ORTA ASYA VE KAFKAS MÜSLÜMANLARI
Yücel Dağıstan
Zaman Gazetesi, 13 Şubat 1992
                         
...................
 
...................

Tacik... Çeçen... Çerkes... Gürcü... Özbek... Azeri... Oset... İnguş... Lezgi... Abaza... Lak... Kumuk... Nogay... Karaçay... Terekeme... Avar... Tatlar... Dargin... Tungan... Kırgız...

Şimdilerde sık sık sözü edilen "Yeni Dünya Düzeni" içerisinde, dağılan Sovyet İmparatorluğu'ndan yaşanan Müslümanlar'ın kolonizasyonuna nasıl devam edileceği problemi, yeni düzen editörlerinin huzurunu kaçırmakta. Demokrasi ve çok seslilik mefhumlarıyla ilk kez Glasnost ve Perestroika politikalarıyla tanışan Rusya halkları bilhassa geçmiş Sovyet Müslümanları, haklarını arama yolunda bugün geçmişe nazaran çok daha cesaretliler.

Demirperdenin erimesi, nisbi de olsa, Müslüman halklara İslam alemi ve Türk dünyası hakkında daha gerçekçi ve doğru bilgiler alınması ve asli kimliklerini öğrenme fırsatını verdiği gibi, hadiseleri yıllardır, merak ve endişeyle izleyen Türk halkına da ana yurt toprakları ve üzerindeki kardeş halkları tanıma fırsatını vermiştir. Bir zaman sakıncalı mevzular arasında yer alan, bahsedilmesi, "Dünya barışını tehlikeye sokan şovenist fikirler" olarak lanse edilen Orta Asya ve Kafkasya, günümüzde neredeyse devlet politikası halini aldı.

Bizi çok yakından ilgilendiriyor...

Dağılan Sovyet İmparatorluğu'nda yaşayan topluluklar, hususen Orta Asya ve Kafkas Müslümanları, bizleri tüm İslam alemini yakından ilgilendirmekte. Bu mevzuda günümüze değin çok şeyler yazıldı, ancak ekseriyeti itibariyle sübjektif ve hissi olan yaklaşımlar bu topluluklar hakkında gerçek dışı bilgilendirmelere sebep oldu. Son gelişmelerle bu saha, yıllar süren çaresiz bir suskunluktan sonra, dün aleyhte olanların dahi, lehte yazdığı veya yazmak zorunda kaldığı bir saha halini aldı. Orta okul çocuklarının bile bu coğrafya hakkında bir şeyler söyleyebildiği günümüzde, coğrafya, ırklar, mezhepler hakkında, hala, ciddi hatalara rastlanması önemli yanlışlıklara sebep olmaktadır. Gerçek bir bilgilendirme, sübjektif değerlemelerin kötü sonuçlarını engelleyecektir. Bir itirafta bulunmak gerekirse bu mevzuda, en gerçekçi ve ilmi çalışmalar Avrupa ve ABD'de Türkoloji ve Kafkasoloji kürsülerinde yapılmıştır. Rus kaynakları her zaman yanıltıcı bilgiler verdiği gibi, Türk kaynaklarında da çoğunlukla abartılı olarak rakamlar verilirken, ırklar konusunda da yanlış bilgiler verilmiştir.

Yardıma muhtaçlar

Batılı dini dernek ve vakıfların hatta devletlerin teminat ve yardımıyla güçlenecek Hıristiyan topluluklar karşısında Müslümanlar her zamankinden daha çok yardıma ihtiyaç hissedeceklerdir. Esasen Kafkasya ve Orta Asya'da dinin tesiri hiçbir zaman komünistlerin istediği dereceye indirilememiştir. Bilhassa tarihi tasavvuf merkezleri olan bu bölgelerde sufi akımlar zayıflamış olsa da hiçbir zaman tesirini kaybetmemiştir.

