Bu yazı,
en eski dinlerin izlerinin, çok
yakınlara kadar nasıl Hıristiyanlık
içinde de süregeldiğine tanıklık
ediyor.
Kuban Nehrinin
ağzından, Karadeniz'e dökülen küçük
Şapzuha Irmağına kadar uzanan
topraklarda bir zamanlar Latin
Hıristiyanlığı hüküm sürüyordu. Bugün
hala bu yörede Latin harfleriyle
yazılmış kitabelere, üzerlerinde
tahtadan yapılmış veya taştan basitçe
oyulmuş haçlar bulunan anıt-mezarlara
rastlanıyor. Müslümanlığı yeni kabul
etmiş olanlar, bu mezarları buldukça,
adeta şevkle, yok ediyorlar.
Dağlıların, içlerini iyice
araştırdıkları anıt-mezarlarda Latin
harfli kitabeler, Cenova
Cumhuriyeti'nin arması işlenmiş
silahlar, yine önemli miktarda Cenova
işi altın ve gümüş para bulunuyor.
Bulunan silahlar arasında kılıçlar
çoğunlukta, öylesine ki, bu
silahlardan her mezarda on tane ya da
daha çok sayıda bulmak mümkün.
Bu silahlı, girişken Cenovalı
tüccarların merkezi, Abaza yöresinin
kuzeyindeydi. Mallarını Kırım'daki
Theodosia'dan (Kefe'den) Anapa,
Soğucak ve Gelencik'e yolluyorlardı.
Bu noktalardan Kuban'a üç yol
gidiyordu ve nehrin sağ yakasını
izleyen kervanlar, Azak Denizi'ne
kadar uzanabiliyordu. Bu yollar,
Cenova pazarı ile kuzeydeki Türkistan,
İran ve Çin arasında bağlantıyı
sağlıyordu. Bugün bunlardan fazla bir
iz kalmadı. Kalanların en önemlileri,
Mesib'den başlayıp dağlık araziden
geçerek Abin Nehrine ulaşan, kayalar
oyularak açılmış ve öldükçe iyi
sayılabilecek bir yol; Aberde
ormanında bir yol olduğunu gösteren
kimi izler; duvarları Avrupa usulü
yapılmış konut kalıntıları; nihayet
Şipsahur'daki yüksek bir dağın
zirvesine yapılmış bir savunma
kulesinden geride kalanlar...
Mezarların üstündeki toprak yığınları
hala duruyor. Bir de harabe haline
gelmiş, çok derin olması gereken,
ancak Avrupalı işçilerin yapmış
olabileceği bir kuyu var. Ama
içlerinde en güvenilir kanıt,
anıt-mezarlar. Adigelerin Katolik
inancını Cenovalılardan aldıklarını,
yabancıların geri gitmelerinden sonra
ise bir inanç karmaşasına düştüklerini
ve bunlardan günümüzde sadece
Hıristiyanlığın sembolü olan haçın
(istavroz) kaldığını kesin gibi kabul
edebiliriz. Bu kutsal sembole hala
saygı gösterildiğini, Müslümanlığın
güçlü etkilerine karşın, tüm evlerde
bulunmasından çıkarmak mümkün.
Namazlıklara çoğu kez iğne ile
işlenmiş veya dokuma sırasında
yapılmış haçları gördüğümde hayret
ettim. Evet, yeni Müslüman olmuş biri,
başını eğip, anlamından habersiz
olduğu haçın üzerine alnını koyuyor.
Ve gerçekten, yerli halktan
hiç kimse, bana haçın anlamını
açıklayamadı. Bu kutsaldır, çünkü
büyük Tha'nın (Tanrı'nın) oğlu
Yezha'nın da (İsa'nın da) haçı
vardı... Mara'nın da (Meryem, Maria)
büyük, ilahi bir saygınlığı var. Ona
Tha-Nan (Tanrı Ana) olarak saygı
gösteriliyor. Ama acaba o, babanın mı,
yoksa oğulun annesi mi, bilmiyorlar.
