KAF DAĞI'NDAN ANADOLU'YA ÇERKESLER
Fuat Uğur
Güneş Gazetesi, 22-26 Ağustos1990
                         
...................
 
...................

Anayurtlarından koparılıp 126 yıl önce sürgün edilen Kafkasyalıların sayısı bir milyon civarında...

Öbür denizin çocukları ya da Adigeler


Sunuş

Uzun süredir tanıştığımız halde Çerkes olduğumu yeni öğrenen bir arkadaşım, geçenlerde elime bir kaset tutuşturarak "bunu mutlaka dinle, beğeneceksin" dedi.

Akşam eve gidip kaseti dinlemeye başladığımda, odama yıllarca önce unutmuş olduğum ya da unuttuğumu sandığım tanıdık, sıcak melodiler yayıldı. Çerkes müziğinin ağır nağmeleri, yaz gecelerinin eğlencelerini canlandırdı gözümde.

Evet, bunlar özellikle yaz aylarında; tanıdık kimin düğünü, toplantısı varsa dolaşılan günlerde, yaklaşık 30 yıl öncesinde kalan ezgilerdi. Ama kasetteki parçalarda, hatırladıklarımdan farklı olarak yaylılar, davullar ve piyano da vardı. Çok sesli bir özelliğe sahip olan Kafkas müziği tümüyle Batı normlarına uygun hale getirilmişti. Band ise Türkiye'de değil, Kafkasya'daki Adige Özerk Bölgesi'nde doldurulmuştu.

Ancak ne var ki Türkiye'de Çerkes şarkılarını dans müziklerini bu şekilde orkestrayla çalmak mümkün değildi. Oysa ülkemizde bir milyona yakın Çerkes ve diğer Kafkas halkları yaşıyordu.

O halde bu insanlar neredeydiler, ne yapıyorlardı? Kendi kökenleri ve tarihsel geçmişleri hakkında neler biliyorlardı? Daha da önemlisi, Türkiye, Çerkesleri ne kadar tanıyordu?

"Oşhamafe'nin çocukları", yani Çerkeslerle ilgili yazı hazırlama düşüncesi bu sorulara yanıt ararken ortaya çıktı.

Yıllardır dillerini, adet töre ve geleneklerini kaybetmemek için çaba harcayan Çerkeslerin varolma mücadelesi, şimdi daha da yoğun biçimde sürüyor. Hatta birçoğu kültürel kimliklerini yitirmemek için anavatanlarına, yani Kafkasya'ya dönmeyi düşünüyor. Şimdiden Türkiye'den Kafkasya'ya giden ve yerleşen 100'e yakın Çerkes var.

Sanılanın aksine çok geniş bir tarihi geçmişe sahip olan Çerkeslerin Kafkasya ve Türkiye'deki serüvenleri kuşkusuz bir yazı dizisinde tam anlamıyla anlatılamaz. Ama unuttuğumuz bu insanları en azından biraz olsun tanımamızı sağlayabilir.

Resmi tarih, Çerkesleri, Kafkasyalı Türkler olarak tanıtırken, Çerkes köylerine komşu olan Türk köylerinde oturanlar onların ayrı bir ulus olduğunu biliyorlardı.

Çerkesler kendi aralarında konuşurken “Adige misin?” ya da “Adığabze (Çerkesce) bilir misin?” diye soruyorlar. Çerkesler kendilerini "Adige" olarak adlandırıyorlar.

O uzak diyarda ardında yüksek dağların,
Bulutların dalga-dalga olduğu yerde,
Köyüm var benim, gölgesinde ormanların,
Ve dağlarım var, taşıyorum yüreğimde,

Çerkes şairi Raisa Ahmatova’nın yurt sevgisini anlatan şiirinin ilk dörtlüğünü okuduğumda, o uzak diyardaki ülkenin neden hala bizler için alacakaranlıkta olduğunu düşündüm. Henüz, ne Kaf Dağı'nın arkasındaki insanlar 126 yıl önce sürülmüş ataları ve onların çocuklarını yeterince tanıyabiliyordu ne de sürgündekiler uzak akrabalarından haberdardı.
İki kıta arasında bir Çerkes eğeri gibi duran Kafkasya süvarisini üstünden mi atmıştı, yoksa süvarisi mi onu terkedip gitmişti?

