Kafkas halkları Ruslara karşı savaşı
kaybetmekle kalmadılar, yurtlarından
da oldular...
Çerkesleri
ayakta tutan kültürleri
1864 yılında başlayan ve 1900'lü
yıllara kadar süren zoraki göçle
Kafkas halkları Osmanlı
İmparatorluğunun sancılı bölgelerine,
Balkanlar'a, Van çevresine, Suriye ve
Ürdün'e, Kocaeli, Adapazarı, Bursa ve
Balıkesir'e dağıtıldılar.
Çerkeslerin tarihindeki en dramatik
olay kuşkusuz 1864 yılında başlayan ve
1900'lü yıllara kadar süren zoraki
göç. Yıllarca devam eden acımasız bir
savaştan sonra yazgılarını değiştirmek
için yollara dökülen yüz binlerce
insan kadın-erkek, çoluk-çocuk, ürkek
ve şaşkın yeni bir vatan arayışı
içinde topraklarını terkederken,
geride gözü yaşlı bulutlar, zümrüt
yeşili ormanlar, akrabalar, dostlar ve
bir yığın sorun bıraktılar.
Yollarda hastalıklar, eşkıya
saldırıları, açlık, ölüm ve yaşanan
nice acı olay, dedelerden torunlara
kadar taze birer anı olarak aktarıldı
durdu. Yurtlarından koparılan yaklaşık
bir milyon Çerkes, askeri ve siyasi
amaçla, farklı dinlere ve uluslara
mensup insanların yaşadığı Osmanlı
İmparatorluğunun Balkanlar, Anadolu ve
Arabistan gibi çeşitli yörelerine
küçük gruplar halinde dağıtıldılar.
Göçler, kara ve deniz olmak üzere
iki koldan yapıldı. Kara yolunu tercih
edenler, genellikle kendi öküz
arabalarını (kağnı) kullanarak Doğu
Anadolu Bölgesi yoluyla geldiler.
Denizden gerçekleşen göç ise Sohum,
Tuapse, Rostov ve Novorossisk
limanlarından yapıldı. Bu limanlardan
hareket eden Osmanlı gemileri
Karadeniz kıyısındaki hemen tüm
limanlara göçmen taşıdı.
Sürgün
ve toplu göç, başta Ruslar olmak üzere
çeşitli ulusların sürekli
istilalarıyla dar bir alana
sıkıştırılmış bulunan Çerkeslerin, o
güne kadar yaşadıkları tarihsel
serüvenin en önemli sonucu. Çerkesleri
yüzyıllardır yaşadıkları
topraklarından eden bu sonuca yolaçan
etkenler ise, kimi tarihçiler ve
araştırmacılar tarafından çeşitli
biçimlerde dile getiriliyor.
Ruslara karşı savaş
Kafkasya halklarının tarihinde
Yunanlılardan, Türkler, Tatarlar ve
İranlılara kadar birçok kavim yer
tutuyor. Ama asıl kalıcı ve sürekli
ilişkiler Çarlık Rusya'sı ile
gerçekleşiyor. Bu ilişki, yüzyıllar
boyunca birçok olay dışında olumsuz
gelişmiş. Ruslar hep saldırmışlar,
Kafkasya halkları da direnmişler,
Rusların amacı Ortaasya'daki ticaret
yollarını ele geçirmek ve Güney'e inme
politikaları gereği deniz kıyılarına
ulaşmak olmuş. Çerkeslerle Ruslar
arasında bilinen ilk karşılaşma
10'uncu yüzyılda oluyor. Rus Prensi
Mistivlav ile Adige savaşçısı Ridade
arasındaki çarpışma, o zamanlar
destanlara ve şarkılara konu ediliyor.
Daha sonra 13.yüzyıldaki Moğol
istilası ve bunun sonucunda Rusya'da
kurulan Altınordu Devleti, 16'ncı
yüzyıla kadar Rusları Kafkasya'dan
uzak tutuyor.
Ruslar, Timur'un
saldırılarıyla Altınordu hanlıklarını
yıkarak Kafkasya'nın sınır komşusu
haline geldikten sonra, gerginlik
yeniden ortaya çıkıyor. Ancak, o
sıralarda henüz Müslüman olmayan
Çerkesler, bu kez 1481’den beri
Osmanlılara bağlı olan Kırım
Hanlığı'nın baskısı sonucu Ruslarla iş
birliğine giriyorlar. Bu yakınlık,
Kabardey Prensi Temriko'nun kızı Marya
ile Rus Çarı İvan'ın evlenmesiyle daha
da pekiştiriliyor.
18'inci
yüzyıla gelindiğinde koşullar çok
farklıdır.
Çarlık
Rusya'sında 1861'de serfliğin
kaldırılması, yüz binlerce topraksız
köylünün ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Osmanlı nüfuzu, Asya ile
ticaret yollarını açmak ve Karadeniz'e
inmek İsteyen Rusya'nın, Kafkasya'yı
ele geçirmek istemesi bölgede yaşayan
Çerkesleri ve tüm Kafkasya halklarını
hedef haline getirmiştir.
Çerkesler ve diğer Kafkasya halkları
bağımsızlık savaşlarını yürütürken
Osmanlılar 1829 Edirne Anlaşması'yla
Kafkasya'nın tümünü Ruslara
bırakmıştı. Ama bu anlaşma, savaşı
daha da şiddetlendirmekten öteye bir
anlam taşımadı. Çerkesler Adigey’de
Ruslarla kıyasıya savaşırken,
Çeçenistan ve Dağıstan'da Şeyh
Mansur'un başlatmış olduğu dinsel
görünümlü kurtuluş hareketi, daha
sonra Nakşibendi Tarikatı'nın
Kafkasya’daki kolu olan Müridizm
bayrağı altında Gazi Muhammed
(1825-32), Hamza Bek (1832-34) ve Şeyh
Şamil (1134-59) gibi ünlü liderler
tarafından yürütülmekteydi. Bu arada
Kırım savaşı Kafkasya'ya bir yarar
sağlamamış, 1856'daki Paris
anlaşmasında ise Çerkeslerle ilgili
bir madde yer almamıştı.
1859'da Şeyh Şamil'in teslim olması
ile Doğu Kafkasya işgal edildiğinden,
Ruslar tüm kuvvetlerini Batı
Kafkasya'ya yığmışlardı. Bu bölgedeki
Adigeler yıllarca süren intihar
savaşları sonunda yenilmişler, 1864'de
küçük bazı savaşlar dışında Batı
Kafkasya bölgesi tamamen Rusların
egemenliği altına girmişti.
Yenilginin ardından Ruslar iki farklı
uygulamaya gittiler. Şeyh Şamil'in
tesliminden sonra Doğu Kafkasya'da
egemenliklerini kurmakla yetindiler.
Yani bu bölgedeki Dağıstanlılar ve
Çeçenler, yurtlarından zorla
sürülmediler. Buradaki halkların
Osmanlı toplarına göç etmelerinin
birçok nedeni var. Yazar-araştırmacı
Rahmi Tuna göçlerin nedenini iç, dış
ve dini olmak üzere üç grupta
topluyor. Rahmi Tuna bu nedenleri
sıralarken Kafkas insanının
karakterinin de önemli bir sebep
olduğunu vurgulayarak şöyle diyor.
"Geniş aile, erkeğin tartışılmaz
otoritesi, sıkı akrabalık ilişkileri,
yaşlı ve Thamade denilen etkin
kişilerin statüleri, göç nedenleri
arasında önemli bir yer tutuyor, öte
yandan Osmanlı kültürünün artan etkisi
Kafkasya'ya imamlık ve Halifelik
kavramlarını getirmiş, dolayısıyla da
Halife'ye bağlı olma anlayışı
yaratmıştır. Bu kurumlar Rus
düşmanlığı ve Ruslarla uzlaşmayı kabul
etmeyen bir fikri yapı oluşturdu. Şeyh
Şamil'in bağlı olduğu tarikatın ana
esasları arasında da Ruslara ait olan
her şeyin haram olduğu,
hastalanıldığında Rus doktorlara
gidilmeyeceği, Ruslardan nefret
etmesinin dinin koşullarından biri
olduğu yer almaktadır."
