Tacik... Çeçen... Çerkes... Gürcü...
Özbek... Azeri... Oset... İnguş...
Lezgi... Abaza... Lak... Kumuk...
Nogay... Karaçay... Terekeme...
Avar... Tatlar... Dargin... Tungan...
Kırgız...
Şimdilerde sık
sık sözü edilen "Yeni Dünya Düzeni"
içerisinde, dağılan Sovyet
İmparatorluğu'ndan yaşanan
Müslümanlar'ın kolonizasyonuna nasıl
devam edileceği problemi, yeni düzen
editörlerinin huzurunu kaçırmakta.
Demokrasi ve çok seslilik
mefhumlarıyla ilk kez Glasnost ve
Perestroika politikalarıyla tanışan
Rusya halkları bilhassa geçmiş Sovyet
Müslümanları, haklarını arama yolunda
bugün geçmişe nazaran çok daha
cesaretliler.
Demirperdenin
erimesi, nisbi de olsa, Müslüman
halklara İslam alemi ve Türk dünyası
hakkında daha gerçekçi ve doğru
bilgiler alınması ve asli kimliklerini
öğrenme fırsatını verdiği gibi,
hadiseleri yıllardır, merak ve
endişeyle izleyen Türk halkına da ana
yurt toprakları ve üzerindeki kardeş
halkları tanıma fırsatını vermiştir.
Bir zaman sakıncalı mevzular arasında
yer alan, bahsedilmesi, "Dünya
barışını tehlikeye sokan şovenist
fikirler" olarak lanse edilen Orta
Asya ve Kafkasya, günümüzde neredeyse
devlet politikası halini aldı.
Bizi çok yakından ilgilendiriyor...
Dağılan Sovyet
İmparatorluğu'nda yaşayan topluluklar,
hususen Orta Asya ve Kafkas
Müslümanları, bizleri tüm İslam
alemini yakından ilgilendirmekte. Bu
mevzuda günümüze değin çok şeyler
yazıldı, ancak ekseriyeti itibariyle
sübjektif ve hissi olan yaklaşımlar bu
topluluklar hakkında gerçek dışı
bilgilendirmelere sebep oldu. Son
gelişmelerle bu saha, yıllar süren
çaresiz bir suskunluktan sonra, dün
aleyhte olanların dahi, lehte yazdığı
veya yazmak zorunda kaldığı bir saha
halini aldı. Orta okul çocuklarının
bile bu coğrafya hakkında bir şeyler
söyleyebildiği günümüzde, coğrafya,
ırklar, mezhepler hakkında, hala,
ciddi hatalara rastlanması önemli
yanlışlıklara sebep olmaktadır. Gerçek
bir bilgilendirme, sübjektif
değerlemelerin kötü sonuçlarını
engelleyecektir. Bir itirafta bulunmak
gerekirse bu mevzuda, en gerçekçi ve
ilmi çalışmalar Avrupa ve ABD'de
Türkoloji ve Kafkasoloji kürsülerinde
yapılmıştır. Rus kaynakları her zaman
yanıltıcı bilgiler verdiği gibi, Türk
kaynaklarında da çoğunlukla abartılı
olarak rakamlar verilirken, ırklar
konusunda da yanlış bilgiler
verilmiştir.
Yardıma
muhtaçlar
Batılı dini
dernek ve vakıfların hatta devletlerin
teminat ve yardımıyla güçlenecek
Hıristiyan topluluklar karşısında
Müslümanlar her zamankinden daha çok
yardıma ihtiyaç hissedeceklerdir.
Esasen Kafkasya ve Orta Asya'da dinin
tesiri hiçbir zaman komünistlerin
istediği dereceye indirilememiştir.
Bilhassa tarihi tasavvuf merkezleri
olan bu bölgelerde sufi akımlar
zayıflamış olsa da hiçbir zaman
tesirini kaybetmemiştir.