Çerkesler kimdi? Nasıl insanlardı? Nerelerde yaşamışlardı ve şimdi nasıl yaşıyorlardı? Bugün kültürel özelliklerini sürdürebiliyorlar mıydı? Onların dili, gelenekleri, görenekleri ve töreleri hakkında neler biliyorduk?

Kaf Dağı'nın öte yanındakileri zaten tanımıyorduk. Bunun fiziki sosyal ve politik birçok nedeni vardı kuşkusuz. Ama ya Türkiye'dekiler? Geçen yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı topraklarının dört bir yanına dağıtılan Çerkesler?


Çerkesler ve resmi tarih

Onları uzun yıllar, saraydaki cariyeler, sert bakışlı, ince uzun boylu erkekler, dans ederken kuğu gibi süzülen genç kızlar ve kurallara düşkün eski bir "Türk boyu" olarak tanıdık. Ve onları televizyonlarımızda ulusal yada uluslararası folklor yarışmalarında, bildiğimiz Ramazan davulu eşliğinde "Kars Ekibi" olarak izledik.

Resmi tarih onları bize Kafkasyalı Türkler olarak tanıtırken, yakın zamana kadar ne Çerkeslerin içinden ne de tarihçilerden gerçeği anlatan çıkmadı. Oysa Çerkes köylerine komşu olan Türk köylerinde oturanlar, onların ayrı bir ulus olduğunu zaten pratik deneyleriyle biliyor ve anlıyorlardı.
Okullardaki tarih kitaplarında Çerkes Ethem dışında -o da olumsuz- bu ulus hakkında tek bir söze bile yer verilmemesi ise ayrı bir özellik olarak ortada duruyor.

Genellikle adet, töre ve geleneklerine aşırı derecede hassasiyet gösterimi bildiğimiz Çerkesler, yeterince tanındıkları kanısında değiller. Buna örnek olarak önce "Çerkes" sözcüğünü gösteriyorlar. Çünkü hiçbir Çerkes kendi aralarında konuşurken bu sözcüğü kullanmıyor. Birbirlerine, tanıdık gördüklerine "Adige misin?" ya da "Adığabze (Çerkesce) bilir misin? " diye soruyorlar. Yani Çerkes halkı kendisini Adige olarak adlandırıyor.
Çerkes kelimesinin, milattan önce Yunanlıların Kafkasya'nın Karadeniz kıyılarında karşılaştıkları insanlara Kerketai-Kerket demelerinden türediği sanılıyor. Bu kelime Türk ve Ruslar tarafından Çerkes, Araplar tarafından da Şerkes ya da Çerakes olarak kullanılmakta. Oysa 1864 yılından itibaren Adigelerle birlikte ve daha sonra Osmanlı topraklarına sürülen Çeçenler, Osetler, Lezgiler ve Dağıstanlılar da uzun yıllar Çerkes olarak nitelenmiş. Sürülenlerin çoğunluğunu Adigelerin oluşturması üzerine daha az sayıdaki diğer milletlere de Çerkes denilmesi, bu yüzden kavram kargaşasına yol açmış. Bu kargaşanın yalnızca Türkiye değil Sovyetler Birliği'nde de yaşandığı biliniyor. Stalinist uygulamalar sonucu Kuzey Kafkasya'da yaşayan Adigelerin, Karaçay-Çerkes, Adige Özerk Bölgeleri ile Kabartay-Balkar Özerk Cumhuriyetleri olarak üçe bölünmesi bunun örneği olarak gösteriliyor.

Ancak binlerce yıl bir arada yaşayan Oset, Dağıstan, Çeçen, Karaçay, Balkar ulusları, yaşam biçimleri, gelenek ve görenekleri, inançları, giyimleri, evleri, köyleri, karakterleri, insan ve doğaya bakışları ve kültürleriyle birbirlerine çok benziyorlar. Bu nedenle de Osmanlıların ve Sovyetlerin bu halkların tümüne birden Çerkes demeleri uzun süre kabullenilmiş. Ama, bugünün Çerkes aydınları, sözkonusu ayrımın netleştirilmesi gerektiği düşüncesiyle artık açıkça "biz Çerkes’iz, yani Adige’yiz" diyebiliyorlar. Nitekim Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Bülent Jane, yıllarca Kafkasya'dan Anadolu'ya sürülmüş diğer halklarla aynı kaderi paylaşıp, aynı çatı altında örgütlendiklerini, bunun o dönemin koşulları içinde doğru olduğunu belirterek, "Son yıllarda belgeler açıklanıp tarihi gerçekler ortaya çıkınca sancısız bir şekilde herkes kim olduğunu belirledi ve ayrı örgütlenmelere gittiler. Bu yüzden, bugün Abaza diye bilinen Abhazlar, Çeçenler ayrı dernekler kurarak kültürel faaliyetlerini sürdürüyor" diye konuşuyor.