Osmanlı
Devleti ise, Çerkeslerin sürüleceğini
biliyormuşçasına 5 Ocak 1860'da Göçmen
Komisyonu kurmuş, 1862'de de iskan
yasaları hazırlamıştı. Sürgünün Ruslar
ve Osmanlılar arasında önceden
belirlendiğini ileri süren tarihçiler,
iki ülke arasındaki yazışmalarda bu
durumun belli olduğunu söylüyorlar.
Ama gerçek olan bir başka olgu,
Osmanlıların sürgün sonrası
gereksindiği deneyimli bir savaşkan
nüfus elde etmesiydi. Sürülenler bu
yüzden Osmanlı topraklarının sancılı
bölgelerine yerleştirildiler. O sırada
elden gitmekte olan Balkanlar'a,
Hıristiyan azınlıklarla denge
sağlaması için Van çevresine, Suriye
ve Ürdün'e, sarayın bulunduğu
İstanbul'u çevreleyecek şekilde
Kocaeli, Adapazarı, Bursa ve
Balıkesir'e dağıtıldılar.
Kesin
bir rakam verme olanağı yoksa da tüm
kaynaklar, bir milyona yakın Adige,
Abhaz, Çeçen, Dağıstanlı, Karaçay ve
Oset'in Osmanlı topraklarına
yerleştirildiğini doğruluyor. Bugün,
Kafkasya topraklarında yaşayan
Çerkeslerin dışarıda yaşayanlardan
daha az olduğu belirtiliyor.
Tarihçi-yazar İsmail Berkuk, 16.
yüzyılda Kafkasya'da iki milyondan
fazla Adige ve Abhaz'ın yaşadığını
yazıyor. Son Sovyet istatistiklerine
göre Batı Kafkasya bölgesinde yaşayan
Adige sayısı ise 500 bin civarında.
Bugün, Kuzey Kafkasya'da tarih
boyunca ortak mücadele vermiş, bugün
de kader birliği yaparak ortak
yaşamının koşullarını yaratmaya
çalışan 5 cumhuriyet, 3 de özerk bölge
var. Her yıl 21 Mayıs'ta bu bölgelerde
sürgünün yıldönümü anılıyor ve
işgalciler lanetleniyor. Bu özerk
bölge ve cumhuriyetlerden Adige,
Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar
halkları aynı çatı altında yaşamak
için geçtiğimiz aylarda Kuzey Kafkasya
Asamblesi'ni topladılar.
Yazar-araştırmacı İzzet
Aydemir'e göre "Ethem Olayı" bugün
basit bir görüş ayrılığı olarak
nitelenebilir.
"Çerkes
Ethem tabu olmaktan çıkarılmalı"
1908'de meşrutiyetin ilanına kadar
yalnızca yaşam kavgası veren Çerkesler
hep geriye, anayurtlarına dönme umudu
taşıdılar. Bu nedenle evlerini derme
çatma yaptılar. Yatak ve yorganları
uzun süre denk halinde kaldı.
Çerkesler sürgünden bu yana geçen 126
yıl içinde yurt edindikleri Anadolu
topraklarında çoğu zaman mutlu
oldular. Yönetimlerle fazla
çelişkileri çıkmadı. Hükümetlere
bakanlar verdiler, meclislere
milletvekili soktular, yerel
yönetimlerde etkin görevler aldılar.
Diğer azınlıklar gibi fazla baskı
gördükleri de söylenemez. Zaten onlar
da kendilerini yurt topraklarında ayrı
bir ulus olarak varlıklarını sürdürmek
isteyen diğer azınlıklar gibi
görmüyorlardı.
Buna rağmen
Çerkesler, Rus işgali altındaki
yurtlarından sürüldükleri Osmanlı
topraklarında bekledikleri rahatı
hemen bulamadılar. Açlık, yokluk ve
hastalıkların yanı sıra, yaşanan
ikinci göçler nedeniyle huzuru uzun
süre aradılar. Örneğin, Balkanlar'da
iskan edilen Kuzey Kafkasya halkları,
bölgede yaşayanların tepkisi üzerine
imzalanan Berlin anlaşmasıyla yeniden
sürgün edildiler. Öte yandan 1877
yılındaki Osmanlı-Rus savaşının
ardından göçler bir süre daha devam
etti. Yüz binlerce Çerkes, Osmanlı
topraklarında Samsun'dan başlayarak
Arap Yarımadası'na kadar uzanan
güney-kuzey çizgisi üzerinde
yerleştirildiler.
1908'de
Meşrutiyetin ilanına kadar yalnızca
yaşam kavgası veren Çerkesler, bu süre
içinde hep geriye, anavatan
topraklarına geri dönme umudunu
taşıdılar. Onlara göç etmeden önce,
Kafkasya'ya gelen Osmanlı görevlileri
tarafından "İstanbul'a
yerleştirileceksiniz" denmiş ve bu
umutla anayurtlarını terkedenler çok
olmuştu. Oysa iskan edildikleri
topraklarda yaşadıkları çok daha
farklıydı. Belki de bu yüzden büyük
çoğunluk hep geri dönmek umuduyla
evlerini bile derme çatma yaptılar.
Yatak ve yorganları denk halinde kaldı
uzun süre. Geriye dönme umudu,
1908'den sonra kurulmuş Kuzey Kafkasya
göçmen derneklerinin faaliyetlerinin
anayurdu işgalden kurtarmaya
yönelmesine neden oldu.
Kafkas Dernekleri
Kuzey
Kafkasya derneklerinin önemli bölümü
Osmanlı döneminde kuruldu, örneğin;
Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti
(Çerkes Birleşme ve Yardımlaşma
Derneği) 1908'den hemen sonra
İstanbul'da kuruldu ve çeşitli
yerlerde şube açtı. Mareşal Merted
Abdullah Paşa, Mareşal Berzeg Zeki
Paşa, Yazar Ahmet Mithat Efendi, İmam
Şamil'in oğlu Gazi Muhammed Şamil
Paşa'nın da aralarında bulunduğu
tanınmış kişilerin kurduğu bu cemiyet
daha sonra aynı kadroyla Şimali
Kafkasya Cemiyeti'ne dönüştü ve
muhacerette Adige ve Abhaz dillerinin
alfabelerini düzenleyerek Qhaze adlı
Adigece bir gazete çıkardı. Bu gazete,
Rus işgali altındaki anayurt
topraklarına bile ulaştırılarak
1911-1914 yılları arasında üç yıl
süreyle yayınlandı.
Şimali
Kafkasya Cemiyeti, Osmanlı Devleti'nin
yenilgisi ve Mondros Mütarekesi sonucu
İstanbul'a giren İngiliz işgal
kuvvetlerince kapatıldı. Daha sonra
kurulan Çerkes Teavun Cemiyeti (Çerkes
Yardımlaşma Derneği) ise, onun
üyelerini de içine alarak 1923
tarihine kadar varlığını sürdürdü.
Diğer yandan 1914 yılında
İstanbul'da okuyan Kafkasyalı göçmen
çocuklarına yardım için kurulan
"İstanbul'daki Kafkasyalılar Arasında
Neşr-i Maarif Cemiyeti" ve 1918'deki
Çerkes Kadınları Teavun Cemiyeti
(Çerkes Kadınları Yardımlaşma Derneği)
ni de belirtmek gerek. Hunc Hayriye
Melek, Berzeg Makbule, Zakkı Emine
Reşid ve Ulagay Faika hanımlar
tarafından kurulan Çerkes Kadınları
Teavun Cemiyeti, İstanbul'da özel bir
okul kurdu ve Diyane (Anamız) adıyla
Türkçe-Adigece bir dergi yayınladı.
1923'de kapatılıncaya kadar da kültür
ve yardımlaşma işlerinde diğer Kafkas
göçmen örgütleriyle işbirliği içinde
çalışmalarda bulundu.
Cumhuriyetten sonra çalışmalarda
bulunan bir başka Çerkes kuruluşu ise,
Kafkas Teali Cemiyeti'ydi (Kafkas
Yükselme Derneği), İstanbul'da din
bilgini Abdülfettah Efendi, Doktor
Lütfi Bey, Dağıstanlı Seyit Tahir,
Doktor İsa Ruhi Paşa ve yine bir din
bilgini Mir Salih Efendi tarafından
1920'de kurulan bu dernek
yöneticileri, özellikle 1. Dünya
Savaşı yıllarında Kafkasya İstiklal
Komiteleri, Türkiye'deki Kuzey
Kafkasya Siyasi Göçmenleri
Komiteleri'nde aktif rol aldılar.