Bu adlarla haçın dışında, Hıristiyan
inancıyla ilgili en ufak bilgileri
yok. Adige ülkesinde en büyük bayram
olarak Temmuz ayı içerisinde Mara'nın
(Meryem'in) yeryüzünden gökyüzüne
çıktığı gün kutlanır. Rivayete göre
Mara, o gün yeryüzüne iner, şenliklere
katılır, kendisini anımsayanları
takdis eder ve insanları kötülüklerden
korur. Ama onu kimse göremez. Bir
zamanlar Hıristiyan olan bu küçük
halkın dinsel adetleri hakkında okura
bir fikir vermek için, başından sonuna
kadar dikkat ve ilgiyle izlediğim
törenlerinden birini geniş bir şekilde
anlatmak istiyorum.
1858
yazıydı. Bşar Nehri boylarında yaşayan
dağlı halkların nüfus sayımı,
vergilendirilmesi gibi işleri organize
ediyordum. Bir sabah bir heyetin
geldiğini haber verdiler. Sakalları
kar beyazı altı yaşlı adam, beni
geleneksel ibadet törenlerine davet
ediyorlardı. Yerli halktan pek çok
kişi, askerlerimden bazılarının
göğüslerinde küçük haçlar taşıdığını,
ayrıca benim ve bazı askerlerimin Bşat
Dağında yol boyunca dikilmiş haçların
önünden her geçişimizde anayurdumuz
Polonya geleneklerine göre keplerimizi
çıkardığımızı farketmişti. Halbuki
Çerkes, Türk ve yeni Müslüman olmuş
bir Adige bu simgelere (haçlara) hor
bakmakta veya küçümsediğini açığa
vuran jestlerle onları selamlamakta,
ara sıra da kırıp yok etmektedir.
Yaşlılar bana tüm bunların dağlarda
ağızdan ağıza dolaştığını söylediler
ve halk bu nedenle bizim törende
bulunmayı reddetmeyeceğimizi ümit
ediyordu. Daveti kabul etmemektense,
bu törende bulunmayı çok istiyordum.
Öğle saatlerinde iki subay, sekiz
asker, gelen heyet ve ona katılmış
olan yüzden fazla atlı bir grupla
birlikte karargahımdan bir saat
uzaklıktaki tören alanına gittim.
İbadet için hazırlanmış yeri
gördüğümde, burası bana, Druydelerin¹
kutsal ormancılıklarını anımsattı.
Çok büyük, yüzyıllık meşe ağaçları
bir daire oluşturmuştu. Onların koyu
gölgeleri ortadaki işlenmemiş taştan
yapılma bir sunağa vuruyordu. Sunağın
üstünde büyük ve çok eski, tahtadan
kaba yapılmış bir haç yükseliyordu.
Masanın etrafında boynuzlarından
delikanlıların tuttukları dört tosun,
sekiz koyun ve sekiz teke
sıralanmıştı. Sunağın taş yüzeyinin
öne doğru uzanmış olan kısmı üstünde
içlerinde ekmek, buğday ve mısır
unundan yapılmış kekler, bal ve
tereyağı bulunan çanaklarla, süt ve
şuate2 dolu kaplar vardı. Büyük taş
masanın tam karşısında, kurbanlık
hayvanların ortasında uzun boylu,
oldukça dinç, güzel gümişi sakallı,
başı açık bir adam duruyordu. Onun iki
yanında birer erkek çocuk dikilmişti.
Soldaki çocuk, birbiri üstüne konmuş,
tahtadan yapılmış üç çanağı tutuyordu.
Soldaki çocuk, tuttuğu yuvarlak bir
tahtanın üstünde ise, değişik
büyüklükte üç bıçak vardı.
Kalpaklarını koltuklarının altına
sıkıştırmış olan erkekler büyük taş
masanın etrafında yarımay şeklinde
geniş bir halka oluşturmuşlardı.
Onların biraz gerisinde çok sayıda
kadın ve kızdan oluşan bir grup vardı.
Taş masadan yüz adım kadar ötede,
yarımay şeklinde yanan otuz civarında
ateş bulunuyordu. Ateşlerin üzerine
asılmış olan büyük kazanlarda su
kaynıyordu.
Uzun boylu yaşlı
adam taş masanın önünde dua ediyordu.
