Anayurtlarından koparılıp 126 yıl önce
sürgün edilen Kafkasyalıların sayısı
bir milyon civarında...
Öbür denizin çocukları ya da
Adigeler
Sunuş
Uzun süredir tanıştığımız
halde Çerkes olduğumu yeni öğrenen bir
arkadaşım, geçenlerde elime bir kaset
tutuşturarak "bunu mutlaka dinle,
beğeneceksin" dedi.
Akşam eve
gidip kaseti dinlemeye başladığımda,
odama yıllarca önce unutmuş olduğum ya
da unuttuğumu sandığım tanıdık, sıcak
melodiler yayıldı. Çerkes müziğinin
ağır nağmeleri, yaz gecelerinin
eğlencelerini canlandırdı gözümde.
Evet, bunlar özellikle yaz
aylarında; tanıdık kimin düğünü,
toplantısı varsa dolaşılan günlerde,
yaklaşık 30 yıl öncesinde kalan
ezgilerdi. Ama kasetteki parçalarda,
hatırladıklarımdan farklı olarak
yaylılar, davullar ve piyano da vardı.
Çok sesli bir özelliğe sahip olan
Kafkas müziği tümüyle Batı normlarına
uygun hale getirilmişti. Band ise
Türkiye'de değil, Kafkasya'daki Adige
Özerk Bölgesi'nde doldurulmuştu.
Ancak ne var ki Türkiye'de Çerkes
şarkılarını dans müziklerini bu
şekilde orkestrayla çalmak mümkün
değildi. Oysa ülkemizde bir milyona
yakın Çerkes ve diğer Kafkas halkları
yaşıyordu.
O halde bu insanlar
neredeydiler, ne yapıyorlardı? Kendi
kökenleri ve tarihsel geçmişleri
hakkında neler biliyorlardı? Daha da
önemlisi, Türkiye, Çerkesleri ne kadar
tanıyordu?
"Oşhamafe'nin
çocukları", yani Çerkeslerle ilgili
yazı hazırlama düşüncesi bu sorulara
yanıt ararken ortaya çıktı.
Yıllardır dillerini, adet töre ve
geleneklerini kaybetmemek için çaba
harcayan Çerkeslerin varolma
mücadelesi, şimdi daha da yoğun
biçimde sürüyor. Hatta birçoğu
kültürel kimliklerini yitirmemek için
anavatanlarına, yani Kafkasya'ya
dönmeyi düşünüyor. Şimdiden
Türkiye'den Kafkasya'ya giden ve
yerleşen 100'e yakın Çerkes var.
Sanılanın aksine çok geniş bir
tarihi geçmişe sahip olan Çerkeslerin
Kafkasya ve Türkiye'deki serüvenleri
kuşkusuz bir yazı dizisinde tam
anlamıyla anlatılamaz. Ama unuttuğumuz
bu insanları en azından biraz olsun
tanımamızı sağlayabilir.
Resmi
tarih, Çerkesleri, Kafkasyalı Türkler
olarak tanıtırken, Çerkes köylerine
komşu olan Türk köylerinde oturanlar
onların ayrı bir ulus olduğunu
biliyorlardı.
Çerkesler kendi
aralarında konuşurken “Adige misin?”
ya da “Adığabze (Çerkesce)
bilir misin?” diye soruyorlar.
Çerkesler kendilerini "Adige" olarak
adlandırıyorlar.
O uzak diyarda
ardında yüksek dağların, Bulutların
dalga-dalga olduğu yerde, Köyüm var
benim, gölgesinde ormanların, Ve
dağlarım var, taşıyorum yüreğimde,
Çerkes şairi Raisa Ahmatova’nın
yurt sevgisini anlatan şiirinin ilk
dörtlüğünü okuduğumda, o uzak
diyardaki ülkenin neden hala bizler
için alacakaranlıkta olduğunu
düşündüm. Henüz, ne Kaf Dağı'nın
arkasındaki insanlar 126 yıl önce
sürülmüş ataları ve onların
çocuklarını yeterince tanıyabiliyordu
ne de sürgündekiler uzak
akrabalarından haberdardı. İki kıta
arasında bir Çerkes eğeri gibi duran
Kafkasya süvarisini üstünden mi
atmıştı, yoksa süvarisi mi onu
terkedip gitmişti?
Çerkesler
kimdi? Nasıl insanlardı? Nerelerde
yaşamışlardı ve şimdi nasıl
yaşıyorlardı? Bugün kültürel
özelliklerini sürdürebiliyorlar mıydı?
