Sovyetler Birliği'ndeki Kafkasya
bölgesi, öteden beri hem coğrafi
konumu, hem zengin petrol yatakları,
hem de çeşitli din ve milletlere
mensup insanlarının varlığıyla dünya
kamuoyunun ilgisini çekiyor.
Günümüzde, özellikle etnik çatışmalar
ve Sovyetler Birliği'ndeki
cumhuriyetlerin bağımsızlık talebi
konularında öne çıkan Kafkasya
bölgesi, sınır ortaklığı, din ve dil
ortaklıkları, yaşanan tarih ve
etnolojik açılardan Türkiye'yi de
yakından ilgilendiriyor.
Eğitim
Servisi Şefimiz Gencay Şaylan, Prof.
Dr. İlber Ortaylı ile Kafkasya'nın
dünü ve bugünü üzerine konuştu.
Gencay Şaylan:
Sayın Ortaylı, isterseniz önce
Kafkasya'nın toplumsal yapısı üzerinde
duralım. İlk bakışta Kafkasya, Lübnan
ya da Makedonya'ya benziyor. Göreli
olarak ufak bir alan üzerinde çok
sayıda etnik grup ve halklar yaşıyor,
yönetsel açıdan da üç büyük Sovyet
Cumhuriyeti, Ermenistan, Gürcistan ve
Azerbaycan var. Siz bu konuyu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
İlber Ortaylı:
Kafkasya'yı Lübnan'a
benzetmek ilk bakışta kolay; ama
aslında böyle bir benzetme pek geçerli
olmaz. Kafkasya, her şeyden önce bir
diller ve milletler mozaiği.
Mitolojideki "Kaf Dağı" Kafkasya.
Kuzeyde Kuban nehri, güneyde Aras
nehri Kafkasya'nın bölgesel
sınırlarını belirtiyor. Kafkas dağlan
da kuzeyden güneye bölgeyi ikiye
ayırıyor; Kafkas dağlarının kuzeyinde
kalan kesim Kuzey Kafkasya, güneyinde
kalan kesim ise Güney Kafkasya olarak
adlandırılıyor. Araplar buraya Maverai
Kafkasya, Avrupalılar Trans Kafkasya,
Ruslar da Zakafkasya diyorlar. Üç
önemli birlik cumhuriyetinin yer
aldığı bölge işte bu Güney
Kafkasya'dır.
Bu üç cumhuriyet
içinde Azarbaycan, topraklarının
bütünü ile bir Sovyet Cumhuriyeti
oluşturmaktadır. Gürcistan Cumhuriyeti
içinde iki tane özerk cumhuriyet
vardır. Abhaziya, yani bizim Abaza
dediğimiz bölge ve sınır komşumuz
Acaristan. Hemen sınırın yanındaki
Batum, Acaristan'ın başkentidir.
Azerbaycan, araya giren bir Ermeni
koridoru ile bölünmüştür. İran-Türk
sınırındaki Nahcivan ile özerk vilayet
statüsüne sahip Dağlık Karabağ da
Azerbaycan toprağıdır.
1936
Anayasası ile oluşturulan Sovyetler
Birliği yönetim yapısı, bilindiği gibi
birlik cumhuriyetler, özerk
cumhuriyetler ve özerk bölge ya da
vilayetler olarak sıralanmaktadır. Bu
yapı, ana hatları ile günümüzde de
varlığını sürdürmektedir ve bugüne
kadar işlemiştir. Ama yine bildiğimiz
gibi mevcut statü ve ilişkiler bazı
sorunlara yol açmış gözükmektedir.
Gencay Şaylan:
Kuzey Kafkasya, etnolojik ve
lengüstik açıdan Güney Kafkasya'dan
farklı mı? İlber Ortaylı:
Kuzey Kafkasya'da bir sürü
otonom bölge, özerk cumhuriyet var.