Sürgünden sonra, gerek Osmanlı,
gerekse Cumhuriyet döneminde
yaşadıkları birçok acı olay,
bellekleri canlı. Çerkesler, bu
olayların etkilerinin bugüne değin,
kuşaktan kuşağa aktarıldığını
söylemeden edemiyorlar.
Çerkes Ethem Tabusu
Birinci
göçün kitabım yazan, şimdi de göçten
sonra günümüze kadar yaşananları kitap
haline getirmeye çalışan
yazar-araştırmacı İzzet Aydemir
şunları anlatıyor:
"Günümüzde
Çerkes Ethem’in kimliği ve yaptıkları
hala bir tabu olduğundan kimse doğruyu
öğrenemiyor. Çerkes Ethem, aslında
Türklere hizmet etmiştir.
Düzce'nin en ileri gelen eşrafından 19
kişiyi, isyan ettiler diye asmış olan
Çerkes Ethem'i ne yazık ki yine biz
savunmak durumunda kalıyoruz."
Tarih sayfaları arasında kaybolmuş ya
da hiç sözü edilmeyen bu olayın
nedenini bir görüş ayrılığı olarak
niteleyen İzzet Aydemir, sözlerine
şöyle devam ediyor:
"Bugün
basit bir görüş ayrılığı diye
nitelenebilecek olay, savaş koşulları
arasında isyan olarak ele alınıp
değerlendirilmiştir. Düzce'deki
Çerkeslerin lideri konumundaki Sefer
Berzeg'in, Düzcelilerin padişaha bağı
olduğunu ilan etmesidir bu olayların
nedeni. Aslında isyan eden filan da
yoktur. Çerkes toplumu Hilafete tam 12
sadrazam verdi. Cumhuriyet dönemine de
Rauf Orbay ve Recep Peker gibi iki
başvekil. Olumsuz olarak görülen
Ethem, Çerkes Ethem denilerek
anılıyor. Ama Çerkes Rauf ya da Çerkes
Recep diyen yok."
Düzce
olaylarından sonra bu bölgedeki 15
Çerkes köyü toplu olarak Doğu ve
Güneydoğu Anadolu topraklarına sürgün
ediliyor. Cumhuriyet Hükümeti
tarafından yurt dışına sürgün edilen
ünlü "150'likler"in çoğunluğu
Çerkeslerden oluşuyor.
Baskılar ve 12 Eylül
En
ağır baskıyı gördüklerini söyledikleri
Milli Şef döneminden sonra Çerkesler
Demokrat Parti'nın iktidar olmasıyla,
nısbi bir özgürlük ortamına
kavuştular. İlk derneklerini uzun
yıllardan sonra 1950’de kurdular.
1960'dan sonrada Kafkas Kültür
Derneklerinin sayısı 25’i buldu.
Bu demeklerin politik faaliyette
bulunmamasına rağmen 12 Eylül
döneminde hepsinin kapatılmasını,
üstelik yöneticilerinin tutuklanıp
yıllarca hapis kalmasını bir türlü
anlayamadıklarını ve çok üzüldüklerini
belirten İzzet Aydemir sözlerini şöyle
tamamlıyor:
“Demek isteğim şu.
Biz Türkiye’nin içinde bulunduğu
şartları, karşılaştığı sorunları
biliyoruz. Onun için de Türkiye'ye
hiçbir şekilde sorun çıkarmak
niyetinde değiliz. Böyle bir şey
aklımızdan da geçmez. Kürtlerin olduğu
gibi toprak iddiamız da yoktur, ama
biz her şeyden önce milli varlığımızı
ve kültürümüzü korumak zorundayız.
Hepsi bu."
Kültürün,
dilin ve geleneklerin giderek yok
olması Çerkes yaşlılarını düşündürüyor
Çerkeslerde yemek ve
dans bir törendir
Çerkesler
değişik fiziksel özelliklerinin
yanısıra, gelenek ve göreneklerinin
ünüyle, danslarıyla da adını duyurmuş;
bir toplum. Kendilerinin Adige dilinde
Xabze dedikleri, (x harfini gırtlaktan
söylemek ve kh harflerini de birlikte
çıkarmak gerekir) örf adet ve
gelenekleri içeren, yani tüm
ilişkileri düzenleyen yazısız yasanın
dışına çıkmak bir anlamda toplumdan
dışlanma yaptırımını da beraberinde
getiriyor. Çerkeslerin, adetlerin
dışında davranan kişilere Yemiku (çok
ayıp) demeleri öylesine etkilidir ki,
hata büyük bir olasılıkla yinelenmez.
Anadolu'nun köy ve kasabalarında
yaşayan Çerkesler, dillerini ve
kültürlerini sürdürebilme imkanlarına
daha fazla sahip olmuşlar. Kentlerde
ise, bu kültürü devam ettirmek için
kurulan Kafkas Kültür Dernekleri etkin
rol oynuyor. İstanbul, Ankara, İzmir
gibi büyük kentlerdeki dernekler bu
amaçla geceler, paneller düzenliyor,
her ayın ikinci Cuma'sı da tanışma
toplantıları yapıyorlar.
Ancak,
küçük yerleşim birimlerinde de dil ve
kültürel açıdan yokoluş sürecine
girilmiş. Yaşlı Çerkesler bundan son
derece rahatsız. Çerkeslerin en yoğun
yaşadığı Düzce ilçesine gidince bu
gerçeği daha yakından görme imkanı
doğdu. Gerçi düğün, toplantılar,
danslar ve geleneksel kültür
birikimleri yaşlısından gencine kadar
bir Çerkes toplumu içinde yaşadığınızı
hissettiriyordu. Ama gençlerin
yalnızca yüzde 20'sinin Adige dilini
konuşabildiği gerçeği, kültürün en
önemli unsuru olan dilin giderek
kaybolması, büyük bir sorun halinde
önlerinde duruyor.
Düzce'de
100’e yakın Çerkes köyü var. Bunlardan
yarısına yakın bölümünde Çerkesler
çoğunlukta değil. Bu bölgede yaklaşık
30 bin Çerkes nüfusunun olduğu
sanılıyor. Beni Düzce'de İstanbul'daki
Kafkas Kültür Derneği yöneticilerinin
adını verdiği Haşim Altan ve eşi Ayten
Hanım ağırladılar. Bir otomobil bakım
atölyesi sahibi olan Haşim Altan, şu
anda Kafkasya'da yerleşmiş olan
kızkardeşiyle birlikte Amerika'da dört
yıl kaldıktan sonra, kaşeni (flörtü)
Ayten Hanım'la evlenmek için
Türkiye'ye dönmüş. Her ikisi de tipik
Çerkes kadını ve erkeği. Ayten Altan,
Adigelerin Shapsugh boyundan ve
Çerkesce'yi konuşup anlayabiliyor.
Haşim Altan ise sadece anlayabildiğini
söylüyor gülerek.
Zexes
gecesi
İlçeye indiğim günün
akşamı, Haşim Altan beni 50 hanelik
Arapçiftlik köyünde düzenlenen ve
Zexes adı verilen toplantıya götürdü.
Zexes, genç kız ve erkeklerin biraya
gelip, toplumsal olaylardan evliliğe
kadar her türlü konuyu konuştukları,
eğlencelerin, şakalaşmaların eksik
olmadığı bir toplantı türü. Bu tür
toplantılarda genellikle birkaç köyün
gençleri biraraya gelir. Toplantılarda
birbirini beğenen kız ve erkekler
kaşen (flört) olurlar.
Arapçiftlik köyündeki Zexes için,
havanın sıcak olması nedeniyle bahçeye
sıralar konulmuştu. Karşılıklı
sıralarda erkekler ve genç kızlar ayrı
ayrı oturuyorlardı. Beni, erkeklerin
oturduğu tarafta geceyi yönetecek en
saygın kişiler arasından seçilen
Thamade'nin, yani Şamil Turan'ın
yanına oturttular. Sülale adı Yemzoğ
olan Şamil Bey, bir işaretle herkesi
oturttuktan sonra, kızlar ve erkekler
birbirlerinin yanına giderek
selamlaşmaya ve konuşmaya başladılar.