Bakışları, sabit bir şekilde, anlamını
bilmediği kurtuluş işaretine (haça)
dikilmişti. Biteviye dua ediyor,
dudakları oynuyordu; ellerini bazen
yukarıya kaldırıyor, bazen göğsünün
üstüne haç şeklinde indiriyordu. Bu
hareketi öbür erkekler de
tekrarlıyorlardı. Ben duanın sözlerini
anlayabilmek için olabildiğince
yaklaştım. O sıralar Adige dilinde
konuşulan her şeyi hemen hemen
anlayabiliyordum.
Tha dahe,
Tha şuba, tamişkı, Yezha
Tha-ok, Mara Tha-nan, Tha, Tha!
Anlamı şu: Güzel Tanrı, Biz
zavallılar, dua ediyoruz sana, İsa
Tanrı'nın oğlu, Meryem Tanrı'nın
annesi, Tanrı,
Tanrı!
Toplantıya
katılanların tümünün; erkeklerin
derin, iniltili; kadınların ise
uzatılmış ağlamaklı sesleriyle
tekrarladıkları bu sözler dua boyunca
kulağıma çarptı durdu. Başka bir söz
tutamadım aklımda. Ve daha sonra
ihtiyar, duasının anlamını sorduğumda,
esrarlı bir tavır takındı, konuşmak
istemedi. Bu zavallının kendisinin de
söylediklerinden bir şey anlamadığına
eminim. Ne o haç çıkardı, ne de orada
bulunanlardan biri...
Törene katılanlar hemen
hemen çeyrek saat kadar yaşlı adamın
dualarını tekrarlayıp şarkı
söyledikten sonra, ortalık biraz
duruldu. Yaşlı adam, kalpağını giydi.
Bunu öteki erkekler taklit ettiler. O,
sağındaki erkek çocuğa yönelip çocuğun
tuttuğu tahtanın üzerinde duran
bıçaklardan birini alarak bana doğru
döndü ve yaklaşmam için işaret etti.
Sonra bıçağı bana uzattı. Ben bıçağı
yanımda durana vermeliydim. O ya
yanında durana..
Bıçak bu
şekilde hızla elden ele dolaştıktan ve
ona tüm erkekler dokunduktan sonra
yaşlı adama geri geldi. O şimdi
solunda duran çocuğun elinden bir
çanak alarak kurbanlık hayvanı
kendisine getirmeleri için işaret
etti. Altı güçlü delikanlı, tosunu taş
masanın ortasına gelecek şekilde
yatırdılar ve onu yaşlı adamın sürekli
Tha vb. gibi sözler mırıldanarak
boğazını kesinceye, kanını da çanağa
toplayıncaya kadar tuttular. Kesilen
hayvan uzaklaştırıldı ve öteki üç
tosun da aynı şekilde bıçak altına
yatırıldı. Hayvanlar pişirilecekleri
yere, ateşin yanına taşındılar.
Yaşlı adam gözlerini, ellerini ve
kanlı bıçağı haça doğru kaldırarak
malum duaları yüksek sesle okudu.
Herkes bunu tekrarladı. O daha sonra
çocuğun tuttuğu tahtanın üzerindeki
ikinci bıçağı aldı. Bu bıçak da tıpkı
birincisi gibi tur yaptıktan sonra
geri geldi ve onunla sekiz koyun
kesildi. Koyunların kanı ikinci
çanakta toplandı. Yeniden haça doğru
dönerek kısa bir dua okundu. Ardından
üçüncü bıçağa herkes aynı törenle
dokunduktan sonra onunla da tekeler
kesildi. Son olarak da yeni kısa bir
dua okundu. Yaşlı adam, şaşılacak
zindeliğine ve becerikliliğine karşın,
ki bunu kurbanlık hayvanları keserken
kanıtlamıştı, görünür bir şekilde
yorulmuştu. Kesme işi bir saatten
fazla sürmüştü. Kurban kanıyla
doldurulmuş üç tahta çanak, taş
masanın sağında duran plaka üzerine
konuldu. Ve az sonra yaşlı genç
herkes, elindeki bir mendil veya bez
parçasını, olmazsa sadece parmağını
kana banmak için çanaklara doğru
itişerek yaklaşmaya başladılar. Bunu
insan ve hayvan hastalıklarına ve
büyüye karşı bir çare olarak
görüyorlar. Pek çok erkeğin de
silahlarının üzerine bir damla kan
damlattığını gördüm. Ama sormama
rağmen bunun kendilerine nasıl bir
yarar sağlayabileceğini öğrenemedim.