Bunların hepsi Rusya Sovyet Sosyalist
Federal Cumhuriyeti'ne bağlıdır. Kuzey
Osetia Özerk Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti, Çeçen-İnguş Özerk
Sosyalist Cumhuriyeti, Dağıstan Özerk
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti,
Kabardey-Balkar Özerk Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti, Karaçay Özerk Bölgesi,
Çerkes Özerk Sovyet Sosyalist Bölgesi
ve Federatif Rusya'ya bağlı Kuzey
Kafkasya ülkeleridir.
Gencay Şaylan:
Sayın Ortaylı, bunların hepsi
etnik açıdan farklı ve özgün toplumlar
mıdır? İlber Ortaylı:
Yukarıda da değindiğimiz
gibi Kafkasya, karmaşık bir etnik
mozaik manzarası göstermektedir,
örneğin Gürcistan Cumhuriyeti'nin
nüfusu 5.5 milyondur. Bunların 3.5-4
milyonu Gürcüdür, gerisi Abhazlar gibi
farklı etnik Kafkas halklarından
oluşmaktadır. Azerbaycan'da, Dağlık
Karabağ bölgesinde Ermeniler yaşar.
Ermenistan ise etnik açıdan oldukça
homojendir. Kafkasya'da çok sayıda dil
konuşulmaktadır. Bunların bir kısmı,
semitik, aryen yani İndo-Avrupa,
Finno-Urgik ya da Altayik ya da Türkik
dillere girmeyen dillerdir. Örneğin
bugünkü Gürcüce büyük Mengrelik dil
grubu böyledir. Kafkasya'da konuşulan
bir büyük dil grubu da Türkik
dilleridir. Azerbaycan dışında,
Karaçay - Balkar bölgesinde,
Dağıstan'da Türkik dilleri
konuşulmaktadır. Örneğin Dağıstan'da
konuşulan Kumukça bizim dil reformu
üzerinde etkili olmuş, bu dilden bir
sürü sözcük alınmıştır. Kafkasya'da
konuşulan aryen diller, sadece
Ermenice ve Osetçe'dir.
Kafkasya'nın dil yapısını ve
etnolojisini incelemek bugünkü
filolojinin ulaşamadığı bir alandır.
Bu dillerin bugün Avrupa'da uzantıları
olabilir. Örneğin Baksça, Avnavutça bu
dillerle bağlantılı olabilir. Tarihte
kaybolmuş dillerin de bu dillerle
bağlantıları olabilir. Kafkasya öyle
bir bölgedir ki buradan çıkan bir
kısım halklar etrafa yayılmış ya da
kuzeyden gelen bir takım halklar da
buraya yerleşmişlerdir.
Birbirine çok yakın yerlerde farklı
dillerin konuşulması bunu
kanıtlamaktadır. Ayrıcı diller kendi
içlerinde alt kategorilere de
ayrılmaktadır, örneğin Gürcücenin bir
sürü alt dalı vardır. Gerçekten bütün
bunları incelemek neredeyse
filolojinin dışına çıktı. Nitekim
1930'ların ünlü filologu Nikolai
Mar'ın bu bölgeden çıkması rastlantı
değildir.
Gencay Şaylan:
Efendim biraz da Kafkasya'nın
yakın tarihi üzerinde duralım. Rus
Çarlığı'nın egemenliği altına girmeden
önce Kafkasya'da nasıl bir siyası yapı
vardı, Rus Çarlığının bölgeyi ele
geçirmesi nasıl bir etkileşim yarattı?