Bu tanışma biçiminin, savaşlarda
uyumamak için yapılan bir oyundan
geldiği sanılıyor. Buna göre bir genç
kız, erkeklerin tarafına gidiyor, eğer
beğendiği biri varsa onu "siz" diyerek
ya da adıyla seslenerek yanına
çağırıyor. Erkek ve genç kız ellerini
birbirine vurarak bir yandan konuşup
daha iyi tanışma fırsatını buluyorlar.
Ve dans Başlıyor
Capşı adı verilen bu tanışma faslı
uzunca bir süre devam ettikten sora
Thamade Şamil Bey, yanındakilere "Yahu
biz evvelden bir şeyler yapardık,
neydi onlar?" diye şakayla seslenerek
uyarıda bulundu. Hemen, nerede
olduğunu o ana kadar görmediğim bir
akordeon ortaya çıktı ve tüm genç kız
ve erkekler ayağa kalktı. Şamil Bey
bana "Şimdi dans başlayacak" diye
açıklamada bulundu.
Danslar,
Çerkeslerin yaşamında en önemli unsur.
Çerkesler "Bizim danslarımız, yaşam
biçimimiz, folklorumuzun bir parçası.
Kökünden koparılmış ve koreografisi
yapılarak sıradanlaşmış oyunlar değil"
diyerek farklılıklarının altını
çizmeyi ihmal etmiyorlar. Danslar
yalnızca erkekler ve evli olmayan genç
kızlar arasında yapılıyor. Evleninceye
kadar çok özgür olan genç kızlar,
evlendikten sonra tüm etkinliklerden
ellerini ayaklarını çekiyorlar.
Çerkeslerde evlenme yaşının bu yüzden
çok yüksek olduğu söyleniyor. Çerkes
erkekleri ortalama 30-35 yasında,
kızlar ise 25-28 yaslarında evlenmeyi
tercih ediyorlar. Nitekim toplantının
Thamade'si Şamil Bey de 40 yaşında ve
henüz nişanlıydı.
Genç kız ve
erkekler dans boyunca ayakta durmak
zorunda. Üstelik müzik ve dans üç saat
boyunca devam ediyor ve hiç ara
verilmiyor.
Gecenin açılışı
Wuıc adı verilen dansla yapıldı. Güzel
bir melodi eşliğinde yarım ay şeklinde
sıraya giren kızlar, erkeklerin
kolları üzerine ellerini koyarak ve
çift sıra halinde giriş yaptılar. Wuıc
çok tanrılı ilkel komünal toplumlarda
orman tanrısına, yıldırım tanrısına
tapınma biçiminden geçirdiği estetik
evrimle bugün Kuzey Kafkasya'nın en
yaygın dansı halini almış. Parmak
ucu figürleri Wuıc'tan sonra
geleneksel olarak sıradaki ikinci oyun
Kafe ya da Zefak'o olarak
adlandırılıyor. Bu dans, saygının ve
gururun estetik ifadesi olarak
niteleniyor. Bu arada erkeklerden
oluşan bir grup da Dejuv denilen bir
vokal yaparak akordeondan çıkan
melodilere eşlik ediyor. Ardından,
erkeklerin sırayla genç kızlara tüm
becerilerini gösterdiği Çeçen klasik
Çerkes dansları yapıldıktan sonra sıra
L'eperüş'e geliyor.
Bu arada,
güzel oynadıkları bilinen erkekler
kollarından tutularak kenara çekilip
ayakkabıları çıkarılıyor. Erkeğin
ayakkabıları çıkınca genç kız da
ayakkabılarını çıkarmak zorunda
kalıyor. Parmak uçlarında yapılan
figürlerin tadına doyum olmuyor.
Taraflardan birinin rızası olmadan da
diğeri dansı bırakamıyor. Dans
bittiğinde erkek eşini selamlayarak
yerine götürüyor. İki taraf da geri
geri çekilerek yerlerine gidiyorlar.
Bol bol silahın atıldığı Zexes,
gece saat 01.30'da, yaşlı Çerkes
erkeklerinin vokalleri ve danslarıyla
sona erdi. Ama bizim sohbetimiz o
saatten sonra da devam etti. Çerkesler
arasında çok saygı gören ve aynı köyde
yazlık evi bulunan yazar-araştırmacı
İzzet Aydemir'in evinde Thamademiz
Şamil Turan, eski Kafkas Kültür
Derneği Başkanı Hikmet Neğuç, yeni
başkanı Şefik Ceylan, İzzet Aydemir'in
eşi, Haşim Altan'la birlikte geç
saatlere kadar konuşuldu. Konu, doğal
olarak Çerkes dili, kültürü,
Türk-Çerkes ilişkileri, sürgün ve geri
dönüştü. Hepsinin ortak yakınması ise
Çerkes dili, adet ve geleneklerinin
giderek yok oluşuydu.
Her Çerkes Kızının en az 30
'kaşeni' olur ve bunlardan biriyle
evlenir
Kızı
kaçırmadan evlenilmez
Düzceli Çerkesler, gelenek ve
göreneklerinin yok oluşunda İslam
faktörünün önemli bir yer tuttuğuna
değinerek, son zamanlarda bazı
hocaların söylediklerine dikkati
çekiyorlar. Kafkasya Kültür Derneği
eski başkanı Hikmet Neğuç, birtakım
illerden gelen vaizlerin Çerkes
kadınlarına "Kızlarınızı erkeklerle
oynatmayın, onların erkeklerle
toplantı yapmalarını engelleyin.
Bunlar İslam'a aykırıdır" dediklerini
belirterek şunları söylüyor:
"Adigeler olsun, diğer Kuzey Kafkasya
halkları olsun, gelenek ve
göreneklerini Müslümanlığı kabul
ettikten sonra da bugüne kadar
sürdürmüşlerdir. Bizim genç kız ve
erkeklerimiz ilişkilerinde çok
rahattırlar. Toplanıp konuşurlar,
flört ederler. Ama tüm bunların ahlaki
ve geleneksel kuralları vardır. Hiçbir
zaman bu kurallar ihlal edilmez.
Örneğin, bir Çerkes erkeği, diğer
köylerdeki genç kızları bir toplantıya
evinden alıp götürebilir. Eğer genç
kızların çok olağanüstü bir işi yoksa
mutlaka bu çağrıya uyarlar. Aileler de
bunu kabul ederler. Ancak bunu kötüye
yoranların tahminlerinin aksine
şimdiye kadar hiçbir olumsuz olaya
tanık olunmamış, böyle bir şey
işitilmemiştir”.
İzzet Aydemir
de İller Bankası’nda çalıştığı sırada
bazı mühendis arkadaşlarının görev
gereği geldikleri Çerkes köylerinde
kalıp döndükten sonra söyledikleri
sözleri hatırlatıyor. Aydemir, bu gibi
kişilerin "Çerkes köylerine gittik,
kızlarını oynattık" diye övündüklerini
belirterek kızgınlığını gizlemiyor:
"Onun için köylerimizdeki
akrabalarımıza, tanıdıklarımıza
söylüyoruz, yabancılara böyle
konukseverlik göstermeyin diyoruz.
Çünkü bizi anlamıyorlar ve
konukseverliğimizi
değerlendiremiyorlar. Kötüye
yoruyorlar. Çerkes kızlarını
oynattıklarını söyleyince tepemiz
atıyor tabii."
Soyluluk
tartışmaları
Çerkeslerde
çok konuşulan, çoğu kez de eleştirilen
bir diğer olay da hala bazı kesimler
arasında varlığını sürdüren "soyluluk"
tartışmaları. Konuştuğum tüm Çerkesler
"Bırakın bu meseleyi, fazla deşmeyin.
Biz de bu konuyu fazla kurcalamak,
karıştırmak İstemiyoruz" diyorlar.