Onların dili, gelenekleri, görenekleri
ve töreleri hakkında neler biliyorduk?
Kaf Dağı'nın öte yanındakileri
zaten tanımıyorduk. Bunun fiziki
sosyal ve politik birçok nedeni vardı
kuşkusuz. Ama ya Türkiye'dekiler?
Geçen yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı
topraklarının dört bir yanına
dağıtılan Çerkesler?
Çerkesler ve resmi tarih
Onları uzun yıllar, saraydaki
cariyeler, sert bakışlı, ince uzun
boylu erkekler, dans ederken kuğu gibi
süzülen genç kızlar ve kurallara
düşkün eski bir "Türk boyu" olarak
tanıdık. Ve onları televizyonlarımızda
ulusal yada uluslararası folklor
yarışmalarında, bildiğimiz Ramazan
davulu eşliğinde "Kars Ekibi" olarak
izledik.
Resmi tarih onları
bize Kafkasyalı Türkler olarak
tanıtırken, yakın zamana kadar ne
Çerkeslerin içinden ne de
tarihçilerden gerçeği anlatan çıkmadı.
Oysa Çerkes köylerine komşu olan Türk
köylerinde oturanlar, onların ayrı bir
ulus olduğunu zaten pratik
deneyleriyle biliyor ve anlıyorlardı.
Okullardaki tarih kitaplarında Çerkes
Ethem
dışında -o da olumsuz- bu ulus
hakkında tek bir söze bile yer
verilmemesi ise ayrı bir özellik
olarak ortada duruyor.
Genellikle adet, töre ve geleneklerine
aşırı derecede hassasiyet gösterimi
bildiğimiz Çerkesler, yeterince
tanındıkları kanısında değiller. Buna
örnek olarak önce "Çerkes" sözcüğünü
gösteriyorlar. Çünkü hiçbir Çerkes
kendi aralarında konuşurken bu sözcüğü
kullanmıyor. Birbirlerine, tanıdık
gördüklerine "Adige misin?" ya da
"Adığabze (Çerkesce)
bilir misin? " diye soruyorlar. Yani
Çerkes halkı kendisini Adige olarak
adlandırıyor. Çerkes kelimesinin,
milattan önce Yunanlıların
Kafkasya'nın Karadeniz kıyılarında
karşılaştıkları insanlara
Kerketai-Kerket demelerinden türediği
sanılıyor. Bu kelime Türk ve Ruslar
tarafından Çerkes, Araplar tarafından
da Şerkes ya da Çerakes olarak
kullanılmakta. Oysa 1864 yılından
itibaren Adigelerle birlikte ve daha
sonra Osmanlı topraklarına sürülen
Çeçenler, Osetler, Lezgiler ve
Dağıstanlılar da uzun yıllar Çerkes
olarak nitelenmiş. Sürülenlerin
çoğunluğunu Adigelerin oluşturması
üzerine daha az sayıdaki diğer
milletlere de Çerkes denilmesi, bu
yüzden kavram kargaşasına yol açmış.
Bu kargaşanın yalnızca Türkiye değil
Sovyetler Birliği'nde de yaşandığı
biliniyor. Stalinist uygulamalar
sonucu Kuzey Kafkasya'da yaşayan
Adigelerin, Karaçay-Çerkes, Adige
Özerk Bölgeleri ile Kabartay-Balkar
Özerk Cumhuriyetleri olarak üçe
bölünmesi bunun örneği olarak
gösteriliyor.
Ancak binlerce
yıl bir
arada yaşayan Oset, Dağıstan, Çeçen,
Karaçay, Balkar ulusları, yaşam
biçimleri, gelenek ve görenekleri,
inançları, giyimleri, evleri, köyleri,
karakterleri, insan ve doğaya
bakışları ve kültürleriyle
birbirlerine çok benziyorlar. Bu
nedenle de Osmanlıların ve Sovyetlerin
bu halkların tümüne birden Çerkes
demeleri uzun süre kabullenilmiş. Ama,
bugünün Çerkes aydınları, sözkonusu
ayrımın netleştirilmesi gerektiği
düşüncesiyle artık açıkça "biz
Çerkes’iz, yani Adige’yiz"
diyebiliyorlar. Nitekim Kuzey Kafkasya
Kültür Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
Bülent Jane, yıllarca Kafkasya'dan
Anadolu'ya sürülmüş diğer halklarla
aynı kaderi paylaşıp, aynı çatı
altında örgütlendiklerini, bunun o
dönemin koşulları içinde doğru
olduğunu belirterek, "Son yıllarda
belgeler açıklanıp tarihi gerçekler
ortaya çıkınca sancısız bir şekilde
herkes kim olduğunu belirledi ve ayrı
örgütlenmelere gittiler. Bu yüzden,
bugün Abaza diye bilinen Abhazlar,
Çeçenler ayrı dernekler kurarak
kültürel faaliyetlerini sürdürüyor"
diye konuşuyor.