İlber Ortaylı:
Tarih açısından çok ilginç
bir durum var. Eski bir İran
etkisinden söz etmek mümkün. Milli
diller de hızla gelişmiş, örneğin
Gürcüce ve Ermenice yaklaşık olarak 5.
yüzyıldan beri kendi alfabeleri ile
yazılıyor. Milli kiliseler de çok
erkenden oluşmuş. Ortaçağlarda büyük
bir Gürcistan Krallığı var, zaman
zaman bu krallık çok güçlü hale
gelmiş. Kuzey Anadolu'ya bile girmiş,
zaman zaman da zayıflamıştır. 1773
yılında II. Katerina Gürcistan
Krallığı ile bir himaye anlaşması
yapmış ve 1801 yılında da Gürcistan
Çarlık tarafından ilhak edilmiştir. 19
ve 20. yüzyıllarda da Ermenilerin
etkinliği artmıştır. Öreğin Dağlık
Karabağ bölgesinde Ermeni yerleşmesi
de bu dönemde olmuştur. Sözü edilen
Ermeni göç hareketinin günümüzde ne
tür sorunlara yol açtığı
görülmektedir.
Gencay
Şaylan:
Acaba bu Ermeni göç ve yerleşmelerinin
Çarlığın yöreyi kontrol politikaları
ile ilgisi olabilir mi? İlber
Ortaylı:
Tabii bunu böyle yorumlamak
mümkün. Bilindiği gibi bir bölgeye
yeni gruplar yerleştirmek tipik bir
ekonomik ve politik kontrol
girişimidir. Nitekim Kafkasya'ya çok
sayıda Rus ve Ukraynalı göçmen de
getirilmiştir. Böylece ortaya karmaşık
bir yapı çıkmıştır. Örneğin Erivan,
yakın zamanlara kadar
Azerbaycanlıların çoğunlukta olduğu
bir şehirdi. Bazı yerlerde de Ruslar
ya da Ukraynalılar üçte ikiye yakın
çoğunluk haline gelmişlerdir. Aslında
nüfus hareketleri Kafkasya’da
devamlılık gösterir ve bu bölgeye
renklilik vermektedir. Kafkasya'nın
ortak dili bir zamanlar Türk dil
grubuna giren dillerdi, sonra Rusça
olmuştur. Ama çeşitli dalları ile
Türkçe hâla çok yaygın bir dildir.
Kafkasya'daki devletçikler, İran,
Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı
arasında kalmakla beraber uzun süre
devamlılıklarını korumuşlardır.
Örneğin Gürcülerin 15. yüzyıldan sonra
Osmanlılara ve Safevilere karşı 108
çarpışma yaptıkları bilinmektedir. 18.
yüzyılın sonlarından itibaren de Rusya
Kafkasya'ya girmeye başlamıştır, ancak
bu pek kolay olmamıştır. Çarlık,
özellikle Azerbaycan ile çok mücadele
etmek zorunda kalmıştır. II.
Katerina'nın generali Titziyanov,
Azerbaycan hanlıklarını, Nahcivan’ı,
Gence'yi, Seki'yi, Karabağ'ı, Bakır
Derbent’i, Erivan'ı Rus topraklarına
katmayı başaran komutan olarak
tanınmaktadır. 19. yüzyılın
ortalarında Dağıstan'da patlayan Şeyh
Şamil ayaklanması, "Müridizm" adı
verilen bir inanç temelinden
kaynaklanmıştır ve bu büyük isyan
derhal Azerbaycan'da da etkilerini
göstermiştir. Bilindiği gibi bu isyan
sonunda Ruslar bir ölçüde gerilemek
zorunda kalmış, ancak 19. yüzyılın
ikinci yarısında bu bölgede tam anlamı
ile egemenliğini kurmayı
başarabilmiştir. Osmanlılar bir kısım
Ermenistan ve Gürcistan topraklarına
girmeyi başarmış, ancak hiçbir zaman
Azerbaycan'a ulaşamamıştır. Bilindiği
gibi Osmanlı ordularının Azerbaycan'a
girişi ancak Birinci Dünya Savaşı
sonunda mümkün olabilmiştir.