Kuzey Kafkasya'daki süfi cihadın fiilen sona erdiği yüzyıl başında dahi mevcudiyetini muhafaza ettiğini günümüze kadar ağır bir ivmeyle gelişerek günümüze geldiği bilinmektedir. A. Bennigsen "Süfi ve komiser" adlı eserinde sufi akımların sadece Kuzey Kafkasya'da kitlevi hareketlere sebep olacak derecede nüfuzlu olduğunu belirtiyor. Bilindiği gibi Kuzey Kafkasya'da başlangıçta İmam Mansur Uşurma ve nihayette İmam Şeyh Şamil liderliğinde yürütülen "Gazavat" adlı cihat, tasavvuf orijinlidir.

Aldatıcı çözümler

Bugün kendi cumhuriyetine sahip olan cumhuriyetlerde Müslümanlar açısından mesele her ne kadar çözüme kavuşmuş görünse de bu vaziyet aldatıcıdır. Bağımsız cumhuriyete sahip olmayan muhtar (özerk) cumhuriyetlerin haliyse içler acısıdır. Özerk cumhuriyetlerde, bilhassa Rusya Federasyonu içerisinde Müslümanlar, büyük koloniler teşkil etmektedirler. Hıristiyan cumhuriyetler içinde kalan özerk bölgeler, cumhuriyete sahip olanlara nazaran daha zor durumdadırlar. Tatarlar ve ekonomik maksatla yer değiştirenler başta olmak üzere, Rusya Federasyonu'nda dağınık Müslümanlar da yaşamaktadırlar. Ayrıca federasyonlara da sahip oldukları yerler vardır. Özerkliğe sahip olup da Rusya Cumhuriyeti'nde yaşayan Müslümanlar özellikle şu bölgelerde toplanmışlardır: Orta Asya'da, Tataristan, Başkırdistan, Kuzey Kafkasya'da Dağıstan, Çeçenistan, Karaçay, Çerkes, Abhazya, Kabardey, Balkar, Gürcistan ile Türk sınırındaki Acara, Türk, Ermeni sınırındaki Nahcivan Müslüman özerk bölgelerdir.

Ayrıca Gagavuz, Çuvaş, Yakut, Karaim gibi Müslüman olmayan Türk grupları farklı ırklarla çevrelenmiştir. Kuzey Kafkasya'da Dağıstan ve Çeçenistan dışında kalan bölgeleriyle, Orta Asya'nın kuzey şeridi yoğun bir Rus göçüne maruz kalmıştır. 2. Dünya Savaşı sonrasında sürgün edilen Çeçen-İnguş, Balkar ve Kırım Tatarları'ndan boşalan yerlere Ruslar yerleşmişlerdir. Çeçen-İnguş, Karaçay-Balkar, eski topraklarını kazanmış, ancak Gürcistan'dan sürülen Ahıska Türkleri Gürcülerce doldurulan topraklarına kavuşamamışlardır. Geçtiğimiz günlerde cumhuriyet statüsüne geçtiği ilan edilen Kırım'a Tatarlar'ın dönmemesi için her yol denenmiştir. Buna rağmen açlık ve sefalete maruz kalmak pahasına olsa da yüzbinlerce Kırımlı anayurdu Kırım'a dönmüştür. Kırım Tatarları'nın istikbali, Kırım'da ne şekilde bir hayat sürecekleri de çözüm bekleyen problemlerden biridir.

Bölge Müslümanlarının diğer bir meselesi de sınır komşularıyla olan toprak problemleridir. Stalin devrinde atılan etnik huzursuzluk tohumları bugün yeşermiştir. Bu meselenin kısa vadede çözümlenmesi beklenemeyeceği gibi, birçok yeni huzursuzluğun doğurulmasında malzeme olabileceği söylenebilir. Hemen her cumhuriyetin özerk bölgenin komşuları ile suni toprak meselesine sahip olması adaletsiz bir paylaşım ile sağlanmıştır. Daha önce cereyan eden Özbek-Kırgız anlaşmazlığının, Azeri-Ermeni probleminin, Gürcü-Oset çatışmasının, Oset-İnguş problemlerinin temelinde bölgelerin birbiri içerisinde kasten bırakılan farklı etnik gruba ait toprakları yatmaktadır. Birkaç misal vermek gerekirse çatışmalar öncesinde Ermenistan içindeki Azeri kolonileri, Azerbaycan içindeki Karabağ, Ermeni-Türk sınırındaki Nahcivan, Stalin'in politikasının mahsulleridir. Gürcistan'da bırakılan Güney Osetya da Osetlerle Gürcüler arasında çatışmalara sebep olmuştur. Dağıstan'ın tabii uzantısı olan Kuzey Azerbaycan'daki Lezgi (Sünni-Şafii) ve Tatar (Sünni-Şafii ve kısmi Yahudi) Dağıstan'a bağlanmak istemektedirler.