Kökeni Kuzey Kafkasya'ya dayanan
"kölelik - asillik" ilişkisi feodal
dönemden kalan bir olgu, bu ilişki
günümüze kadar çeşitli biçimlerde
uzanmış. Örneğin bazı köylerdeki
Çerkesler, belirli dansları "köle
oyunu" olduğu gerekçesiyle yapmaktan
kaçınıyorlar. Anadolu'ya "köle" olarak
gelmiş olan, ancak daha sonra bu
sistemin yürümeyeceğinin anlaşılması
üzerine serbest kalanlar ne kadar "Biz
de Çerkes'iz" diyorlarsa da bunlar,
diğerleri tarafından şecere tutularak
sıkı bir şeklide izleniyorlar. Çerkes
kızlarından biri, köle diye nitelenen
Çerkeslerden biriyle evlenmeye
kalkınca aile büyükleri 'O köledir. Bu
iş olmaz" diyerek ellerinden
geldiğince bu evliliği engellemeye
çalışıyorlar. Ancak, Kuzey
Kafkasya'dan gelen her Çerkes
kabilesinde bu ayrım yok. Örneğin daha
demokratik bir üretim ilişkisi içinde
olan Karadeniz kıyılarındaki Shapsugh
ve Abzegh boylarında kölelik soyluluk
tartışmaları yeralmıyor. Ama feodal
bölgelerde yaşayan beyler, sürgüne
kölelerini de götürerek bu ilişkiyi
bir süre Anadolu'da da sürdürmüşler.
Anlatılanlara bakılırsa, kölelik
özellikle Kabardeyler de, Abhazlar da
ve Bjedughlar da çok fazla.
Kabardeyler de 11 tane sınıf olduğu
belirtiliyor. Prensler, soylular,
beyler ve hizmetkarlar gibi. Kölelik
sistemi Çerkeslerin ulus olmaya
başladıkları sıralarda görülmüyor.
Kabilelikten ulus olma sürecine geçiş
sırasında Ruslarla kurulan ilişkilerin
daha çok Kabardeyleri etkilemesinin bu
sistemin oluşmasına yolaçtığı ifade
ediliyor.
Çerkeslerin evlenme
törenleri de başlı başına bir kurallar
dizinidir. Bölgeden bölgeye
farklılıklar gösteren bu törenler
giderek törpülenmiştir ama yine de
unutulmaması için her Çerkes ailesi
tarafından titizlikle yerine
getirilmeye çalışılır.
Bir
Çerkes kızının ve erkeğinin tanışması
genellikle Zexes adı verilen sohbet ve
eğlence toplantısında olur.
Toplantılarda birbirini beğenen genç
kız ve erkekler, evin bir başka
odasına giderek yalnız başlarına da
konuşabilirler. Bu davranış, Çerkes
toplumunda hiçbir biçimde yadırganmaz.
Hatta yaşlı Çerkesler, yabancı bir
köye giden Çerkes kızının 3-4 kaşeni
(flörtü) olmadan ayrılmasını çok ayıp
karşılayarak bunun nedenini
araştırırlar.
Bu süreç içinde
her Çerkes kızının en az 30 kaşeni
olur ve bunlardan biriyle işi ciddiye
alarak evlenir. Ancak, evlendikten
sonra eski kaşenleriyle de arkadaş
olarak toplantılarda, düğünlerde
görüşür. Çünkü Çerkeslerde kaşenlik
hiçbir zaman belli kuralların dışında
yürümez.
Ancak, bir Çerkes
kızıyla erkeğinin evlenmesi tahmin
edildiği gibi tanışma ve kaşenlik
devresinden sonra ailelerin araya
girmesiyle olağan seyrini izlemez.
Çünkü kız kaçırma olmadan bir Çerkes
evliliği düşünülemez. Kız kaçırma
özellikle günümüzde artık bir
danışıklı dövüş haline gelmiştir. Kıza
evlenme teklifi, müstakbel damat adına
onun en yakın arkadaşı tarafından
yapılır. Görüşmeler bu aracı
vasıtasıyla büyük bir gizlilik içinde
yürütülür. Yüzükler bile gizli olarak,
yine aracıyla gönderilir. Bu arada
kızın kaçırılacağı (kaçacağı) gün
belirlenir. Kız kaçırma, damat ve
arkadaşları tarafından kızın
ailesinden habersizce gerçekleştirilir
ve evdeki bir masanın üzerine de
sembolik miktarda fidye bırakılır.
Daha sonra da damadın arkadaşı, kızın
ebeveyninden evlenmeye izin
vermelerini ister. Bu arada genç kız
damadın bir arkadaşının ya da
akrabasının evine götürülerek
saklanır. Ev sahibi, yani kızın
sığındığı evin sahibi akraba sayılır.
Artık kız ailenin "kan"ıdır ve
nerdeyse onun çocuğu sayılır.
Yaşlıların araya girmesiyle her zaman
olduğu gibi iş tatlıya bağlanır ve
evlilik törenlerine hazırlık başlar.
Düğün töreni Cumartesi akşamı başlar
ve Pazar gecesi geç vakitlere kadar
devam eder. Cumartesi gecesi gelin
tarafı damadın evine gelir. Hep
birlikte yenen yemekten sonra köydeki
ya da bölgedeki saygın bir kişi
tarafından organize edilen düğünde
başlar. Düğün armonikalarının ve
Phaçiç denilen kastanyetlerin
eşliğinde gelin şarkıları (Niseyiş
Wored) söylenerek başlayan düğünde
erkekler ve evlenmemiş genç kızlar
sırasıyla Wuic, Zefak'o, Çeçen
dansları yaparlar. Hep birlikte kızlar
ve erkekler tarafından yapılan
vokallerin ardından gece saatlerce
devam eder.
Ertesi gün "gelin
alma" vardır. Erkek tarafı kızın evine
giderler. Bu arada kız tarafının
erkekleri, damadın en yakını olan
kardeşlerini ya da yeğenlerini
kollarından tutup, direnirse yaka paça
ahırlara kapatırlar. Bundaki amaç
"Bizim kızımız çok kıymetlidir ve
bizden kız almak o kadar kolay
değildir" mesajını vermektir. Gelin
içerden çıkmadan önce de kız
tarafından biri, damadın yakınlarıyla
bir armağan karşılığı pazarlık eder.
Gelin, iki tarafında büyük gelinler
olduğu halde evden çıkar, arabalara
binilir. Damat yanında yoktur.
Çevredeki gençler, gelin arabasını
köyden ya da mahalleden çıkıncaya
kadar yolcu ederler.
Damadın
evine gelindiğinde, gelin bir kolunun
altında Kuran, diğer kolunun altında
ekmek olmak üzere geri geri eve
sokulur. Evin kapısında kendisini
izleyenlere de üç kez selam verir.
Gelin şarkılarıyla eve sokulduktan
sonra bu kez kız ve erkek tarafından
davetliler yeni bir düğüne başlarlar.
Köyün ya da mahallenin genç kızları
ise, bir arkadaşının evinde
saklanmakta olan damat için ayrı bir
eğlence düzenlerler. Bu eğlencede
konuşulur, danslar yapılır. Genç
kızların bu eğlence gecesinde damada
bir de küçük şakaları vardır. Bir
Çerkes kızı damadı dansa kaldırır.
Genç kız oturmadıkça damat dansa devam
etmek zorundadır. O dansı bitirmeden
bir başka genç kız dansa girer. Damat
yine devam etmek zorundadır. Böylece
eğlenceye katılan ne kadar genç kız
varsa hepsiyle dans eden damat
yorgunluktan bitap düşer. Neyse ki o
gece gerdek gecesi değildir.
Niseyiş Wored Gelin Şarkısı
Düğünlerde gelin için söylenen
gelenekselleşmiş bir şarkının sözleri:
Bir ailenin gelini Koyun
gibi sessiz Kuzu gibi tatlı sözlü
Tavuk gibi bol yavrulu Cins
köpek kadar sadık Cins at gibi ünlü
Kuş gibi tatlı sesli olsun.
Cıvıl cıvıl cıvıldasın Süpürgeyi
sürüsün Aile kararlarını aşmasın
Elbisesi bol Çocukları yiğit
olsun Doğurdukları yitmesin
Diktiği sökülmesin Fidan boylu,
şık görünümlü İpek dudaklı Gür,
çatal kaşlı Kuğu gibi ak boyunlu
Otururken kumru Uzandığında
aslan gibi olsun...