Birinci bölüm son buldu. Şimdi
ikincisi başladı. Bekar gençlerin
tamamı kazanların bulunduğu ateşin
yanına gittiler ve hayvanların
derilerini yüzmeye, etleri kıymaya,
ziyafet yemeğini hazırlamaya
başladılar. Bana refakat eden
Avrupalıların canları sıkıldığından,
tümü ateşin yanına gittiler. Ama ben
ayini hazırlıksız yöneten rahibi
gözden kaçırmak istemedim. Bundan
sonraki bölüm için, evli kimselerin
ibadeti denebilir. Yaşlı adam, haçtan
birkaç adım ötede ayakta duruyordu.
Erkeklerle kadınlar değişik dilek ve
dertlerini onun aracılığıyla Tha'ya
iletebilmek için birbiri ardınca
geliyorlardı. Birisinin çocuğu
hastalanmıştı, ikincisi ürünü
kaybetmişti. Bunun hayvanları ölmüştü.
Öbürünün kardeşi Rusların yanında
tutsaktı. Birisi düşmana saldırmak
istemişti. Bir başkasının karısı
kısırdı. Üçüncü kadın ise hep kız
doğuruyordu. Hiç oğlu olmuyordu.
Yaşlı adam herkesin bu ve buna
benzer dileklerini büyük bir
ciddiyetle dinliyordu. Sonra taş
masaya gidiyor, kalpağını koltuğunun
altına sıkıştırıp bir süre
mırıldanıyordu. Ardından, sırası
geleni dinlemek için yeniden eski
yerine dönüyordu. İnanç sahiplerinden
birisi aşikar bir şekilde kızgın ve
tamamen isyankardı. "Ne yapıyor o,
büyük Tha" diye yüksek sesle ve şimşek
şimşek gözlerle bağırdı. "Ona karşı
yapmam gereken görevlerde ben hep ilk
sıradayım. En güzel hayvanlarımdan, en
iyi balımdan fedakarlık ediyorum. Ve
annem ise iki yıldır yatalak. Ne
yaşayabiliyor, ne de ölüyor. Eğer o
hiç kimse ile ilgilenmezse, ne olur
sonra! Herkes onu terkeder, yeni Tanrı
Allah'a ve Muhammed'e gider. Pek çok
kimse de zaten böyle yaptı". Bu
tehdidin yaşlı adamın hiç hoşuna
gitmediği görüldü. Öteki Adigeler
tarafından da adamakıllı haşlanmış
olan şikayetçiye sert bir şekilde
çıkıştı ve büyük Tha'yı Allah'la
Muhammed'e karşı belagatla savundu.
Şimdi ayinin Hıristiyan'ca olan
bölümü başladı. Yaşlı adam, taş masaya
gitti, eline büyük bir parça pasta
aldı ve toplanmış olanlara dönerek
ciddi bir sesle konuştu: "Büyük Tha
için getirmiş olduğunuz ekmek, onun
masasında durdu ve böylece
kutsallaştı. Bu ekmekten yiyin, o size
şans getirecektir." Pastadan
koparttığı küçük parçaları orada
bulunanların bir kısmına dağıttı. Daha
sonra içi Şuate dolu bir kase aldı ve
herkes bundan sırayla içti. Yukarıda
da belirttiğim gibi, törenin bu
bölümüne evli erkekler ve kadınlar
gelmişlerdi. Bu törenin,
Hıristiyanlıktaki kutsal akşam
yemeğinin dağıtılmasıyla pek çok
benzerlikleri var. Hıristiyanlığın ilk
dönemlerindeki bir ayinde bulunuyormuş
gibi oldum.