Toprak Problemleri

Totaliter komünist rejimin tahribatından tam bir enkazla çıkan bu toplumların manevi perestroikasında sadece kendi gayretleri öyle görülüyor ki yetersiz kalacaktır. Bugün bu topraklarda yanlış ve yetersiz bilgilendirme çarpık ekonomik arayışlar kol gezmekte. Kapitalist düzen içerisinde az çok bir mazisi olan Türkiye, kardeşlerinin ikinci bir vahşete maruz kalmasına seyirci kalmamalıdır. Bu yardım ekonomik sahayla sınırlı değil, dini ve ahlaki imar açılarından da olmalıdır. Nisbi asimilasyon, kültürel yabancılaştırma ve dilde farklılaştırma engellerinin aşılmasında ve acilen telafisinde bu insanlara yardım elimizi uzatmak zorundayız.
Bu sahada bırakılacak boşluklar ikinci bir emperyalist dalgayla doldurulacaktır. En iyimser tahminle Sovyet Müslümanları bu problemlerin çözümlenmesini kendi başlarına hiçbir yardım almaksızın çözmek zorunda bırakılırsa, tarih önünde veremeyeceğimiz bu hatanın hesabını vermekte gerçekten zorluk çekeceğiz. Bu coğrafyayla ilgilenmek Türkiye için bir vazife olduğu kadar, tarihi bir fırsattır da. Son yarım yüzyılın dünya çapında en mühim hadiseleri gözlerimiz önünde cereyan ederken, hadiselerin gerisinde kalmanın faturası dünyada gruplaşmanın yaşandığı şu dönemde bizlere ağıra mal olabilir.

Sovyet Müslümanları 1 milyarlık İslam alemiyle dini bağlarla bağlı olması yanında Türkiye'yle kahhar ekseriyeti itibariyle mezhebi ve ırki bağlarla da bağlıdır. Bu hal Türkiye'yi meseleyle daha yakından ilgilenmek zorunda bırakmaktadır. Ancak bu ilgilenme hangi tavır ve ölçüler dairesinde olmalıdır.

Yanlış Yaklaşımlar

Bu soru Orta Asya ve Kafkas Müslümanlarının hayat tarzını, ırki fikri, mezhebi yapılarını tetkik etmemizi gerektirecektir. Sübjektif ve hissi yaklaşımlar tarafların tanışmasında ilk anda etkili olsa da zamanla yanlış davranışlara dönüşmekte ve kötü sonuçlar doğurabilmektedir. Sıkça rastlanan yanlışlıklara misaller vermek gerekirse: Ari ırktan olan ve Farsça'nın bir şivesini konuşan Tacikleri veya Kafkas İberian dil grubundan Çeçenleri Türk olarak kabul edip, bunda ısrar etmek karşı taraf için itici bir unsur olabilmektedir. Aynı şekilde Şii olduğunda ısrarlı olan bir Azeri Türk'üne Sünni olduğunu iddia etmek de soğutucu olabilmektedir. Hatta gerçekte Türk ailesinden olmakla beraber konuştukları Türk lehçesi Türkiye Türkleri açısından kesinlikle anlaşılması mümkün olmayan Çuvaş ve Yakut lehçelerini konuşarak Türk olmadıklarını iddia edebilirler. Bu durumda da Türk olduklarını iddiada ısrar etmek, ilmi gerçeklerle ispat edilemeyecekse soğukluktan başka bir şey getirmeyecektir.