Sonsöz
yerine
Ünlü Dağıstanlı şair
ve yazar Resul Hamzatov bir şiirinde
"Öyle çok oğlunuzu yitirdiniz ki
dağlılar, / Ölenin ardında
ağlayanların yaşlı gözleriyiz biz"
diyor.
Çerkesler, sürgünden bu
yana geçen 126 yıl içinde çok gözyaşı
döktüklerini ve acı çektiklerini ama
şimdi de kaybolmakta olan dillerinin
ve kültürlerinin ardından ağlamak
istemediklerini söylüyorlar.
Çerkeslerin duyduğu bu korku yersiz
değil. Dünyada Wubıh dilini bilen tek
insan olarak tanınan 83 yaşındaki
Tevfik Esenç ile ilgili belgesel
filmler ve hakkında çıkan yazılar, bu
tehlikenin boyutları hakkında
yeterince fikir veriyor.
İsviçre'de 49 bin nüfuslu Retoroman
halkının konuştuğu Retoroman dilini
korumak için İsviçre hükümetinin
aldığı önlemleri öğrenince, zengin
Kafkas dillerine, kültürüne gereken
önemin verilmemesini anlamak daha da
güçleşiyor. İsviçre radyo ve
televizyonları Retoroman dilinde
düzenli yayın yapıyor. Bu dilin
konuşulduğu yörelerde dördüncü sınıfa
kadar Retoromanca öğrenim yapılıyor.
Çerkesler, İsviçre hükümetinin
Retoroman diline gösterdiği türden
kolaylıkların Türk Hükümeti tarafından
kendilerine gösterilmesini uzak bir
hayal olarak görüyorlar. Onların şu
anda tek istedikleri 1982 Anayasası
ile azınlık dillerine getirilen
yasaklamaların kaldırılması; yani
Çerkesce konuşabilmek ve yazabilmek.
Kafdağı'ndan Anadolu'ya
Çerkesler Ekleri
En çok
kullanılan kelimeler (Adige diliyle)
Kaşen: Kız erkek
arkadaşlığı; farklı bir tür flört.
Xabze: Yazısız yasalar dizini.
Tüm ilişkileri düzenleyen kurallar
bütünü. Yemıku: Ayıp. Bir
Çerkes'e söylenebilecek en ağır
sözlerden biri. Thamade:
Toplantılarda ve yemeklerde yönetici
konumundaki kadın ya da erkeklere
verilen ad. Cegu: Düğün,
eğlence Nart: Çerkeslerin
mitolojik ataları Tha: Çok
tanrılı dinler zamanından bugüne değin
gelmiş en büyük tanrı. Nıbjegu:
Arkadaş, yoldaş, yaşıt. Zexes:
Genç kız ve erkeklerin bir araya
gelip, toplumsal olaylardan evliliğe
kadar her tür konuyu konuştukları ve
eğlencelerin eksik olmadığı
toplantılar
Çerkes
mitolojisi
Kafkas
halklarının atası olan Nartların
Jak'ej adında yaşlı bir prensleri
vardı. Jak'ej, halka etmediğini
bırakmaz, onlara eziyet ederdi.
Nartlar bir gün, düştükleri durumu
görüşmek için gizlice toplandılar.
Yaşlılar, kendilerine bir başkan
gerektiğini söylüyorlardı.
Tam
o sırada Nart Vezirmes’in sesi
duyuldu:
"Ey Nartlar, kimi
ararsanız? Savaşta yol gösteren,
barışta danışmanınız. Gelecekten haber
vereniniz, kısacası bizi gerçekte
yöneten kimdi? Toplantıya katılan
Nart erkekleri koro halinde haykırdı:
"Güzeller güzeli, bilgeler bilgesi
Seteney Guaşe"
Nart Vezirmes de
bunun üzerine "Öyleyse bundan böyle
yöneticimiz de Seteney Guaşe'dir"dedi.
(1)
Nartların mitolojik
kahramanı olan, yarı insan, yarı Tanrı
Seteney Guaşe, güzeldir ve bilgedir.
Nart kurultaylarında çözümlenemeyen
sorunlar O'nun dudakları arasından
çıkan sihirli bir kaç sözcükle
hallolur. Adı, Kuzey Kafkasya
dillerinde "Gül" anlamındadır. O doğan
çocukların da isim annesidir. Doğarken
kulağına üflemediği çocuk geri zekalı
olmaya mahkumdur.
Nartların
atası ise Seteney Guaşe'nin bir kaya
parçasından doğan oğlu Sosrıkua'dır.
Seteney Guaşe’nin dostu Demirci Tlepş
tarafından doğumu gerçekleştirilen
Sosrıkua, doğar doğmaz yedi kez suya
sokulup çıkarılmıştır. Bir ateş topu
halinde doğan Sosrıkua'nın vücudu bu
işlem sonucu çelikleşmiş, ama
topuklarından tutulduğu için o bölümü
etten ve kemikten kalmıştır. Bu yüzden
Nartların ve onların torunları
Çerkeslerin topuklarından çok zayıf
olduğu söylenir. (2)
Sosrıkua'nın bir kaya parçasından
doğuşu, Grek mitolojisindeki "Cyclop"
ve Türk destanlarındaki "Tepegöz'ün
doğuşu" ile benzerlikler taşır.
Sosrıkua, Kuzey Kafkasya dillerinde
ateş saçan ve yakan erkek çocuk
anlamına gelir. Onsuz, Nart öyküleri
çok yavandır. Bu destan kahramanları
öykülere öylesine damgasını vurmuştur
ki o başka uluslarda bir Prometheus ya
da Akhilleus olmuştur.
DİPNOTLAR: 1) Anlatan
Hadjawar Umar, 1971'de Pınarbaşı
ilçesine bağlı Muderey Köyü'ndeki
Yısmeyl Özdemir tarafından
derlenmiştir. 2) Anlatan
Şarmat İsa, 70 yaşında ve Guimbokıt
köyünde doğmuştur
''Ben asimile bir Çerkes'im''
Bir dönemin ünlü sinema oyuncusu
olan şimdi biyoloji ve çevre konusunda
yaptığı çalışmalarla adından söz
ettiren Ediz Hun’un babası Çerkes
annesi Rumelili. Babasının annesi ve
teyzesinin 1850 yılında cariye olarak
Kafkasya'dan Osmanlı Sarayına intikal
ettiğini belirten Ediz Hun, Çerkes
gelenek ve görenekleriyle pek tanışma
fırsatı bulamadığını ama genetik
olarak bazı özellikler taşıdığını
vurgulayarak şöyle diyor:
“Aslına bakılırsa ben asimile bir
Çerkes’im. Babam İstanbul'da doğmuş.
Ben de doğma büyüme İstanbulluyum. Ama
ailemizde babadan bize intikal eden,
benim de uyguladığım bir disiplin
vardır. Bu disiplini çocuklarıma
aşılamaya çalışırım.
Ayrıca
fizik yapım da sanıyorum Çerkes
olduğumun göstergesi. Bildiğiniz gibi
uzun boyluyum ve hiç şişmanlamam. Şu
anda 46 yaşında olmama rağmen kendimi
25 yaşında bir genç kadar güçlü ve
sağlıklı hissediyorum." Bunları
biliyor muydunuz?
Çerkesler
antik kültürlerine çok bağlı bir
halktır.
Çerkeslerde yedi
göbekten kanbağı olmasa bile, aynı
l'ako (klan) soyadını taşıyan kişiler
birbirleriyle evlenemezler.
Gelenekleri buna karşıdır. Her
l'ako'nun "çıpkhe" denilen soy
armaları vardır. O soydan olan
herkesin hayvanı, eşyası, malı o
çıpkhe ile işaretlenir.
Çerkes
köylerinde "ş'haf" ya da “hafı”
denilen yardımlaşma törenleri vardır.
Birinin ürünü toplanırken,
kaldırılırken herkes oraya toplanır,
şarkılar (wored) söyleyerek birlikte
iş yaparlar.
Çerkesler geç
İslam toplumudurlar. Osmanlıların
gösterdiği etkinlikler nedeniyle 17 ve
18'inci yüzyıllarda Müslüman
olmuşlardır.
