç. Dr. İbrahim Kalın, Türk dış politikası ve kamu
diplomasisi, 26 Ekim 2010, Bkz. http://kdk.gov.tr/sag/turk-dis-politikasi-ve-kamu-diplomasisi/20
(erişim 27 Mart 2011)
25) Gifford MALONE, Political Advocacy and Cultural
Communications: Organising the Nation’s Public Diplomacy,
Lanheim University of America, 1988, s. 12
26) E.H.Carr, The Twenty Years’ Crisis, 1919-1939: An
Introduction to the Study of International Relations, New
York: Harper&Row, 1964, s. 108
27) Joseph S.NYE,”Amerikan Gücünün Paradoksu” Literatür
Yayıncılık s. 14
28) Bekir Aydoğan, Kamu Diplomasisi -1*, http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5429&pid=4082
(Erişim tarihi 13.04.2011)
29) Joseph Nye, Yumuşak Güç, s. 38
30) Joseph Nye, a.g.e., s.37
31) Joseph Nye, a.g.e., s. 100
32) Joseph Nye, a.g.e., s. 18
33) Joseph Nye, a.g.e., s. 50 – 51
34) Ben Wattenberg, The First Universal Nation, New
York, Free Press, 1991, s. 213
35) Araştırma Enstitüsü: Orta Doğu Politikası,
“Dividens of Fear, America’s 94 Billion Arab Market Loss, 30
Haziran 2003, ayrıca bakınız: htttp://www.irmep.org/Policy_Brief/6_30_2003_DOF.html
36) Peter Waldman, “Iran Fights New Foe: Western
Television”, Wall Street Journal, 8 Ağustos 1994, s. 10
37) Gülriz Büken, “Backlash: An Argument against the
Spread of American Popular Culture in Turkey”
38) Joseph Nye, a.g.e,. s. 62-63
39) America The Scarcy Bends Democracy”, Financial
Times, 9 Haziran 2003, s. 14
40) Unjust, Unwise, UnAmerican”, The Economist, 12
Temmuz 2003, s. 9
41) Joseph Nye, a.g.e., s. 65
42) Geir Lundestad, Empire by Integration: The United
States and European Integration, 1945-1997, New York, Oxford
University Pres, 1998, s.155
43) Stephen Holden, “Revisiting McNamara and the War He
Headed”, New York Times, 11 Ekim 2003, s. 23 |
|
|
|
|
|
|
|