Kuzeybatı Kafkasya'da yaşayan ve Kafkasya'nın otokton halkından olan Adigelerin en eski ataları ise Meotlar. Milattan önce 8. yüzyılda, yine Kafkasya kökenli olan Kimmer kabile konfederasyonu içinde bir alt konfederasyon olan Meot-Kimmer kabilelerinin devamı olarak Adige ulusu oluşmuş. Adige adının da ilk kez Meotlar tarafından kullanıldığı belirtiliyor. Meotlar Azak Denizi kıyılarında oturdukları için Karadeniz kıyısında oturanlara "Öbür denizliler" anlamında Adexxer demişler. Azak Denizi'ne nazaran diğer tarafta bulunan deniz anlamına gelen Adexi kelimesiyle Adexxer giderek Adige sözcüğüne dönüşmüş.

Beyaz ırkın mensubu olan Adigelerin Türkiye'de en çok bulunan kabileleri Abzegh, Ademey, Besleney, Bjedugh, Hatko, Jane, Shapsugh, Kabardey, Wubıh ve Hatukuay. Adigeler için kabile adı çok önemlidir. Çünkü Adigelerde herkes kendisini kabilesine göre tanımlar. İki Kafkasyalı karşılaştığında birbirlerine önce Adige olup olmadıklarını sorar. Ardından kabile ismi merak edilir. Örneğin iki taraf da aynı kabiledenseler bu akraba çıkmak kadar sevindiricidir. Ve nihayette bizdeki soyadı ile aynı işlevi gören sülale adı sorulur. Türkiye'deki Çerkesler arasında muhaceretin en dramatik yanlarından biri olarak bu tür sorgulamalarda akraba çıkan pek çok kişi vardır. Sürgün sırasında Osmanlı topraklarının dört bir yanına yerleştirilen Adigeler, bu şekilde birbirlerini aramaya neredeyse bir yüzyılı aşkın süredir devam ediyorlar.


Çerkesler de Türk mü?

Çerkeslere ilişkin merak edilen bir diğer konu da onlarının hangi ırktan geldiğine ilişkindir. Kuzey Kafkasya tarihiyle ilgili yapılan araştırmalardan bazıları, buradaki halkların Türk ırkına bağlı olduğunu bize söylüyor. Özellikle Türkiye'deki tarih kitaplarında yaygın olarak işlenen bu tez, Çerkes-Adige bilim adamları tarafından şiddetle eleştiriliyor. Adige araştırmacı-yazar İzzet Aydemir, bu tezlerin "Milli beraberlik ve Türklük ideali"ne hizmet için ileri sürüldüğünü anlatıyor.

"Yanlız Çerkesler için değil Anadolu'daki Kürtler, Gürcüler, Lazlar için de aynı tür gülünç iddialar sistemli bir sekide sürdürülmektedir. Bu konuda örnekler vermek mümkün. Bu tezlerden biri Çerkes sözcüğü üzerine oturtulmuştur; Kırkız, Kırgıs, Kerkis, Çerkis, Çerkes... İşte bu sözcük oyunu Çerkeslerin kökenini Ortaasya'daki Kırgızların bir koluna dayandırmaktadır. Diğer iddia da Adige halklarından biri olan Kabardeyler için ortaya atılmaktadır. Emekli Vali Edip Yavuz "Tarih Boyunca Türk Kavimleri" adlı kitabında Kabardey adını Kabartay olarak düzelttikten (!) sonra iddialarını sıralamaktadır. Buna göre Kabartay'daki tay eki Altay Türkleri'nin tay eki ile bir tutulmakta, Kabar sözcüğündeki ar hecesi de Türk damgası taşıdığından Kabartaylar da özbe öz Ortaasyalı olmaktadırlar. Oysa Çerkesce söylenişi Kabardey olan sözcüğün ey eki oturulan toprak ve yurt anlamına gelir. Adige ve Adigey derken olduğu gibi".