Müslüman olmadan
önce çok-tanrılı dinleri olan
Çerkeslerin dilinde hala bunun
etkileri bulunmaktadır. Bugün bile
çocuklarına kızan bazı annelerin "Ateş
tanrısı seni alsın" dediği biliniyor.
Bütün bu özellikler, tarihin en
eski örgütlenme biçimi olan ilkel
komünal toplumdan Çerkeslerin bugüne
kadar geleneklerinde yaşattıkları
üstyapı kalıntıları.
Çerkeslerde evlilik yaşı başka
toplumlara göre oldukça yüksektir.
Dünyanın neresinde yaşarlarsa
yaşasınlar bu ortalama erkeklerde 28,
kızlarda 25'dir.
Çerkes
topluluklarında çocuk yalnızca anne ve
babasının değil, herkesin çocuğu
sayılır. Yemek zamanı geldiğinde,
çocuk hangi kapının önündeyse o evde
yemeğini yer. Çünkü Çerkeslere göre
çocuğu eğitim ve yetiştirme görevi
toplumundur. Anne ve babası bu işi
toplumdan iyi yapamaz. Çerkes
aileleri kız ve erkeklerin bir arada
bulunmasından mutlu olurlar. Böylece
aralarındaki sevgi, saygı, arkadaşlık
ve güven duygularının, yani
"Çerkeslik"in gelişeceğine inanırlar.
Çerkesler düğünlerine başka
halklardan insanların katılmasını pek
istemezler. Bunun en önemli nedeni,
oldukça gelişmiş ve kurallı, aynı
zamanda samimi kız-erkek ilişkilerinin
yanlış yorumlanabileceği endişesidir.
Düğünlerde kız-erkek, büyük küçük
hepsi bir aradadır Çerkeslerin. Evli
kadınların dışında herkes halk
oyunlarını oynarlar. Evli kadınlar
yalnızca çok samimi oldukları
kadın-erkek eski arkadaşlarıyla küçük
bir grup oluşturarak oynayabilirler.
Adige dili ve edebiyatı
Adige dili, uzun bir geçmişe,
zengin bir sözlüğe ve köklü bir
kültüre sahip, anlatım dili olarak da
oldukça işlek bir dil kabul ediliyor.
Bu dil çeşitliliğinin ilk kez
Milat'tan Önce 6-7'nci yüzyıllarda
Karadeniz kıyılarında çok sayıda
ticari koloni kurarak Kafkasya'nın
yerli toplulukları ile ticaret yapmaya
başlayan Yunanlılarca saptandığı
söylenir. Tarihin babası olarak anılan
Heredot, Pontuslu saygın bir aileden
gelen Yunanlı coğrafyacı Strabo,
Ortaçağ'da yaşamış Al Mesudi, Arap
gezgin ve coğrafyacısı İbni Havkal,
14'üncü yüzyılda yaşamış Arap
tarihçisi Abdulfida ve ünlü gezgin
Evliya Çelebi, bu zenginliğin farkına
varan, bu konuda bilgiler veren,
tarihçi, yazar ve bilim adamları
olarak anılır.
Günümüz
Kafkasya'sında 35 farklı dil
konuşuluyor(*). Dilbilim dünyasında bu
dillere Kafkas dilleri adı
verilmektedir. Kafkas dilleri Güney
Kafkas dilleri ve Kuzey Kafkas dilleri
adıyla iki gruba ayrılır. Bu gruplar
da kendi içlerinde alt gruplara
ayrılırlar. Çok genel bilgi vermek
açısından Gürcü, Megrel, Abaza,
Çerkes, Çeçen, Lak, Wubıh, Avar
dilleri bunlardan yalnızca birkaçıdır.
Çerkesler kendilerine Adige,
dillerine de Adığabze adını verirler.
Adige dili de kendi içinde iki kola
ayrılır. Batı Adigece dili lehçeleri
Natuhac, Shapsugh, Hak'uc, Bjedugh,
Hatukuay, K'emguy, Yecerakoy, Mamhığ
ve Mehoş. Doğu Adigece dili lehçeleri
ise Asıl Kabardey, Mozdok-Kabardey,
Kuban Kabardey ve Besleney'dir. 1917
Ekim devrimi sonrasında tüm Kuzey
Kafkasya’daki diller gibi Adige dili
de çok geniş imkanlara sahip olmuş.
1920 sonrasında ise Batı Adigece'sinin
edebiyat dili K'emguy lehçesi esas
alınarak geliştirildi. Bu dil şimdi
Adige Özerk Bölgesi ile İsrail'deki
Çerkesler tarafından kullanılıyor.
Doğu Adigece'nin edebiyat dili ise
Asıl-Kabardey lehçesinin üzerinden
geliştirilerek uygulanıyor.
Bugün, ünlü tüm dünya yazarlarının
yapıtlarını: Goethe'den Heine'ye,
Balzac'tan Nazım Hikmet ve Aziz
Nesin'e kadar Adige dilinde okumak
mümkün.
Türkiye'de de ünlü
Adige yazarı Çeraşe Tembot'un "Tek
Atlı" adındaki romanı, Adige öykü
yazarı Kağırmes Boris'in kısa
hikayeleri, Abhaz yazarı Fazıl
İskender'in hikayeleri ve romanları,
Çeçen yazarı Mamakayev'in "Zalimhan"
adlı romanı, bir başka ünlü Abhaz
yazarı olan Şınkuba Bagrat'ın "Son
Wubıh" adlı romanları Kafkas
dillerinden yapılmış olan çevirilerin
yalnızca bir kaçı.
(*)
Dağıstanlı şair ve yazar Resul
Hamzatov'un anlattığı bir öyküye göre,
Tanrı dünyaya dilleri dağıtmış.
Fransa'ya Fransızca, İtalya'ya
İtalyanca vb.. Torbasında daha pek çok
dil kalmış. Kafkasya'ya geldiğinde bu
dil dağıtma işinden usanıp bütün
torbayı boşaltı vermiş.
Janak Fahri'den bir Çerkes Öyküsü
Cennetlik Çerkes'in derdi
Ahirette sorguya çekilen Çerkes'in
günahı az sevabı çok çıkmış. Melekler
yakışıklı adama kanat takıp Sırat
Köprüsü'nden rahatça geçmesini
sağlamak istemişler, ama o kabul
etmeyerek atını istemiş. Başmeleğin
emriyle getirilen demirkırı atını
sürdüğü gibi cennete vasıl olmuş. O
hali ile kapıdan girmek için
zorlayınca “Yoo.. olmaz” demişler, “At
içeri giremez.” Nihayet atını iki
seyis melekle Araf'a yollamaya razı
olmuş. Ama bu kez de ikide bir "Atıma
bakacağım" diye cennetten savuşup
gitmeye başlamış. Görevli melekler
önce biraz bozulmuşlarsa da sonra "Ne
halin varsa gör" diyerek işin peşini
bırakmışlar.
Bırakmışlar ama
Çerkes'in sorunu bitecek gibi
değilmiş. Filan arkadaşını, komşusunu,
ninesini de yanına istemeye başlamış.
Derken mesele anlaşılmış ki bu adam
tüm köy halkını ve mahlukatını da
toptan kendi yanına istiyor. Hem de
çil horoza varıncaya dek.
İstediklerinden bazılarının
cehennemlik olduğu ve cennete
gelemeyeceği söylenince de "Beni de
alın o zaman buradan" diye dayatıyor.
Eee!.. Cennette başkaları da var.
Üstelik birçok kuralın yerine
getirilmesi gerekiyor. Huzursuzluk da
giderek artıyor. Derken çözüm
bulunmuş.
Cennetle Araf
arasında bir "Çerkes Köyü" kurulmuş.
Çerkeslerde üretim ilişkileri
Sürgünden sonra Anadolu
topraklarına yerleşen Çerkeslerin
tarım, endüstri ve ticarette geri
kaldıkları ileri sürülür. Bunun birçok
nedeni olabilir, örneğin, daha çok
dağlık yerlerde yaşamaya, hayvancılık
yapmaya alışmış bir toplumun,
birdenbire farklı bir üretim
ilişkisine geçmekte zorluk çektikleri
söylenir.