Kuzey
Kafkasya'daki süfi cihadın fiilen sona
erdiği yüzyıl başında dahi
mevcudiyetini muhafaza ettiğini
günümüze kadar ağır bir ivmeyle
gelişerek günümüze geldiği
bilinmektedir. A. Bennigsen "Süfi ve
komiser" adlı eserinde sufi akımların
sadece Kuzey Kafkasya'da kitlevi
hareketlere sebep olacak derecede
nüfuzlu olduğunu belirtiyor. Bilindiği
gibi Kuzey Kafkasya'da başlangıçta
İmam Mansur Uşurma ve nihayette İmam
Şeyh Şamil liderliğinde yürütülen
"Gazavat" adlı cihat, tasavvuf
orijinlidir.
Aldatıcı
çözümler
Bugün kendi
cumhuriyetine sahip olan
cumhuriyetlerde Müslümanlar açısından
mesele her ne kadar çözüme kavuşmuş
görünse de bu vaziyet aldatıcıdır.
Bağımsız cumhuriyete sahip olmayan
muhtar (özerk) cumhuriyetlerin haliyse
içler acısıdır. Özerk cumhuriyetlerde,
bilhassa Rusya Federasyonu içerisinde
Müslümanlar, büyük koloniler teşkil
etmektedirler. Hıristiyan
cumhuriyetler içinde kalan özerk
bölgeler, cumhuriyete sahip olanlara
nazaran daha zor durumdadırlar.
Tatarlar ve ekonomik maksatla yer
değiştirenler başta olmak üzere, Rusya
Federasyonu'nda dağınık Müslümanlar da
yaşamaktadırlar. Ayrıca federasyonlara
da sahip oldukları yerler vardır.
Özerkliğe sahip olup da Rusya
Cumhuriyeti'nde yaşayan Müslümanlar
özellikle şu bölgelerde
toplanmışlardır: Orta Asya'da,
Tataristan, Başkırdistan, Kuzey
Kafkasya'da Dağıstan, Çeçenistan,
Karaçay, Çerkes, Abhazya, Kabardey,
Balkar, Gürcistan ile Türk sınırındaki
Acara, Türk, Ermeni sınırındaki
Nahcivan Müslüman özerk bölgelerdir.
Ayrıca Gagavuz, Çuvaş, Yakut,
Karaim gibi Müslüman olmayan Türk
grupları farklı ırklarla
çevrelenmiştir. Kuzey Kafkasya'da
Dağıstan ve Çeçenistan dışında kalan
bölgeleriyle, Orta Asya'nın kuzey
şeridi yoğun bir Rus göçüne maruz
kalmıştır. 2. Dünya Savaşı sonrasında
sürgün edilen Çeçen-İnguş, Balkar ve
Kırım Tatarları'ndan boşalan yerlere
Ruslar yerleşmişlerdir. Çeçen-İnguş,
Karaçay-Balkar, eski topraklarını
kazanmış, ancak Gürcistan'dan sürülen
Ahıska Türkleri Gürcülerce doldurulan
topraklarına kavuşamamışlardır.
Geçtiğimiz günlerde cumhuriyet
statüsüne geçtiği ilan edilen Kırım'a
Tatarlar'ın dönmemesi için her yol
denenmiştir. Buna rağmen açlık ve
sefalete maruz kalmak pahasına olsa da
yüzbinlerce Kırımlı anayurdu Kırım'a
dönmüştür. Kırım Tatarları'nın
istikbali, Kırım'da ne şekilde bir
hayat sürecekleri de çözüm bekleyen
problemlerden biridir.
Bölge
Müslümanlarının diğer bir meselesi de
sınır komşularıyla olan toprak
problemleridir. Stalin devrinde atılan
etnik huzursuzluk tohumları bugün
yeşermiştir. Bu meselenin kısa vadede
çözümlenmesi beklenemeyeceği gibi,
birçok yeni huzursuzluğun
doğurulmasında malzeme olabileceği
söylenebilir. Hemen her cumhuriyetin
özerk bölgenin komşuları ile suni
toprak meselesine sahip olması
adaletsiz bir paylaşım ile
sağlanmıştır. Daha önce cereyan eden
Özbek-Kırgız anlaşmazlığının,
Azeri-Ermeni probleminin, Gürcü-Oset
çatışmasının, Oset-İnguş
problemlerinin temelinde bölgelerin
birbiri içerisinde kasten bırakılan
farklı etnik gruba ait toprakları
yatmaktadır. Birkaç misal vermek
gerekirse çatışmalar öncesinde
Ermenistan içindeki Azeri kolonileri,
Azerbaycan içindeki Karabağ,
Ermeni-Türk sınırındaki Nahcivan,
Stalin'in politikasının mahsulleridir.