Herkesin pastadan
payına düşen parçayı yemesinden ve bir
yudum Şuate'sini içmesinden sonra,
yaşlı adam kendisinden sonra koronun
da tekrarladığı malum duayı bir kez
daha okudu. Böylece ayin sonra erdi.
Çoğu kimse, ateşlerin yanına gitmişti,
ötekiler de kutsal ağaçlığın
gölgesinde gruplar oluşturdular.
Herkes yemeği bekliyordu.
Yiyecekler hazırlanır hazırlanmaz
yemekler taşındı. Genç kızlarla
delikanlılar Adige geleneklerine göre
yaşlı olanlara hizmet ettiler. Herkes
altılı veya sekizli küçük gruplar
halinde alçak, yuvarlak masaların
etrafına oturdu. Bulgur gibi
hazırlanmış olan darı ile kaynatılmış
kurbanlık hayvanlar, asla iştahsızlık
çekmeyen dinç Adigelerin
dişleri arasında yok oldular.
Getirilmiş olan muazzam miktardaki
yiyecek maddesinden kemikler dışında
bir şey artmadı. Bir yerleşim
bölgesinin bin kişiyi aşan tüm
yaşayanları ziyafete katılmıştı.
Ne var ki, taş masanın üzerinde
duran yemeklere dokunulmuyor. Bu
yemekler ya yolunu şaşırmış bir
yolcuyu güçlendirmek için ayrılmış
sayılıyor veya büyük ruh gecenin
sessizliğinde onları hizmetkarlarına
aldırtıyor. Bu da büyük bir uğura
işaret sayılıyor. Duyduğuma göre bu
mucize daima gerçekleşiyormuş. Ama
ben, saygıdeğer rahipten, bu konuda
emeği geçmiş olabileceğinden kuvvetle
şüpheleniyorum. Kurban bıçakları,
çanaklar ve kurban derileri de yasal
olarak onun hakkına düşüyor.
Düşünceli bir halde atla karargaha
döndüm. Nedendir acaba? Onlar da bizim
gibi aynı ırktan bir halk.
Hıristiyanlıktan, en azından yüzeysel
de olsa, vazgeçmemiş. Kendisini barbar
olarak nitelendiremeyiz; pek çok
Avrupa ülkesindeki çiftçilerden daha
uygar. O ki, söylemek gerekirse,
Avrupa'nın kapılarında oturmakta ve
nüfusu birbuçuk milyon. Nedendir
acaba, diye düşündüm, Katolik ve
Protestan misyoner gruplarından
hiçbiri İncil'in tohumlarını bu hazır
toprağa serpmeye kalkmadı? Ama
misyonerler Çin'e, Japonya'ya, Afrika
içlerine ve Avustralya'ya gidiyorlar.
En aşağı ırkları, Papuaları ve ateşe
tapanları Hıristiyanlaştırmak için
denemeler yapıldı. Fakat en güzel,
ayrıca doğaçtan en zeki halkların
manevi kurtuluşu için ise kayıtsız
kalındı. Yüzyıllardır dinin Avrupa'da
politikanın arkasında kalma
zorunluluğu üstüne, kendime bir yanıt
veremedim. Böylece, güçlü Türkiye'nin
bu ülkeler üzerinde hak iddia etmesi
süresince Babıali'nin öfkesi dinsel
bir propaganda ile uyandırmaktan
çekinildi.
Bugün ise güçlü
Rusya bu ülkeleri zaptetmeye
çalışırken çarların hoşnutsuzluğunu
tahrik etmekten korkuluyor. Türkiye
ülkeyi boyunduruk altına almak için
girişimlerde bulunduğu sürece, ülke,
en azından bazı geleneklerde
Hıristiyan olarak kaldı; Rusya
saldırmaya başladığında Müslüman oldu.
Globus, cilt 2, sayfa 378-380,
Hildburgshausen 1862
1)
Druyde: Putperest dönemde Kelt din
adamlarına verilen isim. Köken olarak
Galce'den gelmektedir.
2) Şuate:
Kuzey Kafkasya'da yapılan geleneksel
bir içki türü. Temel malzemesi, bal ve
meyvadan oluşmaktadır. Sistem olarak
mayalamaya dayanır.
|