Kuzeybatı
Kafkasya'da yaşayan ve Kafkasya'nın
otokton halkından olan Adigelerin en
eski ataları ise Meotlar. Milattan
önce 8. yüzyılda, yine Kafkasya
kökenli olan Kimmer kabile
konfederasyonu içinde bir alt
konfederasyon olan Meot-Kimmer
kabilelerinin devamı olarak Adige
ulusu oluşmuş. Adige adının da ilk kez
Meotlar tarafından kullanıldığı
belirtiliyor. Meotlar Azak Denizi
kıyılarında oturdukları için Karadeniz
kıyısında oturanlara "Öbür denizliler"
anlamında Adexxer demişler. Azak
Denizi'ne nazaran diğer tarafta
bulunan deniz anlamına gelen Adexi
kelimesiyle Adexxer giderek Adige
sözcüğüne dönüşmüş.
Beyaz ırkın
mensubu olan Adigelerin Türkiye'de en
çok bulunan kabileleri Abzegh,
Ademey, Besleney, Bjedugh,
Hatko, Jane, Shapsugh,
Kabardey,
Wubıh ve Hatukuay.
Adigeler için kabile adı çok
önemlidir. Çünkü Adigelerde herkes
kendisini kabilesine göre tanımlar.
İki Kafkasyalı karşılaştığında
birbirlerine önce Adige olup
olmadıklarını sorar. Ardından kabile
ismi merak edilir. Örneğin iki taraf
da aynı kabiledenseler bu akraba
çıkmak kadar sevindiricidir. Ve
nihayette bizdeki soyadı ile aynı
işlevi gören sülale adı sorulur.
Türkiye'deki Çerkesler arasında
muhaceretin en dramatik yanlarından
biri olarak bu tür sorgulamalarda
akraba çıkan pek
çok kişi vardır. Sürgün
sırasında Osmanlı topraklarının dört
bir yanına yerleştirilen Adigeler, bu
şekilde birbirlerini aramaya neredeyse
bir yüzyılı aşkın süredir devam
ediyorlar.
Çerkesler de
Türk mü?
Çerkeslere ilişkin
merak edilen bir diğer konu da
onlarının hangi ırktan geldiğine
ilişkindir. Kuzey Kafkasya tarihiyle
ilgili yapılan araştırmalardan
bazıları, buradaki halkların Türk
ırkına bağlı olduğunu bize söylüyor.
Özellikle Türkiye'deki tarih
kitaplarında yaygın olarak işlenen bu
tez, Çerkes-Adige bilim adamları
tarafından şiddetle eleştiriliyor.
Adige araştırmacı-yazar İzzet Aydemir,
bu tezlerin "Milli beraberlik ve
Türklük ideali"ne hizmet için ileri
sürüldüğünü anlatıyor.
"Yanlız
Çerkesler için değil Anadolu'daki
Kürtler, Gürcüler, Lazlar için de aynı
tür gülünç iddialar sistemli bir
sekide sürdürülmektedir. Bu konuda
örnekler vermek mümkün. Bu tezlerden
biri Çerkes sözcüğü üzerine
oturtulmuştur; Kırkız, Kırgıs, Kerkis,
Çerkis, Çerkes... İşte bu sözcük oyunu
Çerkeslerin
kökenini Ortaasya'daki Kırgızların bir
koluna dayandırmaktadır. Diğer iddia
da Adige halklarından biri olan
Kabardeyler için ortaya atılmaktadır.
Emekli Vali Edip Yavuz "Tarih Boyunca
Türk Kavimleri" adlı kitabında
Kabardey adını Kabartay olarak
düzelttikten (!) sonra iddialarını
sıralamaktadır. Buna göre
Kabartay'daki tay eki Altay
Türkleri'nin tay eki ile bir
tutulmakta, Kabar sözcüğündeki ar
hecesi de Türk damgası taşıdığından
Kabartaylar da özbe öz Ortaasyalı
olmaktadırlar. Oysa Çerkesce
söylenişi Kabardey olan sözcüğün ey
eki oturulan toprak ve yurt anlamına
gelir. Adige ve Adigey derken olduğu
gibi".
|