Geçtiğimiz üç yıl içerisinde, Newsweek, Time ve diğer Batı dergilerinde devamlı olarak bölgeye dikkat çekilmekte ve iddia ettikleri fundamentalist yükselişin önünün alınması için yollar gösterilmektedir. Bölgeyle yakından ilgilenen güç odaklarının Müslüman ülkelerin ilgilenmesinden rahatsız olduklarını sık sık dile getirirken, kendi ülkelerinde açtıkları Kafkasoloji ve Türkoloji kürsülerinde bu coğrafya ile ilgili gayet ciddi çalışmalar yaptıkları gözden uzak tutulamayacak bir gerçektir. Ayrıca, ABD ve
Almanya'nın bölgedeki bütün cumhuriyetlerin dillerinde yaptığı yayın, günlük, seviyeli ve yönlendiricidir. Halbuki bölge Müslümanlarının Türkiye'den bir soluk duymaya hasret olduklarını en zor dönemlerde bile, ciddi bir yayın olmamıştır. Olanlar ise müzik yayınını geçmeyen ve oralarda rağbet görmeyecek zayıf yayınlar olmuştur.

Eleman Yetiştirilmeli

İbero-Kafkas ailesinden olan Çerkesler, Avarlar, Lezgiler ve Çeçen-İnguşlarla, İran ailesinden olan Tacikler, Tatarlar ve Osetlerle ve Sovyetler'de az miktarda yaşayan sarı ırktan Tunganlarla da ilgilenmek için yeterli sebebe sahibiz. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzerine ırki çerçevedeki yaklaşımlar bu sahada, yer yer akim kalacaktır. Sovyetlerde Müslüman kelimesi bütün dünyada anlaşılandan daha geniş bir manada kullanılmaktadır. Burada Müslüman kelimesi dini manasını aşarak ırki bir mana da kazanmıştır. Mesela inançsız olduğunu söyleyen bir Özbek Komünist rahatlıkla "Müslümanım" diyebilmektedir. Halbuki onun ifade etmek istediği Müslüman Özbek halkından olduğudur.

Bu meseleyle ilgili olarak, her Müslümanın kendi çapında üzerine düşen vazifeler vardır. En azından bu Müslümanların hali doğru kaynaklardan olmak üzere hatta mümkünse gidip yerinde görülerek öğrenilmelidir. Türkiye Türkçesiyle diğer şiveler arasında derin uçurumlara sebep olan "uydurukça" en az seviyede kalınmalıdır. Hatta daha yakından ilgilenenlerin dil öğrenmesi en büyük yardımlardan biri olacaktır. Kafkas ve Farsi dillerse, bölgeden muhacir olan ailelerce korunmalıdır. Devlet bazında ise saha başkalarına kaptırılmayarak kültürel anlaşmalar artırılarak hayata geçirilmelidir. Rus dilinin bu şiveler ve lehçeler üzerindeki baskısının sona erdirilmesi için gereken yardım da elden geldiği ölçüde yapılmalıdır, ilişkiler esnasında gözden ırak tutulmaması gereken bir diğer gerçek de: Bugünkü idarecilerin dünkü komünistler olduğudur.

Dil öğrenerek katkıda bulunmak isteyenlerin, Orta Asya sahasında, Özbekçe öğrenmeleri isabet olacaktır. Çünkü Özbekçe gerçekten bir imparatorluk dili olarak Orta Asya sahasında uzun yıllar kullanılarak aynen Osmanlıca gibi gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Bugün Özbekçe 20 milyon kişinin ana dili olarak konuşulduğu gibi Doğu Türkistan'da asgari 10 milyon kişi tarafından konuşulan Uygurca ile hemen hemen ayniyet göstermektedir. Ayrıca Kuzey Afganistan'da da konuşulmaktadır. Özbekçe'nin öğrenilmesi Orta Asya'da konuşulan diğer Türki dillerin anlaşılmasını da sağlayacaktır.