Rus Çarlığının Kafkasya'da egemen
olması, Rusça'nın bu dağınık ve
kozmopolit yörenin idare ve kültürel
dil haline gelmesine yol açmıştır. Rus
işgalinin bir diğer etkisi de
toplumsal yapı değişikliğidir; işgal
bir zadegan sınıfın ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Üçüncü olarak da
ekonomik etkilerden söz
edilebilmektedir. Rus yönetimi askeri
tedbir ve önlemlerin yanında birtakım
ekonomik politikalar uygulamış,
özellikle tarım ve ulaşım alanında
yenilikler gerçekleştirilmiştir.
Çarlık döneminde Kafkasya'ya, Orta
Rusya'ya oranla daha fazla yatırım
yapılmıştır. 19. yüzyılın ikinci
yarısında Kafkasya şehirleri birçok
Orta Rusya şehrine göre daha gelişmiş,
daha fazla harcama yapılmış merkezler
konumundadır. Bu aslında açık bir yeni
kolonyal politikadır, Zakafkasya'nın
merkezi durumuna geçen Tiflis, 19.
yüzyılın sonlarında tam anlamı ile
kültürel bir merkez halini almıştır.
Bu gelişmenin etkileri günümüzde de
kendini göstermektedir, Gürcistan
aydınlan fevkalade Batı'ya yönelik bir
grup oluşturmaktadır.
Gencay Şaylan:
Efendim bildiğiniz gibi Rus
Çarlığı’nda 19. yüzyılda bir
aydınlanma yaşanıyor, bilim, edebiyat,
müzik ve siyasal düşünce alanında
gerçekten son derece parlak kişiler
çıkıyor. Eğer böyle bir aydınlanmadan
söz edebiliyorsak bunun Kafkasya
üzerinde etkileri ne olmuştur?
İlber Ortaylı:
Rus Çarlığı'nın düzene
karşıt aydınları, hep Kafkasya'ya
çekilmişler, zaman zaman bu yörede
yaşamayı tercih etmişlerdir. Sözü
edilen bu aydınlar Kafkasya
hayranıdırlar, örneğin uzun süre
burada yaşayanları olmuştur.
Griboyedev, Gürcülerin Çavçavadzesi
ile akraba olmuş, onun kızı ile
evlenmiştir. Tiflis sadece Gürcülerin
değil bütün Kafkasyalıların Batı'ya
açıldığı bir kültür merkezidir.
Azerbaycan'ın da bütün önemli
aydınları esas olarak bu şehirde
yaşamışlardır. Mirza Feth Ali Ahunzade
bu grubun parlak örnekleridir.
Tiflis'in yanında, 19. yüzyılın
sonlarına doğru petrolün önem
kazanması ile Bakü çok hızlı bir
gelişme göstermiş ve büyük bir merkez
haline gelmiştir. Bakü'de etkin bir
Azerbaycan burjuvazisinin ortaya
çıktığından söz edilebilmektedir.
Örneğin Tugiyef, Nagiyef gibi ünlü
petrol milyarderleri ortaya çıkmıştır.
Çok hızlı bir biçimde gelişen Bakü,
Azerbaycan'ın yeni uyanışının merkezi
olmuştur. Örneğin 20. yüzyılın başında
bir Azerbaycan operasından söz
edilebilmektedir, Üzeyir Hacıbekov'un
"Leyla ile Mecnun" operasının ilk
sahneleniş tarihi 1908'dir. Gelişen
sanayi ve buna bağlı olarak toprakta
mülksüzleşme, şehirlerin hızlı bir
biçimde büyümesi yeni siyasal
hareketlerin ortaya çıkması için uygun
zemini de hazırlamıştır. 20. yüzyılın
başında Bakü, Kafkasya'daki bütün
politik hareketlerin merkezidir;
Menşevikler, Bolşevikler, Sosyal
Revolüsyonerler sözü edilen bu yeni
politik hareketlerin en önde gelenleri
arasında sayılabilir. Bu çerçevede
modern ulusçu ideoloji de yine bu
yörelerde gelişmiştir.