Gürcistan'da bırakılan Güney Osetya da
Osetlerle Gürcüler arasında
çatışmalara sebep olmuştur.
Dağıstan'ın tabii uzantısı olan Kuzey
Azerbaycan'daki Lezgi (Sünni-Şafii) ve
Tatar (Sünni-Şafii ve kısmi Yahudi)
Dağıstan'a bağlanmak istemektedirler.
Toprak Problemleri
Totaliter komünist rejimin
tahribatından tam bir enkazla çıkan bu
toplumların manevi perestroikasında
sadece kendi gayretleri öyle görülüyor
ki yetersiz kalacaktır. Bugün bu
topraklarda yanlış ve yetersiz
bilgilendirme çarpık ekonomik
arayışlar kol gezmekte. Kapitalist
düzen içerisinde az çok bir mazisi
olan Türkiye, kardeşlerinin ikinci bir
vahşete maruz kalmasına seyirci
kalmamalıdır. Bu yardım ekonomik
sahayla sınırlı değil, dini ve ahlaki
imar açılarından da olmalıdır. Nisbi
asimilasyon, kültürel yabancılaştırma
ve dilde farklılaştırma engellerinin
aşılmasında ve acilen telafisinde bu
insanlara yardım elimizi uzatmak
zorundayız. Bu sahada bırakılacak
boşluklar ikinci bir emperyalist
dalgayla doldurulacaktır. En iyimser
tahminle Sovyet Müslümanları bu
problemlerin çözümlenmesini kendi
başlarına hiçbir yardım almaksızın
çözmek zorunda bırakılırsa, tarih
önünde veremeyeceğimiz bu hatanın
hesabını vermekte gerçekten zorluk
çekeceğiz. Bu coğrafyayla ilgilenmek
Türkiye için bir vazife olduğu kadar,
tarihi bir fırsattır da. Son yarım
yüzyılın dünya çapında en mühim
hadiseleri gözlerimiz önünde cereyan
ederken, hadiselerin gerisinde
kalmanın faturası dünyada gruplaşmanın
yaşandığı şu dönemde bizlere ağıra mal
olabilir.
Sovyet Müslümanları
1 milyarlık İslam alemiyle dini
bağlarla bağlı olması yanında
Türkiye'yle kahhar ekseriyeti
itibariyle mezhebi ve ırki bağlarla da
bağlıdır. Bu hal Türkiye'yi meseleyle
daha yakından ilgilenmek zorunda
bırakmaktadır. Ancak bu ilgilenme
hangi tavır ve ölçüler dairesinde
olmalıdır.
Yanlış
Yaklaşımlar
Bu soru Orta
Asya ve Kafkas Müslümanlarının hayat
tarzını, ırki fikri, mezhebi
yapılarını tetkik etmemizi
gerektirecektir. Sübjektif ve hissi
yaklaşımlar tarafların tanışmasında
ilk anda etkili olsa da zamanla yanlış
davranışlara dönüşmekte ve kötü
sonuçlar doğurabilmektedir. Sıkça
rastlanan yanlışlıklara misaller
vermek gerekirse: Ari ırktan olan ve
Farsça'nın bir şivesini konuşan
Tacikleri veya Kafkas İberian dil
grubundan Çeçenleri Türk olarak kabul
edip, bunda ısrar etmek karşı taraf
için itici bir unsur olabilmektedir.
Aynı şekilde Şii olduğunda ısrarlı
olan bir Azeri Türk'üne Sünni olduğunu
iddia etmek de soğutucu
olabilmektedir. Hatta gerçekte Türk
ailesinden olmakla beraber
konuştukları Türk lehçesi Türkiye
Türkleri açısından kesinlikle
anlaşılması mümkün olmayan Çuvaş ve
Yakut lehçelerini konuşarak Türk
olmadıklarını iddia edebilirler. Bu
durumda da Türk olduklarını iddiada
ısrar etmek, ilmi gerçeklerle ispat
edilemeyecekse soğukluktan başka bir
şey getirmeyecektir.