Bu konuda görüşlerini
aldığımız öğretmen Cevdet Hapi ile
Kafkas Kültür Derneği yöneticisi
Bülent Jane şöyle diyor:
"Bu
sorunun yanıtı aslında kabileye göre
değişir. Yani, aristokrat kabilelerde
toprağa yaklaşım farklıdır. Sürgün
sırasında feodal düzene gelebilmiş
olan toplumların muhaceretteki
yaşamları da diğerlerine göre farklı
olmuştur. Demokratik üretim biçimini
sürdüren kabileler de farklı biçimde
toprakla ilişkiye geçmişlerdir.
Ticarette başarılı olamamalarının
nedeni Çerkeslerin kapitalist
ilişkisini kendi iç dinamikleriyle
yaşamamış olmalarıdır. Yani onlar iç
dinamikleriyle kapitalist topluma
geçemediler. Çünkü 1864 yılındaki
yenilgi ve sürgün Çerkeslerin iç
dinamiğine müdahale edildiği bir
tarih. Bu yüzden o tarihteki toplumsal
durum neyse sürgündeki yapıları da
aynı oldu. Ama Çerkeslerin tarımda
başarısız oldukları söylenemez. Bunu
bazı İngiliz yazarları bile Kuzey
Kafkasya'ya yaptıkları ziyaretlerden
sonra belirtmişler, ekili arazileri
İngiltere'nin Yorkshire’ına
benzetmişlerdir. Bunun yanısıra
dokumacılıkta, altın işlemeciliğinde
ve hayvancılıkta da çok ileri
gitmişlerdi.”
Kuzey Kafkasya
Hak Dansları
İSLAMBEY:
Kıvrak, dinamik ve soloların sıkça
yeraldığı bir dans. Adigelerde Islamey
olarak adlandırılan dans, Çeçen,
Maggalon ve Lezginka olarak da
bilinir. ZEFAK'O: Düğünlerde
ve toplantılarda genellikle açılış
dansı olarak yapılır. Kafe adıyla da
tanınan bu dansta yarım ay şeklinde
ortaya çıkılır ve çiftler birleşerek
dönerler. Kuzeybatı Kafkasya'da
oynanır. ZAK'UE KAŞO:
Düğünlerde oyunlarıyla ve
tavırlarıyla, Thamade denilen toplum
büyüklerinin beğenisini kazanan genç
kız ve erkeklerin tek başına
oynatılarak onurlandırılmasıdır.
ŞİMD: Daha çok Osetler
tarafından oynanan ve Şımga da denilen
bu oyunun adı "Dön, dönerek oyna"
anlamına gelir. L'EPETET:
Düğün ve eğlencelerde İspanyol
Kastanyetlerinin çıkardığı sesleri
çıkaran ve Pihaçiç denilen ritm
aletiyle oynanan halk dansı. Hareketli
bir kız dansıdır. WUIC:
İlkel komünal toplumda, çok tanrılı
toplumda orman tanrısına, yıldırım
tanrısına tapınma biçimi olan bu dans,
zamanla geçirdiği estetik evrimle
bugünün Kuzey Kafkasya halklarının en
yaygın dansı haline gelmiştir.
MELAKHO: Adige dilinde çoban
anlamını taşır. Sürülerini otlatmaya
götüren çobanların biraraya gelip
aralarında eğlendikleri ve hünerlerini
gösterdikleri bir dans türü.
CESTEŞ: Erkeklerin olmadığı ve
kızların kendi aralarında toplandığı
eğlencelerde oynanan, kızların tek tek
hünerlerini gösterdiği dans.
ZIĞATLAT: Tleperüs adıyla da
bilinen, coşku, sürat ve dinamizmin
sergilendiği bu dansta, bir de
erkekler korosu vardır ve müziğe eşlik
ederler.
Çerkeslerde sofra
geleneği bir eğitimdir
Çerkeslerde sofra ve yemek geleneksel
kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması
ve geliştirilmesinde çok önemli bir
yere sahiptir. Çerkesler ne ikram
edilirse edilsin, her zaman büyük bir
alçak gönüllülükle sofralarından
"Şığu-P'aste Ane" yani "Tuz-Çerkes
Pastası Sofrası" olarak sözederler.
Sosyal durumu ne olursa olsun hiçbir
konuğa saygıda kusur etmeyen
Çerkeslerin sofrasında daima Thamade
adı verilen bir büyük bulunur.
Sofranın baş köşesinde oturan Thamade
yemek boyunca kalkmaz ve yemeğini de
herkesten sonra bitirir.
Yemek
devam ettiği sırada dışarıdan gelen
biri olursa "Gupmaohapşıy" yani
"Uğurlu topluluk olasınız" diyerek
masada oturanları selamlar. Thamade
böylesi durumlara daima hazırlıklıdır.
Hemen yeni bir tabak ya da sofrada
içki içiliyorsa kadeh getirterek
konuğa uzatır. Bu onun topluluğa kabul
edildiğini gösterir. Yemekte, eğer
kurban kesilmişse, kurbanın yarım başı
getirilip Thamade'nin önüne konulur.
Yarım başın Kuzey Kafkasya kültüründe
özel ve çok önemli anlamları, buna
uygun olarak da özel kuralları vardır.
Yemeğin başlangıcında "güzel söz"
olarak adlandırılan bir konuşma yapan
Thamade, daha sonra belli kurallar
çerçevesinde diğer kişilere de söz
verir. Söz hakkı düşmeyenlerin de
nazik ifadelerle gönlünü alır.
Thamade, yemeğin sonunda, her
başlangıcı olanın bir de sonunun
olması gerektiğini belirterek ev
sahibesini çağırır, ona aileye ve tüm
hizmet edenlere iyi dilek ve
teşekkürlerini bildiren bir konuşma
yapar.
Çerkes yemeklerinde
çeşitten çok gıda değeri, gösterişten
çok lezzet aranır. Az ve kuvvetli
yemek yemeyi seven Çerkeslerin şişman
olmamaları da beslenme biçimleriyle
yakından ilgilidir.
Çerkes
kızları için "Bir dirhem et bin ayır
örter" felsefesi kesinlikle geçerli
değildir. İnce ve narin olmaları
özendirilen Çerkes kızları, eğer
yemeği fazla kaçırırlarsa hemen
büyükler tarafından uyarılır.
Çerkeslerin ünlü yemekleri
Haluj: İnce açılmış yufka,
üçgen şeklinde kesilerek içine peynir
ya da şekerlenmiş kestane konulur.
Yağda kızartıldıktan sonra yoğurt,
kaymaklı süt, tereyağı ya da balla
yenilir.
Adige Kuayej
(Çerkes Peyniri): Süt ve iki-üç
gün bekletilmiş ekşi yoğurt suyu ile
hazırlanır. Süt ocağa konur, kaynama
derecesine yaklaşırken üzerine kepçe
ile azar azar yoğurt suyu ilave
edilir. İçinden beyaz topaklar ve
yeşil su çıkıncaya kadar hafif ateşte
bırakılır. Tel süzgeçte süzülür. Şekil
vermek için bir iki kez çevrilir. Ilık
iken iki tarafı isteğe göre tuzlanır.
Çerkes Tavuğu: Hazır bulundurulan bir
tavuğun göğüs etleri haşlanır ve küçük
küçük didiklenir. İki bardak ceviz de
bir havanda ezilinceye kadar dövülür.
İnce tülbent içine konularak hafifçe
sıkılır ve yağı süzdürülür. Kalan
cevize bir dilim ekmek içi, bir diş
sarımsak, biraz kırmızı biber ve
karabiber ilave edilerek bu karışım
yeniden ezilir. Bu karışıma tahin
kıvamına gelinceye kadar tavuk suyu
eklenerek karıştırılır. Sonra bu
karışımın yarısından biraz fazlası,
didiklenmiş tavuk etlerinin üzerine
dökülür ve ezercesine yeniden
karıştırılır. Diğer yandan kalan
ezilmiş ceviz üzerinde ceviz yağı ve
kızdırılmış tereyağı gezdirilir ve bu
karışım tavuklu ceviz karışımın
üzerine dökülür. Bu yemek de yine
Çerkes Pastasıyla yenir.
|