Bilindiği gibi Türk ulusçuluğunun
gelişmesinde de Kafkasya'nın önemli
bir payı vardır. Müziğin yanı sıra dil
ve edebiyat alanında da önemli
gelişmeler olmuş, bu gelişmeler bir
ulusçuluk düşüncesinin ortaya
çıkmasına yardım etmiştir. Örneğin ilk
Latin alfabesi kullanma projesi
Ahundov'dan gelmiştir. Bu projenin
Tanzimat döneminde bazı Tanzimat
yandaşı gruplar tarafından ciddiyetle
karşılandığını biliyoruz. Bakın
devrimden sonra Bakü ve Tiflis'te
yerel güçler ilk üniversiteleri
kurmuşlardır. Bu girişim bile
Kafkasya'da düşünce yaşamının ne kadar
gelişmiş olduğunu kanıtlamaktadır. Bu
bölgeyi Rusya İmparatorluğunun başka
periferileri (çevre) ile
karşılaştırmak doğru olmaz, örneğin
Orta Asya'ya hiç benzememektedir.
Kafkasya'daki yaygın, büyük diller
daha oldukça erken bir tarihte Batı
Avrupa'nın bilinen, ünlü edebi ve
düşünsel yapıtlarını kazanmış, yani bu
yapıtlar çevrilmiştir, Kafkasya'nın
yerli aydınları Rusya'nın aydınları
ile seçkinleri ile yakın ilişkiler
kurmuşlardır.
Gencay
Şaylan:
Sayın Ortaylı, Kafkas halkları
Bolşevik devrimine karşı nasıl bir
tepki gösterdiler, örneğin iç savaş
sırasında nasıl davrandılar?
İlber Ortaylı:
Bölge, bildiğiniz gibi
homojen değildir ve tüm Kafkasya için
geçerli homojen bir tepkiden söz etmek
yanlış olur. Rusya ile sıkı iktisadi
bağlar vardır. Daha Bolşevikler
bölgeye gelmeden 20 Eylül 1918
tarihinde Ermeniler, Gürcüler ve
Azerbaycanlılar bir Zakafkasya
Cumhuriyeti kurmuşlardır. Kasım ayında
yapılan seçimlerin gayri resmi
sonuçlarına göre (çünkü bu seçim
sonuçları hiçbir zaman
resmileşmemiştir) Gürcüler arasında
Menşevik, Ermeniler arasında Taşnak ve
Azerbaycanlılar arasında Müsavat
partileri büyük çoğunluk
sağlamışlardır. Bu seçimlerde
Bolşevikler silinmemiş, ancak her
yerde azınlıkta kalmışlardır.
Kafkasya'nın 1917’den sonraki macerası
çok uzun ve renklidir, ancak halen
karanlık kalmış yönleri vardır.
Örneğin buradaki İngiliz işgali bir
boşluğu dolduramamış, etnik unsurlar
arasındaki dengesizliği kışkırtıcı bir
rol oynamıştır. İngiliz işgali
döneminde Bakü'de Ermeniler ile yerli
Müslümanlar arasında kanlı
çatışmaların çıktığı bilinmektedir.
Gencay Şaylan:
Burada bir noktaya dikkatinizi
çekmek istiyorum. Sözünü ettiğiniz
hareketli dönemde ortaya çıkan bir
“Kafkasyalılık” bilinci var mı?