Geçtiğimiz
üç yıl içerisinde, Newsweek, Time ve
diğer Batı dergilerinde devamlı olarak
bölgeye dikkat çekilmekte ve iddia
ettikleri fundamentalist yükselişin
önünün alınması için yollar
gösterilmektedir. Bölgeyle yakından
ilgilenen güç odaklarının Müslüman
ülkelerin ilgilenmesinden rahatsız
olduklarını sık sık dile getirirken,
kendi ülkelerinde açtıkları
Kafkasoloji ve Türkoloji kürsülerinde
bu coğrafya ile ilgili gayet ciddi
çalışmalar yaptıkları gözden uzak
tutulamayacak bir gerçektir. Ayrıca,
ABD ve Almanya'nın bölgedeki bütün
cumhuriyetlerin dillerinde yaptığı
yayın, günlük, seviyeli ve
yönlendiricidir. Halbuki bölge
Müslümanlarının Türkiye'den bir soluk
duymaya hasret olduklarını en zor
dönemlerde bile, ciddi bir yayın
olmamıştır. Olanlar ise müzik yayınını
geçmeyen ve oralarda rağbet görmeyecek
zayıf yayınlar olmuştur.
Eleman Yetiştirilmeli
İbero-Kafkas ailesinden olan
Çerkesler, Avarlar, Lezgiler ve
Çeçen-İnguşlarla, İran ailesinden olan
Tacikler, Tatarlar ve Osetlerle ve
Sovyetler'de az miktarda yaşayan sarı
ırktan Tunganlarla da ilgilenmek için
yeterli sebebe sahibiz. Bütün
bunlardan anlaşılacağı üzerine ırki
çerçevedeki yaklaşımlar bu sahada, yer
yer akim kalacaktır. Sovyetlerde
Müslüman kelimesi bütün dünyada
anlaşılandan daha geniş bir manada
kullanılmaktadır. Burada Müslüman
kelimesi dini manasını aşarak ırki bir
mana da kazanmıştır. Mesela inançsız
olduğunu söyleyen bir Özbek Komünist
rahatlıkla "Müslümanım"
diyebilmektedir. Halbuki onun ifade
etmek istediği Müslüman Özbek
halkından olduğudur.
Bu
meseleyle ilgili olarak, her
Müslümanın kendi çapında üzerine düşen
vazifeler vardır. En azından bu
Müslümanların hali doğru kaynaklardan
olmak üzere hatta mümkünse gidip
yerinde görülerek öğrenilmelidir.
Türkiye Türkçesiyle diğer şiveler
arasında derin uçurumlara sebep olan
"uydurukça" en az seviyede
kalınmalıdır. Hatta daha yakından
ilgilenenlerin dil öğrenmesi en büyük
yardımlardan biri olacaktır. Kafkas ve
Farsi dillerse, bölgeden muhacir olan
ailelerce korunmalıdır. Devlet bazında
ise saha başkalarına kaptırılmayarak
kültürel anlaşmalar artırılarak hayata
geçirilmelidir. Rus dilinin bu şiveler
ve lehçeler üzerindeki baskısının sona
erdirilmesi için gereken yardım da
elden geldiği ölçüde yapılmalıdır,
ilişkiler esnasında gözden ırak
tutulmaması gereken bir diğer gerçek
de: Bugünkü idarecilerin dünkü
komünistler olduğudur.
Dil
öğrenerek katkıda bulunmak
isteyenlerin, Orta Asya sahasında,
Özbekçe öğrenmeleri isabet olacaktır.
Çünkü Özbekçe gerçekten bir
imparatorluk dili olarak Orta Asya
sahasında uzun yıllar kullanılarak
aynen Osmanlıca gibi gelişmiş ve
yaygınlaşmıştır. Bugün Özbekçe 20
milyon kişinin ana dili olarak
konuşulduğu gibi Doğu Türkistan'da
asgari 10 milyon kişi tarafından
konuşulan Uygurca ile hemen hemen
ayniyet göstermektedir. Ayrıca Kuzey
Afganistan'da da konuşulmaktadır.
Özbekçe'nin öğrenilmesi Orta Asya'da
konuşulan diğer Türki dillerin
anlaşılmasını da sağlayacaktır.
|