İlber Ortaylı:
Bir Kafkasyalılık
bilincinden söz edilebilir, başka
ulusların karşısında evrensel
platformda ortaya çıkan bir kültürel
Kafkasyalılık bilinci var. Ama bu
bilinç bir Kafkasya düşüncesine yol
açmamış yani aynı zamanda yok
sayılabilir. Çeşitli ulusal
topluluklar arasında yakınlık var, bir
kısım ulusal topluluklar arasında da
gerilim var. Ermeniler açısından
bakıldığında bu gerilim açıkça
görülüyor ve zaman içinde
Azerbaycanlılar-Ermeni gerilimi
artıyor. Tarih olarak da şunu söylemek
mümkün. Birinci Dünya Savaşı sonunda
Türk ordusunun Bakü'ye girişi ile
Gence'de kurulan Azerbaycan hükümeti
Bakü'ye taşınıyor, ama bir süre sonra
Kızılordu'nun Kafkasya'ya girişi ile
Azerbaycan'ın Müsavat hükümeti dönemi
son bulunuyor ve Zakafkasya
Federasyonu yeniden kuruluyor, önce
Gümrü, sonra Moskova-Kars Antlaşması
ile Türkiye sınırları çiziliyor ve
1936 Anayasası ile Kafkasya bugünkü
biçimi alıyor.
Gencay
Şaylan: Bir
de İkinci Dünya savaşı var. Bu savaş
sırasında Almanlar, Kafkasya'ya kadar
geldiler. Sovyet halkları Alman
istilasına karşı nasıl tepki gösterdi?
İlber Ortaylı:
Almanlar, Kuzey Kafkasya'ya
girdiler. Çeçen-İnguş bölgesini istila
ettiler, ama Gürcistan'a ve
Azerbaycan'a kadar gelemediler. Kafkas
halkları ve ülkeleri Sovyetler
ittifakı içinde savaştı, herkes
askerliğini yaptı ve yurt savunmasına
katıldı.
Gencay Şaylan:
Dil haritası yanında bir de din
haritası var. Bu konuda dikkati çeken
ilginç noktalar var mı? İlber
Ortaylı:
Hıristiyanlık, daha 5. yüzyılda
Ermeniler ve Gürcüler arasında ulusal
kiliseleriyle egemen oldu. Ama öyle
Kafkas halkları vardır ki yakın
zamanlara kadar pagan inançlarını
sürdürmüşlerdir.
Müslümanlık
İran etkisiyle girip, yayılmıştır. Bu
yavaş ve sürekli bir yayılmadır,
örneğin Kuzey Kafkasya'nın Karaçay
bölgesinde Müslümanlık 18. yüzyılda
egemen olmuştur. Bu arada bölgede
İslami tarikatlar da yayılmaya
başlamıştır. Örneğin Şeyh Şamil'in
mensup olduğu "Müridizm" aslında
Nakşibendi tarikatının bir koludur.
Ancak hemen altını çizmek gerekir ki
bugünkü Kafkasya'da din toplumsal
yaşamı ve ideolojiyi belirlemiyor.
Maalesef bu konuya çok yanlış
bakılıyor, örneğin Sünni-Şii ayrımı
yapılıp sonuç çıkarılmaya çalışılıyor.
Mezhep farklılığı 19. yüzyıl sonundaki
ulusal-laik hareketlerle ve giderek
yaygınlaşan eğitimle gerilemeye
başlamıştır.
Azerbaycan'da
modern eğitim, bütün Rusya
Müslümanları arasında olduğu gibi 20.
yüzyıl başlarından beri iyice
yaygınlaşmıştır. Sovyet döneminde de
halkın dünya görüşü ve yaşam biçimi
Şiilik ve Sünnilik gibi ayrımlara
girmeyecek kanallarda gelişmiştir.
Şiilik, her şeyden önce bir örgütlenme
işidir. Acaba Azerbaycan'da böyle bir
örgütlenme var mıydı ya da şimdi var
mıdır? İran'da halkı yönelten, eğitim
ve siyasal yaşamına yön veren bir
müçtehit zümresi vardır. Peki bu durum
Azerbaycan'da mesafe almış mıdır?
Doğu'da ve Batı'da birtakım insanlar,
kimi kasıtlı kimi hayal içinde
yorumlar yapıyorlar. Kafkasya'da
yaşayan toplumlar laiktir. Bir din ya
da mezhep anlayışından doğan çatışma
yoktur, örneğin aynı dili konuşan
Hıristiyan Gürcüler ile Müslüman
Acaralar çok iyi ilişkiler içinde, bir
arada yaşamaktadırlar.
Gencay Şaylan:
Sayın Ortaylı demin
değindiğiniz nokta üzerinde biraz
durmak istiyorum. Efsaneleşen Şeyh
Şamil direnişini bir Nakşibendi
hareketi olarak yorumlayabilir miyiz?
İlber Ortaylı:
Bu hareket yerel bir
direnme girişimidir, tarikatla ilgisi
olmayan kimi başka kuvvetler de
katılmıştır. Bu hareketin temel
motivasyonunun tarikatçılık olduğunu
söylemek bir spekülasyon olur.
Olayları, tarihi, yanlış
değerlendirmeye götürür.
Gencay Şaylan:
Bugünkü Kafkasya’da yerel
kültürlerin ve ulusal bilinç düzeyinin
oldukça yüksek olduğu gözlemleniyor.
Bu olguya bakarak Sovyet yönetimi
asimilasyona dayanan monolitik bir
kültür yaratmaktan çok yerel, ulusal
ve etnik kültürleri geliştirme
politikaları izledi denebilir mi?
İlber Ortaylı:
Bunu söylemek oldukça
zordur. Biliyorsunuz Sovyet devrimi
Kafkasya'da yerel kültürleri, dilleri
korudu, geliştirdi, bu yörelere modern
eğitimi sokarak bu toplumları
çağdaşlaştırdı gibi iddialar vardır.
Tabii buna karşı Sovyetler'in, yerel
kültürleri baskı altına alan
asimilasyoncu bir politika izledikleri
de ileri sürülmüştür. Bence bu iki
görüş de yanlıştır. Kafkasya'da
konuşulan diller çok eski dillerdir.
Bakın Genceli Nizami şiir yazdığı
zaman birçok önde gelen Batı dili daha
oluşmamıştı. Kafkasya'nın büyük
dilleri kökleri neredeyse ilkçağlara
uzanıyor.
Böylesine köklü
dillerin ve doğal olarak kültürlerin
kendilerini korumaları çok kolay bir
iştir. Kafkasya çok renkli bir yer,
büyük dil ve kültürlerin yanında, çok
sayıda yerel dil ve kültüre
rastlanıyor. Örneğin 120 kişilik bir
grubun konuştuğu dil bile var.
Kafkasya'nın yerel dilleri Sovyet
devrimi ile bir alfabeye kavuştu ve
bunun sonucu olarak bir gelişme
gösterdi. Gürcülerle Ermenilerin ise
kendi orijinal alfabeleri var.
Azerbaycan, Türkiye'den çok daha önce
Latin alfabesine geçmişti. Bu bile,
tek başına o kültürün gelişme ölçütü
olarak değerlendirilebilir.
Daha sonra, 1930'larda Azerbaycan'da
Kiril alfabesine geçildi. Kafkasya'da
üniversiteler yerel dille eğitim
veriyorlar, yani Gürcistan'da,
Ermenistan’da ve Azerbaycan'da kendi
dilleri ile üniversiteler eğitim
yapıyorlar.
Ortaöğretim çağında
ise okullarda çocuklara Rusça
öğretiliyor. Bakın bu nokta çok
önemli. Bir taraftan Kafkas dilleri
gelişiyor, bilim dilleri haline
geliyor; diğer taraftan da
Kafkasya'nın insanları kültürel açıdan
“iki dilli” yetişiyorlar. Ana dilin
yanında bir başka dili bilmenin ne
kadar önemli olduğunu biz kendi yaşam
deneylerimizden bile çıkarabiliyoruz.
Düşünün, tüm Kafkas halkları iki dilli
insanlardan oluşuyor, bu bakımdan sözü
edilen kültürel gelişmeyi ya da
asimilasyon tezlerini hep bu çerçeve
içinde ihtiyatlı bir bilinde ele almak
gerekir.
|